John Dos Passos U.S.A. III Büyük Para l'.S.A. III. Hia Moni'v" ADAM YAYINLARI © Anadolu Yayıncılık A.Ş. Birinci Basım: Ekim 1991 Kapak Düzeni: Erkal Yavi 91.34.Y.0016.410 ISBN 975-418-114-4 YAZIŞMA ADRESİ: ACAM YAHNLARI, BÜYÜKDERE CADDESİ, ÜQDL MEVKft NO: 57 MASLAK-Î51ANBUL TEL: 1% 23 30(öhar) TELG. ACAMYAY TELEKS: 26534 roda n John Dos Passos U.S.A. III Büyük Para Roman İngilizce’den Çeviren: Oya Dalgıç < i CHARLEY ANDERSON Charley Anderson, kafasının içinde pırıl pırıl, göz kamaştıran kızıl bir vızıltıyla yatağında uzanıyordu. Oh, Titine, Allah belâsını versin şu dön geceki ezginin. Dümdüz uzanıyor, gözleri yanıyor du; ağzının içinde dili ağırdı, sıcaktı, ekşiydi. Battaniyenin altından ayaklarını çıkardı, yatağın kıyısından sarkıttı, parmakla rının üzerinde pembe yumrular bulunan, büyük, beyaz ayaklardı; bırakıverdi onlan kırmızı halının üzerine, her yanı titreyerek lumbaz deliğine sürüklendi. Kafasını dışarı uzattı. Limana girmiş olmalarına karşın sisten, geminin boyaları yüzülmüş gövdesini yalayan yeşil, gri dalgalardan başka bir şey görünmüyordu. Demirlemişlerdi. Sisin içinde gizlenmiş bir martı başının üzerinde çığlık attı. Titreyerek başını içeri çekti. Musluğa gidip yüzüne, boynuna soğuk su çarptı. Soğuk süyun değdiği yerlerde teni pembeleşiyordu. Üşümeye, midesi bulanmaya başladı, yatağına dönüp hâlâ sıcaklığını koruyan çarşaflan çenesine dek çekti. Yurdu. Allah kahretsin şu dün akşamki ezgiyi. Ayağa fırladı. Şimdi, başıyla midesi uyum içinde zonkhıyor- du. Yatağın altından tası çekip üzerine eğildi. Öğürdü; azıcık yeşil safra çıkardı. Hayır, kusmak istemiyorum. Çamaşırlannı, fitilli üniformasının pantolonunu giydi, tıraş olmak üzere yüzünü sabunladı. Tıraş olmak içini hüzünle doldurdu. Bana gerekli olan şey... Kamarotu çağırmak için zili çaldı. “Bonjur, mösyö.” “Şey Billy, bana bir konyak getirsene.” Özenle gömleğini ilikledi, ceketini giydi; aynaya bakınca gözlerinin kızarmış olduğunu, güneş yanığının altında yüzünün yeşilliğini gördü. Ansızın yine midesi bulanmaya başladı; ekşi bir öğürtü, midesinden boğazına yükseliyordu. Allah kahretsin, şu Fransız tekneleri leş gibi kokuyor. Kapı vuruldu, kamarotun kurbağa gülümsemesi, “Voilâ mösyö,” bardaktan dökülmüş, amber rengi sıvının yayıldığı beyaz tabak. “Ne zaman yanaşaca ğız?” Kamarot omuzlarını silkti, “La brume,” diye söylendi. Güverteye açılan muşamba kokulu koridorda yürürken hâlâ gözlerinin önünde yeşil noktacıklar oynaşıyordu. Güvertede, nemli sis, vıcık vıcık yapıştı yüzüne. Ellerini ceplerine sokup sise eğildi. Kimseler yoktu güvertede; birkaç sandık, katlanıp yığılmış güverte koltuklan. Rüzgânn estiği yönde her şey ıslaktı. Sigara salonunun pirinç çerçeveli camlanndan su damlacıktan süzülüyor du. Ne yana baksa sisten başka hiçbir şey yoktu. Bir kez daha göz attığında Joe Askew’u gördü. Joe, capcanlı, taptazeydi, ince burnunun altındaki küçük bıyığı düzgün aynlmış- tı ortadan. Gözleri pınl pınldı. “Ne rezalet bir şey değil mi Charley? Yani şu sis.” “Berbat.” “Başın mı ağnyor?” “Sense gıcır gıcırsın Joe.” “Elbette, niçin olmayacakmışım ki? içim içime sığmıyor, sabah altıya dek gözüme uyku girmedi. Allah kahretsin şu sisi, bütün günü burada geçirebiliriz.” “Bu sis pek de kalkacağa benzemiyor.” Güvertede birkaç tur attılar. “Farkında mısın, gemi nasıl da leş gibi kokuyor, Joe?” “Demirlediği için, hem sanırım, sis de koku alma duyunu uyarıyor. Bir kahvaltıya ne defsin?” Charley, bir an sesini çıkarmadı, sonra derin bir soluk alarak, “Pekâlâ, bir deneyelim bakalım,” dedi. Yemek salonu, soğan, pirinç cilası kokuyordu. Johnson’lar masaya yerleşmişlerdi bile. Bayan Johnson, solgun, durgun görünüyordu. Daha önce Charley’in görmediği küçük gri bir şapka giymişti, karaya inmeye hazırdı. Paul, “Merhaba,” derken Charley’e yüzünü buruşturarak gülümsedi. Portakal suyu bardağı nı kaldırırken Paul’ün ellerinin titrediğini ayırt etti Charley. Dudakları beyazdı. “Ollie Taylor’u gören var mı?” diye sordu Charley. “Bahse girerim, Binbaşı kendini çok kötü hissediyordur,” diye kıkırdadı Paul. “Ya sen nasılsın Charley?” diye tatlı, uyumlu bir sesle sordu Sayan Johnson. “Şey, ben mi... keyfim yerinde.” “Yalancı,” dedi Joe Askew. “Ah, düşünemiyorum bile,” diyordu Bayan Johnson, “gece nin o saatine dek nasıl oturduğunuzu.” “Azıcık şarkı söyledik,” dedi Joe Askew. “Benim tanıdığım biri,” dedi Bayan Johnson, “giysileriyle yatağa girdi.” Gözleri Charley’inkilere dikildi. Paul, konuyu değiştiriyordu: “Yaa işte, yine Tanrı’nın ülkesine döndük.” “Ah, düşünemiyorum bile,” diye bağırdı Bayan Johnson, “Amerika’nın nasıl bir yer olacağını.” Charley, kahvaltısını atıştırıyor, tadı sintine suyu gibi olan kahvesini içiyordu. “Benim dört gözle beklediğim şey,” diyordu Joe Askew, “gerçek bir Amerikan kahvaltısı.” “Greyfrut,” dedi Bayan Johnson. “Mısır gevreğiyle, krema,” dedi Joe. “Sıcak mısır ekmeği,” dedi Bayan Johnson. “Taze yumurtayla, gerçek Virginia sucuğu,” dedi Joe. “Buğday unundan yapılmış kekle, köy sosisi,” dedi Bayan Johnson. “Etli, sebzeli börek,” dedi Joe. “Gerçek kremayla, iyi bir kahve,” dedi Bayan Johnson gülerek. Masadan ayrılırken midesi bulanmış gibi bir gülümsemeyle, “Sen kazandın,” dedi Paul. Charley kahvesinden son bir yudum daha aldı. Sonra göçmen bürosu yetkililerinin gelip gelmediğine bakmak için güverteye çıkacağını söyledi. “Bu Charley’e de ne oluyor?” Güverteye açılan koridorda koşarken Joe’yla Bayan Johnson’un güldüklerini duyuyordu. Güverteye çıkınca kusmamaya karar verdi. Sis azıcık açılmış tı. Niyagara’mn arkasında demirlemiş öteki gemilerin gölgelerini, onların da ötesinde kara olması gereken yuvarlak bir gölgeyi görüyordu. Başının özerinde martılar dönüyor, çığlıklar atıyordu. Denizin ötelerinde bir yerlerde, bir canavar düdüğü düzgün aralıklarla ötüyordu. Charley başa doğru yürüdü, nemli sisin içine eğildi. Joe Askew, puro içerek arkasından gelip kolunu tuttu: “Yürürsen daha iyi Charley,” dedi. “Ne rezalet iş değil mi? Son karışıklıklar sırasında şu bizim emektar küçük New York torpil lenmiş sanki... Tek bir şey bile göremiyorum, ya sen?” “Az önce karayı gördüm gibi geldi, ama şimdi yok artık.” “Atlantic Highlands olmalı; Hook açıklarına demirledik... Allah kahretsin, karaya çıkmak istiyorum.” “Kann sesi karşılamaya gelecek, değil mi Joe?” “Gelmesi gerekiyor... New York’ta tanıdığın var mı Charley?” Charley başını salladı. “Eve ulaşmak için daha dünya kadar yol gideceğim... Oraya vardığımda da ne yapacağımı bilemi yorum.” “Allah kahretsin, bütün günü burada geçirebiliriz,” dedi Joe Askew. “Joe,” dedi Charley, “ne dersin bir içki içelim mi... son bir içki.” “Kahrolasıca ban kapadılar.” Eşyalannı bir gece öncesinden toplamışlardı. Yapacak hiçbir şey yoktu. Bütün sabahı sigara salonunda kâğıt oynayarak geçirdiler. Hiçbiri kafasını oyuna veremiyordu. Paul, boyuna kâğıtlarını düşürüyordu. Son elin kimde olduğunu, hiçbiri bilmi yordu. Charley gözlerini, Bayan Johnson’unkilerden, giysisinin gri kürklü yakasına gömülen boynunun kıvnmmdan ayırmaya çalışıyordu. “Düşünemiyorum bile,” diyordu yine, “siz erkekler ne bulursunuz o saate dek konuşacak... Ben yatağa giderken yeryüzündeki gelmiş geçmiş her şeyi konuştuğumuzu sanı yordum.” “Ah, konuşacak yığınla şey bulduk biz, ama daha çok söylediklerimiz şarkı biçimine büründü,” dedi Joe Askew. “Biliyorum, ne zaman yatmaya gitsem bir şeyler kaçınnm.” ıo
Description: