ebook img

Yazarın Önsözü Evdeki Çocukluk Günlerim Çocukluk Çağımın Sonu Manastırın Kapısında Mürit ... PDF

118 Pages·2007·0.87 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Yazarın Önsözü Evdeki Çocukluk Günlerim Çocukluk Çağımın Sonu Manastırın Kapısında Mürit ...

İÇİNDEKİLER Yazarın Önsözü 7 Evdeki Çocukluk Günlerim 9 Çocukluk Çağımın Sonu 32 Manastırın Kapısında 45 Mürit Yaşamı 53 Manastırda Yaşam 68 Üçüncü Göz'ün Açılması 82 Potala 93 Yabani Gül Bahçesinde 100 Tibet'te İnançlar 116 Trappa 126 Bitkiler ve Uçurtmalar 145 Eve İlk Ziyaret 154 Üçüncü Göz'ün Kullanılması 178 Bilinmeyen Kuzey ve Yetiler 186 Lamahk 200 Son Evre 212 Hoşçakal Tibet 231 238 Yazarın Önsözü Tibetli'yim. Şu garip Batı dünyasını görebilmiş birkaç Tibetli'den biriyim. İngiliz dilinde resmi eğitim görmediğim için bu kitabın anlatım biçimi ve grameri hiç de gönlümce ol­ madı. Benim İngilizce okulum, bu lisanı İngiliz ve Amerikalı kadın esirlerden en iyi şekilde öğrenmeye çalıştığım bir Ja­ pon esir kampı idi. İngilizce yazmayı ise deneyim yoluyla ve yanlışlar yaparak öğrendim. Çok sevdiğim ülkem, önceden de beklendiği gibi Çinli- ler'in işgali altında şimdi. Bu nedenle hem kendimin, hem de arkadaşlarımın gerçek isimlerini gizledim. Kimliğim ortaya çıkarsa, Çinliler aleyhine pek çok şey yaptığımız için, Çinli- ler'in baskısı altında bulunan arkadaşlarımın çok ıstırap çe­ keceklerini biliyorum. Çinlilerin ve Japonlar'ın elinde bulun­ duğum süre içinde başıma gelenlerden, eziyet ve işkencenin insana neler yaptırabileceğini de çok iyi biliyorum. Ancak bu kitap bunları anlatmak için değil, çok uzun bir süreden beri- yanlış anlaşılmış ve yanlış tanıtılmış barışsever bir ülkeyi tüm gerçekleriyle anlatmak, tanıtmak için yazıldı. Anlattıklarımın bir kısmı başkalarına olduğu gibi size de inanılmaz gelebilir. Elbette ki bu sizin görüşünüze kalmış bir şey, fakat Tibet'in dünyanın diğer bölgelerinde hemen he­ men hiç tanınmayan bir ülke olduğunu da unutmamak ge­ rek. Bir zamanlar, insanların bir yerlerde deniz kaplumbağa­ larının sırtına binip dolaştıklarını anlatan bir yazar da hor görülmüştü. Tıpkı ülkemin yüksek dağlarında canlı balık fo­ sillerini görüp de anlatanlar gibi. Bununla birlikte, canlı ba­ lık fosilleri yakın bir geçmişte bulunmuş ve bunlardan örnek- 7 ler alınarak, üzerinde çalışılmak üzere, uçakla Amerika'ya götürülmüştür. Evet, bu olaya tanık olan kimselere de inanıl­ mamıstı ilk önceleri, ama sonunda doğru söyledikleri, iddia­ larında haklı oldukları kanıtlandı. Bir gün gelecek benim doğruluğum da kanıtlanacak. 1 T. Lobsang Rampa EVDEKi COCUKLUK GÜNLERiM Bu kitap Tahta Koyun Yılında yazılmıştır. "Oh ne âlâ! Dört yaşındasın ve hâlâ at üzerinde durma­ yı beceremiyorsun. Sen adam olamayacaksın bu gidişle. Soy­ lu baban ne der sonra bu işe?" Yaşlı Tzu böyle söyleyerek mi­ dillinin arkasına sert bir şamar indirdi ve havalanan tozla­ rın içine tükürdü. Potala'nın gümüş damları, altın kubbeleri güneş ışığın­ da parıldadılar. Az ötedeki Yılan Tapınağı Gölü'nün durgun mavi suları bir su kuşunun geçip gittiğini anlatırcasına ufak ufak dalgalanıyordu. Lhasa'dan henüz yola koyulmuş, taş patika boyunca ağır ağır ilerleyen sığırlarını dürtükleyen tüccarların haykırışları geliyordu epey uzaktan. Daha yakın­ larda bir yerden de, kalabalıktan uzakta, kırlarda çalışan müzisyen rahiplerin o koca davullarından insanın göğsünü sarsarcasma çıkan "bummm, bummm, bummm" sesleri du­ yuluyordu. Fakat benim böyle günlük ve büyük özelliği olmayan olaylara ayıracak zamanım yoktu. Beni üzerinde taşımak is­ temeyen bu hırçın midillinin üzerinde durabilmeye çalışmak gibi çok ciddi bir işim vardı şu anda. Ama Nakkim'in kafasın­ da daha farklı şeyler vardı. O sürücüsünden kurtulmak, ken­ di başına rahatça otlamak ve ayaklarını havada serbestçe oy­ natıp, sağı solu tekmelemek istiyordu. Yaşlı Tzu sert ve hoşgörüsüz bir hocaydı. Tüm yaşamı boyunca haşin ve katı olmuştu ve şimdi de dört yaşında, kü­ çük bir oğlanın koruyucusu ve binicilik öğretmeni olarak sık 8 sık sinirleniyor, sabrı taşıyordu. Kham adamlarından biri riyordu. 1904'te İngilizler tüm ülkeyi işgal ettiler ve Dalay olup, diğerleri gibi yapılı ve güçlü olduğu için seçilmişti. Bo­ Lama, babam ve diğer kabine üyelerini ülkeyi yönetmekle yu iki metre yirmi santim kadardı ve oldukça iriydi. Vatkay­ görevlendirdikten sonra Moğolistan'a kaçtı ve bir süre Pekin' la şişirilmiş omuzlan onu olduğundan da heybetli gösteriyor­ de kaldıktan sonra, 1909'da Lhasa'ya döndü. İngiliz işgalinin du. Tibet'in doğusunda, erkeklerin normalden çok daha uzun başarısından cesaret alan Çinliler 1910'da Lhasa'ya saldırıya boylu ve güçlü oldukları bir eyalet vardır. Erkeklerin çoğu­ geçtiler. Dalay Lama bu kez Hindistan'a kaçtı. Çinliler 1911' nun boyu iki metreden uzundur. Bunlar Lama manastırla­ de, Çin İhtilâli sırasında Lhasa'dan çıkarıldılar, fakat halkı­ rında polis rahip olarak görev yaparlardı. Olduklarından da­ mıza yaptıkları korkunç işkenceleri önlemekte biraz geç ka­ ha iri görünmek için giysilerinin omuzlarını vatkayla şişirir, lınmıştı. daha korkunç görünmek için saçlarını siyaha boyar ve elle­ 1912'de Dalay Lama yeniden Lhasa'ya döndü. Onun rinde, talihsiz suçlulara karşı kullandıkları değnekler taşır­ yokluğu sırasındaki zor günlerde babam ve kabinenin öteki lardı. üyeleri Tibet'i tam yetkiyle yönettiler. Annemin söylediğine Tzu eskiden bir polis rahipti, şimdi ise küçük bir prense göre, bu günlerden sonra babamın huyu asla eskisi gibi ol­ dadılık yapıyordu. Bir zamanlar uzun bir süre yürüyemeye- madı. Kuşkusuz, çocuklarına ayıracak vakti yoktu artık. As­ cek şekilde sakatlandığı için sürekli at üstünde yolculuk ya­ lında ondan hiçbir zaman bir baba sevgisi görmemiştik. Özel­ pardı. 1904'te General Younghusband'ın emrindeki İngiliz likle ben, onu daha da öfkelendiriyordum sanki. Bunun üze­ rine, babamın deyimiyle "ya hep ya hiç" adına Tzu'nun kıt orduları Tibet'i işgal edip her yeri yakıp yıkmışlardı. Dostlu­ merhametine teslim edildim. ğumuzu kazanmanın en kolay yolunun evlerimizi bombardı­ man edip, halkımızı öldürmek olduğunu düşünüyorlardı an­ Midilli üzerindeki başarısız gösterim, Tzu tarafından ki­ laşılan. Tzu da yurdunu savunanlardan biriydi ve savaş sıra­ şiliğine yapılmış bir hakaret olarak kabul edilmişti. Tibet'te sında sol bacağının yarısı havaya uçmuştu. yüksek sınıfa mensup küçük çocuklara, daha yürümeyi bile Babam Tibet Hükümeti'nin önde gelen bakanlarından beceremeden ata binme öğretilir. Tekerlekli trafiğin olmadı­ biriydi. O ve annem ülkenin sayılı ailelerinden oldukların­ ğı, bu yüzden de tüm yolculukların yaya ya da atla yapılması zorunlu olan bir ülkede, at üzerinde gerçekten yürekli olmak dan, ikisinin de sözleri ülke meselelerinde oldukça geçerdi. gerekir. Tibetli soylular sürekli binicilik talimleri yaparlar. Hükümet yapımızla ilgili ayrıntılı bilgiyi daha sonra verece­ Dört nala koşan bir atın daracık tahta eğerinin üzerinde aya­ ğim. ğa kalkarak, hareket halindeki hedefe önce tüfekle ateş edip, Babam 1.90m. boyunda sağlam ve iri yapılı bir adamdı sonra ok ve yayla nişan alırlar. Cesur biniciler, bazen ovada ve övgüye değer bir güce sahipti. Gençliğinde koskoca bir mi­ belli bir düzen içinde dört nala giderken, eğerden eğere atla­ dilliyi tuttuğu gibi yerden kaldırabilirmiş. Kham adamlarıy­ yarak at değiştirirler. Ben ise dört yaşındayken eğer üzerin­ la güreşip de onları yenebilen birkaç kişiden biriydi babam. de oturmayı bile son derece zor bulmaktaydım. Tibetliler çoğunlukla siyah saçlı, kahverengi gözlüdür­ Benim midillim, Nakkim, kaba tüylüydü ve uzun bir ler. Babam kestane rengi saçları ve gri gözleriyle bir istis­ kuyruğa sahipti. Küçük kafası ise oldukça iyi çalışıyordu, naydı ve anlayamadığımız nedenlerle sık sık kızıp köpürür- kendinden emin olmayan bir biniciyi üzerinden atmak için dü. sayısız yöntemleri vardı. En gözde numarası, ileri doğru hız­ Onu pek fazla göremiyorduk. Tibet sıkıntılı günler geçi- la koşup, sonra aniden durmak ve aynı anda başını öne eğ­ 10 11 mekti. Ben umutsuzca boynundan aşağı doğru kayarken, ka­ ise insanın düşüp bir yerini rahatlıkla kırabileceği çentikli fasını ani bir devinimle öyle bir yukarı kaldırırdı ki, toprağa direkler bulunurdu yalnızca. Bu çentikli direkler kullanıla çakılmadan önce havada tam bir takla atardım. Sonra öylece kullanıla zamanla son derece kaygan hale gelirler ve sığır te- sakin bir halde durup, kendini beğenmiş bir gönül rahatlı­ reyağına bulanmış elleriyle direğe tırmanmaya çalışan bir ğıyla bakardı. köylü bu gerçeği bir an bile aklından çıkardığında, yere doğ­ Tibetliler at üzerinde asla tırıs gitmezler. Çünkü midil­ ru ani ve sert bir inişe geçerdi. liler küçüktür ve biniciler tırıs giden bir midillinin üzerinde 1910'daki Çin işgali sırasında evimizin bir kısmı yerle oldukça gülünç görünürler. Hafif bir eşkin gidiş genelde ye­ bir edilmiş, binanın iç duvarı yıkılmıştı ve babam sonradan terince süratlidir. Dört nala gidiş ise binicilik çalışmaları dört kat yüksekliğinde yeniden inşa ettirmişti. Evimiz yol­ içindir. dan daha yüksekte olmadığından ve merasim sırasında Da­ Tibet teokratik (dinerkil) bir ülkeydi. Dış dünyanın lay Lama'ya üstten bakamayacağımız için, başımız derde gir­ "ilerleyen" uygarlığını yaşamaya hiç mi hiç hevesli değildik. medi. Tüm isteğimiz meditasyon yaparak bedenimizin sınırlarını Orta avluya açılan kapı ağır ve kullanılmaktan karar­ aşabilmekti. Bizim akıllı bilgelerimiz, Batı dünyasının Ti­ mıştı. Çinli istilacılar tahta kirişlerini kıramadıklarından, bet'in zenginliklerine göz diktiğini çok önceden anlamışlardı. içeriye girebilmek için duvarlardan birini yıkmışlardı. Bu gi­ Ülkeye yabancıların girmesiyle, barışın ülkeyi terk edeceğini rişin tam üstünde, kâhyanın çalışma odası vardı. Buradan, gayet iyi biliyorlardı. Şimdi Çinlilerin Tibet'e gelişleri, bilge­ avluya girip çıkan herkesi rahatça görebilirdi. Çalışanların lerin bu görüşlerinde ne kadar haklı olduklarını göstermiş­ işe alınmalarıyla ya da işten çıkanlmalanyla uğraşır, hiz­ tir. metkârların işleri titizlikle yürütmelerine dikkat ederdi. Evim, Linghor Eyaleti'ndeki Lhasa Kenti'nde, kenti çe­ Lhasa'nın dilencileri, manastırların güneşin batışını bildiren peçevre dolaşan bir yolun kıyısında, Potala'nın hemen gölge- davulları gümbürdemeye başladığında, karanlık gece boyun­ sindeydi. Aslında Lhasa'yı çevreleyen üç tane yol vardı ve en ca içlerini ısıtacak bir şeyler yemek için kâhyanın penceresi­ dışta olan Linghor, çoğunlukla göçmenler tarafından kullanı­ nin önünde toplaşırlardı. lırdı. Ben doğduğum sıralarda, Lhasa'daki tüm evler gibi, bi­ Tibet'in önde gelen tüm soylularının evlerinde, kendi zim evimiz de yoldan bakıldığında iki katlı bir görünüme sa­ bölgelerindeki yoksullara ayrılmış bir erzak stoğu bulunur­ hipti; çünkü hiç kimse Dalay Lama'ya daha yukarıdan bir du. Tibet'te birkaç cezaevi vardı ve tutuklular sokaklarda do­ yerden bakamazdı. Bu yüzden de evlerin yükseklik sınırı iki laşıp, sağdan soldan yemek dilenerek doyururlardı karınları­ kat olarak saptanmıştı. Bu yükseklik sınırı yılda bir kez dü­ nı; bu yüzden bilekleri zincirli tutuklular hiç eksik olmazdı zenlenen resmi geçitte uygulandığından, evlerin çoğunda, yı­ kâhyanın penceresinin önünde. lın on bir ayı kullanılan, düz dam üzerine kurulmuş ve ko­ Suçlular Tibet'te hor görülmezler, aşağı sınıftan biri ola­ layca sökülüp takılabilen, tahta asma katlar bulunurdu. rak da bakılmaz onlara. Biz gerçekten aranıldığında, hepimi­ Bizim evimiz taştan yapılmıştı ve inşası da yıllar sür­ zin şu ya da bu biçimde suçlu çıkabileceğimizi biliyor ve bu müştü. Geniş iç avlusu kare şeklindeydi. Hayvanlarımız ze­ nedenle bu talihsiz insanlara anlayışla davranıyorduk. min katta, biz ise yukarıda yaşardık. Zeminden yukarı kata çıkan bir taş merdivenimiz olduğu için şanslı sayılırdık; çün­ Kâhyanın odasının sağ tarafında bulunan iki odada iki kü Tibet evlerinin çoğunda el merdiveni, çiftçi kulübelerinde rahip yaşardı. Yaptığımız işleri kutsamak için her gün dua 12 13 eden ev rahipleriydi bunlar. Daha aşağı sınıflara mensup eğitime sokulmuştum. Dört yaşındaydım ve üstelik oldukça soyluların evlerinde yalnızca bir rahip bulunurdu, fakat bi­ kötü bir biniciydim. Babam sert bir adamdı ve Tapınağın zim statümüz iki rahibi gerektiriyordu. Önemli bir olaydan Prensi olması sıfatıyla da kendi oğlunun çok katı bir disiplin önce bu rahiplere danışılır, onlardan tanrıların himayesi için altında, diğerlerine örnek olacak biçimde yetiştirilmesini uy­ dua etmeleri istenirdi. Bu rahipler her üç yılda bir bağlı ol­ gun buluyordu. dukları lama manastırlarına geri dönerler ve yerlerine başka Benim ülkemde, bir çocuğun mensup olduğu sınıf ne ka­ rahipler gelirdi. dar yüksekse, eğitimi de o denli sert ve acımasız olur. Bir kı­ Evin her iki kanadında da birer dua odası vardı. Oyma­ sım soylular daha yeni yeni, çocukların biraz daha rahat ye­ lı tahta mihrabın önünde bulunan yağ kandilleri sürekli ya­ tiştirilmeleri gerektiğini düşünmeye başlamışlardı, babam narlardı. Yedi kâse kutsal su, gün boyunca birkaç kez tazele­ bunların arasında değildi. Onun düşüncesine göre, gelecekte nirdi, çünkü tanrılar gelip bu sulardan içmek isteyebilirler­ nasıl olsa bir rahatlık umudu olmayan yoksul bir çocuğa şef­ di; bu yüzden de kâselerde sürekli taze su bulundurmak ge­ kat ve özen gösterilebilirdi. İleride kendisine ait olacak olan rekiyordu. Rahiplere büyük önem verilir ve yemekler onlarla zenginliklere ve rahata sahip yukarı sınıftan bir çocuğa ise birlikte yenirdi. Böylece hem daha içten dua edebilirler, hem öylesine haşin davranılmalıydı ki, tüm zorlukları ve diğer in­ de tanrılara bizim yemeğimizin iyi olduğunu söyleyebilirler­ sanlara karşı saygılı olmayı öğrenebilsin. Bu aynı zamanda di. tüm ülkenin kabul ettiği resmi bir davranış biçimiydi. Bu uy­ Kâhyanın solundaki odada, görevi, hizmetkârların ya­ gulamanın sonucu olarak zayıf kişiler ayakta durabilmeyi salara uygun davranıp davranmadıklarını denetlemek olan başaramıyorlar, fakat başarabilenler de hemen her türlü zor­ bir hukukçu yaşardı. Yasalara itaat, Tibetliler'in son derece luğa dayanabilecek kadar güçlü oluyorlardı. titizlik gösterdikleri bir konudur ve babanın, yani aile reisi­ Tzu'nun odası zemin katta, ana kapının hemen yanın­ nin yasaların uygulanmasında büyük bir dikkat göstermesi daydı. Bir polis rahip olarak, ömrü boyunca insanların dav­ gerekir. ranışlarını inceleyebilmişti; şimdi ise tüm bunlardan uzak, Biz çocuklar, erkek kardeşim Paljör, kız kardeşim Ya- yapayalnız yaşamaya katlanamıyordu. Babamın yirmi atı­ sadhara ve ben, kare şeklindeki evin yoldan uzak tarafında nın, midillilerinin ve koşum hayvanlarının bulunduğu ahır­ bulunan yeni binada yaşıyorduk. Sol tarafta bir dua odası, lara oldukça yakın bir yerde oturuyordu. sağda ise hizmetkârların çocuklarının da devam ettikleri bir İşgüzar olduğu ve herkesin işine karıştığı için, hiz­ sınıf vardı. Derslerimiz hem uzun sürerdi hem de konular metkârlar Tzu'dan pek hoşlanmazlardı. Babam ata binmeye çok çeşitliydi. Paljör'ün. bedeni fazla dayanamadı. Zayıftı ve giderken altı silahlı adam eşlik ederdi kendisine. Tzu bu üni­ her ikimiz için de amaçlanan zor yaşama dayanabilecek gibi formalı adamların teçhizatlarının kusursuz olması için her değildi. Daha yedi yaşina gelmeden aramızdan ayrıldı ve seferinde büyük bir telaşa düşerdi. Çok Tapınaklı Ülkeye geri döndü. O öldüğünde Yaso altı, Bu altı adam her defasında atlarının kıçlarını duvara ben ise dört yaşındaydım. Boş bir kabuk gibi yatan bedenini yapıştırır ve babam kendi atının üzerinde görünür görünmez almaya gelen Ceset Parçalayıcılarının, onu gelenekler gere­ de onu karşılamak üzere öne çıkarlardı. Kilerlerden birinin ğince parçalayıp, leş yiyen kuşlara atmak üzere götürüşleri­ penceresinden biraz sarkıp baktığımda, atının üzerinde du­ ni hâlâ hatırlarım. ran bu binicilerden birine biraz gayret edersem uzanabilece­ Artık ailenin tek varisi olduğumdan daha yoğun bir ğimi keşfetmiştim. Yapacak pek işim olmadığı bir gün, vakit 14 15 geçirmek için, tam önümde duran binici teçhizatıyla uğraştı­ Sınıfımız oldukça genişti. Bir zamanlar, ziyarete gelen ğı bir sırada, deriden yapılmış kemerine dikkatle kalın bir ip rahipler için kutsal bir yemekhane olarak kullanılmış bu geçirdim ve ipin iki ucunu birbirine bağlayarak, pencerenin özel oda, yeni binalar tamamlandıktan sonra bir okul haline içinde bulunan bir kancaya taktım. O bekleyiş telaşında getirilmişti. Buraya altmış kadar çocuk devam ediyordu. Ya­ kimse tarafından fark edilmemiştim. Az sonra babam görün­ rım metre yüksekliğinde bir masaya benzeyen uzun bir sıra­ dü ve biniciler atlarıyla ileri doğru atıldılar, ama yalnızca nın önünde yere bağdaş kurup otururduk. Sırtlarımız hocaya beş tanesi. Altıncısı ise şeytanların kendisini yakaladığını dönük olurdu, böylece onun ne zaman kime baktığını asla bi­ haykırarak atının üzerinden arkaya doğru kayıp yere yuvar­ lemezdik. Bu da bizi her zaman için sıkı bir çalışmaya iterdi. landı. Kemeri kopmuştu. O kargaşa içinde ipi içeriye çekip, Kâğıt, Tibet'te elle yapılır ve çok da pahalıdır; özellikle ço­ iş meydana çıkmadan ortadan kaldırabilecek zamanı bul­ cukların israf edemeyecekleri kadar pahalı. Biz otuz-otuz beş dum. Daha sonraları ona, "Ne-tük, demek sen de benim gibi santimetre boyunda geniş ve ince dilimler halinde kesilmiş atın üstünde duramıyorsun ha!" demek, çok büyük bir zevk taş tahtalar kullanırdık. "Kalemlerimiz" Tsu La Dağları' vermişti bana. ndan toplanan bir çeşit sert tebeşirdi. Tsu La Dağları, deniz seviyesinden üç bin sekiz yüz metre yükseklikte olan Lha- Günlerimiz zor geçiyordu. Yirmi dört saatin on sekiz sa­ sa'dan bir o kadar daha yüksekti. Ben kırmızıya çalan toprak ati ayaktaydık. Tibetliler gün ışıdıktan sonra uyumanın hiç renginde tebeşirler toplamaya çalışırdım, kız kardeşim Yaso de akıllıca bir iş olmadığına, gündüz gezen şeytanların gelip ise eflatun rengine hayrandı. Aslında çok değişik renklerde uyuyan kişiyi götürebileceğine inanırlardı. Çok ufak bebek­ tebeşirler bulabiliyorduk: Kırmızılar, sanlar, maviler ve ye­ ler dahi, şeytanlar tarafından rahatsız edilmesinler diye şiller. Sanırım bu renklerin bir kısmı, maden cevherinin yu­ uyanık tutulurlar, hatta hastaların dahi uyumamasına dik­ muşak tebeşir yataklarına karışmasından oluşuyordu. Nede­ kat edilirdi. Bu iş için özel bir rahip çağrılırdı ve bu durum ni her ne olursa olsun, renkli tebeşirlerim olduğu için büyük herkes için geçerliydi. Öyle ki, ölüm döşeğinde olanlar dahi bir hoşnutluk duyuyordum. kendilerini öteki dünyaya götürecek yolda ilerlerken, tam sı­ nır bölgesinde yollarını sasınmasınlar diye mümkün olabildi­ Aritmetikten gerçekten çok sıkılıyordum. Eğer yedi yüz ğince uyanık ve bilinçli tutulmaya çalışılırlardı. seksen üç rahipten her biri, bir günde elli üç kâse tsampa yeseydi ve her kâse bir litrenin on altıda beşi olsaydı, bir haf­ Okulda lisan dersi de görmek zorundaydık; Tibetçe ve talık tsampa için kaç litrelik bir kap gerekirdi? Kızkardeşim Çince. Tibetçe iki ayrı dilden oluşurdu; günlük konuşma dili Yaso bunları yapabiliyordu, hem de hiç düşünmeden. Bana ve saygılı konuşma dili. Günlük dilimizi, hizmetkârlar ve gelince, evet, ben pek o kadar zeki sayılmazdım herhalde. bizden daha aşağı sınıftan olanlarla, saygılı dilimizi ise eşit ya da daha yüksek sınıftan olan kimselerle konuşurken kul­ Ben ancak oymacılık yaparken buluyordum kendimi. lanırdık. Üst sınıftan bir kimsenin atina dahi saygıyla hitap Bu çok sevdiğim ve oldukça da başarılı olduğum bir konuy­ edilmesi gerekirdi! Örneğin bir hizmetkârın, avluda hiç kuş­ du. Tibet'te tüm basım işleri oyulmuş tahta levhalar üzerine kusuz esrarengiz bir iş peşinde salına salina dolanan soylu yapılır ve bu yüzden oymacılık değerli bir iş olarak kabul edi­ kedimize şöyle hitap etmesi beklenirdi: "Saygıdeğer Pisi Pisi lir. Hindistan'dan getirildikleri için çok pahalı olan bu tahta­ gelip şu değersiz sütü içmeye tenezzül eder mi acaba?" "Say­ ları ziyan etmeye hakkımız yoktu tabii. Tibet'te bulunan gıdeğer Pisi Pisi" ise ona nasıl hitap edilirse edilsin, canı süt ağaçlar çok sert ve damarlı olduklarından oymacılığa uygun istemiyorsa asla oralı olmazdı. değillerdi. Keskin bir bıçakla kolayca kesilebilen bir çeşit yu- 16 17 süre ayakta duramazdım. Bir de uzun atlama vardı ama bu muşak sabuntaşı kullanırdık biz. Bazen de bayatlamış sığır farklı bir oyundu. Her şeyden önce, üzerinde ayakta kalmak peyniri. için mücadele etmek zorunda olduğum bir at yoktu. Elleri­ Asla unutulmaması gereken tek şey, yasaların ezber­ mizde dört buçuk metrelik birer sırıkla koşabildiğimiz kadar lenmesiydi. Bunları hem sınıfa girer girmez, hem de çıkma­ hızlı koşar, gerekli hıza ulaşınca, sırıkla havaya yükselir ve mıza izin verilmeden önce söylemek zorundaydık. Bu yasalar atlardık. Diğerlerinin at üzerinde o kadar uzun süre çakılıp surlardı: kalmaktan bacaklarında güç kalmazdı sanırım. Ben ise her İyiliğe karşı iyilik yapınız. zaman bacaklarımı kullanmak zorunda olduğumdan, gerçek­ -İnsanlarla kavga etmeyiniz. ten yüksek atlardım. Irmakları geçmek için kolay bir yön­ temdi bu, üstelik beni izlemeye çalışanların birbiri ardı sıra -Komşularınıza yardım ediniz. suya düşüşlerini seyretmek de çok keyifliydi. -Kutsal yazılan okuyunuz ve anlayınız. Bir başka eğlencemiz de sırık üzerinde yürümekti. Dev •Yasalar anlayış ve eşitliğin ne olduğunu öğretmek için gibi giyinip, sırıkların üzerinde birbirimizle dövüşürdük - dü­ zenginlere karşı daha ağırdır. şen kaybederdi. Evde kendimiz yapardık sırıklarımızı. Biz -Yasalar sevginin ne olduğunu göstermek için yoksulla­ öyle Batılılar gibi hemen en yakındaki dükkâna koşup da is­ ra karşı yumuşaktır, anlayışlıdır. tediğimiz şeyleri alamazdık. İşimize yarayacak tahta parça­ -Borçlarınızı gecikmeden ödeyiniz. larını almak için kiler bakıcısına, özellikle kâhyaya hayli dil Flamalara yazılmış ve sınıfımızın dört duvarına asılmış dökmek, onları ikna edebilmek için çok çaba sarf etmek zo­ olan bu yasaları unutmamız söz konusu olamazdı elbette. runda kalırdık. Sonra tahtanın damarları, sırık yapmaya el­ verişli olmalı, üzerinde budak delikleri bulunmamalıydı. Hayatımız hep böyle çalışma ve can sıkıntısıyla geçmi­ Ayak yerleri için, kama şeklinde, uygun tahta parçaları bul­ yordu tabii, bu arada oyunlar da oynuyorduk. Tüm oyunları­ mamız da gerekirdi. Tahta, israf edilemeyecek kadar az bu­ mız bizi güçlendirip, büyük ısı farklılıkları gösteren sert ikli­ lunduğundan, bir fırsatını beklemeli ve en uygun zamanda miyle yaşanması güç Tibet'te ayakta kalmamıza yardım istemeliydik. edecek şekilde düzenlenmişti. Yazın öğle vakti sıcaklık otuz sekiz dereceye kadar çıkabilir, fakat aynı günün gecesi eksi Genç kızlar ve erkekler birlikte bir çeşit badmington to­ on dokuz dereceye kadar da düşebilirdi. Kış günleri ise çok pu oyunu oynarlardı. Küçük bir parça tahtanın üst kenarına daha soğuk ve sert geçerdi genellikle. delikler delinip içlerine tüyler sokulurdu. Sonra da yalnızca ayaklarımızı kullanarak bu topu havada tutmaya çalışırdık. Okçuluk çok zevkli bir spordu ve adaleleri iyi geliştirir­ Genç kızlar eteklerini serbest bir atış yapabilecek şekilde sı­ di. Hindistan'dan ithal edilen porsuk ağacından yapılmış yırır, uygun bir yüksekliğe atış yapar ve bundan sonra yal­ yaylar kullanır, kimi zaman da Tibet odunlarından Tatar nızca ayaklarını kullanarak bu topu havada tutmaya çalışır­ yayları yapardık. Budist olduğumuz için asla canlı hedeflere lardı; topa elle dokunmak, oyun dışı kalmak demekti. Çevik nişan almazdık. Hizmetkârlar gizlenip, uzun iplerinden çe­ bir kız, vuruşu boşa gittiği ana kadar topu en az on dakika kerek hedefleri aşağı yukarı oynatırlardı. Hangi hedefi oyna­ havada tutabilmeliydi. tacaklarını önceden bilmezdik. Benden başka herkes, dört Tibet'te ya da en azından Lhasa'nın bulunduğu Linghor nala giden bir midillinin üzerinde kalkıp okunu tam hedefe isabet ettirebiliyordu. Bense at üstünde asla bu kadar uzun Eyaleti'nde, en ilgi çeken oyun uçurtma uçurmaktı. Hatta 19 18 ' şekillerde üç ayrı deniz kabuğunu yerleştirmekti. Rüzgâr ulusal spor bile denilebilirdi buna. Ama ancak belirli zaman­ bunların içinden estiğindi', iniltimsi garip bir ses yayılırdı or­ larda, yılın belirli mevsimlerinde oynayabilirdik bu oyunu. talığa. Ağızlarından alev püskürterek karanlıkta haykıran Çok eskiden, dağda uçurtma uçurulduğu zaman ortalığı sel­ ejderhalara benzeyen bu uçurtmaların, tüccarları korkunç ler götürecek kadar çok yağmur yağdığıni fark etmişler ve Yağmur Tanrıları'nın bu oyuna öfkelendiklerini düşünmüş­ bir biçimde etkilemesini beklerdik. Uçurtmalarımız havada lerdi; bu yüzden artık yalnızca Tibet'in kurak mevsimi olan oynaşırken, aşağıda yorganlarına sarınmış uyumaya çalışan sonbaharda uçurtma uçurulmasına izin veriliyordu. Hindis­ bu adamların nasıl korktuklarını düşündükçe, bel kemiği­ tan'da, aşırı yüklü yağmur bulutları yüklerini gereğinden mizde tatlı bir sızı hissederdik. fazla boşaltıp, istenmeyen bir sağanak ve sele neden olmasın O zamanlar pek farkında değildim ama, daha sonraları diye, belli zamanlarda dağlarda yüksek sesle konuşulmaz. bunların içinde uçtuğumda, küçükken uçurtmalarla fazla oy­ Ancak şimdi, sonbaharın ilk gününde, Potala'nın damından namanın bana çok yardımcı olduğunu gördüm. Uçurtmanın upuzun bir uçurtma salıverilecekti gökyüzüne. Birkaç daki­ içinde uçmak oldukça heyecan verici olmasına karşın, benim ka içinde, kuvvetle esen meltemle birlikte aşağı yukarı zıpla­ için yine de önceden bildiğim bir oyundan başka bir şey de­ yarak, dönerek, büyük, küçük, çeşit çeşit, renk renk, bir sürü ğildi. Oldukça tehlikeli sayılabilecek bir başka oyunumuz da­ uçurtma süzülüyordu Lhasa üzerinde. ha vardı: İki-iki buçuk metrekare genişliğinde ve iki kanatlı Uçurtma uçurmayı çok seviyordum ve benimkinin göğe büyük uçurtmalar yapar, bunları ters yöndeki hava akımının süzülen ilk uçurtma olduğunu sevinçle gördüm. Uçurtmala­ özellikle çok güçlü olduğu derenin yanında, toprağın üzerine rımızı, bambudan yapılmış kafesleri ince ipekle kaplayarak yatırırdık. İpin bir ucu belimize bağlı olarak midillilerimize kendimiz yapardık. Bu kaliteli malzemeyi bulmakta hiç güç­ atlar, dört nala sürerdik onları. Az sonra uçurtma havaya fır­ lük çekmezdik; uçurtmanın birinci sınıf olması, aileler için lar ve bu ters yöndeki hava akımıyla karşılaşıncaya dek yük­ de bir onur kaynağı sayılırdı. En çok yaptığımız model, kutu selirdi. Sonra ani bir zıplamayla birlikte sürücü bir anda mi­ şeklinde, kanatlı ve kuyruklu, korkunç bir ejderha kafasıydı. dillisinin üzerinden havaya fırlar, belki üç metre kadar Karşı tarafın uçurtmalarını düşürmek için savaşırdık. yükseldikten sonra sallana sallana yavaşça toprağa düşerdi. Diğerlerinin uçurtmalarının ipini kesmek ve düşen uçurtma­ Ayaklarını üzengide unutmuş bazı talihsizler, neredeyse iki yı ele geçirmek için, kendi uçurtmalarımızın ipine kırılmış parçaya ayrılacakmış gibi olurlardı, fakat at üzerinde her za­ çömlek parçaları takar, sicimin bir kısmını da, içinde toz ha­ man başarısız olan ben, her seferinde midillinin üzerinden linde cam parçaları bulunan bir zamkla kaplardık. havalanmayı başarır ve bundan çok zevk alırdım. Sonraları, daha büyük bir riski göze alarak, tam yukarı yükselme anın­ Bazı geceler gizlice dışarı sıvışır, kafasının ve gövdesi­ da ipe aniden kuvvetle asıldığımda daha fazla yükselebilece­ nin içine yağ kandilleri yerleştirdiğimiz uçurtmalarımızı ha­ ğimi ve sonra da ipi dümen gibi kullanarak uçuş süremi bir­ vaya salardık. Gecenin karanlığında bu gözler kıpkırmızı pa­ kaç saniye daha uzatabileceğimi keşfettim. rıldar, gövde rengarenk ışıklar saçardı. Bu işi özellikle Lho- dzong Eyaleti'nden büyük sığır sürüleri beklendiği zamanlar Bir defasında ipe öyle bir asılmışım ki, rüzgârın da yar­ yapmayı severdik. Çocuksu saflığımızla, uzaklardan gelen dımıyla, üzerinde kışlık yakacağın istif edilmiş olduğu bir bu cahil yerlilerin bizim bu uçurtmalar gibi "modern" keşifle­ çiftçi evinin düz damına doğru sürüklendim. rimizden habersiz olduklarını düşünürdük. Tibetli çiftçiler, kenarları alçak bir duvarla çevrili düz Bir başka becerimiz de bu uçurtmaların içine değişik damlı evlerde otururlar. Bu damların üzerinde, yakacak ola- 20 21 durur, büyükanne bebeği alır ve aile bireyleri onun çevresin­ rak kullanılan tezekler saklanır. Bu ev, genellikle kullanılan de toplanırlar: Bebek soyulur, büyükanne eğilir, sadece kafa­ taş yerine, kerpiçten yapılmıştı, bacası bile yoktu: Damda sı ve ağzı dışarıda kalacak şekilde bu küçük bedeni suya dal­ aniden açılan delik, aşağıda ocakta yanan ateşin dumanının dırır. Acı bir soğukla karşılaşan bebek ilk başta kızarır, ar­ rahat bir çıkış yolu bulmasını sağladı. Benim bir ipin ucunda dından morarır ve itiraz eden çığlıkları kesilir. Sanki ölmüş yaptığım bu ani ziyaret, istif edilmiş tezekleri de altüst et­ gibidir, ancak büyükanne bu gibi işlerde deneyimlidir; küçük mişti. Damın üzerinde sürüklendikçe, bunların büyük bir beden sudan çıkarılıp kurulanır ve giydirilir. Eğer yaşarsa, o kısmını delikten içeri, aşağıda oturan talihsizlerin üzerine zaman tanrılar böyle buyurmuşlardır. Böyle buz gibi bir ül­ boşaltıyordum. kede yapılacak en iyi iştir bu aslında. Tıbbi müdahalenin ye­ Öyle tanınmış bir kimse değildim. Üstelik damda ani­ tersiz olduğu bir ülkede hastalıklı insanlar olarak yaşamak­ den açılan bir delik, aşağıda yanan ateşin çıkışı, öfkeli hay­ tansa, böyle birkaç zayıf bebeğin daha baştan ölmesi daha kırışlarla karşılandı; kızgın ev sahibi tarafından tozum şöy­ doğrudur. le bir silkelendikten sonra, uslandıncı bir ders almam için Erkek kardeşimin ölümünden sonra, eğitimim üzerinde doğru babama götürüldüm ve o gece sabaha kadar yüzüko­ daha da sıkı durulması gerekiyordu. Çünkü yedi yaşına bas­ yun yatmak zorunda kaldım. tığımda, astroloji bilginlerinin uygun görecekleri bir meslek Ertesi gün ahırlara gidip sığır pisliği toplamak gibi tat­ dalında eğitim görmeye başlayacaktım. Tibet'te herhangi bir sız bir işi yerine getirmek zorundaydım. Bunları çiftçinin konuda karar verileceği zaman astrolojiye başvurulur. Bir sı­ evine taşıyıp damı onaracaktım. Bu da daha altı yaşında ol­ ğırın satın alınıp alınmamasından, bir kimsenin mesleğinin mayan bir çocuk için oldukça zor bir işti. Fakat benden baş­ ne olacağına dek her şey astrolojiden sorulur. Yedinci yaş gü­ ka herkes, yaptığım bu işten memnun olacak bir yan bul­ nümden hemen önceki günlerdeydik; annemin vereceği ve muştu kendisine: Öteki oğlanlar halime bakıp epey eğlen- astrologların kehanetlerini duymak üzere, soylu ve yüksek mişlerdi, çiftçinin kış için iki misli yakacağı vardı artık; ba­ sınıfa mensup kimselerin davet edilecekleri o görkemli ziya­ bam ise ne kadar sert ve adaletli bir insan olduğunu açıkça fetin yapılacağı gün yaklaşmıştı. ortaya koymuştu. Ya ben? Ertesi geceyi de sabaha kadar yü­ Annem tombul bir kadındı, yuvarlak bir yüzü, siyah zükoyun yatarak geçirmek zorunda kaldım. saçları vardı. Tibetli kadınlar başlarına tahtadan yapılmış Tüm bunların çok katı davranış biçimleri olduğu sanıla- bir tür çerçeve takarlardı ve iyice süslemek için de saçlarını bilir, ancak Tibet'te zayıflara yer yoktur. Lhasa, denizden üç bir perde gibi bunların üzerinden aşağı sarkıtırlardı. Bu çer­ bin sekiz yüz metre yüksekliktedir ve ısı aşırı değişim göste­ çeveler çok ince şeylerdi, genellikle koyu kırmızı renge boya­ rir. Diğer bölgeler daha da yüksek, hava koşulları daha da nıp verniklenirler, üzerlerine az çok değerli taşlar serpiştiri­ serttir ve zayıf yapılı kimseler, çevrelerindeki diğer insanla­ lir, içlerine de yeşim taşı ve mercan yerleştirilirdi. Aslında rı da kolayca tehlikeye atabilirler. Zalimce bir amaçla değil, çok iyi yağlanmış bir saçla birlikte gerçekten harika bir süs yalnızca bu nedenle eğitim çok serttir. olurdu bu. Daha yüksek yerlerde, yeni doğmuş bebekleri, yaşama­ Tibetli kadınlar giysilerinde kırmızılı, yeşilli, sarılı ren­ yı sürdürebilecek kadar güçlü olup olmadıklarını anlamak garenk kumaşlar kullanırlardı. Giysinin üzerine, çoğu za­ için buz tutmuş ırmaklara daldırırlar. Beş bin metreden da­ man parlak renkli yatay çizgileri olan, düz renkli bir önlük ha yüksek bir bölgede, ırmağa doğru yaklaşan küçük grupla­ takılırdı. Bir de, büyüklüğü mensup olduğu sınıfa göre deği- ra sık sık rastlamışımdır. Grup, ırmağın kıyısına geldiğinde 23 22

Description:
Dağların etekleri lama manastırları kazıdı. Sonra toz haline getirilmiş bir ot kompresiyle baca . Yakında bulunan dağların etekleri, altın damlı lama manas- tırlarıyla yürüyor, kalkan toz, esen rüzgârla birlikte sanki bir üfleme-.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.