S u n a K ı r a ç L i s e l e r A r a s ı Ö y k ü Y a r ı ş m a s ı 2 0 1 5 S u n a K ı r a ç L i s e l e r A r a s ı Ö y k ü Y a r ı ş m a s ı 2 0 1 5 S u n a K ı r a ç L i s e l e r A r a s ı Ö y k ü Y a r ı ş m a s ı 2 0 1 5 Suna Kıraç Liseler Arası Öykü Yarışması 2015 İstanbul, Nisan 2015 Yayına Hazırlayanlar: Songül Karagülleoğlu, Derya Şenol Yayın Koordinatörü: Zeynep Ögel Grafik Tasarım: Timuçin Unan + Crew Baskı: MAS Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş. Hamidiye Mah. Soğuksu Cad. No:3 34408 Kağıthane-İstanbul Tel: 0212 294 10 00 [email protected] Sertifika No: 12055 Suna Kıraç Liseler Arası Öykü Yarışması 2015 adlı kitap, Suna Kıraç’a armağan olarak 300 adet yayımlanmıştır. Kitaptaki öyküler yazar soyadı sırasına göre yerleştirilmiştir. Suna Kıraç Liseler Arası Öykü Yarışması 2015 İnan Kıraç Ön Söz Vehbi Koç Vakfı Özel Koç Lisesinin düzenlediği Suna Kıraç Öykü Yarışma- sı, sekizinci yılında, “ses” konusuna odaklanmış. Bu, çok güzel, çok anlamlı bir seçim. Zira, “ses” evrenin ve yaşamımızın en başından beri var... Bir bakıma “söz”ün de temeli “ses”. Doğanın, yaşamın, bilimin, sağlığın, iletişimin, müziğin, kısacası evrenin özünde “ses” var ve unutmayalım, sessizliğin de sesi var... Dolayısıyla,“ses” konusunun, genç öykücülere sonsuz çalışma olanakları sunduğunu düşünüyorum. İyi eğitimli, çağdaş gençlerimizin bu olanakları gere- ği gibi değerlendireceğine ve yazdıkları öykülerle edebiyatımızın yeni “sesleri” olma yolunda sağlam adımlarla ilerleyeceklerine yürekten inanıyorum. Bu vesileyle, genç öykücülerimizi, öğretmenlerini, seçici kurulu, hazırla- nan kitaba katkı koyan tüm yaratıcı gençlerimizi, Vehbi Koç Vakfı Koç Özel Li- sesini ve sekiz yıl boyunca bu yarışmaya emek vererek yarışmayı bugünlere getiren tüm kişi ve kuruluşları, şahsım, eşim Suna Kıraç ve kızımız İpek Kıraç adına kutluyorum. 5 Feyza Hepçilingirler Gençler ve Öykülerindeki Işık “Apolitik” olduğunu sandığımız gençler Gezi Anlatmakta sorunları yok mu? Var elbette. An- Parkı direnişinde bizi nasıl şaşırtmışlarsa, Koç Li- cak düşünülürse bugünün en iyi yazarları bile ne- sesinin gerek kendi gerek İstanbul genelinde lise reden başlamışlardır işe? Ne Tolstoy, Tolstoy ola- öğrencileri arasında açtığı öykü yarışmasında bana rak doğmuştur ne de Yaşar Kemal, Yaşar Kemal ulaşan öykülerin sahipleri de ona benzer mutlu bir olarak. Geleceğin yazarları elbette bu çocuklar ara- şaşkınlık yaşattılar bana. sından çıkacak. Yazar olmasalar da insanı tanıyan, Gençlerin edebiyatla aralarının pek iyi olma- bilen, anlayan; insanın, hayvanın, toplumun, doğa- dığını sanırız. Pek okumadıklarını, hatta hiç oku- nın mutluluğu için çalışacak bireyler olacaklar. madıklarını düşünürüz. Yaşlılar çok okuyormuş, Beni, yazdıklarının öykü olup olmadığı kadar, hep okuyormuş gibi, dönüp dönüp gençleri suçla- hatta bundan daha fazla ilgilendiren, insan halle- rız. Gençlere baktıkça Türkiye’nin geleceği hak- rine, toplumsal konulara, yaşama, ölüme kafa yor- kında umutsuzluğa kapıldığımızı söylemekten muş olmaları… Gençler bu ülkenin geleceği olduk- bile kaçınmayız. Oysa bu öyküler kanıtladı işte! Ne larının bilincinde. Bu da insana günün karanlığın- Soma’da yaşanan maden faciasına duyarsız kalmış dan kurtulma yolunda güçlü bir umut ışığı yakıyor. gençler ne Tarsus’ta kaçırılıp öldürülen Özgecan’la Bu ışıktan fazla ne isteyebiliriz ki gençlerimizden? empati kurmaktan kaçınmışlar. Onların öyküleri- ni de anlatabildiklerine göre, patronunun karşısın- da dili tutulan emekçinin neler hissettiğini de anla- mışlar; yanlış beden içinde dünyaya gelmiş bir oğ- lan çocuğunun toplum tarafından dışlanmasının acısını da duyumsamışlar. 7 Asuman Kafaoğlu-Büke Öykülere Kısa Bir Bakış “Felsefeye Giriş” dersinde ilginç bir tartışma Yirmi beş öyküyü ele aldığımızda bazılarında başlatmıştı hocamız: Herhangi bir canlının yaşama- birinci tanımı, diğerlerinde ise ikinci tanımdaki sı için elverişli koşulları olmayan bir çölde bir ağaç “ses”i tema olarak kullandıklarını görüyoruz. Zih- devrilse ve hiç kimse tarafından ağacın devrildiği nimizdeki sesi anlatan öykülerin büyük bir kısmı duyulmasa, yine de ağaç devrilmiş sayılır mı? Baş- psikolojik öykülerdi. Şizofren zihin, kullanılan mo- ka bir deyişle, bir bilinç tarafından algılanmamış bir tiflerden biriydi: içinde kişilik bölünmeleri ve bu şey gerçekten var mıdır? Duyulmamış bir “ses”ten bölünmelerin yarattığı iç kavganın sesleri olduğu bahsedebilir miyiz? Yoksa ön koşulu mudur bir se- hastalıklı zihinleri anlatıyordu bu öyküler. Bazıla- sin var olması için duyulması? “Ses” nedir? rında şizofren kişiliği oluşturan şiddet kendini his- Bu yılın Suna Kıraç Öykü Yarışması finalisti olmuş settiriyordu. Aile içi şiddeti “Daha İyi” ve “Muhase- yirmi beş öyküyü okurken, yaklaşık otuz yıl öncesin- be” adlı öykülerde görüyoruz. İç sesi farklı ele alan den aklımda kalan bu tartışmayı düşündüm. Aslında “Oda,” odayı simgesel olarak kullanan, kendi iç ses- sorunun yanıtı basittir felsefeciler için, “ses” sözcü- lerine hapsolmuş bir yalnızlık öyküsüydü. Bir di- ğünün farklı anlamları vardır. “Ses” her şeyden önce, ğer yalnızlık öyküsü ölen karısı ardından karısının kaynağından çıktıktan sonra dalgalar halinde yayılan ruhu ile sürekli konuşan, onu içinde taşıyan ada- havadaki titreşimin adıdır. Sözcüğün farklı bir anla- mın öyküsü “Semicroma” idi. mında ise, mekanik uyarıların kulak içindeki doku sa- Ses, bazı öykülerde vicdanın sesi olarak görü- yesinde beyne ulaşmasıdır. Biri insan bedeni dışında nüyordu. “Gürültü”de kafasındaki sesleri, diğer in- fiziksel bir oluşum iken, diğeri sadece insan algısıdır. sanlara ve onların sorunlarına yönelerek susturan Bu ayırımı yaptıktan sonra sorunu çözmek kolaylaşır, birini tanıyoruz. “Lal” ise ölen bir işçinin ardından “ses” ile kast edilen farklı anlamlarından hangisi ise geride kalan iş arkadaşlarının vicdan hesaplaşması ona göre varlığından söz edilebilir. yapmasını anlatıyordu. Aslında “Lal” aynı zaman- 9 da öykülerdeki başka bir ortak temayı kullanan bir bir öyküydü. “Meydey Zihnimin Kontrolü Kaybol- öyküydü. İşçi-işveren ilişkilerindeki haksızlığın ve du” yine sesler ve anlamlar üzerinde bölünmele- daha genel anlamda kapitalist düzenin sorgulandı- ri anlatıyordu. Dinlemeye tahammülü olmayan bir ğı öykülerdi bunlar. Sesi duyulmayan bir maden iş- karakteri anlatan “Deli Adamlar Senfonisi”, dün- çisi “Efendim”, sesini ve fikirlerini duyuramayan yanın gürültüsüne sırt dönen öykülerden biriydi. işçi “Sesleniş” adlı öyküde dile geliyordu. Bir başka gürültüyü konu eden öykü “Şansıma” ise Kadına karşı şiddet konusuyla dikkat çeken öy- tekrarlanan seslerden rahatsızlığı anlatıyordu. Bir küler de öne çıkıyordu. Özge anlamına gelen “De- şehrin içinde uğultu ile dolaşan seslerin anlatıldığı renin Başlangıcı” çığlıkları duyulmamış bir kurba- “Kafamda Bir: Unutulan Sesler Kıraathanesi” ses nı anlatıyordu. Toplumda sesi kesilen, sadece aile- kirliliğine dikkat çekiyordu. sini değil tüm ülkeyi yasa boğan Özge Can’a gön- Farklı bir temayı ele alan “Ses-Gi” anne karnın- derme yapan bir diğer öykü olan “Tik Tak Tik Tak”, da henüz doğmamış bir bebeğin duyabileceği ses- tecavüz edilip öldürülmüş kızının sesini içinde leri konu ederek siyasi bir haykırma hakkını öykü- dondurmuş bir babanın hikâyesiydi. nün merkezine taşıyordu. 1999 Marmara depremi- Kimlik arayışları bazı öykülerde kişinin ken- ni konu eden “Sesimi Duyan Var mı?” ise sesin şid- di sesini bulması şeklinde yer alıyordu. “İçgüdü” detle hissedildiği bir diğer öykü idi. on üç yaşında bir çocuğun cinsel kimlik arayışını, Söylemeye cesaret ettiklerimiz, dile getirilmesi “Kırmızı 2” ise üzerine yamanan ve empoze edilen yasak ya da sakıncalı olan sözler, duyulmayan ses- kimliklerden kurtulmaya çalışan bir genç kızı anla- ler, acıyla duyulanlar, vicdanın sesi, susturamadığı- tıyordu. Siyasi boyutu olan bir diğer öykü “Balon”, mız iç seslerimiz... hepsi öykülerin içinde işler mo- patlayan bir balonun silah sesi zannedilerek bir ço- tifler halinde ele alınmıştı. Sonuçta çok geniş bir cuğun ölümüne neden oluşunu konu ediyordu. yelpazede günümüzün sorunlarını ve acılarını ses- Ses, bazı öykülere müzik ile girmişti. “Kukla”da lendiren hikayeler okumuş olduk bu sene. bir dedenin anlattığı masallardaki keman sesi, “O Akşamki Vals”de ise dans ve müziğin coşkulu mut- luluğunu anlatıyordu. Müziği duyamayanların hi- kayeleri de anlatılmıştı. “Kelebeğin Sesi” duyma engelli bir kızın kendini renklerle ifade edişini, “Soğuklukta Yalnız” ise piyanist bir annenin müzi- ğini duyamayan ve artık hiç duyamayacak olan bir gencin anlatıldığı hikayelerdi. Benzer bir çocuklu- ğa dönük “Baba Denizi” deniz kenarında hatırla- nan nostalji dolu bir öyküydü. Bunlardan başka “Sular ve Kayalar” sözcüklerin sesini, doğadaki tüm sesleri soyutlamayla anlatan 10 Onur Caymaz Gençken... Ders çalışıyormuş gibi oturuyordum masa- kitabevinden aradılar, adını tam duyamadım da da, ders çalışmıyordum tabii; ders çalışarak ya- Konur mu ne, öyle bir adam dedi. Ne olup bittiğini zar olunabilir mi? Kafam yeni yazmakta olduğum henüz anlamamıştım. Bir şey satmaya falan mı ça- hikâyedeydi. Masa da, oda da benim değildi. (Ya- lışıyorlardı acaba? Yaşar Kemal’in tüm setini almış, zarların kelimeleri vardır sadece.) Evimizin sa- taksitlerini kendim ödüyordum zaten, ikinci öğre- lonunda küçük bir köşedeydim. Çok uzun yıllar tim öğrencisi olduğum için gece okuluna gidiyor, odam olmadı benim. Odasız, lükse kaçmadan, bula- gündüzleri de hayata çalışıp harçlığımı çıkarıyor- bildiğim tüm imkânları edebiyat çalışabilmek için dum. (Yazarların tek işleri...) Bir işe gidiyordum, seferber ettim. teknik servis, bilgisayar tamiri, otobüsler, vapurlar, O ara telefon geldi. Ders çalışıyormuş gibi yap- çay evleri, birahaneler, kitaplar, şehrin kuytu köşe tığım için evde bakkala gitmek, telefona, kapıya semtleri... Biriydim işte... Biraz da kendime çalışı- bakmak gibi korkunç işlerden muaftım. (Yazarla- yordum. Kitabevi, telefon denince sandım ki tak- rın tek işi yazı yazmak olmalı, bir iş olmalı yazarlık, sitlerimde, ödemelerimde sorun var. Nereden bile- işti.) Çalan telefona annem cevap verdi. Evet, di- yim, çoktan unutmuşum, altı ay kadar önce Hayal- yordu. Oğlumdur evet, diyordu. Anlamıyordum ne peristanbul adlı ilk uzun öykümü, Gençlik Kitabevi konuştuğunu, ne hakkındaydı, ne için arıyorlardı, Öykü Ödülü’ne, yarışmaya göndermiştim. arayan kimdi? Zira evimizi arayan kişiler bellidir, Kazanmışım, onun için aramış usta yazar Ko- bu öyle değildi. Açık seçik özel bir durum vardı, an- nur Ertop. Birden tutuldum kaldım. Bir şey söyle- nemin yüzündeki şaşkınlığı dün gibi hatırlıyorum. yemedim. Çünkü evde hiç kimse benim yazı yaz- Salonun kapısını açtı sevinçle... Sen ne yaptın dığımı bilmiyordu. Kimseye okumuyor, kimseye dedi şaşkınlıkla... Bilmem ki ne yaptım acaba? Yir- bir şey söylemiyor, anlatmıyordum. Sessiz biriy- mi iki yaşındayım, üniversite birde olmalıyım. Bir dim. Biriydim işte dedim ya yukarıda, öyle... İsmet 13 Özel’in bir şiiri vardı; “gençken peş peşe kaç gece yıl- rim. Edebiyat tabii ki öznel bir şey ama iyi metin, bi- larca acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım” raz da objektif yöntemlerle belirlenen bir şey, yazın- diye sürer gider, öyleydi her şey. İyi sözcükler, iyi bilim denen koskoca bir daldan söz edebiliyoruz. İyi cümleler bulur, onlarla delirirdim. Turgut Uyar’ın metinlerin özellikleri, iyi yazarın bazı vasıfları var. “tavrım bir şeyi bulup coşmaktır” dediği şiiri oku- Tomris Uyar günlüklerinden birinde bunu yazıyor: duğumda sırtımdan topuğuma dek ürperirdim. Bir, size ısmarlanan bir konuda yazı yazabiliyor mu- (Yıllar içinde bu benim edebiyatta en güvendiğim sunuz? İki, iki kişiyi üç dört sayfa boyunca konuştu- duygu, ölçüt olacaktı.) Edebiyat anlatılmaya, sözü rabiliyor musunuz? Üç, noktalı virgül işaretini doğ- edilmeye gerek duyan bir şey değildi, yalnız başı- ru kullanabiliyor musunuz? Bu üçlü önemli. Bir de na yaşanıyordu benim için. Kendi içimde büyüttü- dedim ya “iyi” dediğimiz şeyin belli “olurları” var. ğüm çiçekti. Sonra işte sevindik evcek. Ne ödülüy- Zevkler ve renkler o kadar da tartışılmaz değil. Za- dü, neydi, nasıldı, bir sürü soru. Sevindik hep bir- ten bütün zevksizlerin en çok söylediği söz, zevkler likte, mutluluk iyiydi. ve renkler tartışılmazdır... Yine de bir garip keder. Ne babam okurdu yazdık- Edebiyat benim gibi bir ateist için her zaman ta- larımı, ne annem. Kitaplarım çıktıktan sonra da öyle pınılacak önemli bir tanrı oldu... Genç dostların yaz- delicesine okuru olan biri olmadım. Ama sevindiğim dıklarını okurken edebiyat tanrısının peygamberle- bir şey var; müşterim değil, gerçekten, ciddi okurla- rinin bazılarının da adını anacağım. Kazanamayan rım oldu her zaman. Yazma hazzı denen şeyi hiç yi- dostlarıma kazanmanın önemli olmadığını, oku- tirmediğim için başka şeye ihtiyaç duymadım, kalem- maya devam etmelerini, yazmakta ısrarlarının en kâğıttan beklentimi erken öğrenmiştim. önemlisi olduğunu söylemek isterim. Kazanan dost- Şimdi hepsinden sonra, yıllar geçince, bir yarış- laraysa bizzat birkaç yarışma kazanmış biri olarak mada seçici kurul üyesi olarak bulunmak, o günleri şunu söyleyebilirim, lütfen bundan sonra daha çok hatırlattı. Ödül aldın denilince duyduğum sevinç... okuyup, daha ince eleyip sık dokuyup yazı yazın. Çok mu önemliydi ödüllendirilmek, bugünden du- Zira Türkiye’de hiçbir başarı cezasız bırakılmaz. rup bakınca değil ama o gün, yolun başında biri için Nurullah Ataç, Turgut Uyar’a “zar attığı” bir gün- çok özeldi. Bu ülkede yazar olmanın ne demek ol- cesinde, Uyar’ın gelecekte çok önemli bir şair ola- duğunu düşünüyorum. Bir sürü şey... cağını ama tabii ki acemilikleri sorunları olduğunu Bu sene, durup dururken gündelik işlerin arasın- söyler. Uyar da bu olaydan yıllar sonra artık tanınan da, birçok hayati önemi olduğu söylenen ama haya- bir şairken Efendimiz Acemilik diye yazı yazar. Bu ta dair hiçbir önem taşımadığı üzeri kazıldığı vakit yazıda şöyle bir bölüm vardır: “Mesele bir şiir mese- görünen iş-güç arasında, kendi yazmakta olduğum lesi değildir. Yaşama meselesidir. Zaten ben şiiri hiç- kitap dışında çok önemli bir iş daha yapmış oldum. bir zaman hayattan ayrı düşünmedim. Hayatımızda Bir sürü hikâye okudum. Ukalalık etmiş, her katı- olmayan mesele, şiirimizde de olamaz.” lımcıyı çok kusursuz görmek istediğim için bu oku- İşte tüm bu gündeliğin sıradanlığı arasında tat- duklarımda fazladan kusursuzluk beklemiş olabili- lılıkla, gençliğin hevesleriyle dolu, yer yer ustalıklı 14 yer yer Ataç’ın Uyar’a söylediği manada “acemilik- le” ama her şeye karşın hayatla dolu metinler oku- dum. Asıl olan öncelikle hayattır. Futboldan başka hiçbir şeyi sevmeyen bir arkadaşım “Hayat, sanata hep beş çeker.” demişti bir gün. Okuduktan sonra da kendimce, kendi anladığım okurlukla değerlen- dirmeye çalıştım bu metinleri. İçinde hayat olan, toplumsal, bireysel vs. bunlar hiç önemli değil, ate- şi olan metinler okudum. Dosyaların her birinde yazmanın ateşi vardı. Usta hikâyeci Raymond Car- ver, bu ateşin yazar denen kişide en mühim şey ol- duğunu belirtir. Tüm katılımcı arkadaşlardan önce insan, sonra da yazar olmanın ateşini kaybetme- melerini isterim. Tartışmanız, önce kendinize, sonra başkalarına sonsuz eleştirel yaklaşabilmeniz, edebiyat yolunda dik, müdanasız ve tenezzül eşiğiniz yüksek yazar- lar olabilmeniz dileğiyle... 15
Description: