ebook img

Evrenin Dokusu - Brian Greene PDF

734 Pages·2011·7.98 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Evrenin Dokusu - Brian Greene

1 – GERÇEKLİĞİN ALANI I. Bölüm - Doğanın Armağanları Babamın eski, tozlu kitaplığındaki hiçbir kitap yasak de ğildi. Ama gene de çocukluğumda hiç kimsenin oradan bir kitap aldığını görmedim. Çoğu kapsamlı bir uy garlık tarihi, batı edebiyatına ait cilt cilt büyük eserler ve şim di hatırlayamadığım diğerleri- zamanla aşağıya doğru bel veren raflara kaynamış gibi görünen kalın ciltli, kocaman kitaplardı. Ama en üst rafta ara sıra gözümün takıldığı ince bir kitap vardı. Sanki devler ülkesindeki Gülüver gibi yerine yabancı dururdu. Şimdi düşününce o kitaba göz atmak için neden o kadar bekle dim, bilmiyorum. Belki de yıllar içinde, kitaplar okunmak için yapılmış nesneler değil de, uzaktan bakılan aile yadigârı eşya lar gibi görünmeye başlamıştı. Sonunda o saygı yerini bir yeni yetme düşüncesizliğine bıraktı. Kitaba uzandım, tozlarını silke ledim ve birinci sayfayı açtım. İlk satırlar, en hafifinden ürkü tücüydü. "Gerçekten felsefi olan yalnızca bir sorun vardır, o da intihar dır." diye başlıyordu metin, irkildim. "Dünyanın üç boyutu olup olmadığı veya zihinde dokuz kategori mi yoksa on iki kategori mi olduğu daha sonra gelir." diye sürüyordu. Metne göre böylesi sorular insanlığın oynadığı oyunun bir parçasıydı, ama ancak o tek gerçek konu yerli yerine oturtulduktan sonra üzerlerinde düşünülmeyi hak ediyorlardı. Kitap Sisyphos Söylen’di. Cezayir doğumlu, Nobel Edebiyat Ödülü nü kazanmış bir düşünür olan Albert Camus tarafından yazılmıştı. Bir an sonra bu buz gibi sözler kavrayışın sıcaklığı altında eridi. Tabii, öyle ya, di ye düşündüm, isterseniz çıkmaz ayın son çarşambasına kadar şu konu üzerinde düşünüp bu konuyu analiz edebilirsiniz, ama asıl soru, düşüncelerinizin veya analizlerinizin sizi hayatın yaşanma ya değer olduğuna ikna edip edememesidir. Her şeyin gelip dayandığı nokta budur. Geri kalan her şey ayrıntıdır. Camus'nün kitabıyla şans eseri karşılaşmam, kolayca etki al tında kaldığım bir döneme rastlamış olmalı, çünkü onun bu söz leri okuduğum her şeyden daha çok aklımda kaldı. Zaman za man, karşılaştığım, adlarını duyduğum, televizyonda gördüğüm çeşitli insanlar bu en temel soruyu nasıl cevaplardı diye düşü nürdüm. Geriye baktığımda, aslında, kitaptaki bilimsel ilerle meye ilişkin ikinci iddianın benim için özellikle önemli olduğu nu fark ediyorum. Camus, evrenin yapısının anlaşılmasının de ğerli olduğunu kabul ediyordu, ama anlayabildiğim kadarıyla, bu kavrayışın, hayatın yaşamaya değer olup olmadığı konusun daki değerlendirmemizi değiştirebileceği olasılığını reddediyor du. Tabii benim ilk gençliğimde varoluşçu felsefe okumam, Bart Simpson'ın romantik dönem şiirleri okuması gibiydi, ama yine de Camus'nün vardığı sonuç bana pek doğru gelmemişti. Tut kulu bir fizikçi adayı olarak bana göre, hayatı bilgiye dayanarak değerlendirebilmek için önce hayatın yaşandığı alanı, yani evre ni tam olarak anlamak gerekirdi. Türümüz eğer yeraltındaki kayalara oyulmuş mağaralarda yaşasaydı ve daha yerkürenin yü zeyini, parlak güneş ışığını, okyanus rüzgârlarını ve uzaklarda ki yıldızları keşfetmemiş olsaydı veya evrim farklı bir yol izle miş olsaydı da dokunma duyumuz dışında hiçbir duyumuz ge lişmemiş olsaydı, bildiğimiz her şey sadece çevremizdeki şeyle re dokunarak öğrendiklerimizle sınırlı olsaydı veya zihinsel geli şimimiz çocukluğun ilk evrelerinde durmuş olsaydı da duygusal ve analitik yeteneklerimiz beş yaşındaki bir çocuğunki kadar ol‐ saydı -kısaca deneyimlerimiz bize gerçekliğin çok eksik bir port resini sunsaydı- hayatı değerlendirme biçimimiz tamamen fark lı olurdu, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonunda yeryüzü ne çıktığımızda veya görmeye, işitmeye, tat ve koku almaya baş ladığımızda veya zihnimiz normaldeki gibi geliştiğinde hayata ve evrene topluluk olarak bakışımız mecburen kökten değişirdi. Çünkü gerçekliğe ilişkin önceki sınırlı kavrayışımız, bütün felse fi soruların en temeline çok farklı bir ışık tutmuş olurdu. Ama ne var yani, diye sorabilirsiniz. Tabii ki aklı başında her değerlendirme, evren hakkında her şeyi -maddenin nasıl dav randığını veya hayatın nasıl işlediğini- anlamasak bile, doğanın tuvalini süsleyen betimleyici, geniş fırça darbelerinin sırrına or tak olduğumuz sonucuna varacaktır. Tabii ki Camus'nün ima ettiği gibi, fizikteki gelişmeler, örneğin uzay boyutlarının sayı sının anlaşılması veya nörofizyolojideki gelişmeler, örneğin bey nin düzeninin ve yapısının anlaşılması hatta diğer bütün bilimsel alanlardaki gelişmeler önemli ayrıntıları ortaya çıkarabilir, ama bütün bunların hayatı ve gerçekliği değerlendirişimiz üzerindeki etkisi en alt düzeyde olacaktır. Tabii ki gerçeklik, biz neyin ger çeklik olduğunu düşünüyorsak odur; gerçeklik bize kendini de neyimlerimiz yoluyla gösterir. Gerçekliğe bu bakış, birçoğumuz tarafından sorgulanmadan da olsa şu ya da bu ölçüde benimsenir. Benim kendimi günlük hayatta bu şekilde düşünürken bulduğum kesin; doğanın doğru dan duyularımıza gösterdiği yüzünün insanı kandırması kolay dır. Ama Camus'nün metniyle ilk karşılaşmamdan bu yana ge çen yıllar içinde modern bilimin çok farklı bir öykü anlattığını öğrendim. Geçtiğimiz yüzyılda yapılan bilimsel araştırmalardan çıkan ana ders, insan deneyimlerinin, gerçekliğin gerçek doğası na ulaşma yolunda genelde yanıltıcı bir rehber olduğudur. Günlük hayatın yüzeyinin hemen altında hiç bilmediğimiz bir dünya var. Gizemli olaylara ve büyüye inananlar, astroloji düşkünleri, deneyimlerin ötesinde bir gerçeklikten bahseden dinsel ilkeleri benimseyenler, çok farklı perspektiflerden de olsa çoktan ben zer bir sonuca ulaşmıştır. Ama benim aklımdaki bu değil. Ben, kozmik soğanı katman katman soyarak, her katmanda bir gize mi açığa çıkaran ve hem şaşırtıcı, tanıdık olmayan, heyecan ve rici, zarif ve hem de kimsenin beklediği gibi olmayan bir evreni ortaya çıkaran yaratıcı yenilikçilerin ve yorulmak bilmez araştır macıların çalışmalarından söz ediyorum. Bu ilerlemeler sadece birer ayrıntıdır. Fizikteki yeni buluş‐ lar evreni kavrayışımızda köklü değişiklikler yapmamıza neden olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Yıllar önce olduğu gi bi şimdi de Camus'nün, nihai soru olarak hayatın değerini seç mekte haklı olduğunu düşünüyorum; ama modern fiziğin kazan dırdıkları, beni, hayatı günlük deneyimlerin merceğinden baka rak değerlendirmenin, bir van Gogh tablosuna boş bir gazoz şi şesinin dibinden bakmaktan farkı olmadığına ikna etti. Modern bilim, en temel algılarımız yoluyla elde ettiğimiz kanıtlara saldı rı ardından saldırı gerçekleştirerek, bunların çoğunlukla yaşadı ğımız dünyaya ilişkin bulanık bir tahayyüle yol açtığını gösterdi. Bu nedenle Camus fizikle ilgili soruları ikincil olarak nitelediyse de, ben o soruların birincil olduğuna ikna oldum. Bana göre, fiziksel gerçeklik hem sahneyi belirliyor hem de Camus'nün so rusuyla baş etmek için gerekli ışıklandırmayı sağlıyor. Varoluşu modern fiziğin bize kazandırdıklarını benimsemeden değerlen dirmeye çalışmak, karanlıkta bilinmeyen bir rakiple güreşmek gibi olurdu. Fiziksel gerçekliğin gerçek doğasını kavrayışımızı derinleştirerek, kendimize ilişkin algımızı ve evren hakkındaki deneyimlerimizi baştan düzenleyebiliriz. Bu kitabın temel kaygısı, gerçekliği değerlendirişimizle ilgi li bu yeniden düzenlemelerin en parlak ve en temel olanlarını açıklamaktır. Bunu yaparken, türümüzün uzayı ve zamanı anlama yolundaki uzun dönemli projelerini etkileyen düzenlemelere odaklanacağız. Aristoteles'ten Finstein'a, usturlaptan Hubble Uzay Teleskopu'na, piramitlerden dağ tepelerindeki gözlemev lerine kadar uzay ve zaman, düşünmenin başlangıcından bugü ne düşüncenin çerçevesini çizmiştir. Modern bilim çağının baş lamasıyla bu konuların önemi de artmıştır. Son üç yüzyıl boyun ca fizikteki gelişmeler uzayın ve zamanın en şaşırtıcı ve en zor layıcı, evreni bilimsel olarak çözümlememizdeki en etkili kav ramlar olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bilimdeki böylesi gelişme ler uzayı ve zamanı, en son araştırmaların tamamen değiştirdiği yıllanmış bilimsel kurgular listesinin en tepesine yerleştirmiştir. Isaac Newton a göre uzay ve zaman vardı, o kadar. Evren‐ deki olayların sahnelendiği hareketsiz, kozmik bir sahne oluştu ruyorlardı. Onun çağdaşı ve rakibi olan Gottfried Wilhelm von Leibniz'e göre ise "uzay" ve "zaman", cisimlerin bulundukları yer ile olayların olduğu zaman arasındaki ilişkilere ait sözcük lerdi. Hepsi bu. Ama Albert Einstein'a göre uzay ve zaman, ger çekliğin altında yatan hammaddeydi. Einstein görelilik kuramlarıyla uzay ve zaman konusundaki düşüncelerimizi sarstı ve uza yın ve zamanın evrenin evriminde oynadığı temel rolü ortaya çı kardı. O günden bu yana, uzay ve zaman fiziğin parlayan mü cevherleridir. Hem tanıdık hem de şaşırtıcıdırlar; onları tam ola rak anlamak fiziğin en göz korkutan ama peşine de en çok düşü len konusu haline gelmiştir. Bu kitapta ele alacağımız gelişmeler, uzay ve zamanın doku sunu çeşitli şekillerde örmektedir. Bazı fikirler, uzay ve zamanın bin yıldır olmasa da yüzlerce yıldır sorgulanamaz görünmüş en temel özelliklerini tartışmaya açacaktır. Bazıları uzay ve zamanı kuramsal olarak kavrayışımız ile genelde yaşadığımız deneyim ler arasındaki bağlantıyı araştıracaktır. Bazılarıysa olağan algı ların dar sınırları içinde akıl ermeyecek sorular ortaya atacaktır. Felsefeden çok az söz edeceğiz (intihardan ve hayatın anla‐ mından hiç söz etmeyeceğiz). Ama uzay ve zamanın sırlarını çözme yolundaki bilimsel arayışta kendimizi sınırlamayacağız. Uzay ve zamanın gerçek doğasını, evrenin küçük bir nokta ol duğu ilk anlarından, ulaştığı en uzak noktaya ve en uzak gele ceğine kadar, hem tanıdık hem de alışılmadık ortamlarda azimle araştıracağız. Uzay ve zamanın öyküsü henüz tamamlanmamış olduğundan, bir sonuca ulaşmayacağız. Ama bize evrenin doku sunu kavramaya ve gerçekliğin gerçek yapısına ne kadar yak laştığımızı gösterecek gelişmelere -kimisi çok tuhaf, kimisi çok tatminkâr, kimisi deneysel olarak kanıtlanmış, kimisi de tartış maya açık- değineceğiz. Klasik Gerçeklik Tarihçiler tam olarak ne zaman başladığı konusunda fikir bir liği içinde olmasa da, modern bilim çağının Galileo Galilei, René Descartes ve Isaac Newton düşüncelerini açıkladıkları sırada başlamış olduğu kesin. O günlerde gökbilimsel ve yeryüzüyle ilgili verilerde bulunan örüntüler, evrende olup biten her şeyin dikkatle akıl yürüterek ve matematiksel çözümleme yoluyla an laşılabilecek bir düzeni olduğunu giderek daha açık hale getiri yor, yeni bilimsel düşünce biçimi iyice yerleşiyordu. Modern bi limsel düşüncenin bu ilk öncüleri, doğru biçimde bakıldığında evrendeki olayların yalnızca açıklanabilir olmakla kalmayıp aynı zamanda öngörülebilir olduğunu ileri sürüyorlardı. Bilimin ge leceğin bazı yönlerini önceden bilme gücü -tutarlı ve niceliksel olarak- ortaya çıkıyordu. İlk bilimsel çalışmalar, günlük hayatta görebileceğimiz ve ya şayabileceğimiz türden şeylere odaklanmıştı. Galileo eğri bir ku leden aşağı ağırlık atıyor (efsaneye göre) ve eğik bir düzlem den aşağıya yuvarladığı topları gözlüyordu; Newton elmaların düşüşünü (efsaneye göre) ve Ay'ın yörüngesini inceliyordu. Bu araştırmaların amacı, yeni yeni gelişmekte olan "bilimsel kulağı" doğanın armonilerine göre akort etmekti. Elbette ki deneyimin hammaddesi fiziksel gerçeklikti, ama mesele ritmin ve düzenin ardındaki mantığı ve anlamı "duyabilmekti." Adları duyulmuş ve duyulmamış pek çok kahraman bu hızlı ve etkileyici ilerlemeye katkıda bulunmuştu, ama Newton rol çaldı. Elindeki az sayıda denklemle, yerdeki ve gökteki hareketlerle ilgili bilinen her şe yi bir araya getirdi ve böylece sonradan klasik fizik denilen eserin fon müziğini bestelemiş oldu. Newton un çalışmasını izleyen yıllarda, onun kullandığı denk lemler detaylı bir matematiksel yapıya dönüştürüldü, böylece hem kapsamları hem de uygulamadaki kullanımları çok genişle di. Klasik fizik yavaş yavaş olgun bir bilimsel disiplin haline gel di. Bütün bu gelişmelerin ortasında parlayan ışık, Newton'un özgün kavrayışlarıydı. Bugün, üç yüzyıldan daha uzun bir süre sonra hâlâ Newton'un denklemlerini, dünyanın her yerinde fizi ğe giriş derslerinin verildiği sınıfların tahtalarında, uzay araçla rının yörüngelerinin hesaplandığı NASA uçuş planlarında ve en ileri araştırmaların karmaşık hesaplarının içinde saklı olarak gö rebilirsiniz. Newton çok fazla sayıda fiziksel olguyu tek bir ku ramsal çerçeve içinde birleştirmiştir. Ama Newton hareket yasalarını formülleştirirken -bizim öy‐ kümüz için de özel bir önemi olan (2. Bölüm)- bir engele takıldı. Nesnelerin hareket edebildiğini herkes biliyordu, ama ya bu ha reketin içinde yer aldığı alan? Hepimiz buna "uzay işte" diye ya nıt veririz. Ama Newton'un yanıtı "Uzay nedir?” olurdu. Uzay gerçek bir fiziksel varlık mı, yoksa evreni anlamaya çabalayan insanın ortaya attığı soyut bir fikir mi? Newton bu kilit sorunun yanıtlanması gerektiğini biliyordu, çünkü uzay ve zamanın anla mı hakkında bir fikre sahip olmadan hareketi tanımlayan denk lemleri anlamsız olacaktı. Bir şeyi anlamak için bağlamını bil mek gerekir; kavrayışın bir dayanağı olmalıdır. Böylece Newton Principia'da bir iki kısa cümleyle açık ve net bir uzay ve zaman kavrayışı oluşturdu; uzayın ve zamanın evre nin değişmez alanını oluşturan, mutlak ve değişmez varlıklar ol duğunu öne sürdü. Newton'a göre uzay ve zaman, evrene biçi mini ve yapısını veren görünmez bir yapı iskelesi oluşturuyordu.

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.