ebook img

Yorgun Savaşçı - Kemal Tahir PDF

629 Pages·2005·1.81 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Yorgun Savaşçı - Kemal Tahir

YORGUN SAVAŞÇI KEMAL TAHİR (1910-1973) Kemal Tahir İstanbul’da doğdu. Gazihasanpaşa Rüştiyesi’ni bitirip girdiği Galatasaray Lisesi’nin ikinci sınıfından ayrılarak öğrenimini yanda bıraktı. Avukat katipliği, ambar muhasipliği, gazetecilik gibi işlerde çalıştı. 1938’de, Nâzım Hikmetle birlikte yargılandığı Donanma Komutanlığı Mahkemesi’nde on beş yıl hapse mahkum edildi. On iki yıl Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya cezaevlerinde yattıktan sonra, 1950’de Genel Af Yasası uyarınca geri kalan cezası bağışlandı. 1955’ten sonra yayımlamaya başladığı romanlarıyla edebiyatımızın önde gelen yazarları arasına katıldığı gibi, tarih konusundaki görüşleriyle de düşün hayatımızı etkiledi. 21 Nisan 1973’te, bir kalp krizi sonucunda İstanbul’da öldü. İthaki Yayınları 362 Edebiyat 288 Kemal Tahir Bütün Yapıdan 5 Yayına Hazırlayan: Sevengül Sönmez İthaki, Temmuz 2005, İstanbul © 1965, Kemal Tahir Bu kitabın telif hakkı Kemal Tahir Vakfı temsilcisi ONK Ajans Ltd. Şti. ’den alınmıştır. © 2005, İthaki Yayınları BİRİNCİ BÖLÜM VON KRES PAŞA’NIN DÜRBÜNÜ 1 Filistin cephesindeki subay arkadaşlarının “Cehennem Topçu” dedikleri, Yüzbaşı Cemil, dürbünü indirmeden kısa kısa gülünce, teyzesinin kızı Neriman gözlerini örgüsünden kaldırıp pencereden baktı: — Neye güldünüz? — Hiç... — Kuzum neye güldünüz? — “Bataryateeş” diye bağırsaydım, korkar mıydın? — Ödüm kopardı. — Dalmışım. Cemil dürbünü indirdi. Bizim bölükler karşı tepeye saldıracaklarmış da koruma ateşi açacakmışım, gibi geldi. — Nedir koruma ateşi? — Düşman siperlerine gülle yağdırırsın, başlarını çıkarıp ateş edemezler! Neriman bir an daldı: — 31 Mart’ta toplarınızı oraya koymuştunuz aklınızda mı? Duvardaki genç subay fotoğrafına bakıp gözlerini hemen indirdi. Nazmi’ye sormuştum, “Üstümüzden aşar mıydı mermileriniz?” diye... — Aşardı! El yordamıyla cigara paketini arayan Cemil de gözlerini fotoğraftan kaçırdı. Nazmi’nin topları soldaydı, benimkiler sağda... “Abdülhamit’in muhafız tümeni çarpışmazsa... ” diye kıvranıyordu Nazmicik... — Çarpışsın mı istiyordu? — Çarpışsın ki, birkaç mermi savurup herifin sarayını başına yıksın... — Yıkabilir miydi? — Sanmıyorum! Hiç mermi yakmadan topçu olduk biz... Manevra bile görmemiştik. Acemi topçu palavracıdır. Cigarayı derin derin çekti. On yıl geçti 31 Mart’tan bu yana... Nazmi rahmetli yirmi ikisindeydi 31 Mart’ta... Demek ben de yirmi üçümdeymişim... — Ya ben? — Sen mi? Cemil dürbünü bıraktı. Saçlarından tutup Neriman’ın başını yavaş yavaş büktü. Dur bakayım! On altına yeni girmiştin güzelim... — Çekme... Ay saçlarım... Neriman biraz direndi, sonra gözlerini kapayarak kendisini bıraktı, öpüş uzayıp soluğu kesilince inleyerek ağzını kurtardı. Delirdiniz mi Cemil ahi?.. — Abi demeyecektin ya!.. — Bırakın... Biri girse içeri?.. Annem anladı valla... “Bu soğukta, her gün yıkanmak neyin nesi... ” dedi geçende... — “Temizlik imandan” diyemedin mi? “Evleniyoruz” deseydin! — Bırak saçlarımı... Örgü şişiyle Cemil’in eline yalancıktan vurdu. Dün konuşuyorlardı Saraylanımla... Baytar Salih Bey’in damadı geldi ya esirlikten... Evde kıyamet kopuyormuş... Giderken kundakta bıraktığı oğlan beşini bitirecek... “İstemem bunu. Gitsin evimizden” diye paralıyormuş kendini... “Alıştırmak gerekti çocuğu... İçlenir, günah... ” diye laf dokundurdu annem... Enver, ne demiş, bilin bakayım! “Annanne, Cemil dayımın yanında, başını niçin örtmüyor annem, nikâh düşmez de ondan mı?” demiş... — Vay bacaksız vay!.. — Benimle yatmaya alışık... Korkuyor yerini alırsın diye... — Yedi yaşında nikâha aklı eren oğlan, eğleniyordur bizimle... Elini Neriman’ın yanağından boynuna, boynundan göğsüne, göğsünden oyluğuna indirdi. Benim korktuğum başka... — Neymiş? — Gelecek arkadaşı düşünüyorum. Kalacak birkaç gece... — Evet? — Evetmiş... N’aparız? — Uslu dur... Neriman bacaklarını istekle sıktı, gerindi. Çek... Çek elini... Asıl düşünecek şeyi düşünmüyorsun da... — Neymiş?.. — Ödüm kopuyor gebe kalırım diye... Uykularım kaçıyor. — İyi ya... İster istemez söylersin teyzeme... “Biz hemen evleniyoruz, ” dersin... “Nerden çıktı, sipsivri bu?.. Neden bu kadar acele?” derse, “Tanrı buyruğu... ” dersin... — Alay edeceğine düşünsene biraz beni... — Sen niçin düşünmüyorsun? — Ben düşünebilir miyim? Erkeksin sen... Güçlüsün... Düşünmek sana düşer... Çek elini... Bak ne diyeceğim... Subay mı beklediğiniz arkadaş? — Değil... — Nerede kaldı?.. “Dokuzda” dememiş miydiniz? Duvardaki saate baktı. Dokuz buçuk... Kızarım gelmezse... Mutfakta canım çıktı... İçki içmeyin olur mu öğleüstü... Aşağıda bir kapı açılıp örtülünce Cemil elini çekti, Neriman hemen dürbünü aldı: — Gelir değil mi yüzde yüz?.. Pencereye döndü. Dürbünle bakmak hoşuma gidiyor. Siz yokken alıp oturuyorum buraya... Görmediğim yerleri gösteriyormuş gibi avutuyor beni... İnsanların yüzlerini iyice seçiyorum karşı düzlükte... Bütün dürbünler güçlü müdür bu kadar? — Eh... — Savaşa giderken mi almıştınız bunu? — Hayır... Von Kres Paşa’nın armağanı... — Kimin? — Von Kres... Bir Alman paşası... Topçu atış okulunda komutanımızdı. Kanal’a da beraber gittik. — Niçin armağan etti? — Bizim batarya, Süveyş Kanalı’nda bir gemi yakmıştı da... — Çok pintiymiş... Öyle bir işe bu armağan az... Karşı tepeden mi gelecek beklediğiniz arkadaş? — Bilmem... — Nasıl adam? Cemil az kalsın bu soruya da “bilmem” diyecekti. Bıyıklarını çiğneyerek gülümsemesini sakladı. “Arkadaş”ın yüzünü hiç görmemişti. İttihatçıların kodamanlarından, eski Diyarbakır Valisi Doktor Çerkez Reşit Bey’i bekliyordu. Reşit Bey, Ermenileri öldürme işinin belli başlı suçlularındandı. Kapatıldığı Bekirağa Bölüğü’nden kaçırılmıştı on iki gün kadar önce... — A... A... Nedir o? Birini kovalıyorlar Cemil abi... Silah çekmiş polis... — Silah mı? Ver bakayım? Cemil dürbünü aldı. Nerede hani? Birden davranıp çömelime gelmişti. Tabanca mı herifin elinde parlayan? — Tabanca... İyi gördüm. Hırsız mı kovalıyor? Hırsızı vururlar mı kaçarsa? Kaçan adam kara paltoluydu. Cemil suratını seçmeye çalıştı. Gözlüklüydü. Düzlüğün bitimindeki ağaçlardan birinin gövdesine tutunup bir an duralamış, sonra kaygan yokuşu inmeye başlamıştı. Kovalayan polis, kaçanı gözden kaybedince durup döndü, konağın köşesinden koşarak çıkan arkadaşına, Bulgar mandırasını dolaşması işaretini verdi. Sonra düzlüğün bitiminde iki büklüm yaklaştı. Kara paltolunun kaçmaktan başka bir şey düşünmediğini anlayınca doğruldu, bacaklarını açtı, sol koluyla silahı destekleyerek nişan aldı. — Vuracak Cemil abi... Vuracak göz göre... Eyvah vurdu!

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.