ŞAFAK PROJESİ ARTHUR C. CLARKE BASKAN YAYINLARI Yazan : Arthur C. Clarke Çeviren :Ayşe - Osman T. Taşkın «The Sands of Mars» Ali Rıza Başkan Güzel Sanatlar Matbaasında dizilmiş ve basılmıştır. Her hakkı mahfuzdur. Başkan Yayınları A. Ş. İstanbul — 1983 Birinci Bölüm PİLOT, «Uzaya ilk çıkışın mı?» diye sordu ve öne-arkaya sallanan koltuğuna tembelce yaslandı. Yanındaki yolcuyu umursamazcasına ellerini ensesinde kenetledi. — Evet, dedi Martin Gibson. Bunu söylerken gözlerini bir an olsun kronometreden ayırmamıştı. — Ben de öyle düşünmüştüm. Çünkü yazdığın öykülerde anlattıklarının pek doğru olduğu söylenemez, ivme nedeniyle insanların bayılması gibi saçmalıklar örneğin. Böyle saçma sapan şeylere ne gerek var? Bunu yapmak zorunda mısın?.. — Özür dilerim ama, herhalde ilk yazdığım öykülerden söz ediyorsun. O zamanlar uzay yolculukları henüz başlamamıştı ki. Ben onları yazarken yalnızca hayâl gücümü kullandım. Başvurabileceğim hiç bir veri yoktu. — Olabilir, dedi pilot isteksizce. Bu sırada makinelerle hiç ilgilenmiyordu. Oysa kalkışa iki dakika kadar bir zaman kalmıştı. «Bu konuda pek çok şeyler yazan biri olarak bu yolculuk size sanırım, çok eğlenceli gelecek.» diye söylendi. Gibson o an içinde bulunduğu durumu tanımlayabilecek sıfatı bulmakta güçlük çekiyordu. Onun düzinelerle öykü kahramanları, sonsuza gitmek üzere ayarlanmış roketlerde kalkışı beklerlerken, kronometrenin saniye ibresini büyük bir heyecanla izlemişlerdi. Ve şimdi -uzun bir bekleyişten sonra- hayalleri gerçek olmak üzereydi. Doksan saniye gibi kısa bir süre sonra onun yeni geleceği başlıyordu. Evet çok garipti. Kaderin kaçınılmaz sonucu olarak adalet yerini bulmuştu.,. Ona bakıp da duygularını yüzünden okuyan pilot hafifçe sırıttı. — Yazdığın öyküler seni ürkütmesin, dedi. Bir keresinde sırf bir iddia yüzünden, roket ateşlendiğinde ayakta durdum. Aslında yapılmaması gereken, aptalca bir şeydi bu... — Korkmuş falan değilim, dedi Gibson sesini yükselterek. Pilot saate bir göz attıktan sonra «Hımmm» dedi. Saniye ibresi son turuna başlamıştı. «Koltuğu böyle tutmasan iyi olacak, çünkü yumuşak bir metalden yapılmıştır ve sen onu kıvırabilirsin.» Heyecandan koltuğun kenarını sımsıkı tutmakta olan Gibson, bunun üzerine biraz sıkılarak elini geri çekti. İçinde bulunduğu durumun gerçek olduğuna bir türlü inanamıyordu. — Tabii, dedi pilot. Hâlâ rahatça oturuyordu, fakat gözlerini cihaz panelinden ayırmıyordu. Bir kaç dakika kadar pek rahat olmayacaksın. Oh, yakıt pompalan ateşlendi. Dikey kalkış sırasında garip şeyler olursa endişelenme sakın. Yalnızca koltuğunu kendi sallamasına bırak. Eğer istersen gözlerini de kapayabilirsin. (Bu şırada ateşleyici jetlerin sesi duyuldu). Tam itiş için on saniye kadar zamanımız var. Aslında gürültüden başka birşey duymayacaksın. Yalnızca buna katlanmak zorundasın. YALNIZCA BUNA KATLANMAK ZORUNDASIN DEDİM, DUYDUN MU? Fakat gürültü Martin Gibson’un umurunda bile değildi. O büyük bir mutlulukla sanki, henüz ışık hızına ulaşmamış ama yüksek hızda giden bir asansörde gidiyormuş gibi dalıp gitmişti. Birkaç bin kilometreye karşı gelen bir kaç dakika geçtikten sonra kendine geldiğinde Gibson oldukça utanmıştı. Güneş ışınları yüzünü tümüyle aydınlatıyordu. Dış gövdenin üzerindeki koruyucu kapağın kaymış olduğunu farketti. Bütün parlaklığına karşın, güneş ışınlarının beklediği kadar yakıcı olmadığını hissetti. O zaman koyu renkli camın güneş ışınlarını süzdüğünü ve sadece bir kısmını geçirdiğini farketti. Pilota baktı. Cihaz panelinin üzerine eğilmiş rotayı kaydetmekle meşguldü. Herşey oldukça sakindi, fakat zaman zaman boğuk boğuk patlama sesleri geliyordu. Bunlar küçük patlamalardı ama Gibson’un aklını karıştırmaya yetiyordu. Hafifçe öksürerek kendine geldiğini anlatmak istedi. Sonra pilota dönerek bu duyduğu seslerin ne olduğunu sordu. — Motorlardaki termal kontraksiyon (termal büzülme), beş bin derecede çalışır ve oldukça da hızlı soğuyorlar. Bu yüzden bu sesler çıkıyor. Kendini şimdi iyi hissediyor musun?.. Gibson, iyiyim diye karşılık verdi. Artık kalkabilir miyim? Dibe çarpmış sonra da geri sıçramıştı. Oldukça kararsız bir pozisyondaydı. Ama bunu pek farketmemişti. Pilot, nasıl istersen, dedi. Dikkat et, kalkarken sert bir şeylere tutunsan iyi olur. Gibson inanılmaz duygular içindeydi. Tüm hayatı boyunca beklediği an gelmişti. Uzaydaydı! Kalkışı göremediğine biraz hayıflandı. Ama yazarken bu eksikliği gayet ustaca gizleyebileceğim de biliyordu. Bin kilometre uzaklaşmış olmalarına rağmen Dünya hâlâ çok büyük görünüyordu. Bu onda biraz hayâl kırıldığı yaratmıştı. Nedeni de oldukça açıktı. Yüzlerce roket fotoğrafı ve filmi görmüştü. Bu nedenle de hiç bir şey onu şaşırtmıyor ve göreceği hemen her şeyi önceden bilmiş oluyordu. Dünyanın etrafında bulutlar hareketli bandlar gibi görünüyorlardı. Kürenin merkezinde, kara ve deniz arasındaki ayrım çok belirgindi. Pek çok ayrıntı da çok net görülüyordu. Fakat ufuğa doğru, her şey kalınlaşan bir sis perdesi arkasında kayboluyordu. Görebildiği alanın ötesindeki her şey tanınmaz ve anlamsız geliyordu. Bir süre sonra kentleri ayırdetmekten yoruldu. Binlerce yıllık insan uygarlığının, aşağıda görülen panoramada görünür bir değişiklik yaratmadığını düşünmek Gibson’a biraz garip geldi. Daha sonra yıldızlara bakmaya başladı ve yine hayal kırıklığına uğradı. İşte görmeyi beklediği pek çok sayıda yıldız soluk renkleriyle sıralanmıştı. Aslında suçlu olan koyu renkli camdı: Çünkü güneşin ışıklarını engellemeye çalışırken, yıldızların ihtişammdan çalıyordu. Gibson garip bir can sıkıntısına kapıldı. Yalnızca bir tek şey onun beklediğinden farklıydı. Havada asılı durabilmek, tek bir parmağının hafif bir hareketiyle duvardan duvara gidebilmek umduğundan da zevkli bir şeydi. Fakat etraf, daha fazla hareket edebilmesi, eğlenceli denemeler yapabilmesine pek olanak tanımayacak ölçüde dardı. Ama yine de çok hoştu. İnsanın ağırlığının olmadığını hissetmesi büyüleyici bir şeydi. Şimdi denge organları için ilâçlar vardı ve uzay hastalığı da artık geçmişte kalmıştı. Bu havanın ortasında yüzer gibi durma duygusu Gibson’un çok hoşuna gitmişti. Onun öykü kahramanları bu durumda nasıl da ızdırap çekmişlerdi. Tabii kadın kahramanları da! Mardan Dust adlı kitabının özgün uyarlamasında, Robin Blake’in ilk uçuşunu hatırladı. Onu yazdığı sıralarda D.H. Lawrence’in aşırı etkisi altındaydı. (Günün birinde onu etkilememiş olan yazarların bir listesini çıkarmak oldukça ilginç olacaktı.) Lawrence’in fiziksel sansasyonları tanımlamadaki ustalığı su götürmezdi ve Gibson bunu bile bile onu kendi alanında yenmeğe kalkıştı. Kitabında bütün bir bölümü uzay hastalıklarına ayırdı. Her semptomu ince ince tanımladı. Sonuçta bu bölüm katı gerçekçiliğin bir şaheseri olarak ortaya çıktı. Fakat yayımcılar, «Ayın Kitabı Kulübü» titizliğiyle bu bölümün çıkarılması üzerinde ısrar ettiler. Oysa o bölümü yazarken çok uğraşmış, hatta o duyguların pekçoğunu adeta yaşamıştı. Şimdi de aynı duygular için deydi... * * * «Hayret verici bir şey doğrusu» dedi sağlık görevlisi düşünceli düşünceli. Yazar artık sakinleşmişti ve havalı geçiş bölmesinde ileri doğru hareket etmeye başlamıştı. Tıbbî
Description: