TATYANA VE ALEXANDER PAULLINA SIMONS Türkçesi Elçin DÖKMECİOĞLU KELEBEK YAYINEVİ Doksan sekiz ve doksan dört yaşlarında olan, tüm yaşananlara rağmen hâlâ salatalık ekip çiçek yetiştiren büyükbabamla büyükanneme; hâlâ Rusya'da yaşayan iyi arkadaşımız Anatoli Studenkov'un anısına... Ay ışığının solgun gölgesinde Atını şaha kaldırıyor. Başı yukarıda, bir uğultu koparıyor, Bronz Atlı takipte. Uzun gecenin içinde Bu çılgının hangi yola saptığı önemli değil. Bir uğultu kopacak, Bronz Atlı uyanacak. Aleksandr Puşkin GİRİŞ Boston, Aralık 1930 ALEXANDER BARRİNGTON, AYNANIN ÖNÜNDE durdu ve kırmızı, Cub Scout evraklarını düzeltti. Daha doğrusu düzeltmeye çalıştı; çünkü gözlerini hüzünlü yüzünden alamıyordu. Dudaklarını bükmüştü. Elleri düğümlenmişti ve doğru düzgün hareket ettiremediğinden yaptığı işi beceremiyordu. Aynadan bir adım geri çekilerek gözlerini küçük odanın içinde gezdirdi ve derin bir iç geçirdi. Odada, ahşap yer döşemelerinden, tekdüze kahverengi duvar kâğıtlarından, yataktan ve bir gece lambasından başka bir şey yoktu. Odanın nasıl olduğunun önemi yoktu. Burası ona ait değildi. Eşyalarıyla birlikte kiraladığı bir odaydı ve eşyalar alt katta oturan ev sahibine aitti. Asıl odası Boston'da değil; Barrington'daydı ve o odada hissettiklerini hiçbir yerde bulamamıştı. Babası iki yıl önce evlerini satıp Alexander'ı Barrington dışına çıkardığından beri altı ayrı odada kalmıştı. Şimdi bu odadan da ayrılıyorlardı. Aslına bakılırsa bunun bir önemi yoktu. Alexander tekrar aynaya baktı. Adeta kanı beynine fırlamıştı, sakinleşebilmek için başını aynaya yaslayarak derin bir nefes aldı."Alexander," diye fısıldadı. "Şimdi ne olacak?" En yakın arkadaşı Teddy, Alexander'ın şehirden ayrılacak olmasının hayattaki en heyecan verici şey olduğunu düşünüyordu. Alexander daha fazla karşı çıkamadı. Aralık kapıdan, annesiyle babasının tartışmalarını duydu ve umursamadı. Stres altında oldukları için kavgaya meyilliydiler. O sırada kapı açıldı ve babası Harold Barrington içeri girdi. "Oğlum hazır mısın? Araba aşağıda bizi bekliyor. Arkadaşların da sana veda etmek için aşağıdalar. Teddy, senin yerine onu götürüp götüremeyeceğimi sordu," diyerek gülümsedi Harold. "Ona bunun mümkün olduğunu söyledim. Sen ne dersin Alexander? Teddy ile yer değiştirmek, deli annesi ve ondan daha da deli olan babasıyla yaşamak ister misin?" "Evet, çünkü kendi ailem de deli," dedi Alexander. Harold, zayıf ve orta boyluydu. En belirgin özelliği kare şeklindeki çenesiydi. Kırk sekiz yaşındaydı ve grileşen açık kahverengi saçları gürdü. Gözleri ateş saçardı ve maviydi. Alexander, babasının ruh halinin iyi olduğu zamanları severdi; çünkü böyle anlarda gözlerindeki öfke kaybolurdu. Annesi Jane Barrington, Harold'ı kenara iterek içeri girdi. Üzerinde en iyi ipek elbisesi ve beyaz şapkası vardı. "Harry, çocuğu rahat bırak. Hazırlanmaya çalıştığını görüyorsun. Araba bekler. Teddy ve Belinda da öyle." Şapkasının altındaki uzun siyah saçlarını düzeltti. Jane'in konuşmasında, on yedi yaşından beri Amerika'da olmasına rağmen İtalyan aksanı hakimdi. Ses tonunu alçalttı. "Biliyor musun Belinda'yı hiçbir zaman sevmedim." "Biliyorum anne," dedi Alexander. "Ülkeden ayrılma sebebimiz de bu. Öyle değil mi?" Onlara aynadan baktı. Annesine çok benziyordu. Kişilik olarak daha çok babasına benzemeyi tercih ederdi. Bunun sebebini bilmiyordu. Annesi onu eğlendiriyor; babası ise kafasını karıştırıyordu. "Ben hazırım baba," dedi. Harold yanına yaklaştı ve kolunu Alexander'ın omzuna attı. "Cub Scouts'a gitmeyi bir macera olarak görüyorsun." Cub Scouts bana çok fazlaydı. "Baba," dedi aynada kendine bakarak. "Eğer orada yapamazsak, geri döner miyiz? Geri dönüp..." Birden sustu. Babasının, sesinin çatallaştığını duymasını istemiyordu. Derin bir nefes alarak, "Amerika'ya döner miyiz?" diye sordu. Harold cevap vermeyince Jane, Alexander’ın yanına geldi. Alexander ayağındaki topuklu ayakkabılarla babasından birkaç santimetre uzun görünen annesiyle, kendisinden biraz daha uzun olan babası arasında duruyordu. "Ona doğruyu söyle Harold. Bunu bilmeye hakkı var. Anlat ona. Yeterince büyüdü." Harold, "Hayır Alexander. Geri dönmeyeceğiz. Sovyetler Birliği'ne orayı sonsuza kadar evimiz yapmak için gidiyoruz. Amerika'da bize yer yok." Alexander, Amerika’da onun için bir yer olduğunu söylemek istedi. Teddy ve Belinda ile üç yaşından beri arkadaşlardı. Barrington, küçük, beyaz tahta ve siyah panjurlu evlerle dolu, üç çan kuleli kiliseleri ve tek ana caddesi olan bir kasabaydı. Alexander, Barrington'ın yakınındaki ormanlarda çok mutlu bir çocukluk geçirmişti. Ama babasının bunları duymak istemediğini bildiği için hiçbir şey söylemedi. "Alexander, annen ve ben bunun ailemiz için en doğru karar olduğuna inanıyoruz. Komünizmin ideallerine artık seyirci kalmayacağız. Konfor içinde yaşarken değişim istemek kolay, öyle değil mi? Artık inandığımız şeyler doğrultusunda yaşayacağız. Bunun bütün hayatım boyunca mücadele verdiğim şey olduğunu biliyorsun. Beni sen de, annen de gördü." Alexander başını salladı. Onları görmüştü. Annesi ve babası ilkeleri uğruna tutuklanmıştı. Babasını hapishanede ziyaret etmiş ve Barrington halkı tarafından dışlanmıştı. Okulda herkes ona gülmüştü. Zaman zaman babasının prensipleri uğruna kavgaya karışmıştı. Annesinin, babasının yanında durduğunu ve itirazlarda bulunduğunu görmüştü. Üçü Beyaz Saray önündeki komünist gösterilerine katılmak için Washington D.C.’ye gitmişti. Orada da tutuklanmışlardı. Alexander yedi yaşındayken bir geceyi çocuk tutukevinde geçirmişti. Ancak işin iyi yanı, Barrington'dan Beyaz Saray'a gelen tek çocuk olmasıydı. Bütün bunların; sekiz nesildir Barringtonlara ait olan evi terk etmenin; sosyalist dünyaya uyum sağlamak için Boston'daki bu pis küçük odada kalmanın yeterince büyük özveriler olduğunu düşünmüştü. Görünüşe bakılırsa öyle değildi. Açıkçası, Alexander, Sovyetler Birliğine taşınacaklarını öğrendiğinde şok olmuştu. Ama babasının inancı sonsuzdu. Sovyetler Birliğinin onlar için uygun olduğuna; orada kimsenin Alexander'a gülmeyeceğine ve güzel bir şekilde karşılanıp takdir göreceklerine inanıyordu. Orada hayatları anlam kazanacaktı. Yeni Rusya'da güç, çalışanın elinde olacaktı ve çalışkanlar, kısa sürede krallık tahtına oturacaktı. Babasının inançları Alexander için yeterliydi. Annesi boyalı dudaklarıyla Alexander'ın alnına bir öpücük kondurdu ve bıraktığı lekeyi silmeye çalıştı. "Babanın, senin doğru yolu öğrenmeni ve iyi bir şekilde yetişmeni istediğini biliyorsun değil mi canım?" Alexander biraz alıngan bir şekilde, "Bunun benimle bir ilgisi yok anne..." dedi. "Hayır!" Harold'ın ses tonu sertti. Kolunu Alexander'ın omzundan hâlâ çekmemişti. "Her şey senin için Alexander. Şu anda sadece on bir yaşındasın; ama yakında büyük bir adam olacaksın. Sovyetler Birliğine iyi bir adam olmak için gidiyoruz. Oğlum, sen benim bu dünyadaki tek mirasımsın." "Amerika'da da birçok adam var baba," dedi Alexander. "Herbert Hoover. Woodrow Wilson. Calvin Coolidge." "Evet; ama iyi adamlar değiller. Amerika açgözlü, bencil, kibirli ve intikam duygusu taşıyan adamlar yetiştiriyor. Ben senin böyle biri olmanı istemiyorum." "Alexander," dedi annesi. "Biz senin Amerika'daki insanların sahip olmadığı avantajlara sahip olmanı
Description: