ebook img

Zindan Adası - Dennis Lehane PDF

412 Pages·2013·1.16 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Zindan Adası - Dennis Lehane

ZİNDAN ADASI DENNIS LEHANE Çeviri: Mehmet Karaosmanoğlu http://eskikitaplarim.com ...rüyalarımızı hayal edip de onları yaşamalı mıyız? - ELIZABETH BISHOP (Questions of Travel) GİRİŞ Dr. Lester Sheehan'ın Günlüğünden 3 Mayıs 1993 Adayı yıllardır görmedim. Ona son kez bir arkadaşımın limana giren teknesinden bakmıştım. Yaz pusunun altında, gökyüzüne öylesine savrulmuş bir boya lekesine benziyordu. Yirmi yıldan uzun süredir oraya adımımı atmadığım halde, Emily -bazen şaka yollu, bazen ciddi- orayı terkettiğimden bile emin olmadığını söylüyor. Zamanın benim için, hayat hikâyemde ileri geri hareket etmek, geçmişte beni etkileyen olaylara tekrar tekrar dönmek için kullandığım bir dizi kitap ayracından ibaret olduğunu söylemişti bir keresinde. Ki bazı parlak meslektaşlarım bunu depresiflerin en tipik özelliği kabul eder. Emily haklı olabilir. Çoğu zaman haklıdır. Yakında onu da kaybedeceğim. "Birkaç ay içinde," dedi Dr. Axelrod perşembe günü. "O yolculuğa çık," diye tavsiyede de bulundu. "Her zaman bahsettiğin yolculuğa. Floransa ve Roma'ya, ilkbaharda da Venedik'e. Çünkü Lester," diye ekledi, "sen de çok iyi görünmüyorsun." Sanırım iyi değilim. Şu sıralar sık sık eşyalarımı kaybediyorum, en çok da gözlüklerimi. Ve araba anahtarlarımı. Dükkanlara girip oraya niye geldiğimi unutuyorum, sinemadan hangi filmi izlediğimi hatırlamadan çıkıyorum. Eğer zaman benim için gerçekten bir dizi kitap ayracıysa, biri kitabı sallamış ve içindeki o sararmış kâğıt parçalarını, yırtılmış kibrit kutusu kartonlarını, kahve karıştırıcılarını yere dökmüş, kıvrılan sayfa kenarlarını düzeltmiş olmalı. İşte bu yüzden yazmak istiyorum. Hayat hikâyemi değiştirip kendimi pohpohlamak için değil. Hayır, asla! O buna kesinlikle izin vermezdi. O, kendine has bir şekilde de olsa, tanıdığım diğer herkesten daha fazla nefret ederdi yalanlardan. Ben sadece bu hikâyeyi korumak, onu şu anda durduğu yerden -ki açıkça söylemek gerekirse orası artık rutubetlenmeye ve sızıntı yapmaya başladı- bu sayfalara aktarmak istiyorum. Ashecliffe Hastanesi, adanın kuzeybatı tarafındaki düzlükte yer alıyordu. Üstelik tehlikesiz, neredeyse sevecen görünüyordu diye de ekleyebilirim. Suç işlemiş akıl hastalarının kaldığı bir hastaneye benzemiyor, daha önceleri askeri bir kışla olarak kullanıldığı da anlaşılmıyordu. Çoğumuza yatılı okulu hatırlatıyordu aslında. Ana ünitenin hemen dışarısındaki Victoria döneminden kalma, dik çatılı evde, hastanenin müdürü yaşıyordu. Karanlık, güzel, Tudor yapımı minik şatodaysa personel şefi kalıyordu. Bu şato bir zamanlar kuzeydoğu kıyı şeridi ittifak kumandanının da evi olmuştu. Ana üniteyi çevreleyen duvarların içindeyse personel bölümleri vardı: Klinik tedavi uzmanları için eski tip, tahta kaplama kulübeler; hademeler, bekçiler ve hemşireler için de cüruf briketten yapılmış üç tane yatakhane. Hastane kompleksinin bahçesinde, çimenlikler, çalı çitleri, kocaman gölgeli meşeler, İskoç çamları, akçaağaçlar ve sonbaharda meyveleri duvarların üstüne veya çimlere düşen elma ağaçları bulunuyordu. Alanın ortasında, kömür taşlarından ve granitten inşa edilen hastane ve onun iki tarafında da kırmızı tuğladan yapılmış ikiz binalar duruyordu. Alanın ötesindeyse sarp kayalıklar, gelgitle oluşmuş bataklıklar ve uzun bir vadi vardı. Bu vadide bir kolektif çiftlik kurulmuş ve Amerikan Devrimi'nin hemen ardından batmıştı. Çiftçilerin ektiği ağaçlar -şeftali, armut vesaire- hala yaşıyordu ama artık meyve vermiyordu. Ve emin olun geceleri rüzgâr burada adeta uluyarak eser, kedi gibi ciyak ciyak bağırırdı. Ve tabii kale. İlk hastane personeli gelmeden önce de orada olan ve hala güney kayalıklarında bir çıkıntı gibi duran kale... Biraz ilerisinde, İçsavaş'tan beri kullanılmayan, Boston Feneri yapıldıktan sonra gereksiz hale gelen deniz feneri. Ada, denizden bakıldığında pek bir özelliği yokmuş gibi gözükürdü. 1954 Eylül'ünün o sakin sabahında, Teddy Daniels'ın onu nasıl gördüğünü hayal edin. Dış limanın ortasında bir maki ovası. Ada demek bile zor diye düşünürsünüz, daha çok bir ada fikrine benziyor. Teddy de, Burada ne var ki, diye düşünmüş olmalı. Buranın amacı ne? Adada en çok görülen hayvan sıçandı. Çalılıklarda eşelenir, geceleri sahilde çizgiler oluşturur, ıslak kayalara tırmanmaya çalışırlardı. Bazıları pisibalığı büyüklüğündeydi. 1954 yazının sonlarındaki o dört garip günden sonraki yıllarda, kuzey sahilini gören tepedeki bir yarıktan sıçanları incelemeye başladım. Sıçanların bazılarının Paddock Adası'na yüzmeye çalıştığını o zaman keşfettim. Paddock Adası her günün yirmi iki saatinde sular altında kalan, bir avuç kumun ortasındaki bir kaya parçasından ibaretti. Akıntının en az olduğu o bir-iki saatte ada ortaya çıktığında, bazen yüzerek ona ulaşmaya çalışırlardı. En fazla bir düzine kadar sıçan denerdi bunu ve her seferinde gelgit onları geri püskürtürdü. Her seferinde dedim ama bu doğru değil. Bir tanesinin başardığını gördüm. Bir kere. 1956 Kasım'ının hasat dolunayı gecesinde. Bir sıçanın, siyah makosen bedeniyle kumlarda koşturduğunu gördüm. Ya da bana öyle geliyor. Adada tanıştığım Emily, Lester, onu görmüş olamazsın. Çok uzaktaydı, diyecek şimdi. Ve haklı olacak. Yine de ne gördüğümü biliyorum. Şişman bir makosenin inci grisi kumlarda koşturduğunu gördüm. Akıntı, Paddock Adası'nı yutmak için geri dönüyordu. Ve sanırım sıçanı da. Çünkü onu geri yüzerken görmedim. Ama o anda, onu sahilde koştururken izlerken -evet, gördüm, mesafelerin canı cehenneme- Teddy'yi düşündüm. Teddy ve zavallı ölmüş karısı Dolores Chanal'ı ve o ikiz belaları, Rachel Solando'yla Andrew Laeddis'i ve hepimize getirdikleri yıkımı. Eğer Teddy yanımda olsaydı, sıçanı o da görürdü. Kesinlikle görürdü. Ve size bir şey daha söyleyeceğim: Teddy ne yapardı biliyor musunuz? Alkışlardı. BİRİNCİ GÜN RACHEL I Teddy Daniels'in babası balıkçıydı. 1931 yılında, Teddy on bir yaşındayken, babası teknesini bankaya kaptırdı ve hayatının geri kalanını, başkalarının teknesinde çalışarak geçirdi. Tekne işi olmadığındaysa limanlarda yük taşıyıp sabah saat onda eve geri dönerdi. Evde uzun uzun gerinip gün boyunca bir koltukta oturur, ellerine bakıp arada bir kendi kendine bir şeyler fısıldayarak, gözlerinde karanlık ifadelerle zaman geçirirdi. Babası, henüz ufak bir çocukken Teddy'yi adalara götürmüştü. Teknede bir yardımı dokunamayacak kadar küçüktü, tek yapabildiği halatları çözmek ve bunları kancalara asmaktan ibaretti. Bunu yaparken birkaç defa kendini kesmiş, elleri kan içinde kalmıştı. Karanlıkta yola çıkmışlardı. Güneş denizin kenarından soğuk bir fildişi gibi yükseldiğinde, dağılan alacakaranlıkla birlikte, adalar sanki körü bir şey yaparken yakalanmış gibi birbirine sarılmış halde karşıda belirdi. Teddy adalardan birinin kıyısı boyunca uzanan pastel renkli kulübeleri farketti. Bir diğerindeyse harabeye dönmüş, kireçtaşından bir malikane vardı. Babası ona Deer Adası'ndaki hapishaneyi ve Georges Adası'ndaki görkemli kaleyi gösterdi. Thompson Adası'ndaki ağaçların yüksek dalları kuşlarla doluydu. Kuşların gevezeliği, pencereye çarpan yağmur sesini andırıyordu.

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.