Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014, p. 211-232, ANKARA-TURKEY TÜRK NASİHAT GELENEĞİNDEN BİR ÖRNEK: “RİSÂLE-İ PEND-İ ÂŞIKÂN” * Kadir ALPER** ÖZET Klasik Türk edebiyatında; pend-nâmeler, nasihat-nâmeler, tecrübe ve bilgi aracılığı ile öğüt verme, bilinçlendirme amacı güden manzum, mensur ya da manzum-mensur karışık türlerdir. Türk kültür ve edebiyat dünyasında, bilinen ilk yazılı ürünlerden Orhun kitabeleriyle resmen başlayan daha öncesinde şifâhî (sözlü) kültürde gelişim göstermiş “öğüt verme” düşüncesi köklü bir gelenek oluşturmuştur. Genellikle dinî, ahlâkî mevize ve öğütlerle şekillenen eserler, ideal insan modelinin ortaya çıkması amacıyla telif edilmişlerdir. Dini hayatın orijinal bir yorumu denebilecek tasavvuf hayatı içerisinde de nasihat kavramı önemli bir yer tutmaktadır. Öğüt, pîr-mürid ilişkisinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Edebiyatın çoğunlukla vasıta olarak görüldüğü nasihat-nâmelerin içeriğinde birtakım tasavvufî öğretiler ve orijinal yorumlar bulunmaktadır. Giritli Aşkî, tasavvuf ekollerinden biri olan Kâdirîliğe mensuptur. İstanbullu Şeyh İbrâhim Hanif’ten mezun olduğu bilinen Aşkî, başta Divan olmak üzere manzum-mensur eserler telif etmiştir. 12 İmama bağlılığını her fırsatta dile getiren ve XIX. yüzyıl başlarına kadar hayatta olan Giritli Aşkî’nin; yaklaşık 8 varaktan oluşan Risâle-i Pend-i Âşıkân adlı eserinde; tasavvuf yoluna girişin şartları, pîre bağlanmanın önemi ve nihâyetinde tasavvufî eğitimin amacı ifade edilmeye çalışılmıştır. Müellif, bu açıklamaları yaparken âyet-hadis ve bazı önemli şahısların sözlerinin yanında, kendi şiirlerinden (nutuklarından) misaller vererek, bazı kısımlarda ilginç denilebilecek söz tasarruflarında bulunarak, manzum-mensur bir anlatım biçimini tercih etmiştir. Anahtar Kelimeler: Klasik edebiyat, tasavvuf, pend, Giritli Aşkî, *Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir. ** Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirel Üniversitesi Eğitim Fak. Türkçe Eğitimi Bölümü, El-mek: [email protected] 212 Kadir ALPER AN EXAMPLE FROM THE TRADITIONAL ADVICE-GIVING IN TURKISH LITERATURE: “RİSÂLE-İ PEND-İ ÂŞIKÂN” ABSTRACT There is a unigue genre in Classical Turkish Literature that was called pend-nâme or nasihat-nâme in which the author, out of his own experience and wisdom, aimed to advise and help people to have awereness. Advice-giving, which in Turkish verbal culture dated back to the pre-Orhun inscriptive monuments became a strong traditional practice in Turkish culture. Pendnames, that is, the written works in this practice were produced to contribute to the efforts made to create the ideal human character through religious or moral sermons and advice. Advice giving is also a key part of sufi way of life, which could be called as an original interpretation of religious practices. These books in etiher prose or verses or in both contain plenty of advice which involves some sufi views and basics: giving advice is an key concept in the relations of the sufi Saint and his disciples in sufi tradition. Aşki The Cretan was a follower of a Sufi path called Kadiri. He is known to acquire his education from Şeyh İbrâhim Hanif İstanbulî, and apart from his Divan, compiled various books in prose and verse. Aşki was from the island Crete and a person from an sufi tariqah and a devoted follower of the Twelve Imams lived at turn of the 19th century. He is the author of a sixteen-page booklet titled Risâle-i Pend-i Âşıkân. The booklet talks about the preliminary basics to start to follow a sufi path, about why a muslim should follow a sufi Saint, and what sufi practices aim. Aşki supports his advice with verses from the Koran, words of the Prophet and some quotes from the wellknown scholars. In his He also brings examples from his own poetical speechs and prefers in his advice to use prose and verse practising some interesting metaphors. Key Words: Classical Turkish Literature, Sufism, advice, Aşki the Cretan Giriş Pend-nâmeler1, tecrübe ve bilgi temeline dayanılarak dinî, ahlâkî öğüt verme, bilinçlendirme amacı güden manzum, mensur ya da manzum-mensur türlerdir. Türk edebiyatında öğüt-nâme, nasihat-nâme adlarıyla da bilinen pend-nâmelerin muhtevasında âyet, hadis, vecizeler ve nasihatleriyle tanınmış önemli şahısların sözleri yer almaktadır.2 Nasihat-nâmelerde din eğitimi için gerekli olan ahlâk felsefesinden çok pratiği önemsenmiş, yapılması ve yapılmaması gerekenler 1 “Pend-nâme”; Farsça, öğüt anlamına gelen “pend” ile “mektup, fermân, kitap” sözcüğünün karşılığı olan “nâme” kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. 2 İskender Pala, Nasihat-nâme, DİA, İstanbul 2006, c.32, s.411 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014 Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 213 doğrudan açıklanmıştır.3 Nasihat-nâmeler, okuyucuya hem ahlâki hem de sosyal yönden örnek insan olabilme yollarını göstermiştir.4 Pend-nâmeler, Orhun yazıtlarından Dede Korkut’a, Risâletü’n-Nushiyye’den Nâbî’nin Hayriyye’sine, Güvâhî’nin Pend-nâmesi ve Cûdî’nin Nesâyihü’l Mülûkuna kadar kısmî ya da küllî pek çok örnekle gelenek teşekkül ettirmiştir.5 Tasavvuf hayatı içerisinde de nasihat kavramı önemli bir yer tutmaktadır. Pîr-mürîd ilişkisinin önemli bir kısmını oluşturan öğütler, retorik vasıta edilerek birtakım tasavvufî yorum ve öğretileri içermektedir. Şeyh, pîr, azîz gibi ünvanlarla anılan mürşîdin sözleri, nutuk ve nefesleri mürîtlerin dünyasında çok büyük önem taşımaktadır.6 Mutasavvıflara göre ehlinin dilinden, nutkile söyleyen gerçekte Hak’tır. İnanışa göre ehlullâh, Hakk’ın razı olduğu mertebeye ulaşınca, Hakk’ın konuşan dili, bakan gözü (gibi) olurlar.7 Bu bağlamda Aşkî’ye göre nutuk; İlâhî gerçekleri, ledün sırrını ve mutasavvıfâne nazımları ihtivâ eden –nasihat endeksli- mukaddes sözlerdir. Şair, aşağıdaki gazelde vahdet-i vücût nazariyesi etrafında nutuk kavramını açıklamaktadır: Zât-ı Hakk’ıñ mahzeni bir nutk ile pinhân imiş Ehl-i dil bilür bu nutku nûr ile lem‘an imiş Vasfı zâtıñda nüzûl itdikçe insânın meger Nutk imiş andan numûne hükm iden sultân imiş Görmedikçe âdemi sen bulmadın nutkı ‘ayân Nokta-i vahdet bilindi nutk ile yeksân imiş Nutk-ı Hak’dır didigim terk eyle lağvı ey kişi Nutk anın hakkıdır ancak râhına bürhân imiş Zâ’il oldukda ‘anâsır nutk-ı Hak bâki kalur Nutk gitse kendiden pes ne kalur bî-cân imiş On sekiz bin ‘âlemi bir nutk ile icâd ider Emr-i kün de nutk iden ol ‘âleme sübhân imiş Bu mesel oldu ezelden âdeme bir söz yeter Bu sözü bilmez ne sözdür Hakk’a ol hayvân imiş Bundan merâm nutk-ı Hakla dimedir gayrı degil Yek cevâb kâfi degil mi söyleyen insân imiş Ger sorarsan kimdedir nutkuñ nişânı kim bilür ‘Aşkîyâ sâdık kişinin nutku hep Kur’an imiş (Divan 118/1-9) 3Mehmet Sait Çalka, Safî Mustafa Efendi’nin “Gülşen-i Pend” Mesnevisinde Din Görevlilerine Nasihatleri, Turkish Studies- İnternatianol Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 3/1 Winter 2008, Doi Number: http://dx.doi.org/ 10.7827/ TurkishStudies. 269, p. 242-250 4 İbrahim Gültekin, Taşlıcalı Yahyâ Bey’in Divan’ında Nasihatname Türünde Yazılmış Şiirler ve Bu Şiirlerin Konuları, Dili ve Üslubuna Dair Bazı Hususiyetleri, Turkish Studies- İnternatianol Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 8/9 Summer 2013, Doi Number: http://dx.doi.org/ 10.7827/ TurkishStudies. 5482, p. 1525-1552 5 Nasihat-nâme / Pend-nâmelerle İlgili Kaynaklar Agâh Sırrı Levend, Ümmet Çağında Ahlak Kitaplarımız, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1964, s.89-115; Bursalı Mehmed Tahir, Ahlak Kitaplarımız, İstanbul 1325; Mahmut Kaplan, Türk Edebiyatında Manzum Nasihat- nâmeler, Türkler, Yeni Türkiye Yay. Ankara 2002, C. 11, s.791-799; Mehmed Ali Aynî, Türk Ahlakçıları, Kitabevi Yayınları,İstanbul 1992; Mehmet ARSLAN, Divan Edebiyatında Nasihat-nâmeler (Pend-nâmeler) ve Vak‘anüvis Es‘ad Efendi’nin Pend-nâmesi, Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, Sivas, 2004 6 Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, İstanbul 2010 s.207 7 Kudsi Hadia için bkz: Sahih-i Buhari, Rikak, 38; Ahmed b. Hanbel, müsned, c: 6, s.256 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014 214 Kadir ALPER Eserlerinde vecd ve heyecandan çok didaktik bir üslup görülen Aşkî’nin hayatı ve hayatı çerçevesinde şekillenen edebî kimliğinin bilinmesi fikirlerinin daha açık bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır. 1.Giritli Aşkî’nin Hayatı ve Edebî Kişiliği 1.1. Hayatı Aşkî’nin kimliği hakkında biyografik eserlerde kesin bilgi bulunmamaktadır.8 Divanının ser-levhasındaki “Aşkî-i Giridî” terkibinden mahlâsının Aşkî ve kendisinin Giritli olduğu9; eserinin sonunda yer alan vasiyetini içeren manzum-mensur bir bölümde de adının “Hüseyin bin İbrahim Ethem” olduğu kayıtlıdır.10 Aşkî’nin doğum ve vefât tarihleri de kesin olarak bilinmemektedir. Ancak divanındaki biri H.1213 / M. 1798’e diğeri H.1235 / M.1819’a ait iki tarih kıtası ile Risâle-i Pend-i Âşıkân adlı eserinin sonundaki mesnevisine düştüğü temmet kaydında H. 1236/ M.1820 senesi şairin 1820’de hayatta olduğunu göstermektedir. Vefâtı da bu tarihten sonra olmalıdır. 1.2. Edebî Kişiliği Kâdirî tarikatına mensup olan, Ehl-i beyte ve İmam Câfer’e bağlılığını her fırsatta dile getiren müellifin, manzum ve mensur eserleri bulunmaktadır. Hüseyin Aşkî, şiirlerinde “Aşkî”, “Derviş Aşkî” mahlaslarını tercih etmiştir. Yalnız bir şiirinde adını ve meşrebini kastederek “Hüseynî” mahlasını kullanmıştır. Öncelikle bir tekke şairi olan Aşkî’nin mutasavvıflığı şairlik kimliğinden önce gelir. Şeyh konumunda olması sebebiyle bildiklerini ve hissettiklerini gösterişe kapılmadan, içinden geldiği gibi aksettirmeye çalışmıştır. Bu durum, pek çok tekke şairinde görüldüğü gibi Aşkî’nin bazı şiirlerinde az da olsa vezin ve kafiye kusurlarına neden olmuştur. Şairin divanında; münâcât, na’t, istişfâ, nutuk ve düvâzdeh türlerinde 301 şiiri bulunmaktadır. Bu şiirlerin büyük çoğunluğu gazel olmak üzere mesnevi, murabba, muhammes ve müfred formlarında ve aruzla yazılmış, az bir kısmı da hece ile ve koşma nazım biçimiyle kaleme alınmıştır. Aşkî, şiirlerinde ve mensur eserlerinde didaktik yönü ağır basan bir üslubu tercih etmiştir. Bazı şiirlerini nutuk, nutk-ı düvazdeh, münâcât gibi adlarla isimlendiren müellifin isimlendirmediği diğer şiirleri de büyük ölçüde öğreticiliğin öne çıktığı nasihat formunda telif edilmiştir. 1. Risâle-i Pend-i Âşıkân 1.1. Eserin Nüshaları Eserin biri Millî Kütüphane’de diğeri Diyanet Kütüphanesinde olmak üzere iki nüshası bulunmaktadır. Her iki nüsha da yazı karakterleri ve nüsha farkı olmaması açısından biribirinin aynısı olacak derecede benzemektedir. Milli Kütüphane nüshasının özellikleri: Soğuk ıstampa baskılı mıklebli koyu kahverengi meşin cilt. 2a yaprağında “Beşçınar'da yağdı rahmet Selanik'te Tiryaki Mehmed” ibareli bir mühür basılıdır. İstinsah tarihi 1262/1844’tür. 8 Giritli Aşkî’ye ait olma ihtimali bulunan biyografik bilgiler için bkz. Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri; Haz. C.Kurnaz, M. Tatcı, Bizim Büro Yay. C.1 s.283; Kadir Alper, Giritli Aşkî ve Divanı, Yüksek Lisans Tezi, GÜSBE- 2005 9 Diyanet Ktp. Nüshası Varak No. 1b: “Hazâ Dîvânü’l Aşkî el-Kâdirî el-Girîdî el-me‘zûn mine’ş-Şeyh İbrahîm Hanîfü’l- Kâdirî-i İstanbûlî Kuddise Sırrehû” 10 Diyanet Ktp. Nüs.Vrk. No. 100a: “Bu tahrîr olunan beyânlar türbemizin taşına tahrîr oluna, İnşallâhü te‘âlâ ve b’illâhi tevfîk: Kim ki geldi fâni dehre âkıbet buldu memât / Aldanup kalma cihânda bulagör bâkî hayât Bir libâs-ı âriyetdir geldi geçdi Aşkîyâ / Hep fenâya kâbil oldu gördüğün bu kâinat Merhûm u mağfur Eş-Şeyh Hüseyn el-Kâdirî ibn-i İbrâhim Edhem rûh-ı şeriflerine El-Fâtihâ” Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014 Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 215 Diyanet Kütüphanesi nüshasının hususiyetleri: Eser; yıpranmış cildi dağılmış vişne çürüğü meşin kaplı, mıklepli, şemseli iç kabında eserle ilgili “Kâkoz karyesi zâviyesi ve camiine vakf olundu.” İbâresi not düşülmüştür. İstinsah tarihi 1236/1820’dir. 1.2. Eserin Yazılış Tarihi Eserin içerisindeki mensur kısımda eserin yazıldığı tarihe dair bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak en eski nüsha olan Millî kütüphane nüshasında, risâlenin sonunda bulunan mesnevinin altındaki temmet kaydı risalenin tamamlanma tarihi olan hicri 1236 / 1820 miladî senesini göstermektedir. 1.3. Eserin Telifi Eser, tamamıyla Giritli Aşkî’ye ait bir eserdir.11 Risâlenin takdim kısmında, yazar, eserin kendisi tarafından telif edildiği bilgisini vermektedir: “EmmÀ ba‘d bu faúìrü-l haúìr òÀk-i pÀy-ı fuúarÀ Dervìş Óüseyin ‘Aşúì el-me’õÿn mine’ş- Şeyhü’l-Óacc İbrÀhìm Óanìfü’l-ÚÀdirì úuddise sırrıhÿ, murÀd eyledim ki bir muòtaãar risÀle te’lìf edüp sÀlik-i rÀh-ı óaúìúat olanlar fÀide hÀsıl ola. Ve ismini RisÀle-i Pend-i ÁşıúÀn deyu tesmiyye edem ola ki mütÀla’À eden ihvÀn-ı sÀdıklar bu bì-çÀre günÀh-kÀruñ rÿóunu du‘À-yı òayr ile yÀd edüp şÀd edeler.” 1.4. Pend-i Âşıkân Risâlesinin Biçim Özellikleri Yaklaşık 8 varaktan oluşan ve “Âşıkların Nasihat Risâlesi” anlamına gelen “Risâle-i Pend-i Âşıkân” manzum-mensur karışık bir biçimdedir. Eser, mensur bir dua ile başlar ve mensur kısmın arasına serpiştirilen yine müellife ait olan manzum parçalarla devam eder. 10 adet şiir parçası bulunan risalede 3 gazel, 2 küçük mesnevi, 3 beyit ve 2 adet de vezni olmayan manzum parçalar bulunmaktadır. Eser, 9 beyitlik bir mesnevi ile sona ermektedir. Mesnevinin bitiminde risâlenin 1236 senesinde tamamlandığına dair temmet kaydı bulunmaktadır. 1.5. Eserin Fikrî Kaynakları ve Muhtevası Müellif, nazım-nesir karışık biçimdeki eserinde ortaya koyduğu düşünceleri âyet, hadis, hadis olarak bilinen ancak hadis olmayan sözler12 ile bazı sahâbe ve tanınmış meşâyihin meşhur ifadeleriyle açıklama yoluna gitmiştir. Eserin nesir kısımlarına kendine ait manzumelerle ara veren Aşkî, bu şekilde eserini tekdüzelikten büyük ölçüde uzaklaştırmıştır. Şairin sözü edilen ara bölümlerde kullandığı manzumeler, bir önceki mensur kısımda ortaya konan fikirleri destekleme görevi üstlenmektedir. Kısa bir besmele, hamdele ve salvele girişinde müellif, muhtasar bir risâle kaleme aldığını ve adını Risâle-i Pend-i Âşıkân verdiğini belirtmektedir. Bu kısmın devamında Aşkî, “Hakikat yolunun yolcularına fayda hâsıl olsun, bu eseri okuyan sâdık ihvânlar (gelecekte) kendisini hayr ile yâd edip ruhunu şâd etsinler” temennisini dile getirmektedir. Temenniden sonra müellif, 3 beyitlik bir mesnevide bir hadise telmihen “Müminin mümine iltimasının ancak dua ile olabileceği”ni ifade ederek Hz. Muhammed’e salat ve âşıkların ruhuna dua talep etmektedir.[Şiir No.1] Yukarıda belirtilen kısımdan sonra Aşkî, asıl konuya “Allah dosdoğru yola hidayet ettirsin” duasıyla birlikte sorduğu “Yüce tarikata bağlanmanın şartı nedir?” sorusuyla giriş yapmaktadır. Müellif, soruya yine kendisi cevap vermektedir: 11 Filiz Kılıç, Giritli Divan Şairleri, Hacı Bektaş-ı Velî Dergisi, S.32, 2004, s.16 12 Mevzu hadisler Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014 216 Kadir ALPER “Şartı odur ki öncelikle (mürîd) kalp aynasını temiz inanç ile Allah’a bağlayıp ve sonra saf niyet ile istihare (yapmalıdır.)” Aşkî, istiharenin nasıl yapılacağını bundan sonraki kısımda tafsilen anlatmaktadır: Mürîd, abdest alıp Allah rızası için iki rekat namaz kılmalıdır. Sonrasında elden geldiğince tevbe etmeli, Hz. Peygamber’e âline, ashabına salat selam getirmelidir. Bundan sonra âşıkların rehberleri olan 12 İmam’ın ruhlarına 12 İhlâs ve 12 Fâtihâ hediye etmelidir. Devamında mürîd, Allah’a tevekkülle yönelerek “Yâ İlâhe’l-’âlemìn bu bî-çâre kulunun feyz ü nasibi hangi şeyh tarafından ise bu bî-çâre(yi) rüyâ ile irşâd edip tarik-i hidâyete erdir” diyerek istihare yapmalıdır. Müellif, Fetih Suresi 27. âyetten iktibasta bulunarak “istihare sonucunda zuhûr eden işaret”e göre hareket etmenin farz olduğunu ileri sürmektedir. Hemen ardından Aşkî, Âl-i İmrân Suresi 95’ten “İttebi’u millete İbrâhime Hanifen” [İbrahim’in dinine (anlayışına) uyun] âyetini iktibas etmiştir. Âyette, şâirin şeyhi olan İbrâhim Hanif’in isminin geçmesi “tâbiyyet gösterilecek şahsı” işaret amacıyla olmalıdır. Müellif, konuyla bağlantılı olarak ikinci bir soru sormaktadır: “Hangi şeyhe tâbi olmak vaciptir?” Cevabını yine kendi veren Aşkî, Âl-i İmrân’da geçen ifâdeleri kastederek “emânet sâhibi kâmil bir şeyh” bulmak gerektiğini söylemektedir. Buna ek olarak söz konusu şeyh, başka bir emânet sâhibi şeyhten rıza ile emânet almış olmalıdır ve bu emânet, elden ele 12 İmam’a Hasan-ı Basrî’ye oradan Aliyye’l-Murtazâ’ya nihâyetinde de Kâinâtın övüncü Hz. Peygamber’e ulaşmalıdır. Yol, Hz. Muhammed’e ulaşıyor ise “şeyhe bağlanma” sahih/doğru olmaktadır. Bu nedenle şâir, âyette geçen “İbrâhim” peygamber isminin hakikatte Hz. Peygamber ve ailesini işâret ettiğini düşünerek 5 beyitlik bir gazelle Hz. Muhammed’i övmektedir. Na’t özelliği gösteren gazelden sonra müellif, yukarıda sayılan vasıfları taşımayan, kendi anlayışıyla haraket eden, halkın içinde şeyh gibi (görünerek) gezen kişilerden söz etmektedir. Aşkî, bu kimselere uyarak Hz.Peygambere kavuşulamayacağını düşünmektedir. Buna göre; sahte şeyhlere bağlananlar, sapkınlık içindedirler ve bu yoldan âcilen dönmeleri gerekmektedir. Müellif, şeyhlik davası güdenlerin irşâda kâdir, hakikî şeyh olmadıkları kanaatindedir. Ayrıca, Hz. Peygamber’e dayanarak naklettiği sözle de ehl-i beytten olmadıkları halde şeyhlik yap(maya çalış)anların yaptığının şeytanın şeyhlik yapmasına denk olduğunu ifade etmektedir. Aşkî’ye göre hakkı bâtıldan, hakikati taklitten ayırmak iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak demektir. Ona göre emr-i mar‘uf amacıyla yola çıkıp şeyh görünümlü ikiyüzlü sefihlerin ardına düşen ve sapkınlığa yuvarlanan, kabiliyetli pek çok insan bulunmaktadır. Bu açıklamaların ardından şâir, gerçek şeyh olmadıkları halde şeyh gibi görünenleri 7 beyitlik bir gazelle yermektedir. Kâmil bir şeyhe intisap etmeyenlerin mahrum olduklarını ve ne kadar uğraşsalar da gönüle yol bulamayacaklarını ileri süren müllif, böyle insanların yeri geldiğinde Nemrut’tan şiddetli zâlim olabileceklerini söylemektedir. Aşkî, ruhânî zevkleri ve Hakkânî mutluluğu sadece ehl-i tevhîdin bilebileceğini düşünmektedir. Ehl-i tevhîd, Muhammedî maya olan telkin kuvvetiyle, mürşîd-i kâmilin nazarı altında güzel bir terbiye ile sülûkunu tamamlayıp kalp safâsına ulaşır. Sâlik, tevhîd-i sıfatla Hakk’ı seyredip zevk etmektedir. Aşkî, müteşeyyîhinin (sahte şeyhlerin) peşinden gidenlerin gerçeği görüp sapkın yolu terk etmelerini istemektedir. Bunun için, Allah’ın sıfatı ve ahlâkıyla donanmış bir kâmil şeyhe intisap edilmelidir. Müellifin ısrarla üzerinde durduğu husus; “emanetsiz, icâzetsiz, izinsiz” kimselerin Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014 Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 217 ardından gidilmemesidir. Çünkü bu kimseler, kendilerine tâbi olanları saptırdıkları gibi, tâbi olanlarının sayısı arttıkça bozgunculukları da artmaktadır. Müellif, sohbet ve nasihatlerinin nefine tâbi olanlara değil, Hakk’a talip olanlara yönelik olduğunu belirtmekte, şeriatta ve tarikatta “açık delil” mefhumu bulunduğu ve deliller açık olduğu halde ululuk dava edenlere tâbî olanların hakikatte dünya cifesine tâlip olduklarını ifade etmektedir. Hadisten iktibasla dünya sevgisinin her tehlikenin ve dünyayı terk etmenin de bütün ibadetlerin başı olduğunu zikreden Aşkî, dünyaya meyl edenlerin ehl-i hakkın nasihatlerini asla dinlemeyeceklerini söylemektedir. Hakkı bilirken kabul etmeyip yalanlayan ve mürîdleri kaçmasın diye hakikati söylemeyenlerin mahrum olduklarını istfhamla dile getiren müellif, onlardan uzak olan Hakk’a yakın olur düşüncesindedir. Aşkî’ye göre; bir şeyhe bağlanılmadan önce o şeyhin icâzetinin olup olmadığının araştırılması gerekmektedir. Eğer şeyhin silsilesinin aslına erişilebilirse tâbî olunması câizdir ya da rüyada verilen işârete uyularak şeyhe bağlanılması farzdır. Eğer bağlanılan zât, emânet sahibi değilse, “Kim bir topluluğa benzemek isterse onlardandır.” hadisinin işâretiyle şeytanı mürşit edinmiş olur. Aşkî’ye göre bu konuda ölçü “Allah için sevmek, Allah için buğz etmek” hadisidir. Aşkî, Yunus Emre’nin “Bindim erik dalına anda yedim üzümü” mısraını Niyâzî-i Mısrî’nin şerhini referans göstererek açıklamaktadır. Mısrî, kısaca “Erik erikten istenilmeli; üzüm üzümden” demektedir. Bu bilgiden yola çıkarak Aşkî de yoldan çıkmışların eteğine tutunarak Hakk’a ulaşılamayacağı görüşünü ortaya koymaktadır. Müellif, risâlenin 5. Varağının 2. kısmına kadar konunun dışını anlattığını bundan sonra biraz da iç yüzünden söz edeceğini belirtmektedir. Bu bölüme “Ey karındaş” nidâsıyla ve “âgâh ol” uyarısıyla başlayan Aşkî, Allah’ın kudretinden, Hz. Muhammed’in, kâinâtın ve bütün insanlığın yaratılışından, muhtasar olarak bahsetmektedir: Allah, öncelikle insan ruhunu yaratmış ve onu kendine âşina kılıp ulvî sessizlik içinde binlerce yıl terbiye etmiştir. Melekleri, varlıkları unsurları itibarıyla Âdem’den önce yaratmıştır. Allah, birine verdiği şeklî tecelliyi bir başka varlığa vermemiştir. Varlıkları başka başka yaratmıştır. Bu yönüyle tecelli tekerrür etmemiştir. Aşkî, tefekkür ederek ulaştığı sonucu şöyle aktarmaktadır: “Evvel emirde önce Âdem yaratılmış, anasır cihetiyle de o, bütün varlıklardan sonra yaratılmıştır. Sonuçta başta ve sonda yaratılan Âdem’dir. Bu sebeple Hz. Peygamber de Seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn’dir. Bu mevzunun diğer yönü de geçmiş ümmetlerin, onun nübüvvet nurunun yardımcıları olması ve risaletten âhir zamana kadar olan zaman dilimidir. Bu cihetle, bütün önce gelen enbiyâ ve sonra gelen asfiyâ ve evliyâya; ulvî, suflî bütün mevcudâta feyz veren ruh-ı Muhammedî’dir. Şâir, “Dünya’nın nuru Muhammed’den tenevvür etti” kudsi hadisini iktibas ederek gazel formunda 5 beyitlik bir “na’t-ı şerif” söylemiştir.[Bkz. Şiir No:4] Aşkî, âlemin anâsır olduğunu ve buraya (âleme) gelmekten maksadın da ruh-ı Muhammedî ve rûh-ı Muhammedî’den feyizlenmek olduğunu düşünmektedir. Ruh-ı Muhammedî’den feyizlenmek için ise ehl-i beyte muhabbet ve bağlılık gerekmektedir. Zirâ, hadiste ifade edildiğine göre “Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner.” İnsan, nazik ömrünü nefis ve hevalarının peşinde heba etmeyip emanet ehli, kâmil bir şeyhe bağlanırsa Muhammedî sırlardan hissedar olabilir. Kendini beğenme, kibirlenme hastalığından kurtulabilir. Böylelikle nefis perdesinden kurtulup pek çok mertebe geçip vücût iklimi içinde tılsımları açarak ahlâk güzelliği ile Hakkânî bir vücûda erişebilir (dönüşebilir). Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014 218 Kadir ALPER Müellif, İbrahim Suresi 48’den iktibas ettiği “ O gün arz başka bir arza dönüştürülür.” âyetini bu çerçevede zikretmektedir. Müellifin sözünü ettiği duruma ulaşmanın bir faydası da kalp evinin aynasında zuhûr eden bir yüce şâhsın sürekli gözetimine kavuşulmasıdır. Kalp aynasında tecelli eden râ’î ya da mer’î diye isimlendirilen bu şahıs; ruhânî ya da nefsânî işlerin hakikâtini, ulvî ya da suflî kimseleri ve fiillerini kalp aynasına arz eder, kemâl ehli de hâle nazar edip durumun ne olduğunu “ayne’l-yakîn” bilir. Salih amel üzere olan şahsın halinde bir neş’e ve sevinç meydana gelir ki sözle anlatılamaz. Bu kişi vücût iklimine hâkim olarak bazen cezbe, hayret, zevk-i ruhânî bazen de fenâ ve bekâ halleriyle tecelli bulmaktadır. Müellife göre, bazen de dost dostluğunu fark ettirmez, gizli noktaların açığa çıkmasını istemez. Bu nedenle pek çoklarının başı dönmüş ve hayrettedirler. Aşkî dahi kendisinin bu halde olduğunu ve bir yol arkadaşına ihtiyaç duyduğunu ifade etmektedir. Aşkî, vücût iklimindeki bütün tılsımlar açılmadan ilm-i ledünne ulaşılamayacağını söylemektedir. Sözü edilen tılsımları açan ise mürşîdin nazarıdır. Telkin kuvvetinin yardımıyla mürîd, nefsine gâlip gelerek ârif olur. Her şeyi kendinde aynıyla müşâhede eder, Allah’ın kudretini görür ve bilir. Her hususta emin olur. Bu cihetle “Kendini bilen Allah’ı bilir.” hakikatini keşfetme noktasına gelmiştir. Müellif, nefsini bilmeyenin, âlim de olsa Hudâsını bilemeyeceğini ifade etmektedir. Âlim, ilm-i zâhirle uğraşır, seyr-i sülûku bilmez. Seyr-i sülûk ise mürşîdin sözleri, güzel nazarı ve himmetiyle tamamlanır. Bu şekilde sâlik ilm-i ledünne ve oradan gönle yol bulur. Gönülden de Hudâ’yı bulur, velâyete erişir. Aşkî’ye göre şeyhlerin sözleri Allah’ın askerleridir. Vücût iklimi içinde pek çok tılsımlı kale bulunmaktadır. Onları feth etmek için de asker gerekmektedir. Anlaşılma bu fetih içindir. Bu sebepten mürşîdin sözleri çok önemlidir ve değerlidir. O sözler emirdir ve emirden dışarı çıkılmamalıdır. (Hakikî)Şeyh, mürîdin ne zaman olacağını/ereceğini bilir, sabır ve inançla onu terbiye eder, olgunlaştırır. Gerçek şeyh, vücût iklimindeki bütün yolları bilir ve mürîdin yolunu yokuşa uğratmaz. Oturacak yerlerde dört taraftan gelebilecek tehlikelere karşı “Su uyur, düşman uyumaz.” düşüncesiyle uyanıktır. Giritli Aşkî, “Kâmil insan çok hassas bir varlıktır, Hint’ten Yemen’den bir rüzgâr esse burada bizleri perişan eder, kalbimizi kederlendirir.” demektedir. Ona göre mürşîdin içi Hakk’a dönüktür. Onun (mürşîd-i kâmilin) sözünü kabul edeni Hak da kabul eder, yardım eriştirir ve sülûku kolay olur. Derviş Aşkî, yukarıda söylediklerini Cüneyd-i Bağdadî’ye sorulan bir soruya verdiği cevapla da teyid etmektedir. Soru şöyledir: “Şeyhlerin sözlerinden ve bazı hikâyelerinden mürîde ne fayda vardır?” Bağdâdî cevabında; “Sözler ve hikâyeler, mürîdin gönlünü riyâzât ve mücâhede için korunaklı tutar ve tâlip olanların taleplerini fazlasıyla artırır” der. Bağdâdî söylediklerini Kur‘ân’dan Hûd Sûresi 120. âyete dayandırmaktadır. Sözü edilen âyeti Aşkî de referans göstererek mürşîd-i kâmilin sözlerini “kibrit-i ahmere” teşbih etmektedir. Kibrit-i ahmer bir iksirdir ve onunla hâlis altın yapılır. Mürşîd-i kâmilin sözleri helak olunacak yerde yardım eriştirir, selamet yoluna erdirir. Hz. Peygamberden bu zamana kadar bütün ehl-i kemâl aynı yoldan zuhûr etmiştir. Aşkî, risâlenin sonuna doğru azizlerin, eseri mütalaa ettiklerinde kusurlarını kerem eteği ile örtmelerini ve tenkit nazarıyla bakmamalarını istemektedir. Zirâ el elden üstündür. Müellif, “ O ki sizi arzda halifeler kılan ve size verdiklerinde sizi denemek için kiminizi kiminizin üstünde mertebelere yüceltendir.” mealindeki Enâm Suresi 165. âyeti üzerine Hz. Ali’nin ashaba hitaben söylediği “Ey ashab, Allah’ın sünnetini yüceltin.” sözünü nakletmektedir. Ashab da Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014 Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 219 Allah’ın sünnetinin ne olduğunu sorarlar. Hz. Ali de “Doğrulukla ayıpları örtmektir.” cevabını vermiştir. Müellif, yukarıdaki kıssadan yola çıkarak kendisinin risalesinde ehl-i butlan ve ilhâdın ayıplarını yazdığı, kendi ayıplarını ise gizlediği zannında olanlara şöyle demektedir: “Bizim aczimiz, ehlullahın ve tarikatın âdâbı içindir. Ve bu husus ayba kıyas edilmez. Küfür açıkça irtikap edildiğinde Allah için kızar, âşıklar iman üzerine olduklarında Allah için (onları) severiz. Bu sebepten de (sadece) Allah’tan ecir (mükafât) talep ederiz. Hakikî fazilet sahipleri, eserde kusur bulduklarında noksanlığı bulup setr etsinler (çün)ki asıl kemâl odur. Zirâ Aşkî’nin gerçek murâdı Allah’ın muhabbetine sığınmaktır. Şair, Mevlânâ’nın sözünü iktibas ederek “aşk yolu baştanbaşa edebdir.” demektedir. Son olarak Aşkî’ye göre amaç, ümmet-i Muhammed’e Allah rızası için hizmet etmek, âleme gelmekten murad da bir yâdigâr koyup gitmektir. Müellif, aşk yoluna girenlerin mâye-i Muhammedî’ye vâsıl olmaları temennisiyle mensur kısmı bitirmektedir. Bundan sonra 9 beyitlik küçük mesnevide risâlenin sona erdiğini söyleyerek eserde bahsettiği mevzuları özetlemiştir.[Şiir No.5] Manzumenin sonunda ise yukarıda belirtilen temmet kaydı bulunmaktadır. 2.d. Eserin Dil ve Üslup Özellikleri Aşkî, risâlesine Arapça kısa bir dua ile başlamıştır. Duadan sonraki kısımlarda geçen âyet ve hadisler de Arapça orijinal biçimiyle verilmiştir. Eserde fikrî yapının ortaya konulması soru- cevap yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Risâlede açıklanmak istenilen konuyla ilgili kapsamlı bir soru sorulmakta; sonrasında âyet, hadis, sahâbe ve meşâyihin sözlerinden yapılan iktibaslarla ilgili soru cevaplandırılmaktadır. Eserin manzum ve mensur parçalı yapısı, iktibaslarla zenginleştirilmiş didaktik niteliği, esere akıcı denebilecek bir üslûp hususiyeti kazandırmıştır. Nasihat-nâmelerde fikirlerin doğrudan aktarılması eserleri çoğu zaman edebîlikten uzaklaştırarak basitliğe indirgeyebilmektedir.13 Eserin ana gövdesini oluşturan Türkçe kısımlar, üslup ölçütlerinin farklılığı açısından manzum ve mensur olarak iki ayrı bölümde incelenebilir. Manzum bölümler de müellifin nazmından oluşmaktadır. Şiirin kendine özgü yapısı, cümle oluşturmadaki esnek durumu, şâire dil ve üslûp açısından daha rahat bir hareket imkânı tanıyabilmektedir. Şâirin kelime ve sentaks tasarrufları, alışılmışın dışındaki bağdaştırmalar, vezin ve kafiye gereği uygun görülebilmekte, önemli ses ve mânâ kusuru olmadıkça mazur görülebilmektedir: Ţutma arzû köhne dehre ey kişi Çün bilürsin fânî olmakdır işi Risalenin sonundaki mesnevi beyti “Ey kişi köhne dehre arzu tutma çün(ki) bilirsin (onun) işi fâni olmaktır.” şeklinde cümleleştirildiğinde “fâni” kelimesi cümlede olma sözüyle birleşik eylem oluşturmuştur. Gerçekte söz konusu cümlenin “Dehrin işi fenâ bulmaktadır.” biçimi uygun olabilirdi. Ancak nazmın geniş tasarruf alanı içinde, yukarıda örneklendirilen ve beytin anlamını 13 Haluk Gökalp, Risâletü’n- Nushiyye’de Tahkiyevî Unsurlar, Turkish Studies- İnternatianol Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 4/2 Winter 2009, Doi Number: http://dx.doi.org/ 10.7827/ TurkishStudies. 637, p. 485-521 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014 220 Kadir ALPER önemli ölçüde etkilemeyen bu gibi hususlar gözardı edilebilmektedir. Diğer taraftan birinci mısrada “arzu tutmak” birleşik eylemi de “arzu etmek” anlamında kullanıldığı düşünüldüğünde şiir tasarrufatı içinde temkin ile yaklaşılabilecek bir durum olarak görünmektedir. Eserin mensur kısımlarındaki tasarruflar dikkat çekicidir. Türk dilinin gramatik gelişim süreci içerisinde açıklanması güç, dil sapması denebilecek bazı örnekler 19.yüzyıl başlarında ortaya konmuş ve didaktik yönü ağır basan eserlerde görülebilmektedir. Aşkî’nin eserinde de sözü edilen duruma uygun bazı örnekler bulunmaktadır: “…bir muhtasar risâle te’lìf edüp sâlik-i râh-ı hakìkat olanlar fâide hâsıl ola.” Birleşik cümlesinde “edüp” kelimesi “faide hâsıl ola” kelime grubuyla bağdaşımı, nesir kuralları çerçevesinde tam uygunluk göstermemektedir: Edüp > edem = edeyim ifadeleri, istek kipiyle çekimlenerek temel cümlenin yüklemi ve yan cümleciğin yüklemleri arasında eşzamanlılığı sağlayabileceklerdi. edem = edeyim……..hasıl ola biçiminde. Diğer taraftan aynı cümlede yönelme ekinin olması cümleyi diğer cümle unsurlarıyla irtibatlı kılacaktır: râh-ı hakìkat olanlar > râh-ı hakìkat olanlar(a) “…Àbdest alup kıbleye teveccüh olup…” cümlesinde “teveccüh olmak” birleşik eylem yapısında “olmak” yardımcı eylemiyle kullanılması gereken sözcüğün “müteveccih” şeklinde kullanılması dil kurallarına daha uygun gelmektedir: Teveccüh > müteveccih ya da Teveccüh kelimesi kullanılacaksa etmek yardımcı eylemi genel kabul edilir bir kullanımdır: Teveccüh olmak > teveccüh etmek “…taklid ü riyâ vü ‘ucb ile gezenlerden varup bey‘at etmekle ittiba‘-ı Ál-i Hâşime vâsıl olmak ne mümkündür.” Cümlesi “taklid, riyâ ve ucb ile gezenlere giderek bağlanmakla Hz. Peygamber’in âilesinin bağlılığı(na) kavuşmak ne mümkündür.” Şeklinde yönelme eki yerine ayrılma durum eki kullanılmıştır: “…ucb ile gezenlerden varup > ucb ile gezenlere varup” “…Ve ba‘zı muhâlif ‘amel üzre müdde’a edüp yollaruñ sarpa uğratmışlar.” Cümlesinde müdde’â > iddi’â “….eger bir şeyh-i kâmilden intisâb edeydi” cümlesinde şeyh-i kâmilden intisâb edeydi > eger bir şeyh-i kâmile intisâb edeydi Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/5 Spring 2014
Description: