STEPHEN KING YEŞİL YOL The Green Mile, 1996 Türkçesi: Gülden Şen Birinci Bölüm İKİ ÖLÜ KIZ 1 Olay 1932'de, eyalet cezaevi hâlâ Cold Mountain'dayken oldu. Elektrikli sandalye de oradaydı tabii. Mahkûmlar sandalye konusunda şakalaşırlardı. İnsanların korktukları ama kaçamadıkları her şeyi şakaya vurdukları gibi. Ona Big Sparky, yani Koca Elektrikli derlerdi. Elektrik faturası konusunda şaka yaparlar, Müdür Moores'ın karısı Melinda Şükran Günü yemek pişiremeyecek kadar hasta olduğunda gardiyanın yemeğini nasıl pişireceğiyle dalga geçerlerdi. Ancak, o sandalyeye oturması gerekenler için olayın komik bir yanı kalmazdı. Cold Mountain'da bulunduğum süre içinde tam yetmiş sekiz idamda hazır bulundum. (Bu sayıyı asla unutmam; ölüm döşeğimde bile hatırlayacağım.) Sanırım o adamların çoğu başlarına geleni ancak bilekleri Elektrikli'nin sert meşesine kelepçelenirken kavrayabildiler. İşlerinin bitmiş olduğu gerçeği o an kafalarına dank ediyordu. (Bunu gözlerindeki ifadeden, gittikçe şiddetlenen, buz gibi bir tür umutsuzluktan anlayabiliyordunuz.) Damarlarında hâlâ kan dolaşıyordu, kaslarında hâlâ güç vardı, ama yine de her şey bitmişti; bir daha asla kırlarda yürümeyecek ve hiçbir hasat şöleninde kızlarla dans etmeyeceklerdi. Elektrikli'nin müşterileri ölümlerini ayak bileklerinden başlayarak algılarlardı. Uzun ve çoğunlukla kopuk kopuk olan son sözlerini bitirdikten sonra bir de başlarına geçirilen siyah ipek bir torba vardı. Bu sözüm ona onlar içindi, ama ben hep aslında bizim için olduğunu; dizleri bükük durumda öleceklerini anladıklarında gözlerinde beliren o korkunç kederi bizlerden gizlemek için olduğunu düşünmüşümdür. Cold Mountain'da idamlıklara ayrı koğuş yoktu. Yalnızca diğer dört bloktan ayrı ve onların yaklaşık dörtte biri büyüklüğünde, ahşap yerine tuğladan yapılmış, yaz güneşinde çılgın bir gözbebeği gibi parlayan korkunç bir metal damı olan E Blok vardı. İçinde geniş bir koridorun iki yanında sıralanmış, her biri diğer dört bloktaki hücrelerin neredeyse iki misli büyüklüğünde üçer hücre bulunuyordu. Tek kişilik hücrelerdi bunlar üstelik. Bir hapishane için çok lüks bir yerdi (özellikle '30'larda) ama burada kalan mahkûmlar yerlerini diğer dört bloktaki herhangi bir hücreyle seve seve değişebilirlerdi. İnanın bana, yaparlardı bunu. Benim blok yöneticisi olduğum süre içinde hiçbir zaman altı hücrenin hepsi birden dolu olmadı. Küçük lütuflar için Tanrı'ya şükretmek gerek. En çok dört kişi oldular. Siyah beyaz karışık olurlardı (Cold Mountain'daki yürüyen ölüler arasında ırk ayrımı yapılmaz) ve bu da ortalığı cehenneme çevirmeye yeterdi. İçlerinden birisi bir kadındı: Beverly McCall. Maça ası gibi kara ve hiçbir zaman işlemeye cesaret edemediğiniz günahlar kadar da güzeldi. Kocasının dayağına tam altı yıl katlanmış, ama çapkınlığını tek bir gün bile çekememişti. Kendisini aldattığını öğrendiği günün akşamında arkadaşlarının (ve büyük olasılıkla daha çok yeni olan metresinin de) Cutter olarak bildikleri zavallı Lester McCall'u berber dükkânının üzerindeki evine çıkan merdivenlerin başında beklemişti. Adam paltosunu çıkarana kadar beklemiş, sonra o yalancı barsaklarını iki renkli ayakkabılarının üzerine dökmüştü. Bunu yaparken de Cutter'ın kendi usturalarından birini kullanmıştı üstelik. Elektrikli'ye oturmasından iki akşam önce beni hücresine çağırdı ve düşünde Afrikalı babasının ruhunun kendisini ziyaret ettiğini söyledi. Ruh ona köle ismini atıp kendi özgür ismi olan Matuomi adıyla ölmesini söylemişti. Benden istediği de buydu; idam hükmünün Beverly Matuomi ismiyle okunmasını istiyordu. Babasının ruhu herhalde ona bir göbek adı vermemiş ya da kendisi bir tane bulamamıştı. Her neyse, ben peki, olur, dedim. Kaz çobanı olarak hizmet ettiğim tüm o yıllar süresince öğrendiğim bir şey, kesinlikle mecbur olmadıkça idamlıklara karşı çıkmamaktı. Beverly Matuomi'ye gelince, bunun zaten pek bir önemi de yoktu. Ertesi gün öğleden sonra üç sularında vali arayıp Beverly'nin cezasının Grassy Valley Kadınlar Hapishanesi'nde müebbete çevrildiğini bildirdi. O zamanlar orası için ceza çok, penis yok, derdik. Beverly idareye geldiğinde yuvarlak poposunun sağa değil de sola gittiğine sevindiğimi söylemem gerekir. Yaklaşık otuz beş yıl sonra, en azından otuz beş olması gerekir, gazetedeki ölüm ilanlarında ismini gördüm. Pamuk saçlı ve kenarlarında yalancı taşlar bulunan gözlük takmış siyahi bir hanımın resminin altında. Beverly'di bu. Yaşamının son on yılını özgür bir kadın olarak geçirmişti. Yazıda Raines Falls'daki küçücük kasaba kitaplığını tek başına kurtardığı yazıyordu. Kilise okulunda da ders vermiş ve o küçük kasabada pek sevilmişti. Manşette KÜTÜPHANECİ KALP YETMEZLİĞİNDEN ÖLDÜ, diyordu ve altında da küçük harflerle, sanki sonradan akla gelmiş gibi, şöyle yazıyordu: "Cinayet suçundan yirmi yıldan fazla hapiste yatmıştı." Yalnızca gözleri, köşeleri pırıltılı taşlarla süslenmiş gözlüklerinin arkasında pırıl pırıl parlayan o gözleri hiç değişmemişti. Yetmiş bilmem kaç yaşında bile gerekirse mavi ilaçlı su kavanozundan keskin usturayı çekip çıkarmakta hiç tereddüt etmeyecek bir kadının gözleriydi bunlar. Katilleri tanımak kolaydır, eninde sonunda uyuşuk küçük kasabalarda kütüphaneci olsalar bile. En azından, benim kadar uzun süre katillere bakarsanız, bunu yapabilirsiniz. Hayatım boyunca işimi yalnızca bir tek kez sorguladığım oldu. Sanırım bunları yazmamın nedeni de bu. E Blokun ortasındaki geniş koridor yeşilimsi sarı, bayat limon renginde marley döşeliydi ve bu yüzden başka hapishanelerde Son Yol denen bu koridora Cold Mountain'da Yeşil Yol deniyordu. Güneyden kuzeye, aşağıdan yukarı sanırım atmış uzun adım kadar vardı. Başında bir tecrit odası bulunuyordu. Sonu ise T biçimli bir kesişmeyle bitiyordu. Sola dönmek yaşamak demekti: Eğer güneşin altında pişen o avluda olup bitene yaşamak denirse tabii. Ama çoğu da bu yaşamı yıllarca sürdürüyor; hırsızlar, kundakçılar, seks suçluları burada konuşuyor, volta atıyor, ufak tefek işlerini yürütüyorlardı. Ama sağa dönünce işler değişiyordu. Önce, benim ofisime geliyor (burada da halı yeşildi. Bunu hep değiştirmeye niyetlendim ama bir türlü olmadı) ve masamın karşısına geçiyordunuz. Masamın sol tarafında Amerikan bayrağı, sağ tarafında eyalet bayrağı dururdu. Karşı tarafta ise iki kapı vardı. Birisi küçük bir tuvalete açılırdı. Bunu ben ve E Blok gardiyanları kullanırdık. Diğer kapı ise bir tür depoya açılırdı. Yeşil Yol'da yürüyenlerin son durağı da işte burasıydı. Küçük bir kapıydı, geçerken ben bile başımı eğmek zorunda kalıyordum. John Coffey'in ise çömelip sürünmesi gerekmişti. Buradan küçük bir sahanlığa çıkıyor, sonra betondan üç basamakla ahşap bir zemine iniyordunuz. Tıpkı bitişik olduğu blok gibi burası da ısıtmasız, metal damlı, sevimsiz bir odaydı. Kışın nefesinizi görecek kadar soğuk, yazınsa boğucu sıcak olurdu. Elmer Manfred'in idamında; sanırım '30 yılının temmuz ya da ağustosuydu, tanıklardan biri fenalık geçirmişti. Deponun da sol tarafında yine yaşam vardı. (Sanki balta ya da tırmık değil de, birer karabinaymış gibi çaprazlama zincirlerle güvence altına alınmış) aletler, bakliyat, ilkbaharda hapishanenin bahçelerine ekilecek tohum torbaları, tuvalet kâğıdı kolileri... hatta futbol kalesini ve beyzbol sahasını işaretlemekte kullanılan kireç çuvalları dururdu burada. Mahkûmlar Çayırı olarak bilinen yerde top oynanırdı ve Cold Mountain'da sonbahar akşamüstleri iple çekilirdi. Sağ tarafta yine ölüm vardı. Deponun güneydoğu köşesinde bir platformun üzerinde bizzat Elektrikli yer alırdı. Sağlam meşe bacakları, bir sürü insanın yaşamlarının son anlarında döktükleri soğuk terleri emen geniş kolları ve genelde iskemlenin arkasına atılıvermiş, tıpkı bir Buck Rogers çizgi filmindeki bir çocuğun şapkasına benzeyen metal başlığıyla dururdu. Başlıktan çıkan kablo iskemlenin arkasındaki duvarda bir fişe takılıydı. Bir yanda ise kalaylı bir kova bulunurdu. İçine baktığınızda tam metal başlığa uygun olarak kesilmiş bir sünger parçası görürdünüz. İdamlardan önce bu sünger tuzlu suya batırılır, böylece kablodan gelen doğru akımın idamlığın beynine daha iyi geçebilmesi sağlanırdı. 2 1932 John Coffey'in yılıydı. Bakmaya zahmet edenler olayların ayrıntılarını o yılın gazetelerinde görebilirler. Bunun için insanın, yaşamının son günlerini Georgia'da huzurevinde geçiren benim gibi bir ihtiyardan daha çok enerjisi olması gerekir tabii. Hatırlıyorum, o yıl sonbahar sıcak, hem de çok sıcak geçmişti. Ekim ayı neredeyse ağustos gibiydi ve cezaevi müdürünün karısı Melinda fenalık geçirip bir süre Indianola'da hastanede kalmıştı. O sonbahar ben de hayatımın en kötü idrar yolları enfeksiyonuna yakalanmıştım. Hastaneye yatacak kadar şiddetli değildi ama neredeyse her tuvalete çıktığımda canımdan bezdirecek kadar kötüydü. O sonbahar cezaevine yazın gelen yarı kel, fareli Fransız Delacroix’nın da mevsimiydi. John Coffey de Detterick ikizlerine tecavüz edip öldürmek suçundan idama mahkûm olarak E Bloka yine o sonbahar gelmişti. Her vardiyada blokta dört ya da beş gardiyan bulunur, ama çoğu boş gezerdi. Dean Stanton, Harry Terwilliger ve Brutus Howell (adamlar ona "Brutal," yani "Zalim" derlerdi ama şakaydı; boyuna boşuna rağmen mecbur kalmadıkça bir sineği bile incitmezdi o) şimdi hep öldüler. Gerçekten zalim ve üstelik bir de aptal olan Percy Wetmore da. Percy'nin E Blokta hiç yeri yoktu. Burada kötü bir karakter hem gereksizdi, hem de zaman zaman tehlikeli olabilirdi ama Percy valinin eşinin akrabası olduğundan kalmıştı. Coffey'e bloka gelişinde Percy nezaret etmişti. Sözüm ona geleneksel ilan tarzıyla bağırmıştı: "Yürüyen ölü! Yürüyen ölü geldi!" Ekim ayı olmasına rağmen hava hâlâ cehennem kadar sıcaktı. Avlu kapısı açıldı ve içeri göz kamaştırıcı bir ışıkla ömrümde gördüğüm en iriyarı adam girdi. Bunun benzerlerini ancak ömrümü tükettiğim bu başıbozuklar yuvasının "Dinlenme Odasındaki TV'de seyrettiğim basketbol maçlarında görmüştüm. Kollarında ve fıçıya benzeyen göğsünde zincirler vardı; ayak bileklerindeki kelepçeleri bağlayan zincir, hücreleri ayıran koridorda dökülen bozuk paralar gibi şıngırdıyordu. Bir yanında Percy Wetmore, diğer yanında da ufak tefek, sıska Harry Terwilliger duruyordu. Her ikisi de tuzağa düşürülmüş bir ayının iki yanında duran çocuklara benziyorlardı. Coffey'in yanında Brutus Howell bile yavrusu gibi duruyordu ki Brutus bir doksandan uzun, enine boyuna, üniversitede çakıp atılmadan önce üniversiteler liginde futbol oynamış biriydi. Elektrikli'nin kollarında ölmeden önce gelip bir süre E Blokta kalan çoğu kimse gibi Coffey de siyahtı ve tamı tamına iki metre üç santim boyundaydı. Ama o basketbolcular gibi ince uzun değildi; omuzları ve göğsü geniş, her tarafı kaslıydı. Depoda bulabildikleri en geniş üniformayı vermiş olmalarına rağmen, paçaları yine de yara bere içindeki baldırlarının yarısına kadar çıkmıştı. Gömleği göbeğine kadar açık, kolları da dirseklerine kadar sıvanmıştı. Neyse ki, şapkasını kocaman ellerinden birinde tütüyordu; yoksa kel kafasının tepesinde tıpkı org çalan maymunların giydiği kırmızı şapkaların mavisi gibi duracaktı. Kendini tutan zincirleri sanki bir Noel armağanının kurdelesini açar gibi kolaylıkla koparabilecekmiş gibiydi ama yüzüne baktığınızda böyle bir şey yapmayacağını anlıyordunuz. Gerçi Percy öyle düşünse de, ifadesi donuk değildi; sanki kaybolmuş gibiydi. Nerede olduğunu anlamak ister gibi çevresine bakınıp
Description: