ebook img

Zafer Abidesi - Erich Maria Remarque PDF

604 Pages·1963·1.77 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Zafer Abidesi - Erich Maria Remarque

Dizgi: Özer Matbaası Baskı: Ticaret Postası Matbaası İstanbul — 1963 E-kitap - 2015 Meritokrasi Kadın, hızlı ve sendeleyen adımlarla yürüyordu. Bununla beraber Ravic, kendisiyle bir hizaya gelinceye kadar onu görememişti. Solgun rengi, çıkık elmacık kemikleri birbirinden ayrık gözlerle, çehresi âdeta, yere düşse paramparça olabilecek sert bir maskeyi andırıyor ve sokak lâmbasından vuran ışık gözlerine donuk, boş bir ifade veriyordu. Kadın o kadar yakınından geçmişti ki, az daha kendisine çarpacaktı. Ravic onu sıkıca tutmasaydı muhakkak düşecekti. Kolunu bir eliyle sıkı sıkı tutarken: — Nereye gidiyorsunuz? diye sordu. Kadın başını ona çevirerek mırıldandı: — Bırakın gideyim... Ravic cevap vermedi, fakat hâlâ onun kolunu sıkı sıkı tutuyordu. Ne kadar tuhaf, kadın konuşurken dudaklarını bile kıpırdatmıyordu. Gözlerini karanlığa dikmişti, Ravic kendisini görmediğine kani oldu. Bir bakışta onun sokak kadını olmadığını anlamıştı. Sarhoş da değildi.. Artık kadının kolunu o kadar sıkı tutmuyordu. İstese elinden kolaylıkla sıyrılabilirdi. Fakat herhalde bunu aklına bile getirmemişti. Ravic biraz daha bekledikten sonra tekrar yavaşça: — Gecenin bu saatinde, Paris’te yapayalnız nereye gitmek istiyorsunuz? Diye sorarken kolunu da bıraktı. Kadın hiç ses çıkartmadı. Fakat yürüyüp gitmemişti de... Kımıldayacak hali yok gibiydi. Ravic köprünün parmaklığına dayandı. Gecenin sisinden, rutubetlenen taşı avuçlarının içinde hissediyordu. «O belki de aşağıda? » Sönmeye yüz tutmuş ölgün bir ışığın altında, Alma köprüsünün gölgelerine doğru durmadan akan Sene nehrine bakındı. Başını sağa sola çevirdi. Kadın hâlâ cevap vermemişti. Ravic: — Daha çok erken, hem de Ekim ayında hava çok soğuk olur, diye ilâve etti. Sonra sigara paketini çıkardı, cebinde kibritini bir hayli aradı, buldu, içinde iki tane kalmıştı. Nehirden gelen hafif rüzgâr söndürmesin diye biraz eğildi, kibriti çakarken elleriyle alevi muhafaza etti.. Kadın zayıf bir sesle: — Bir sigara veriniz, dedi. Ravic doğrulurken paketi ona uzatarak: — Bu, siyah Cezayir sigarasıdır. Belki size sert gelir. Yazık ki başka sigaram da yok.. Kadın sessizce başını salladı ve uzatılan paketten bir tane aldı. Ravic, yanmakta olan kibriti uzattı. Kadın telâşlı telâşlı içiyor ve dumanlan içine çekiyordu. Adam kibriti parmaklığın üzerinden fırlattı, yanan kibrit suya ininceye kadar karanlıkta yıldız gibi parladı. Bir taksi köprünün üzerinden ağır ağır yanlarına sokuldu. Bir an onları bekledi sonra gaza basarak George V. caddesinde karanlıklarda kayboldu. Ravic yorgunluğunu birdenbire hissetmişti. Bütün gün çalışmış, uykusu gelmediği için sokağa çıkmıştı. Fakat şimdi gecenin serinliğinde yorgunluğunu duyuyordu. Kadına bakarken onun bir derdi olduğunu düşündü. Fakat o ne karışıyordu. Şimdiye kadar başları belâda olan çok kadına rastlamıştı. Bilhassa geceleyin... ve Paris'te... Sanki ona ne oluyordu? İstediği yegâne şey bir kaç saat uyku değil miydi? Sonra birdenbire: — Eve gidiniz, bu saatlerde sokaklarda ne işiniz var? Başınıza bir felâket gelebilir, dedi. Ceketinin yakasını kaldırdı, tam yürüyeceği sırada kadına tekrar döndü. O bir şey anlamamış gibi yüzüne bakıyordu: — Eve mi? diye tekrarladı. Ravic omuzlarını silkerek: — Eve, apartmanınıza, otelinize, nasıl isimlendirirseniz isimlendirin. Bir yere gidin de... Polisin sizi yakalamasını istemeyeceğiniz için söylüyorum, diye söylendi. Kadın: — Otele... Allahım... dedi. Adam bir an duraklarken, «nereye gideceğini bilmeyen birisi daha. » diye düşündü. Bunu daha evvel anlamalıydı, sanki bu gibi sürprizleri briç bilmezdi. Halbuki bunlara, bıkkınlık verecek kadar alışmıştı. Sigarasını atarak: — Geliniz bir şey içelim, dedi. İşin en iyi hal çaresi buydu. Beraber içerler, parasını ödeninceye kadar kadın da kararını vermiş olurdu. Kadın, kararsız bir hareket yaptı ve yerinde sendelerken Ravic kolundan yakaladı: — Yorgun musunuz? diye sordu. -— Bilmem, galiba... — Uyuyamıyacak kadar mı yorgunsunuz? Başıyla tasdik etti. — Olabilir, haydi gidelim, ben sizi tutarım. Marceau caddesinden, Sırplı Pierre I. caddesine geldiler. Chaillot sokağının arkasından yol genişliyor, ve uzakta karanlıklar içinde «Zafer Âbidesi» yağmurlu göğün dışına fırlıyordu. Ravic, yarı karanlık bir yeraltı meyhanesini göstererek: — Girelim, burada içecek bir şey bulabiliriz, dedi. İçeride bir kaç arabacı ve bir kaç kadın vardı. Arabacılar iskambil oynuyor, kadınlar ise «absent» içiyorlardı. Yeni gelenleri şöyle bir süzdükten sonra işlerine devam ettiler. En yaşlısı yüksek sesle esniyor, diğer bir tanesi ise yüzünün boyasını tazeliyordu. Arka tarafta fare suratlı bir şoför muavini yere talaş serperek süpürmeye başladı. Ravic ile kadın, kapıya yakın bir masaya oturdular. Burası daha rahattı. Çabucak kalkılabilirdi... Adam paltosunu çıkarmadan: — Ne içmek istersiniz? diye sordu: — Bilmem, ne olursa olur. Adam sırtında bir yelek ve gömleğinin kollarını sıvamış garsona dönerek: — İki calvados... Bir paket de Chesterfield var mı? diye sordu. — Yalnız Fransız sigarası var. — Güzel, şu halde «Laurens Green» yâni «Yeşil Laurens» sigarası getir. — Maalesef, yeşili kalmadı, sadece mavisi var. Ravic’in gözü garsonun koluna ilişmişti, Bulutlar üstünde yu-rüyen çıplak bir kadın dövme olarak yapılmıştı. Garson, Ravic’in bakışlarını takip ederek koluna baktığını görünce pazusunu uzattı Bulutların üzerindeki kadın şehevî bir edâ ile göbeğini oynattı. Ravic: «Pekâlâ, mavi olsun» dedi... Garson sırıttı: — Belki yeşilini de buluruz. Adam sıvışıp giderken Ravic gözlerile onu takip ediyordu. Kendi kendine «ayağında kırmızı terlik var. Muhakkak Türk bahriye sinde hizmet etmiş olmalı» diye düşündü. Bu arada kadın da ellerini masaya bütün kuvvetiyle öyle bir. bırakış bırakmıştı ki, sanki oradan bir daha kaldırmayacaktı. Tırnakları manikürlüydü. Fakat bu hiçbir şey ifade etmiyordu. Çünkü öyle olduğu halde itina gösterilmemişti. Ravic sağ elinin orta parmak tırnağının kırık olduğunu görmüştü. Törpü görmeden kopmuşa benziyordu. Tırnaklarının boyası da yer yer çıkmıştı. Bu arada garson bardaklar ve bir sigara paketiyle döndü: — Yeşil Laurens’den nihayet bir tane bulabildim, hepsi bu kadar. — Bulacağınızı zannediyordum, bahriyedensin değil mi? — Hayır, cambazhaneden. — İyi, daha âlâ. Garsonun getirdiği bardaklardan birini alarak kadına uzatırken: — Buyurun, için, bu saatte bu içilir, yoksa kahve mi isterdiniz? — Hayır... — Birden için... Kadın, başıyla tasdik ederek bardağı birden boşalttı. Ravic onu seyrediyordu. Yüzü ölü gibi sarı ve ifadesizdi. Dudakları dolgun, fakat soluktu. Bunlara mukabil saçları çok güzeldi. Parlak ve tabiî bir sarılığı vardı. Başında bir bere, yağmurluğunun altına iyi bir terzide dikilmiş, mavi bir tayyör giymişti. Parmağındaki yüzüğün yeşil taşı, hakikî olamıyacak kadar büyüktü. Adam tetkikten vazgeçerek: — Bir daha ister misiniz? diye sordu. Fakat o sadece başını eğdi. Ravic garsonu çağırarak: — İki tane daha, yalnız bardaklar daha büyük olsun. — Daha fazla mı doldurayım? — Evet. — İki tane çifte calvados, demek... — Tamam. Ravic, içkisini birden içti. Çünkü gitmeye karar vermişti. Hem canı sıkılmış hem de artık yorulmuştu. Böyle vak’alar karşısında umumiyetle soğukkanlıydı. Çünkü kırk seneden fazla maceralarla dolu bir ömür geçirmişti. Onun için de bu gibi vak’aları çok iyi bilirdi. İnsan bir kaç sene Paris’te yaşar, gecelerini de dışarıda geçirirse, böylelerine bol bol rastlayabilirdi. Garson içkilerini getirmişti. Ravic keskin kokulu konyağı alarak kadının önüne koydu. — Bunu da için, fazla bir işe yaramasa da ısıtır. Üzülmeyin her şey geçer. Kadın ona baktı ve içmedi. Adam ilâve ederek: — Doğru, bilhassa geceleri, düşüncelerden tenzilât yapmalı. Malûm geceler mübalağalıdır...... Kadın hâlâ gözlerini adamdan ayırmamıştı. Sadece: — Beni teselliye kalkışmayın, dedi. Ravic de gözlerini ona çevirerek: — Daha iyi, diye karşılık verdi. Garsonu çağırmak için etrafına bakınırken içinden «artık kâfi, böylelerini çok iyi bilirim. Bir yere oturup da yerleşmeye kalkarken hemen tokatı patlatırlar» diye söylendi. Aynı zamanda kadının kafasından geçenleri de öğrenmek istedi: — Rus musunuz? — Hayır. Ravic bu sırada hesabı ödediğinden vedâ etmek üzere ayağa kalktı. Aynı dakika kadın da kalkmıştı. Bu kalkış gayet sessiz ve itaatkâr bir çocuğun kalkışına benziyordu. Ravic kararsızlıkla ona bakarken «sokakta söylerim» diye düşündü. Dışarıda yağmur yağıyordu. Adam kapının önünde durarak, kendi kendine vermiş olduğu kararla kadının gideceği tarafın aksini tutacaktı. — Hangi tarafa, diye sordu. — Bilmem bir yere giderim. — Fakat nerede oturuyorsunuz? Kadının gözleri birdenbire korku ile dolarak: — Oraya gidemem... Hayır, hayır, bunu yapamam... dedi.

Description:
Müellif, bu yeni romanında aşka­diğer eserlerinde olduğundan fazla yer vermiştir. Zafer Abidesi’nin sahifelerinde muharririn insaniyetçi fikirlerinin yanında talihsiz bir aşkın çok güzel tahlillerini de bulacaksınız. Zafer Abidesi, filme alınırken bu hususiyeti göz önünde tutul
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.