ebook img

Yedinci Papirüs - Wilbur Smith PDF

631 Pages·2000·2.25 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Yedinci Papirüs - Wilbur Smith

WILBUR SMITH YEDINCI PAPIRUS TÜRKÇESİ: Gönül Suveren WILBUR SMITH (Mısır Dizisi) Cilt2 Yedinci Papirüs (The Seventh Scroll) Zorunluluk yüzünden biraraya gelmiş bir serüvenciyle bir araştırmacı, Taita'nın binlerce yıl öncesinden bıraktığı şifreli bilgileri çözmek ve büyük Mısır firavununun mezarını bulmak için zorlu bir mücadeleye girişirler. Afrika'da kendilerini bekleyen acımasız rakipleriyle yarışarak sonuca yaklaşmak ve ele geçirdikleri bilgilerin ışığında bilim dünyasına inanılmaz sırları göstermek için neredeyse hayatlarını ortaya koyarlar. Yaşamla ölüm, hayalle gerçek arasında gidip gelen dakikalar kimin kazanacağını belirleyecektir. Binlerce yıl öncesinden günümüze seslenen Taita'nın sesini duymak ve söylediklerini anlamak istiyorsanız dikkatli olun. Heyecanın bu defaki tadı çok farklı!... KİTABIN ORİJİNAL ADI THE SEVENTH SCROLL YAYIN HAKLARI WILBUR SMITH © ONKTELİF HAKLARI AJANSI ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ VE TİCARET A.Ş. © BASKI 3. BASIM / ŞUBAT 2004 AKDENİZ YAYINCILIK A.Ş. Matbaacılar Sitesi No: 83 Bağcılar – İstanbul BU KİTABIN HER TURLU YAYIN HAKLARI FİKİR VE SANAT ESERLERİ YASASI GEREĞİNCE ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ VE TİCARET A.Ş.’YE AİTTİR. ISBN 975-405-601 – 3 ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu İşhanı Cağaloğlu – İstanbul Tel: 0.212.513 63 65 /526 80 12 0.212.520 62 46 / 513 65 18 Faks: 0.212.526 80 11 http://www.altinkitaplar.com.tr [email protected] A yayılarak kum tepelerini LACAKARANLIK ÇÖLDEN USULCA mora boyarken kadifeden yapılmış kalın bir pelerin gibi bütün sesleri boğdu. Bu yüzden akşam artık sessiz ve sakindi. Karı koca kum tepesinde durmuş vadiye ve onun etrafını sarmış olan küçük köylere bakıyorlardı. Binalar beyaz, damları da dümdüzdü. Hurma ağaçlarıysa hepsinden yüksekti. Camiyle Koptik Hıristiyan Kilisesinin dışında. Bu inanç kaleleri gölün iki yanından birbirlerine bakıyorlardı. Gölün suları yavaş yavaş kararırken bir kaz sürüsü hızla kanat çırparak alçaldı. Sazlarla kaplı kıyının yakınında suları şıpırdatarak, hafifçe köpürdeterek göle indi. Tepedeki adamla kadın birbirlerinden çok farklıydılar. Erkek uzun boyluydu ama omuzları hafifçe çökmüştü. Güneşin son ışıkları gümüşümsü saçlarını yaldızlıyordu. Kadınsa gençti. Otuz bir, otuz iki yaşlarında görünüyordu. İnce, canlı ve hayat doluydu. Gür, kıvırcık saçlarını ensesinde deri bir bantla bağlamıştı. «Artık aşağıya inmenin zamanı geldi. Alia bekliyordun» Duraid kadına sevgiyle gülümsedi. Royan onun ikinci karısıydı. Adam ilk karısı öldüğü zaman onun güneş ışıklarını da beraberinde alıp götürdüğünü sanmıştı. Yaşamında böyle son bir mutluluk devresi olacağı hiç aklına gelmemişti. Ama şimdi Royan ve çalışmaları vardı. Mutlu ve rahattı. Royan birdenbire onun yanından uzaklaşarak, saçındaki bandı çekip çıkardı. Başını sallarken siyah gür saçları uçuşuyordu. Genç kadın bir kahkaha attı. Hoş bir sesti bu. Sonra kum tepeciğinin kaygan yamacından inmeye başladı. Koşarken uzun eteği bacaklarının etrafında dalgalanıyordu. Royan'ın koyu esmer bacakları biçimliydi. Genç kadın yamacın ortalarına kadar dengesini korumayı başardı. Sonra yerçekimi onu yendi ve o da yuvarlandı. Duraid tepenin doruğundan ona hoşgörüyle gülümsedi. Royan bazen hâlâ çocukmuş gibi davranıyordu. Bazen de ciddi ve kararlı bir kadın gibi. Adam hangisini tercih ettiğini bilmiyordu. Ama karısını bu iki haliyle de seviyordu. Royan yuvarlana yuvarlana tepenin eteğine indi ve orada durdu. Doğrulup oturdu. Hâlâ gülüyor, saçlarını sallayarak kumları temizlemeye çalışıyordu. Kocasına, «Sıra sende,» diye seslendi. Duraid karısının peşinden ağır ağır indi. Yaşı ilerlediği için bedeni o kadar esnek değildi. Adam aşağıya ininceye kadar dengesini kaybetmedi. Sonra karısını ayağa, kaldırdı. Çok istemesine rağmen Royan'ı öpmedi. Araplar herkesin önünde sevgilerini gösteremezlerdi. Hatta çok sevdikleri karılarına bile. Karı koca köye doğru gitmeden önce Royan üstünü başını düzeltti, saçlarını da tekrar bağladı. Birlikte vahanın sazlarının yanından ilerleyerek, sulama kanallarını aşan derme çatma köprülerden geçtiler. O sırada tarlalardan dönen köylüler Duraid'i büyük bir saygıyla selamladılar. «Selamünaleyküm, doktor. Huzur sizinle olsun.» Onlar bütün bilgili insanlara saygı gösterirlerdi. Ama yıllar boyunca kendilerine ve ailelerine yaptığı iyilikler nedeniyle Duraid'e daha da büyük bir saygıları vardı. Çoğu, Duraid'den önce onun babasının yanında çalışmıştı. Hemen hepsi Müslüman, o ise Hıristiyan’dı. Ama buna aldırmıyorlardı. Villaya vardıkları zaman kâhya kadın Alia onları somurtkan bir tavırla, söylenerek karşıladı. «Geç kaldınız. Her zaman gecikiyorsunuz zaten. Neden diğer insanlar gibi her şeyi saatinde yapmıyorsunuz? Mevkiimizi korumak zorundayız.» Duraid şefkatle ona takıldı. «İhtiyar ana, sen her zaman haklısın. Sen olmasaydın bize kim bakardı?» Alia'yı gönderdi. Kadın Duraid'e olan sevgi ve ilgisini belli etmemek için kaşlarını çatmıştı. Karı koca terasta o basit yemeklerini yediler: hurma, zeytin, mayasız ekmek ve keçi peyniri. Yemek sona erdiğinde iyice kararan havaya rağmen çöl yıldızlarının her biri ışıltılı mum gibiydi. «Royan, çiçeğim.» Duraid masanın üzerinden uzanıp karısının eline dokundu. «Çalışma zamanı geldi.» Masadan kalkarak karısını çalışma odasına götürdü. Bu odanın kapıları terasa açılıyordu. Royan Al Simma doğruca dipteki duvarın önüne konmuş olan büyük kasaya gitti ve şifreyi çevirdi. Kasa, Duraid'in yaşamı boyunca topladığı eski kitaplarla parşömenler, antika heykeller, biblolar ve gömü eşyalarıyla dolu bu odaya hiç uymuyordu. Royan kasanın ağır çelik kapağını açtıktan sonra bir an öylece durdu. Bu yüzyıllar öncesinden kalma şeye her bakışında adeta huşu duyuyordu. Aradan sadece kısa birkaç saat geçmiş olsa bile. Genç kadın, «Yedinci Papirüs,» diye fısıldayarak ona dokunmak için bütün cesaretini topladı. Bu hemen hemen dört bin yıllıktı. Tarihe ayak uyduramayan bir dâhi tarafından yazılmıştı. Yüzyıllar önce toz olmuş biri tarafından. Ama Royan onu kocası kadar iyi tanıyor ve bu dâhiye saygı duyuyordu. Onun sözleri ölümsüzdü. Adam mezarının ötesinden, cennet bahçelerinden ve bütün kalbiyle inandığı Osis, İsiris ve Horus'un oluşturduğu büyük üçlünün huzurundan kadınla açık açık konuşuyordu. Royan da onun gibi bütün kalbiyle daha yeni bir üçlüye inanıyordu. Genç kadın papirüsü Duraid'in başına geçtiği masaya götürdü. Kocası çalışmaya başlamıştı bile. Kadın, papirüsü önüne, masaya koyarken o da başını kaldırarak karısına baktı. Royan bir an onun gözlerinde de kendisini etkileyen o mistik ruh halini gördü. Duraid gerekli olmadığı zaman bile papirüsün masasına konmasını istiyordu. Çalışması için fotoğraflar ve mikrofilm vardı. Ama sanki onları incelerken o binlerce yıl önce yaşamış olan yazarın görünmeyen varlığının yanında olmasını istiyordu. Duraid sonra kendini toparladı ve soğukkanlı bir bilim adamına dönüştü. «Senin gözlerin benimkilerden keskin, çiçeğim. Şu harfe ne diyorsun?» Royan kocasının omzunun üzerinden eğilip papirüste işaret ettiği hiyeroglifi inceledi. Bir süre onun ne olduğunu çıkarmaya çalıştı. Sonra büyüteci Duraid'in elinden alarak şekle tekrar baktı. «Galiba Taita bize eziyet etmek için bir şifre daha uydurmuş.» Royan binlerce yıl önce ölen yazardan, sanki çok sevdikleri ama onları bazen öfkelendiren, oyunlar oynayan, yaşayan, soluk alan bir dostmuş gibi söz ediyordu. Duraid memnun memnun, «Eh, demek ki bunu çözmemiz gerekecek,» dedi. Yaşamını adadığı bu çalışmayı çok seviyordu. Karı koca gece hava serinleyinceye kadar çalıştılar. En iyi çalışmalarını bu saatlerde yapıyorlardı. Bazen Arapça, bazen İngilizce konuşuyorlardı. Onlar için bu iki dil, bir tek dil gibiydi. Daha ender olarak Fransızcayı seçiyorlardı. Bu ikisinin de bildikleri üçüncü dildi. Karı koca, 'kendi Mısır'larından' uzaklarda İngiltere ve Amerika'da öğrenim görmüşlerdi. Royan, Taita'nın parşömenlerde kullandığı, 'kendi Mısırım' deyimine bayılıyordu. Eski çağlarda yaşamış olan bu Mısırlıyla sanki aralarında bir bağ vardı. Sonuçta, o Taita'nın soyundan gelmiş sayılırdı. 1 Bir Koptik Hıristiyan’dı. Mısır'ı çok sonradan ele geçiren Araplardan değildi. Onlar ülkeyi on dört yüz yıl kadar önce zapt etmişlerdi. Araplar, onun "kendi Mısır'ına' yeni gelmiş kimseler sayılırlardı. Oysa kendi sülalesi firavunlar ve büyük piramitlere kadar uzanıyordu. Royan saat onda ikisi için sobada kahve yaptı. Alia köydeki ailesinin yanına gitmeden önce odun kömürü kullanılan sobayı yakmıştı. Karı koca yarıya kadar telve dolu incecik fincanlardan tatlı ve koyu kahveyi içtiler. Kahveyi yudumlarken iki eski dost gibi konuşuyorlardı. Royan için ilişkilerinin anlamı buydu. Eski dostlar. Genç kadın İngiltere'de arkeoloji konusunda doktorasını yapıp Mısır'a döndüğünden ve eski eserler bölümünde iş bulduğundan beri tanıyordu Duraid'i. Adam bölümün başkanıydı. Duraid, Soylular Vadisindeki Kraliçe Lostris'in mezarını açtığı zaman Royan ona asistanlık etmişti. Mezar M.Ö. 1780 yıllarından kalmaydı. Genç kadın, mezarın eski çağlarda soyulduğunu ve hazinelerinin yağmalandığını öğrendiklerinde adamın düş kırıklığını da paylaşmıştı. Mezarda sadece duvarları ve tavanı kaplayan şahane panolar vardı. Royan bir zamanlar lahdin üzerinde durduğu kaidenin gerisindeki duvarın üzerinde çalışıp, resimlerin fotoğrafını çekerken, sıvanın bir bölümü düşmüş ve ortaya bir oyuk çıkmıştı. Burada mermerden yapılmış on kavanoz vardı. Ve her kavanozda da bir papirüs. Onları kraliçenin esiri Tarta yazmış ve kavanozlara koymuştu.

Description:
Zorunluluk yüzünden biraraya gelmiş bir serüvenciyle bir araştırmacı, Taita'nın binlerce yıl öncesinden bıraktığı şifreli bilgileri çözmek ve büyük Mısır firavununun mezarını bulmak için zorlu bir mücadeleye girişirler. Afrika'da kendilerini bekleyen acımasız rakipleriyle
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.