Dr. Hikmet Kıvılcımlı Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı Yaynlar Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı Dr. Hikmet Kıvılcımlı Dijital Yayınlar Yaynlar İndir - Oku - Okut - Çoğalt - Dağıt Bu kitap ilk defa: 1935 yılında Marksizm Bibliyoteği Yayınlarında yayınlanmıştır. Bu kitap KöXüz sitesinin dijital yayınıdır. Kar amacı olmadan, okumak ve okutmak için, indirmek, dijital olarak basmak ve dağıtmak serbesttir. Alıntılarda kaynak gösterilmesi dilenir. Yayınları Yaynlar İÇİNDEKİLER (Birinci kitap: Sosyal varlık) BİRİNCİ BÖLÜM Türkiye Proletaryasının Sayısı 9 İKİNCİ BÖLÜM İş-Gücünün Topografyası 37 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Kadın ve Çocuk İşçiler. 49 ÖN SONSÖZ 59 BİBLİYOGRAFYA 64 BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE PROLETARYASININ SAYISI TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ SAYISINI ÖĞRENMEMİZE NELER ENGEL OLUR? Türkiye'de sayıca ne kadar işçi var? Bunu ararken gerçek ra- kamı bulmamızı güçleştiren bazı engeller veya olaylar önümü- ze çıkar. Bu olayları normal veya anormal, iyi veya kötü diye adlandırmanın bir yararı yok: "Olanlar olanlardır." Yalnız bu olanları başlıca iki karakterde derleyip toplayabiliriz. 1- İlerleti- ci veya olumlu olaylar; 2- Geriletici veya olumsuz engeller... İlerletici olumlu olayların başında gelen işçi sınıfının dina- mizmidir. Bu dinamizmin ilimce adı proleterleşme (emekçileş- me)dir: Bütün öteki sosyal sınıf, tabaka ve zümreler aşınıp ek- silirken, çoğalan hep proletaryadır; onun için işçi sınıfının sayısını bir tek rakam üzerinde durdurmak güç oluyor. Çünkü biz o rakamı daha söylerken, işçi sınıfının gerçek sayısı o ra- kamı çoktan geçmiş bulunuyor. Türkiye'de (yuvarlak bir ölçü kullanmış olmak için, diyelim:) 10 kişiden fazla işçi çalıştıran sanayi işletmeleri, 1913 yılında 269, 1923 yılında 342, 1927 yılında 1509'dur... Fabrikaların artışına uygun olarak, proleter- leşmenin ve işçi sayısının da arttığını söylemeye gerek var mı? 1915 istatistiklerince, Teşvik-i Sanayi'den yararlanan top- lam sanayi işçisi 16309 kişi idi; 1932'de ise, Teşvik-i Sanayi'li yalnız dokuma sanayiinde 16914 kişi çalışıyordu. 1927 Sana- yi Yazımına göre, Türkiye'de 48,000 dokuma işçisi vardı. Eko- nomi bakanı B.Celâl'e göre, dokuma işçisi 1931'de 68 bini ve 1933'de 127000'i bulur. Aynı olay daha kısa zamanlar ve da- ha geniş sahalar içinde de gene öyle şaşırtıcıdır: Teşvik-i Sa- nayili işletmelerde, 1932 yılı 52 bin, 1933 yılı 62 bin küsur ki- şi sayılıyor: 1 yılda 10 bin kişi çoğalış! Şimdi yıl 1935. Türkiye'nin sanayileşme temposu henüz gi- diş halindedir. Toplam Türkiye sanayi işçilerinin sayısı nedir? Böyle sorular karşısında kesin cevap olamaz. Demek işçiler hakkında bir rakam verirken, bu rakamın ne zaman, hangi şartlar içinde elde edildiğini, elde edilenin göreceli olduğunu unutmamak gerektir. İkinci, geriletici, olumsuz engel: Genellikle sınıf sezgile- ri, sınıf psikolojisi ve özellikle de ekonomik sınıf, zümre çıkar- larıdır. Gerek psiko-ideolojik, gerekse çıkarcı engellerin örnek- leri sonsuzdur. Fakat biz sübjektif görünmemek için, sırf biz- den başkalarının yazılı dediklerinden "sınırlı" nicelikte bile ol- sa, nitelikçe pek açık, birkaç örnekle yetinebiliriz. Genellikle psiko-ideolojik engellere örnek: "Âli İktisat Meclisi", Türkiye'de sanayinin gelişimi hakkında İstanbul Tica- ret Odasının fikrini sormuş. Oda verdiği cevapta, Türkiye'de 100 bin sanayi işçisi bulunduğunu bildiriyor. (25.12.1932, Cumhuriyet Gazetesi) Halbuki 1932 Türkiye'sinde, değil tüm sanayideki, yalnız dokuma sanayiindeki işçi sayısı 100 binleri bulmuyor muydu? Nitekim, 1932'de değil, ondan beş yıl önce, yani 1927 sanayi istatistiklerinde, 256 bin "çalışan" gösteril- memiş miydi? Acaba Oda'nın veya gazetenin dili mi kaymıştı? Freud'un "acte mangue"leri bile determine edişinden sonra, "dil kayması"na kim inanabilir?... Gene bir dergi, İstanbul Ti- caret Odası'na 14 yaşından küçük sanayi işçilerinin sayısını so- ruyor. Aldığı netice şudur; "Bize, çalışan 14.484 çocuk olduğunu söylediler. Fakat ver- dikleri ikinci istatistik bu ilk sayıyı tekzip etti." "Bu toplama gö- re (dergi burada istatistiğin asıl rakamlarını veriyor) çalışan- ların (yani 14 yaşından küçük işçilerin) sayısı 22.676'dır." (Re- simli Ay, s.28, Mayıs 1930) İşte size bir rakam ki, onu resmi bir Oda, iki defa veriyor. Fakat Oda, büyük tüccar, banker ve fabrikatörlerin odası oldu- ğu için, bir oturuşta asıl rakamın yarısını (yüzde 44'ünü) sak- lamaya kalkışıyor. Özellikle kişi, grup ve sınıf çıkarı engelleri: Evvelkini gölgede bırakır. Devlet istatistiklerinin ön sözleri, bu çeşit en- gelleri anlatmakla bitiremezler. Türkiye'de yapılmış sanayi is- tatistiklerinin -en geniş değilse bile, herhalde- en anlamlısı olan ilk ciddi 1915 "Sanayi İstatistiği"ne, müfettiş Düran ile Fuat'ın yazdıkları "açıklama" şöyle şikâyetlerle doludur: "İşletme sahipleri, sınai sırlarının açığa çıkmasından kork- makta ve yeni bir takım vergilere hedef olacaklarından şüp- he etmektedir." "Üretim ve imalât miktarı gerçek yüzüyle ve gerektiği kadar belirlenip yazılamıyor." 1927 Türkiye'si, sanayiciler için politika ve ekonomi bakımından, arş-ı âlâya çıkmış bir plenipotentiarie'lik (temsil- cilik, mümessillik) çağı ve ülkesi idi. Ona rağmen, güdücü sınıflara özgü olan çıkar anlayışı ve o anlayışın realiteye karşı ayak direyiş kertesi gene azalmamıştı. 1927 Sanayi yazımı so- nuçları gene K.Jakar'ın şu "teessüflerine yankı veriyordu: "Maalesef, üretilen ve yarı mamul hale getirilen ürünlere ve ticaret şirketi halindeki işletmelerle, bunların sermayelerine ait cevaplar, istatistiklere alınmayacak kadar eksik ve güvenil- mez görüldü." (s.2) Bu sözlerden ne anlaşılır? Şu: Sanayi işletmeleri kişi mül- kiyetinin anarşik impermâable'i (duyarsızlık) içinde kaldıkça, sanayi hareketinin gerçek varlığı olduğu gibi görülemez. Bü- tün rakamlar ancak "ihsai neşriyata esas ve mevzu teşkil" edecek "derecede nakıs ve az emin" görülebilirlerse yayınlanırlar... "edemeyecek derecede nakıs" olanlar hiç yayınlanmazlar daha iyi... Bu genel karakteri elle tutulur kılan günlük olayların binde biri: "En aşağı 9 amelesi olan ve beş beygir kuvvetinde motoru bulanan fabrikalar muamele vergisinden müstesnadırlar. İs- tanbul'daki fabrikaların mühim bir kısmı, gerek motorun kuv- veti, gerek amele adedi itibarile bu miktardan üstündür. An- cak son günlerde işi azalan ve büyük fabrikalarla rekabet ede- meyen birçok imalâthaneler, belediyeye müracaat ederek mo- torlarını değiştirerek beş beygir kuvvetine indirdiklerini bildir- mişlerdir. Belediye bu müracaatları yerinde tetkik ederek, ha- kikaten beş beygir kuvvetinde motorla eski motorun değiştiği- ni görürse, bunların ruhsatnamelerini tashih etmektedir. Mo- torlarını küçülten ve işçinin sayısını indirerek muamele vergi- sinden istisna edilmek hakkını kazananlar şimdiye kadar elliye yakın imalâthanedir." (Akşam, 14.4.1935) İstanbul gibi (1927'de) 2500 sanayi işletmesi ve 30 bin kü- sur sanayi işçisi yazılan bir şehirde, "bu müracaatları yerinde tetkik" işi karşısında, artık sanayi işçilerinin gerçek sayısını öğ- renmeye imkân kalır mı? Patron, dün kazanç vergisini atlat- mak için, bugün işçinin yaşını gizlemek için, yarın Muamele vergisinden yakayı sıyırmak için, çalıştırdığı işçi sayısını saklar oğlu saklar. Ve biz, bu saklambaç oyunu arkasından, gerçek rakamların ancak gölgelerini görebilirsek ne mutlu... Buraya kadar işaret ede geldiğimiz gerek ilerletici olay, ge- rek geriletici engel, bize bir tek ve aynı şeyi anlatıyor. İşçi sınıfının gerçek sayısı hakkında yapılacak her bildiriş, genellik- le yanılacaktır. Fakat, özellikle yanılınacak nokta, işçi sınıfının niceliğini, sayısını olduğundan çok göstermekte değil, az ve eksik göstermektedir. Demek ki, "bizim toplayıp verebileceği- miz rakamlar objektif araştırma ürünü olacak" derken, bu ra- kamların daima az çok realiteden eksik gözükeceklerini ve bazı tahminlere ister istemez yer bırakacaklarını sezmek gere- kir. Ve tekrarlayalım: Aşağıda geçecek sayılar ve olaylar, sa- dece belli bir tarihteki Türkiye işçi sınıfının sayısı ve durumu hakkında, bizim "yuvarlak hesap"la bir fikir edinmemize yara- yacaktırlar. SIRF SANAYİ İŞÇİLERİ 1927 genel nüfus sayımı Türkiye'de 299 bin 369 kişilik bir "sanayi nüfusu" bulunduğunu yazar. Bu rakamın içine patron- lar, memurlar, usta ve işçiler girer. Gene 1927 yılının sanayi istatistiklerine göre ise, Türkiye sanayinde "meşgul eşhas" 256 bin 855'dir. İki rakam arasında 24 bin, 514 kişilik bir fark adeta göze batıyor. 5, 10 bin değil, 40, 50 binlerde/*' Fakat bu oran tüm sanayi için asla doğru olamaz. Çünkü, 1927'de 65 bin sanayi işletmesinin hemen yarısında bir iki ki- şi çalışır: Her işçinin başına bir memur dikilemezdi ya! Aynı yıl sanayide "dört ve daha az" çalışanı bulunan işletmelerde, 147,319 işçiye karşı 2809 memur buluyoruz. Şüphesiz, me- murların olup olacağı bu sayıdır. Ya patronlar? Gene 1927 yılının "dört ve daha az kişili" iş- letmelerinde 10941 patron gözüküyor. Dört'ten az kişili sana- yi işletmelerini ikiye ayıralım: 1- Bir kişilik ve ailesiyle birlikte bir kişilik işletmeler: 23316+4914 = 28230 dur; 2- İki ile üç ki- şilik işletmeler: 23332. 4'ten az kişili işletmeler toplamı 51562 eder. Gerçi bu esnaf işletmelerinde çalışan ustaları, öteki pat- ronlarla karşılaştırmak gülünç olur. Bunlar büyük sanayicilerin ekonomik ve politik "harçgüzarı"dırlar. Ama, bel bağladıkları ve kölesi oldukları birer küçük mülkleri vardır. İş aletlerinden (,)Zaten 1927 sanayi istatistiğini yapanlar da yayınlanan neticelerin önsö- zünde K.Jakar'ın ağzıyla bu farkı itiraf eder, derler ki: "Bültenler 1927 kânu- nuevvelinde (Aralık ayı)... bir çok sanayin senenin bu zemanında nisbeten az faal olması hesebile en münafık olmayan bu tahrir" (Anılan kitap, s.2) eksik- tir. "Meşgul eşhas" deyimi içinde, işçiden başka idare ve fen memurları da var. Bunların oranı ne ola? 1933 ocak ayında Başbakanlık İstatistik Genel Mü- dürlüğü Teşvik-i Sanayiden faydalanan işletmelere anket açıyor. Gelen cevap- lara göre 932'de 1473 işletme, 52 bin 173 usta ve işçi ile 1017 teknokrat ve 2132 bürokrat kullanıyor. "Meşgul eşhas": 55 bin 322, yani, her 54 işçiye 1 teknokrat ve her 25 işçiye bir bürokrat düşüyor; yüzde beş sanayi hizmetlisi. serbest (yani mahrum) değildirler. Onun için işçi sayılmazlar. Bu hesapça 10 bin patron, 51 bin esnaf ustası ortaya çıkar. Sanayi nüfusu 299 bindir. Bundan 61 bin işçi olmayan kişi çıkarılırsa, geriye: 238 bin sanayi işçisi kalır demektir. Bunu tam nüfusla karşılaştıralım: 1927 Nüfus sayımı, 13.666.274 kişi sayar. Halbuki ondan bir iki yıl sonraki (1928-1929) dev- let yıllığı, Türkiye'de "kayıtlı" nüfusu 10,9 milyon gösterir. Sa- nayi işçileri 238 bin olunca: 1927 sayımına göre Türkiye'de 57 kişide bir kişi, 1928-29 yıllığına göre 45 kişide bir kişi sanayi iş- çisidir. Demek: 1/57 + 1/45 = 1/25-2 = 1/50 oranı Türkiye'de sırf sanayi işçisinin tüm nüfusa oranıdır. 50 kişide 1 sanayi işçisi, elbette ileri Avrupa sanayi ülkeleri- ne bakarak, pek az bir orandır. Fakat aynı Avrupa'nın güney ve doğusuna doğru gelelim: İşin gittikçe değiştiğini görürüz. Me- sela 1917'de geri bir tarım ülkesi olan Çarlık Rusya'sında 180 milyon nüfusa karşı, 2 milyon 9 yüzbin sanayi işçisi vardı. Sa- nayi işçisinin nüfusa oranı; 1/62. Eğer 180 milyon nüfusu sa- vaş sonunda 142 milyona inmişi sayarsak, aynı oran 1/52'dir. Yalnız hiç unutmayalım: Türkiye sanayi işçisinin 1/50 oranı 1927 içindir. 1927'den beri "Teşvik-i Sanayi"li, yaman gümrük himayeli, kontenjanlı, kleringli tam 8 yıl geçmiştir. Türk bur- juvazisi ne kadar mirasyedi ve derebeyi artığı prejüjeli olursa olsun, bu şartlar altında, Türkiye'nin gittikçe daha fazla sana- yileşmesine imkan yoktu. Şu halde o zamandan beri sanayi iş- çisinin Türkiye nüfusundaki oranı muhakkak ki eksilmemiş, belki artmıştır. Sermaye birikiminin ardından sürükleyip getir- diği hızlı proleterleşme akını, hele son krizin tarıma vurduğu ağır sille ile, şüphesiz şehir sanayi proletaryasını tahminlerin üstünde çoğaltmıştır. Türkiye'de sanayi proletaryasının her gün çoğalmakta oldu- ğunu bize ispatlayacak birçok olaydan iki taneciği: 1- İstanbul Belediye istatistiklerine göre şehrin nüfusu 1927'de 690 bin iken, 1931'de 580 bine inmiş. Halbuki, 1927 sanayi yazımı is- tatistiklerince İstanbul Sanayinde 320028 kişi çalışır gösteril- diği halde, 1932 yılında ayrıcalık üstüne ayrıcalık isteyen İs- (,)Larousse, Çarlık Rusya'sında 180 milyon nüfus gösterir. Dünya savaşı sonunda Çarlıktan kopuşan ülkeler ve nüfusları, 1928 yılında şöyledir: (Eston- ya; 1,5, Letonya; 1,727, Litvanya: 4,16, Polonya: 28,252, Besarabya; 2,5) 180 milyondan, 28 milyon ayırırsak geriye 142 milyon nüfus kalır. tanbul fabrikatörleri: "Aksi takdirde (yani istenilen ayrıcalık verilmezse) 50 bin amelenin işsiz kalmak tehlikesi karşısında olduğunu söylemektedirler..." (24-8-1932 tarihli Son Posta) Yani tüm nüfus gerilerken, sanayi işçisi toplamı yüzde yetmiş beş artıyor: İstanbul, tüm Türkiye Teşvik-i Sanayi işçisinin (1932'de) 4'te 1'inden fazlasını (%28,44'ünü) içine alan en büyük Türkiye sanayi merkezidir. Blöf olmasın bu? 2- Başbakanlığın Teşvik-i Sanayi hakkında son yaptığı ista- tistik sonucunu tekrarlayalım: Teşvik-i Sanayi'de 1932 yılı için 52.173 ve 1933 için 62.215 işçi sayılıyor. Dünya krizinin en civcivli bir tek yılında: 10 bin 42 kişi artmış. Yalnız bu oran, 1927 yılından beri Türkiye Sanayi işçisinin 100 binlerden faz- la artmış olacağını anlatmaz mı?