Glen Duncan 1965’te Bolton’da doğan, Lancaster ve Exeter üniversitelerinde felsefe ve edebiyat öğrenimi gören İngiliz yazar Glen Duncan’ın ilk romanı Hope 1997’de yayımlandı. Duncan, 2002’de yayımlanan Ben, Lucifer ile daha geniş kitlelerce tanındı. Bir dönem Londra’da kitapçılık da yaptı. Son Kurtadam Glen Duncan Orijinal Adı: The last Werewolf İthaki Yayınları - 967 Yayına Hazırlayanlar: Ozancan Demirışık - Yankı Enki Redaksiyon: Alican Saygı Ortanca Kapak Tasarımı: Şükrü Karakoç Sayfa Düzeni ve Baskıya Hazırlık: Kübra Tekeli 1. Baskı, Ekim 2014, İstanbul ISBN: 978-605-375-417-6 Sertifika No: 11407 Türkçe çeviri © İlbay Kurtoğlu, 2014 © İthaki, 2014 © Glen Duncan, 2011 Bu eserin tüm haklan Anatolialit Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır. Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz. TM İthaki Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur. Bahariye Cad. Dr. İhsan Ünlüer Sok. Ersoy Apt. A Blok No: 16/15 Kadıköy - İstanbul Tel: (0216) 330 93 08 - 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34 [email protected] - www.ithaki.com.tr - www.ilknokta.com Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. Topkapı Çenter, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul Tel: (0212)613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97 Sertifika No: 29652 Glen Duncan SON KURTADAM Çeviren: İlbay Kurtoğlu TEŞEKKÜRLER Şükran dolu, büyük bir uluma şu isimlere gelsin: Jonny Geller, Jane Gelfman, Melissa Pimentel, Nick Marston, Jamie Byng, Francis Bickmore, Marty Asher ve Canongate ile Knopf’taki herkes. Müzikal dehası ve bedava psikoterapi için Stephen Coates’a. Ve bir de Kim Teasdale’e, eğer o olmasaydı bunların hiçbiri eğlenceli olmazdı. İLK DOLUNAY BIRAK SONA ERSİN I “Bu resmi bir bilgi,” dedi Harley. “Berlinliyi iki gece önce öldürmüşler. Sen sonuncusun.” Kısa bir duraksamanın ardından ekledi: “Üzgünüm.” Bu konuşma dün akşam yaşandı. Earl’s Court mahallesindeki evinin üst katındaki kütüphanedeydik. Harley taş şömineyle koyu kırmızı kanepenin arasında, gergin bir şekilde dikiliyordu. Bense bir elimde bir bardak kırk beş yıllık Macallan viski, diğerindeyse filtreli Camel sigaramla pencerenin önünde oturmuş dışarıya bakıyor ve Londra’nın karanlığına hızla yağan karı izliyordum. Odaya mandalina, deri ve yanan çam odunu kokusu hâkimdi. Aradan kırk sekiz saat geçmesine rağmen lanetin neden olduğu halsizlik hâlâ üzerimdeydi. Kurt, vücudumu en son bileklerimden ve omuzlarımdan terk eder. Az evvel duyduğum şeylere rağmen aklımdan geçen şuydu: Madeline daha sonra o uzun tırnaklı, manolya kokulu elleriyle ve şu hiç sevmediğim, hiçbir zaman da sevemeyeceğim sıcak yasemin yağıyla bana masaj yapabilir. “Ne yapacaksın?” diye sordu Harley. İçkimden bir yudum aldım, yutkundum ve viski göğsümü yakarken bir anlığına İskoç eteklerinin altındaki beyaz bacaklarıyla bataklık sularını yara yara ilerleyen Macallan klanını görür gibi oldum. Bu resmi bir bilgi. Sen sonuncusun. Üzgünüm. Bana söylemek üzere olduğu şeyin ne olduğunu tahmin etmem gerekirdi. Artık söylediğine göre sırada ne vardı? Hafif bir ontolojik baş dönmesi. Kubrick’in astronotu, hava hortumu kesilmiş halde sonsuzluğa doğru döne döne uzaklaşıyor… Bir noktadan sonra insanın hayal gücü kabullenemiyor. Asıl cümle şu: Bunu düşünmeye bile katlanamıyor. Benimkinin katlanamadığı çok açık. “Marlowe?” “Bu oda senin için bir ölüden farksız,” dedim. “Ama dünyadaki tüm kitap kurtlarım sevinç gözyaşlarına boğabilir.” Abartmıyorum. Harley’nin altı milyon değerinde bir koleksiyonu var. Kitap okumaktan vazgeçtiği bir hayat safhasına girdiği için artık hiçbirinin kapağını açmıyor. Eğer on yıl daha yaşarsa bir sonraki safhaya geçecek, yani tekrar okumaya başlayacak. Okumayı bırakmak ilk başlarda olgunluğun zirvesi gibi görünür. Tıpkı tüm göstermelik zirveler gibi. Bu insanlara özgü bir şey. Buna sayısız kereler tanık oldum. İki yüzyıl yaşarsanız her şeye sayısız kereler tanıklık edersiniz. “Bu durumun senin için nasıl bir şey olduğunu hayal dahi edemiyorum,” dedi. “Ben de öyle.” “Bir plan yapmamız gerekiyor.” Cevap vermedim. Bıraktım sessizlik, plan yapmanın [i] alternatifini oluştursun. Harley bir Gauloise yakıp titreyen, bugünlerde mor damarlarla ve karaciğer lekeleriyle bezeli bir elle bardaklarımızı doldurdu. Yetmiş yaşında olmasına rağmen incelen, uzunca gri saçlara ve nikotinle lekelenmiş, cilalanmış gibi duran posbıyıklara sahip. Eskiden olsa erkek sevgilileri ona Buffalo Bili derlerdi. Şimdilerdeyse bu ismin sadece Kuzuların Sessizliğindeki seri katile ait olduğunu sanıyorlar. Doktoru ona bu alışkanlığının omuriliğini mahvettiğini söylemesine rağmen, fiziksel bir zayıflık hissettiği zamanlarda kemik saplı bir bastona yaslanıyor. ”Berlinli,” dedim. “Onu Grainer mı öldürmüş?” “Hayır. Grainer’ın Californialı çırağı, Ellis.” “Grainer kendini asıl gösteriye saklıyor desene. Benim peşimden tek başına gelecek. “ Harley kanepeye oturdu ve gözlerini yere dikti. Onu korkutan şeyin ne olduğunu biliyorum: Eğer ondan önce ölürsem kendisiyle vicdanı arasında hiçbir teselli edici gerçeküstülük kalmayacak. Jake Marlowe bir canavardır, gerçek. İnsanları öldürür ve yer, gerçek. Bu da onu, Harley’yi, gerçek bir suç ortağı yapar, gerçek. Canlı olduğum, yürüdüğüm, konuştuğum ve ayda bir kez dolunay kaçamağımı yaptığım sürece yozlaşmış bir rüyadaymışçasına yaşayabilir. Aklıma gelmişken, en iyi arkadaşımın bir kurtadam olduğunu söylemiş miydim? Ölürsem acımasız bir uyanış yaşamasına neden olacağım. Marlowe’a işlediği cinayetlerden yakayı sıyırması için yardım ettim. Muhtemelen ya intihar eder ya da hepten kafayı üşütür. Sol üst dişlerinin tamamı altın kaplama ve bu antikalığı zaten yarı-deli olduğunun bir göstergesi. “Bir sonraki dolunayda,” dedi. “Av’ın geri kalanına geriye çekilme emri verildi. Bu Grainer’ın partisi. Onun nasıl biri olduğunu bilirsin.” Bilmez miyim? Eric Grainer, Av’ın ağır ağabeyidir. DOKET’in (Doğaüstü Olayları Kontrol Etme Teşkilatı) tüm yüksek rütbeli üyeleri, uzmanlık alanlarını sergileyiş biçimlerine göre kollanır ya da finanse edilirler. Grainer’ın uzmanlık alanıysa benim türümün izini sürüp öldürmek. Benim türümün. Görünen o ki DOKET’in katilleri ve son yüzyıldır mahalleye hiç yeni bir uluyan çocuğun katılmaması sayesinde geriye bir tek ben kaldım. Gerçek ismi [ii] Wolfgang (Tanrı öldü, ironi hâlâ neşeli bir biçimde yaşamaya devam ediyor) olan Berlinliyi düşündüm ve zihnimde onun son anlarını canlandırdım: Ay ışığının aydınlattığı burnu ve terli kürküyle birlikte buzların üzerinde sendeliyor, gözleri çok kısa bir süreliğine şüphe, korku, dehşet, üzüntü ve rahatlama hislerinin hepsini birden aynı anda yansıtıyor… ardından gümüşün o beyaz ve son ışığı geliyor. “Ne yapacaksın?” diye tekrarladı Harley. Kurt var, çete yok. Mizah anlayışım giderek kararıyor. Pencereden dışarı baktım. Kar, Eski Ahit’teki salgınların acımasızlığına denk bir hızla yağıyordu. Earl’s Court Yolu’ndaki yayalar tökezliyor, ayakları kayıyor ve fırıl fırıl dönen o soğuk, meleksi serinliğin içinde ya çocukluklarının hâlâ orada bir yerde olduğunu hissediyor ya da yüzlerine hızla çarpan bir ağaç dalının yarattığı etki misali, artık birer çocuk olmadıklarını fark ederek şok geçiriyorlardı. İki gece önce kırk üç yaşındaki bir serbest fon uzmanını yemiştim. Kimsenin özlemeyeceği tipleri seçtiğim bir evredeyim. Görünüşe göre son evrem. “Hiçbir şey yapmayacağım,” dedim. “Londra’yı terk etmelisin.” “Ne amaçla?” “Yine başlama.” “Zamanı geldi.” “Hayır, gelmedi.” “Harley…” “En az bizim kadar senin de yaşamaya hakkın var.” “Sizin kadar olduğu pek söylenemez.”
Description: