Uzay Düğümü C. J. CHERRYH BASKAN YAYINLARI Yazan: C. J. CHERRYH Çeviren: YÜCEL AYDEMİR «Brothers of Earth» Ali Rıza Baskan Güzel Sanatlar Matbaasında dizilmiş ve basılmıştır. Her hakkı mahfuzdur. Baskan Yayınları A.Ş. İstanbul — 1983 Birinci Bölüm UZAY gemisi Endiyamon kor haline gelerek bir anda sönüp kayboldu. Kurt Morgan gözlerini uzay filikasının ekranına dikip olayı izledi. Her şey bittikten sonra aletin yaklaştırıcısını harekete getirip, dikkatle kendisinden başka kurtulan olup olmadığını araştırdı. Endiyamon’da seksen kadın ve erkek yaşıyordu. Şimdi yetmiş dokuz kişi gemileri ile birlikte toz haline gelmişlerdi. Güneş yönünde iki dakikalık mesafede başka bir duman bulutu duruyordu. Bu da düşman gemisiydi. Orada da yüz hayat gemileriyle beraber son bulmuştu. Bir düzine dünyanın savaş gemileri birbirlerini yok etmişlerdi ve kendi dünyalarındaki yerleşim merkezlerinin hiçbir zaman bu çarpışmalardan haberleri olmayacaktı. Hanan’ların planeti Aeolus birçok ışık yılı mesafede şimdi yanmış bir küreden ibaretti. Kartian uzay gemisi Endiyamon, başkumandanlık merkezlerine haber vermeden kendi başına hareket ederek, Hanan’ların gemisini izlemiş ona saldırıp yok etmişti. Bu arada kendisi de aldığı isabetlerle yok olmuştu. Kurt Morgan bu çarpışmadan canlı kalan tek insandı, fakat uzay filikasının yıldızlar motoru bulunmuyordu. Ekranda ismini bilmediği bir güneş ve bunun tanınmayan altı planetini görüyordu, ikinci planet yaşam olanağı verecek gibi görünüyordu. Geçen yedi gün içinde daha net göründüğünde, bunun etrafında hareketli bulutlar bulunan mavi bir planet olduğunu anladı. Bulutlar arasından yer yer kahverengi kısımlar göze çarpıyordu. Planetin yörüngesinde büyük bir ay vardı. Filikanın içindeki aletlerinden yaşam ortamının dünyadakine çok uygun olduğunu tespit etti. Bu öylesine, bir planetti ki varlığı müttefiklerce daha önce tespit edilmiş olsaydı, yüzlerce gemileri yok etmek pahasına da olsa burayı ele geçirirlerdi. Şimdi tüm planet ekranı dolduruyordu. Kurt’un hisleri korku içinde değişiyordu. Ümitliydi çünkü hayatta kalabilmesi için bu bir şans olabilirdi, korkuyordu çünkü şimdi tam anlamıyla yalnız kalmıştı. Şimdiye kadar hiç olmazsa düşmanla karşılaşacağını düşünmüş, düşman da olsa onların yanında yalnızlıktan kurtulacağını ümit etmişti, fakat Endiyamon yok olmadan fezanın tanınmayan bir bölgesine transisyon olmuştu. Hananlar’da olmasaydı güneş merkezinden burada bir tek canlı bulunmayacaktı. Bunun manası tamamen yalnız olmaktı. * * * Üçgen prizma şeklindeki filika sert bir şekilde yerle temas etti. Kor haline gelecek kadar ısınmıştı. Metal plakalar bağlantı yerlerinden kopup fırladılar. Ani basınç artışı Kurt’un üzerine tonlarca ağırlık getiriyormuşçasına bir etki yaptı. Gözlerinde gri, kırmızı ve siyah halkalar dans ediyordu. Feza boşluğuna düşmesini engelleyici emniyet kemerlerine bağlı olarak yan tarafa doğru asılı kaldı. Bunlardan kendini kurtarmak için epey bir mücadele vermesi gerekiyordu. Kuvvetinin sonuna varmıştı. Nihayet kendini emniyet kemerlerinden kurtardı ve dışarıdaki havanın nefes almaya uygun olup olmadığını tespit etmeye lüzum dahi görmeden filikanın çıkış kapısını açtı. Başka da bir çaresi yoktu. Nefes alabiliyor ve yaşıyordu. Filikayı terk ettikten sonra bir müddet etrafına bakındı, gözleri ile ufku taradı. Başka planetlere yapmış olduğu ziyaretlerde hiçbir zaman buna benzeyeni görmemişti. Bir ufuktan diğerine kadar sonsuz ormanlarla kaplıydı, dokunulmamış bir tabiat... Her tarafta hayat kaynıyordu... Güneşe doğru gülmeye başladı. Gözlerinden akan yaşlar esen tatlı rüzgârda kuruyordu. Taze hava, elbiselerine sinmiş olan boğucu sıcaktan onu kurtardı. * * * Kurt ormandan çıktığında arazinin meyilli olarak indiğini fark etti. Kayalık bir yamaçta birleşen dar bir kumsal şeridinden sonra sonsuz bir okyanus uzanıyordu. Parçalanmış kayalar arasından sahile inen yolu bulana kadar güneş iyice alçalmıştı. Oraya geldiğinde eşyalarını kumların üzerine bıraktı ve hayretle denize baktı. Hayatında böylesine bir mavi görmemişti. Ufka yakın bir yerde adalar topluluğu vardı. Beyaz kumsal, deniz artıklan ile kaplanmıştı. Dalgaların sahile getirdiği ağaç parçacıkları, yosun artıkları ve pastel renkli san midye kabukları her tarafa yayılmıştı. Bir çocuk gibi sevinç içinde denize koştu, çizmeleri ile girdiği suya ellerini daldırıp aldığı bir avuç tuzlu suyu ağzına götürmesiyle püskürmesi bir oldu. Deniz suyunun tadını bilmesi gerekirdi, fakat hiç bir zaman bunu tecrübe etmemiş, deniz havasını koklamamış, okyanus görmemişti. Eline bir odun parçası alıp denize doğru uzaklara fırlattı ve dalgaların onu geri getirmesini seyretti, içinde anlayamadığı bir huzur vardı. Hiç bir insan ayağının basmadığı bir planet! Uzayda göçebe olarak dolaşan atalarının buna benzeyen, böyle bir planetten geldikleri efsanesi gerçekti. Bir süre çıplak ayakları ile zehirli bir şeye basacağı korkusu içinde dikkatli adımlarla sığ denizde dolaştı. Eline aldığı bir sopa ile taşların altını karıştırıp, orada gizlenmiş küçük deniz yaratıklarını araştırdı. Fakat karanlığın hızla bastırması onu güç durumda bıraktı ve uzaydaki yıldızlar gibi kendini yapayalnız hissetti. Kuşları görmüştü, fakat sevemeyeceği kadar yüksekten uçuyorlardı. Kumlukta istiridye kabukları buldu. Kıyıda sığ sularda küçük balıklar ve diğer küçük yaratıklar onun varlığından ürküp kaçışmışlardı. Yüksek otlar arasında yürürken birkaç defa küçük kara hayvanlarını da ürkütmüştü elinde olmadan. Gecenin sessizliği içinde, birden bire duyduğu küçük çığlık kadar hiçbir şey onu ürkütmemişti. Birçok dünyadan tanıdığı tehlikelerin üzerinde bıraktığı, şuuraltında kalmış bulunan korkuların etkisi ile fanteziler kuruyor, en küçük bir gürültüden ürküyordu. Dalgalar düzenli bir ritmle kıyıya vuruyor ve yiyecek arayan yengeçler yaktığı ateş çemberine kadar yaklaşıyorlardı. * * * Ayağa kalkıp bir kucak odunu ateşe attıktan sonra, mümkün olduğu kadar ateşe yakın bir yerde battaniyesine sarınıp uzandı ve kısa bir süre sonra yorgunluktan uyuya kaldı. Çakıl taşlarının birbirine sürtünmesinden meydana gelen ses ve kumların hışırtısı ile uyanarak başını kaldırdı, sönmek üzere olan ateşin son parıltıları gözlerini kamaştırdı. Arkasında, suyun üzerinde dalgalarla sağa sola sallanan bir ejderha başı vardı. Derhal ayağa fırlayıp silâhına davrandığı anda bir kaç adam tarafından yere yıkıldı. Ona hücum edenler büyüklükleri ve şekilleri itibarı ile insana benzeyen son derece kuvvetli, canlı yaratıklardı. Ağzına dolan kumları tükürdü, onlardan kurtulmak için çırpınıp sağa sola yumruklar sallayıp kurtulmağa çalışırken başına indirilen kuvvetli bir darbeyle kendini kaybetti. Yarı baygın durumda, kalın bir halatla bağlandığını ve suyun içinde çekilerek götürüldüğünü hissetti. Yuttuğu tuzlu suyla boğulacak gibi olup tamamen kendini kaybetti. Kendine geldiğinde, sert tahtalar üzerinde sırılsıklam durumda yatmakta olduğunu fark etti. Birden yerinden fırlamak istedi ama derhal yatırıldı. Ayaklarından zincirle kalın bir ağaç direğe bağlanmıştı. Başını çevirip baktığında, karma karışık halatlar gördü, biraz ilerde parlak ay ışığında keskin hatlarıyla bir ejderha başı duruyordu. Yelkenli bir gemide bulunduğunu anlamıştı. Küreklerin ritmik olarak suya batarken çıkardığı sesler arasında, kuvvetli erkek sesleri duydu. Geminin yalpalaması dört köşeli yelkenlerinin açılmasıyla yavaşlarken, büyük yelkenler de rüzgârla doldu. Rüzgârın gemiye yol vermesiyle güverte üzerindeki durgunluk onda rahatlatıcı bir etki yapmıştı. Karanlıkta yediği bir darbeyle ona ayağa kalkması işaret edildi. Kurt Morgan, ayaklarından zincirlerle yelken direğine bağlı olduğundan, güçlükle doğruldu. Etrafında birçok adam duruyordu. Yıldızların saçtığı hafif ışık altında kendisini merakla seyredenlerin yüzlerine baktı. Yüz hatları birbirine benzeyen bu kimselerin geniş şakak kemikleri basık ve güzel şekilli burunları, koyu renkli iri gözleri, geniş alınları vardı. Vücut yapıları dünyalılar gibi uzun boylu, ince yapılı ve adaleli idi. Kurt’a dokunmadan sadece onu seyrediyorlardı. Sonra içlerinden biri otoriter sesiyle bir şeyler söyleyince onu yalnız bıraktılar. Tahtalar üzerine tekrar oturduğunda korkudan ve sinirlerinin bozukluğundan her tarafı titriyordu. Adamlardan biri geri dönüp, Kurt’un üzerine kalın bir örtü attı. Kaba bir kumaştan yapılmış olan bu örtüye sıkıca sarınıp ısındı, ancak gözüne bir türlü uyku girmedi. Yeni günün ilk ışıkları etrafı renklendirmeye başlamasına kadar hiç kimse onunla ilgilenmedi. Daha sonra adamlardan biri büyük bir kapla bir tası yanı başına tahtalar üzerine koydu. Kurt minnettarlık içinde sıcak çorbayı yemeye, şekerli kaynar çayı yudumlamaya başladı. Etrafın iyice aydınlanması ile gemideki adamların hiç de sevimsiz olmadıklarını fark etti. Derileri kahverengiden altın sarısına çalan bir renkte, saçları ise lacivert siyahtı. Daracık gemi içinde birbirlerine karşı son derece saygılı bir şekilde davranıyor, bu sebeple özgür bir rahatlık içinde bulunuyorlardı. Sık sık güldüklerini görüyor, konuşmalarında dostluk ve samimiyet sezinliyordu. Kurt onlardan bazılarını ayırt etmeye başlamıştı. Ona yemek getiren, iri yapılı yaşlı bir adamdı. Bu adam çekik gözlü genç subaydan aldığı emirleri tayfalara duyuruyordu. Ayrıca herkesten emir alan oraya buraya koşan bir genç vardı. Bunlar temiz, gururlu bir ırkın mensuplarıydı ve gemilerini çok iyi durumda bulunduruyorlardı. Kurt onların insan olup olmadıklarım bilmiyordu, fakat kendi emrinde bulunan homosapien ırkından gelme guruplardan çok daha iyi bir topluluk oldukları anlaşılıyordu. Karnı doymuş, sabah güneşinin ışıklarıyla ısınmış olarak içinde bulunduğu duruma razı olmuştu. Genç subay yanına gelerek onu yelken direğine bağlayan zincirleri çözdü. Kurt herhangi bir düşmanlık belirtisi göstermemeye dikkat ederek yavaş yavaş doğruldu. Genç subay başıyla tavanı basık, küçük kaptan kamarasını işaret etti. Kurt dar bir basamaktan inerken genç subay kapıyı açtı. Alçak bir yazı masasının arkasında başka bir genç subay oturuyordu. Oturduğu tabure o kadar alçaktı ki ayaklarını çapraz tutmak mecburiyetinde kalmıştı. Kurt’un refakatçisine bir şeyler söyledi, o da bunun üzerine kamaranın kapısını arkasından kapayarak dışarı çıktı. Masa başında oturan adam Kurt’a oturması için işaret, etti. Ortada herhangi bir sandalye veya tabure bulunmadığından Kurt, üzerinde durduğu elle dokunmuş kırmızı halı üzerine oturdu. — Ben bu geminin kumandanıyım, diye Hanan lisanı, yani Kurt’un düşmanlarının lisanı ile söze başlayan adam isminin Kta t’Elas u Nym olduğunu söyledi. — Seni gemiye getiren ikinci kaptanım Bel t’Osanef’ti, dedi. O değişik bir lehçe ile konuşuyor, konuşması çok zor anlaşılıyordu. Hangi lehçe ile konuştuğunu bilmemesine rağmen Endiyamon gemisi Kominikasyon subayı olması
Description: