© Beytulhikme Philosophy Circle Beytulhikme Int Jour Phil 7 (2) 2017 Research Article: 185-202 ___________________________________________________________ Problemi Ele Almada Lâfız-Anlam İlişkisinin Önemi [*] ___________________________________________________________ The Importance of Word-Meaning Relation upon Handling a Problem ŞEREFETTİN ADSOY y h Aksaray University p o s o l i Received: 26.08.2017Accepted: 27.12.2017 h P Abstract: When someone wants to mention a certain topic, many problems f o arise in terms of shape, but more in content. Not diversified, these problems l a occur more frequently as the ignorance of the lexical-semantic relation to clari- n r fying the content dimension of the "problem" to be addressed. Some of the u o words used to describe a particular meaning, depending on the size of the sen- J tence, are used to cover some of the meaning but some are used to cover the l a whole meaning of what is meant by some words. It is very difficult to compen- n o sate for the use of the connotation, which is an indirect manifestation. There- i t fore, the choice of the words to be used is vitally important. The words, which a n resemble a living organism, continue their lives by passing through phases such r e as birth and growth. A significant change can take place in the meanings that t n the words represent because of social events. In such cases, if the words do not I continue to be used or if the appropriate words are not replaced, it will lead to n A many problems that can not be predicted in actions depending on the gaps in e the minds due to the change in meaning. m k Keywords: Verification, scientific progress, demarcation problem, theory i h choice, falsification. l u t y e © Adsoy, Ş. (2017). Problemi Ele Almada Lâfız-Anlam İlişkisinin Önemi. Beytulhikme An International B Journal of Philosophy, 7 (2), 185-202. ___________________________________________________________ Şerefettin Adsoy, Yrd. Doç. Dr. Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü 68100, Aksaray, TR [email protected] 186 Şerefettin Adsoy Giriş Belli ilim çevrelerince insanın, varlık alanına çıktıktan sonra sergile- miş olduğu tutum ve davranışlar ile muhataplarıyla kurmuş olduğu ileti- şimde kullanmış olduğu unsurlar bağlamında, bir evrim süreci geçirdiği kabul edilmektedir. Bu süreç Australopithecus, Homo Habilis, Homo Erectus, Homo Sapiens ve Modern İnsanlar olarak sıralandığı belirtilmek- y h tedir (Fischer, 2017, 49). Bugün gelinen nihai noktada insan, kısaca, içinde p o bulunduğu ortama ve sahip olduklarına yönelik gerçekleştirmiş olduğu s o işlemler çerçevesinde kendi içinde bir dünya oluşturmuş olup bu dünyayı l i anlamlandırma anlamında da bir kavramsallaştırmaya gittiği ve bu kav- h P ramsallaştırdığı dünyayı da hem-cinslerine, kavramsallaştırılan anlamın f seslendirilerek ifade edilmesi anlamına gelen lâfızla anlatan veya en azın- o l dan anlatma eğiliminde olan varlık olarak tanımlanabilir. a n Sınırlı bir güç ve imkâna sahip olan insanın, içinde bulunduğu doğa- r u dan istifade etme ve ihtiyaçları doğrultusunda onu yeniden düzenleme o J gereksiniminden dolayı onu anlamlandırmaya çalışması ve hem-cinsleriyle l a sağlıklı bir iletişim kurmada dili kullanma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. n o Doğayı anlamlandırma sürecinde kavramlara gereksinimi olduğu gibi ben- i t zerleriyle kuracağı iletişimde de sözcüklere ihtiyaç duymaktadır. İletişi- a n min sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi ancak tarafların kullanacağı r e lâfızların işaret ettiği ve zihin boyutunda yer alan kavramların örtüşmesiy- t n le mümkün olmaktadır. Taraflarca kullanılan lâfızlar, birbirinden farklı I kavramlar kast edilerek kullanılması durumunda, sağlanması düşünülen n A iletişim yerine beklenmedik olumsuzlukların ortaya çıkmasına yol açabilir. e Bu yüzden arzu edilen diyalogun gerçekleşmesi ancak kullanılan lâfızlarla m ne kast edildiğinin açık olmasıyla mümkün olmaktadır. Lâfızlar kendi k i başlarına belli bir anlama karşılık gelecek şekilde kullanıldığı gibi daha h l geniş veya kapsamlı bir anlamı ifade etme maksadıyla birden çok lâfız bir u t arada da kullanılabilmektedir. Dolayısıyla gerek tek bir lâfzın kullanılması y e gerekse birden çok lâfzın kullanılmasındaki gaye, iletilmek istenilen anla- B mın aktarılmasıdır. Bu duruma bağlı olarak karşımıza lâfız-anlam ilişkisi ve bu ilişkinin ifade ettiği önem ortaya çıkmaktadır. Zira kullanılan her lâfzın delâlet ettiği anlam farklı olabildiği gibi söz konusu lâfzın işaret ettiği anlamın boyutu da değişiklik arz edebilmektedir. Buna bağlı olarak lâfız, delâlet ettiği anlamlara yönelik olarak mutabaka, tazammun ve ilti- B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 187 Problemi Ele Almada Lâfız-Anlam İlişkisinin Önemi zamî şeklinde çeşitlenmektedir. Lâfzın anlama olan bu üç delâlet çeşidi kapsam, derinlik ve yön bakımından birbirinden ciddi anlamda farklılık gösterdiği bilinen bir gerçektir. Biz bu çalışmamızda genel bir çerçevede ele almak üzere lâfız-anlam ilişkisinin önemi üzerinde duracağız. Lâfız-anlam ilişkisinden önce insan ve dil, dilin tanımı ve önemi gibi alt başlıklar altında asıl konunun üzerin- y de durduğu zemini belirginleştireceğiz. Lâfız-anlam ilişkisi konusunu h p İslam düşünürleri bağlamında ele alırken, üzerinde durduğu zemini ise o s daha geniş bir perspektiften ele almaya çalışacağız. o l i İnsan ve Dil h P Geçmişten günümüze kadar insanın tanımı yapılırken veya yapılmaya f o çalışılırken bazen eylemleriyle bazen özelliğiyle bazen de bir tek yapıp l ettiğiyle tanımlanmış ya da tanımlanmaya çalışılmıştır. İnsan her ne kadar a n değişik yön ve özellikleriyle tanımlanmaya veya belirlenmeye çalışılmışsa r u da onun en önemli özelliğinin kavram/kavramlar üreten bir varlık olması- o J dır denilse yeridir. Bu bağlamda insan, kavram/kavramlar üreten ve bunu l a hem cinslerine ileten; içinde yaşam sürdüğü ve içinde oluşturduğu dünya- n o sını ürettiği kavramlara göre oluşturduğu gibi (Çötüksöken, 1998, 12-13) i t kavramları da bu meydana getirdiği dünya çerçevesinde oluşturan bir a n varlıktır. Kısaca, tüm var olanlara varlığını kazandıran ışık ve bu ışığın r e kendisinde ışıldadığı insan olmasından dolayı insan, dilde ışıldayan varlık- t n tır (Altuğ, 2003, 8). I Var olan, ne türden olursa olsun, varlık sahasına çıkması ya da varlı- n A ğından haberdar olunması ancak insan düşünmesinin kavram kurma et- e kinliği aracılığıyla gerçekten varolmaktadır. Gerçekten varolma ise bir m k bilginin konusu olabilmek demektir; varolanın, bilme-bilinme boyutunu i h kazanmış olması demektir. Dolayısıyla varolan kendi başına düşünmeye l u konu olmadığı sürece, bulanık bir varoluşa sahiptir. Ne zaman ki düşün- t y menin konusu olup bu bulanıklıktan sıyrıldıysa işte o zaman bilgiye açık e B bir varolan olarak varoluşunu sürdürmüş olur (Çötüksöken, 1998, 13). Bu bağlamda bilme, bir objeyi anlama veya öğrenme olarak gerçekleştirmek anlamına gelmektedir. Ancak her bilmede bilinen objeden, yani bilme konusu nesneden başka bilme fonksiyonunu gerçekleştiren subje yani bilmeyi gerçekleştiren özne ikilisi bulunmaktadır (Aster, 1994, 19). Burada B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 188 Şerefettin Adsoy subjeden kasıt, belli ve düzenlenmiş bir anlam birikimine karşılık gelecek şekilde kavram üreten, ürettiği kavram/kavramlar aracılıyla aynı zamanda yeni ve kapsamlı bilgi üreten ve bununla da yetinmeyerek bu ürettiği bil- giyi muhataplarına ileten insandır. İnsan üretmiş olduğu kavramları, ken- disine özel olarak oluşturduğu düşünce dünyasını doğal dil ve diğer diller aracılığıyla başkalarına iletir (Çötüksöken, 1998, 14). y h İnsanın muhatabıyla kurmuş olduğu bu iletişim veya anlatımda işiti- p o lebilen olarak bir ses ya da görülebilen olarak yazı ve bu ses ve işaretin s o anlamı olarak iki durum söz konusudur (Aster, 1994, 19). Bu iki unsur l i sayesinde insanlar birbirleriyle bağlantı kurabilmektedirler. Dil aracılığıyla h P oluşan bu anlama, şeylerin basitçe bir araya gelmesi olmayıp söz konusu f şeylerin karşılıklı olarak birbiriyle ilişki gerçekleştirdiği ve kendilerini o anlamlı ve aynı zamanda anlaşılır olarak görünüşe çıkarabildikleri bağıntı- l a lar bütünüdür (Altuğ, 2003, 8). İnsanın potansiyel olarak sahip olduğu ve n r fonksiyonel olarak gerçekleştirip ortaya koyduğu kavram üretme ve bu u o kavramlar bağlamında konuşma, iletişim kurma ve bu iletişim kurma saye- J l sinde hem cinsleriyle anlaşabilme özelliğinden dolayı kendisini diğer var- a n lıklardan ayıran en belirleyici özelliklerinden sadece bir kaçıdır. Düşünce o i tarihi içerisinde insanın sahip olduğu bu işlevsel yetisine yönelik yaklaşım- t a larda bir farklılığın var olduğunu görmek mümkündür. n r Yukarıda sıraladığımız ve insanın sahip olduğu bu özelliklerin bütü- e t nünü dil kaplamında toplamak mümkündür. Grekler bizim bugün dil diye n I ifade ettiğimiz terime karşılık olarak düşünme, anlama ve akıl anlamında n kullandıkları “logos” sözcüğünü kullanmaktaydılar. Logos terimi incelen- A diğinde söz, dil anlamını ifade ettiği gibi düşünce ve akıl anlamında da e m kullanıldığını söylemek mümkündür. Dolayısıyla Antikçağda logos teri- k i minin kullanılmış olduğu anlamlar dikkate alındığı zaman dille düşüncenin h l aynı anlama geldiğini söylemek mümkündür (Akarsu, 1998, 36-37). u t Düşünme denilen işlemi insanın kendi iç dünyasında kendi kendisiyle y e gerçekleştirdiği bir konuşma olarak tanımlayan Platon (M.Ö. 347) dil ile B varlık arasında geçerli ve işlevsel bir bağın kurulması, düşünme ile dil ara- sında sağlıklı bir bağın kurulmasıyla gerçekleştiğini belirtmektedir. Pla- ton’un öğrencisi olan Aristoteles (M.Ö. 322) de Peri Hermeneias isimli ese- rinde söz konusu konuya değinmiş olup dilin yapısıyla objelerin yapısını aynı görmesinden dolayı, düşünmemizin, objeleri yansıttığını; konuşma- B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 189 Problemi Ele Almada Lâfız-Anlam İlişkisinin Önemi mızın da düşünmeyi tam ve doğru olarak yansıttığı kanaatindedir (Aster, 1994, 15). Filozof adı geçen eserinde “Ses aracılığıyla yayılan titreşimler ruh damarlarının simgeleri olduğu gibi yazılı sözcükler de sesle yayılan sözcüklerin simgeleridir” (Aristoteles, 1989, 5) ifadelerine yer vermektedir. Buna göre dil, insan zihnînin aynası (Chomsky, 2014, 31-32) konumunda yer almakla beraber düşünmenin dışa vurumu ve biçimlendirici özelliğini y gerçekleştiren unsurdur (Altuğ, 2003, 63). Antikçağdan günümüze kadar h p belli dönemlerde de konuya yönelik farklı kişilerce birbirinden farklı yak- o laşımların ortaya konulduğunu görmekteyiz. Bu anlamda Martin Heideg- s o ger (1889-1976) dili, “varlığın ışıyarak örtüsünü açtığı yer” olarak tanımla- l i h maktadır (Özlem, 1997, 515). Yapmış olduğu bu tanıma göre dil, adeta P varlığın kendisini gün yüzüne çıkmış olarak bulduğu ve kendi varlığını f o kendisinde ortaya koyduğu logos anlamına gelmektedir. Dil, insan vasıta- l sıyla varlık sahasına çıktığı gibi insan da kendisini dille bulup ve gerçekleş- a n tirmiş olmasından dolayı, bu karşılıklı etkileşim girift bir durumu ortaya r u çıkarmaktadır. Dili, insanın bütün güçlerinin bir çerçevesi olarak tanımla- o J yan Alman filozof Johan Gottfried Herder (1744-1803), dilin iki yönlü bir l a özelliğe sahip olduğuna dikkat çekmektedir. Filozofa göre dil bir yönüyle n o tinsel bir eylem diğer bir yönüyle de organik bir ses olma niteliğine sahip- i t tir (Akarsu,1998, 37). Bir diğer ünlü düşünür Alexander Von Humboldt a n (1769-1859) da dili, düşüncenin yalın bir aracı olmak yerine düşünceyi r e yaratan unsur olarak kabul etmektedir. Bu yüzden dil, gerçek fonksiyonu- t n nu insanda düşünce ve düşüncede yaratan gücün kendisinde kendini gös- I termesiyle yapıcı bir özelliğe sahiptir (Akarsu, 1998, 40). n A Düşüncelerimizle kullandığımız sözcükler arasında yakın bağlantının e var olması ve bilgi/bilgilerimizin de önermelerden meydana geldiğini belir- m k ten John Locke (1632-1704) dilin detaylı bir şekilde irdelenmesinin kaçı- i h nılmaz olduğunu ileri sürmektedir. Filozofa göre düşüncelerle sözcükler l u arasında öylesine sıkı ve değişmez bir bağ bulunmaktadır ki dilin doğasını, t y anlamını ve kullanımını irdelemeden ondan sağlıklı bir şekilde söz etmek e B mümkün olmamaktadır (Locke, 2004, 32-37). Dilin Tanımı ve Önemi Dil olmaksızın hiçbir kavram mümkün olmadığı gibi, lâfız olmaksızın da zihnî olan hiçbir nesne de gün yüzüne çıkamaz. Haricî olan herhangi B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 190 Şerefettin Adsoy bir şeyin bilinç için tam bir varlık kazanması, ancak kavram aracılığıyla mümkün olmaktadır (Altuğ, 2003, 75). O halde dilin özü, dilin bir şey söylemesinde, bir şey göstermesinde, bir şeyi görünür kılmasında bulun- maktadır. Dil mevcut olanı görünür kılmak üzere işaret eder, gösterir (Altuğ, 2003, 111). Dilin varlık yapısı ile onun yansıttığı-işaret ettiği varlı- ğın yapısı arasındaki karşılıklı bağlılık o kadar ileri götürülebilir ki, dilde y h gördüğümüz karşılaştığımız her bir şeyi, varlık dünyasında yine bir şey p karşılar. Bu karşılama aksadığı zaman dilin yapısında anlatımını bulan o s düşünce de anlaşılmaz bir hale gelir. Çünkü dil ile varlık dünyası arasında- o l ki karşılıklı bağ, kelimelerle bir şeyi görmek, bir şeyi düşünmekle sağlana- i h bilir (Mengüşoğlu, 2013, 3). P f İnsan ve varolanların da insan aracılığıyla kendi varoluşlarını ortaya o koymalarına öncülük eden dilin toplumsal/soyut ve bireysel/somut olmak l a üzere iki yönü bulunmaktadır. Belli bir doğal dil o dili kullanan bireylerce n r kullanılmasıyla ancak somutluğunu kazanmaktadır. Bu bağlamda herhangi u o bir dili tam anlamıyla hiçbir eksiği olmamacasına kendinde taşıyan somut- J l laştıran bir özneyi tasarımlamak mümkün değildir. Düşünen varlık olarak a n insan, kendi gereksinimleri doğrultusunda toplumsal ve soyut olan dil o i dizgesinden, bir aracı ortam olarak yararlanır. Ancak birey dilden her t a yararlanışında da kullandığı doğal dilin kendine sunduğu olanaklar çerçe- n r vesinde dil dizgesini somutlaştırır. Başka değişle söylem durumuna getirir. e t Dilsel öğelerin anlam kazanması anlam iletiyor olması da ancak bu nokta- n I da olanaklıdır. Dilsel imler ilkin potansiyel olarak anlam taşırlar. Ancak n onlar birilerince (somut öznelerce) kullanıldıkları andan başlayarak seçilen A belli bir anlamı iletmek üzere gerçekten var olurlar. Bu da dilin söylem e m olarak var oluşunda dilsel öğe veya dilsel im denilen çeşitli düzlemlerde k var olma imkânını içinde taşıyan yapı ya da yapılar arası bağlantının ku- i h rulmasıyla gerçekleşmektedir. Aktarılmak ya da ifade edilmek istenilen l u anlam bu tarz bağlantılarla iletilmektedir (Çötüksöken, 1998, 42). t y e Yeryüzünde bulunan her dil, insan tarafından evrene karşı sergilenen B bir tavrın ifadesidir. Bu ifade insanların yaşadığı tecrübeleri dille yansıtır ve evreni zihnîleştirerek yorumlamalarına zemin hazırlar. Evrenin zihnîleştirilmesi, insanların o evrenden ne anladıkları ve ne kadar aktara- bildikleriyle de alakalıdır. Çünkü insan çevresinde olup bitenleri anlam- landırabilmesi için öncelikle onları kavramsallaştırması gerekir. Eğer çev- B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 191 Problemi Ele Almada Lâfız-Anlam İlişkisinin Önemi rede bulunan şeyler, kavramlar olarak zihin dünyasında bulunmazsa, insan onunla ilgili hiçbir işlem yapamaz. Buna bağlı olarak da düşünce işlemini de gerçekleştiremez (Ayık, 2007, 48). Haricî dünyada, tam da ne ise o olarak değil; zihindeki kavramlar ve onlardan oluşan tasarımlar aracılığıyla onlara bağlı olarak düşünülebilir, bilinebilir ve bilme düzlemine geçirilebilmiş var olanlar gerçekten var y olabilir ve var oluşları belirginleşmiş olur. Dil/söylem alanına geçirilen h p harice ait unsurları düşünen birey tarafından daha da belirginleştirilir. o s Böylece başkalarına iletilebilecek olan dil ile belirginliğe ulaşmış olur. o l Söylem ile haricî dünya arasındaki ilişki, düşünmeyle bir diğer ifade ile i h kavramlar aracılığıyla kurulur (Çötüksöken, 1998, 45). Bu süreçte birey P hariçte olanlardan edindiği izlenim veya verileri kendi içerisinde ve kendi- f o siyle kurduğu iletişim kanalıyla bu verileri bir bütünlük çerçevesinde an- l a lamlandırmaya çalışır. Belli bir birikime ulaşan anlamla hariçteki obje n r birey tarafından böylece kavranmış olur. Bu kavranan anlam da bütünlüğü u o ifade etme bakımından bir tek kelime ile ifade edilmesi bakımından kav- J ramsallaştırılır. Dolayısıyla kavram Aristoteles’in ifadesiyle hariçte yar l a alan “objenin bir tek kelime ile ifade edilmesi” (Öner, 2011, 31) olarak n o tanımlanır. Bir diğer ifade ile bilen varlık olarak özne; nesne durumuna i t getirdiği var olanları “kavramlar” aracılığıyla bilir. Dolayısıyla kavramlar a n var olanları bilmenin aracı ortamları konumundadır (Çötüksöken, 1998, r e 79). Kavramsallaştırılan bu anlam birey tarafından telaffuz edildiğin- t n de/seslendirildiğinde ise lâfız (terim/sözcük) ismini almış olur. Zihinsel I boyutta yer alan anlamın kavram hüviyetine büründürülüp lâfız olarak n A birey tarafından kendi haricindekilere ilettiği her bir söylem o bireylerde e varolan kavramları harekete geçirir; kışkırtır ve iki birey arasındaki anlaş- m k ma, seslendirilen lâfızların arka planındaki kavramların denk düşmesiyle i h gerçekleşebilmektedir. Buna bağlı olarak kullanılan lâfız ve söz konusu l u lâfzın zihnî boyutta yer alan kavram ve dolayısıyla anlamın önemini ön t y plana çıkarmış olmaktadır. e B Lâfız-Anlam İlişkisi John Locke’un ifade ettiği gibi iletişimin birincil amacı anlaşılmak olduğuna göre (2007, 113) lâfızları iletişimin amacına yararlı kılmak için onları işitende konuşanın kafasında temsil ettikleri ile tam anlamıyla aynı B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 192 Şerefettin Adsoy düşünceyi yaratmaları zorunludur. Ancak, kendisini dinleyenin zihnînde- kiyle aynı ideyi uyandırmayan bir lâfız, amaca iyi hizmet etmiyor demek- tir. Sözü edilen kusuru oluşturan şey, herhangi bir sesin, bir ideyi anlat- maya, bir başka sese göre daha elverişsiz oluşundan dolayı olmayıp, bunla- rın ifade ettiği idelerden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla lâfızların kimisi- nin diğerlerine göre daha kuşkulu ve belirsiz olmasının sebebi, bunların y h işaret ettikleri ideler arasındaki ayrımdan ileri gelmektedir (1996, 278). p o Mantık konuları içerisinde yer alan lâfız, lügat anlamıyla atmak, fır- s o latmak gibi anlamlara gelirken, terim anlamıyla da hariçte var olanla mu- l i tabık olan nefisteki izlere delâlet eden nutk-u lisanîyi ifade etmektedir. h P Lâfız-anlam arasında bir ayırıma giderek haricî varlık ve zihnî varlık ayırı- f mı yapan Fârâbî (870-950), bu ayırımı yapmakla, lâfızlarla ilgili meseleleri o bir anlam teorisi içerisinde ele alıp dille dış dünya arasındaki irtibatı kur- l a muştur. Fârâbî, yazının değişmesinden dolayı lafzı yazıdan ayrı tutmuştur. n r O, ağızdan çıkan sesin zihindeki imgelere veya kavramlara doğrudan doğ- u o ruya, vasıtasız olarak, delâlet ettiğini ifade etmektedir (Türker, 1969, 107). J l Fârâbî, lâfızlara dair konuları ele alırken birçok kavramı Aristoteles'ten a n almış olmasına rağmen konuları bir anlam teorisi içinde hem yeniden inşa o i etmiş hem de geliştirmiştir (Görgün, 2003, 46-47). t a Konuşmayı lafzî ve manevi şeklinde iki kısma ayıran İbn Sînâ (980- n r 1037), lafzî nutuk ile nahvin konusunu; manevi nutuk ile de mantık ilmini e t kast etmektedir. Manevi nutkun bir parçası olan iç konuşmanın kurallara n I uygun biçimde gerçekleşmesi için mantık, lâfızları kullanmak durumunda n kalmaktadır. Formelliğinden dolayı mantık ilmi, başlangıçta lâfza önemli A bir yer vermemiş olmasına rağmen konularının ifadesi dilden ve dolayısıyla e m lâfızdan bağımsız olmamasından dolayı, zamanla lâfız konusu mantık k i konuları arasında ele alınmış ve mantık ilminin ön şartlarından biri olarak h l kabul edilmiştir. Bu kabulün tabii bir sonucu olarak birbirinden farklı u t hariçte, zihinde, dilde ve yazıda olmak üzere dört farklı varlık mertebesi y e ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Ortaya çıkan bu her bir mertebeyi be- B lirgin bir şekilde ve birbirine karıştırmaksızın ifade edilmesi için ayrı ayrı lâfızlar kullanılmaktadır. Bu lâfızlar, yukarıdaki varlık mertebelerine karşı- lık gelmek üzere sırasıyla şey, tasavvurât, elfâz ve kitâbet olarak sıralan- maktadır. Mantığın asıl konusu olan düşünce merkeze alınarak şey- düşünce-dil arasındaki ilişki ifade edilmiştir. B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 193 Problemi Ele Almada Lâfız-Anlam İlişkisinin Önemi y h p o s o Şekil 1: Şey-Düşünce-Dil arasındaki ilişki l i h Buna göre düşünce, şeylerin zihindeki âsârı, misâlâtı veya suretlerini P ifade ederken, bu kelimeler de lâfızların anlamlarını ifade etmektedir. f o Buna göre yazı lafza, lâfız tasavvura, tasavvur da şeye delâlet etmektedir. l a n r u o J l Şekil 2: Varlık Mertebelerinin Birbiriyle Olan Bağlantısı a n o Bu dört mertebe arasındaki ilişkiden şeylerle tasavvurlar arasındaki i t zorunlu bir ilişki olurken, tasavvurla lâfız ve lâfızla yazı arasındaki ilişki, a n dil ve yazıların farklılığından dolayı uzlaşıya dayanmaktadır. Bu uzlaşıya r e karşılık tasavvur ve tasavvurun delâlet ettiği şey dillerden bağımsız olarak t n gerçekleşmektedir (İbn Sînâ, 2006, 16-17; 2005, 4-6; Bolay, 1989, 62-71). I Kendisini anlamakla başka bir şeyi anlamak olarak tanımlanan n A delâlet, kendi içerisinde sözlü ve sözsüz olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. e Bu iki kısım da kendi içerisinde ayrıca “tabii”, “akli” ve “vaz’i” olmak üzere m k üçe ayrılmaktadır. Bu ayrılmalar dikkate alındığında ise delâlet toplamda i h altı kısma ayrılmış olmaktadır. l u 1. Sözlü tabii delâlet: Oh, off nidalarının bir ağrıya delâleti gibi. t y 2. Sözlü akli delâlet: İşitilen sözün onu söyleyen adama delâleti gibi. e B 3. Sözlü vaz’i delâlet: İnsan teriminin konuşan hayvana delâleti gibi. 4. Sözsüz tabii delâlet: Hasmını gören bir kişinin yüz ifadesinin de- ğişmesi gibi. 5. Sözsüz akli delâlet: Dumanın ateşe delâleti gibi. 6. Sözsüz vaz’i delâlet: Çizgilerin, işaretlerin delâleti gibi. B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 194 Şerefettin Adsoy Bu delâlet çeşitleri içerisinde mantığı dolayısıyla şey-düşünce-dil bağ- lantısını ilgilendiren sözlü vaz’i delâlettir. Diğer delâlet çeşitlerinin belir- sizliğiyle beraber parça parça oluşlarından dolayı mantık konuları dışında tutulduğu gibi ele aldığımız konunun çerçevesinin dışında da kalmaktadır. Sözlü vaz’i delâlette esas olan sözdür. Objeleri ifade etmelerinden do- layı bu sözler anlamlıdır. Bu yüzden ele alacağımız ya da oluşturacağımız y h çerçevede delâletin bu türü bağlamında olacaktır. Genelde olduğu gibi p o lâfız-delâlet konusunda da İbn Sînâ’nın ortaya koydukları, kendisinden s o sonra gelen mantıkçılar tarafından kabul görmüştür. Filozof lâfzın manaya l i delâletinin mutabaka, tazammun ve iltizam olmak üzere üç şekilde ger- h P çekleştiğini belirtmektedir. Buna göre: f Mutabaka, lâfzın içine giren şeylerin tamamına delâlet etmesidir. Bir o l diğer ifade ile lâfız ve anlamın birebir örtüşmesidir. İnsanın hayvan-ı nâtık a n olarak ifade edilmesi bu türden bir delâlettir. r u Tazammun, lâfzın ifade ettiği anlamın bir kısmına veya bir parçasına o J delâlet etmesidir. İnsan lâfzının hayvan veya nâtıka nispet edilmesi gibi. l a İltizam, delâletin, lâfzın özünden olmayan bir şeyle gerçekleşmesidir. n o İbn Sînâ buna aralarında herhangi bir ilişki bulunmamasına rağmen yazma i t kavramının insan kavramını gerektirmesi örneğini vermektedir (İbn Sînâ, a n 2005, 4-6; Bolay, 1998, 62-71). r e t n I n A e m k i h l u t y e B Şekil 3: Lâfzın Anlama Delâlet Çeşitleri B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7
Description: