Şu anda okumakta olduğunuz (cid:252)stad-ul azam jack kerouac(cid:146)ın (cid:147)yolda adlı eserinin 93 senesinde kıyı yayınlarınca, g(cid:252)zin (cid:246)zkan ve ferruh armut(cid:231)uoğlu tarafından t(cid:252)rk(cid:231)e(cid:146)ye (cid:231)evrilmiş versiyonudur. Yaşasın paylaşım,yaşasın bilginin serbest dolaşımı!!! keyifli okumalar... Ş.E 777- K.K 273( z perisi neşriyat k.u.p projesini destekleyen otonomlardan birisidir) YOLDA BİRİNCİ B(cid:214)L(cid:220)M 1 Dean’le tanıştığımda karımdan ayrılalı (cid:231)ok olmamıştı. Sefalet dere- cesinde bezginlik yaratan ayrılıkla ve her şeyin (cid:246)l(cid:252) olduğu duygusuyla ilişkisi dışında konu etmeyeceğim ciddi bir hastalıktan yeni kalk- mıştım. Dean Moriarty’nin gelişiyle hayatımın "yolda" diyebileceği- miz b(cid:246)l(cid:252)m(cid:252) başladı. (cid:214)teden beri batıya gidip (cid:252)lkeyi tanıma hayalleri kurardım, bir t(cid:252)rl(cid:252) ger(cid:231)ekleşmeyen belirsiz planlarım vardı. Dean bu iş i(cid:231)in eşi bulunmaz biriydi, (cid:231)(cid:252)nk(cid:252) yolda doğmuştu, 1926’da, Salt Lake City’de, ailecek bir k(cid:252)l(cid:252)st(cid:252)rle Los Angeles’a giderlerken. Adım ilk Chad King’ten duymuştum, bana onun New Mexi-co’daki ıslahevinden yazdığı birka(cid:231) mektubu g(cid:246)stermişti. ˙ok etkilenmiştim: tatlı bir (cid:252)slupla, saf saf, Chad’in Nietzsche’yle ilgili her şeyi ve bildiği diğer t(cid:252)m harika zihinsel şeyleri anlatmasını rica ediyordu. Bir ara Carlo’yla konuşurken laf a(cid:231)ılmıştı da, şu garip Dean Moriarty’yle karşılaşabilecek miyiz acaba, demiştik. Bunlar Dean’in bug(cid:252)nk(cid:252) gibi olmadığı, bilinmezde gizlenen bir ıslahevi (cid:231)ocuğu olduğu zamanlardan hatırladıklarım. Soma Dean’in ıslahevinden (cid:231)ıktığım ve hayatımn ilk New York yolculuğunu yapmaya hazırlandığım duyduk. Marylou diye bir kızla evlenmiş olduğu da s(cid:246)yleniyordu. Bir g(cid:252)n kamp(cid:252)ste dolaşırken Chad ile Tim Gray, Dean’in İspanyol Harlemi de denen Doğu Harlem’de, sıcak suyu olmayan izbe bir evde kaldığım haber verdiler. New York’a (cid:246)nceki gece gelmiş, hayatında ilk defa ve malın g(cid:246)z(cid:252) karısı g(cid:252)zel Marylou’yla birlikte. 50. Caddede Greyhound otob(cid:252)s(cid:252)nden inmişler ve karınlarım doyuracak bir yer aramrken k(cid:246)şede Hector’ın kafeteryasını keşfetmişler. Bu nedenle orası Dean’in New York’unun sembol(cid:252)d(cid:252)r. Paralarım cam gibi şeffaf turtalara, kremalı pastalara harcamışlar. O g(cid:252)nlerde Dean Marylou’ya "İşte canım, artık New York’tayız. Missouri’den, (cid:246)zellikle de bana tutukluluk meselemi hatırlatan Bo- oncville ıslahevinin oradan ge(cid:231)erken d(cid:252)ş(cid:252)nd(cid:252)klerimin hepsini sana anlatmamış da olsam, şimdilik aşkı meşki bir yana bırakıp birtakım iş planları yapmamız gerekiyor..." gibi şeyler s(cid:246)yleyip duruyormuş. ˙ocuklara takılıp o soğuk sulu daireye gittim. Dean kapıyı donla a(cid:231)tı. Marylou divandan aşağı atlamaktaydı. Bizimki aşk meselelerine dalacağından (cid:246)teki kiracıyı mutfağa yollamıştı, yanılmıyorsam kahve yapsın diye. Para kazanmak i(cid:231)in lanet okuya okuya ter d(cid:246)kmek zorunda falan da olsa, seks hayatta (cid:246)nemli kabul ettiği tek şeydi, kutsaldı. Verilen talimatları dinleyen gen(cid:231) boks(cid:246)rler gibi (cid:246)n(cid:252)ne bakıp kafasını sallıyor, ardarda "Evet"ler ve "Old(cid:252)’larla insanda her s(cid:246)yleneni anladığı hissini uyandırıyordu. İlk izlenimim onun gen(cid:231) bir Gene Autry olduğuydu: iki dirhem bir (cid:231)ekirdek hali, dar kal(cid:231)aları, mavi g(cid:246)zleri ve su katılmamış Oklahoma aksanıyla, beyaz batının favorili kahramanı. Nitekim Marylou’yla evlenip doğuya gelmeden (cid:246)nce Colorado’da bir (cid:231)iftlikte, Ed WalPun yamnda (cid:231)alışıyormuş. Marylou (cid:231)ok hoş bir sarışındı, başında altın buklelerden engin bir deniz, elleri kucağında, buğulu mavi taşra g(cid:246)zleri sabit bir noktaya dikili, divanın kenarında oturuyordu, batıdayken lafı ge(cid:231)en o kahrolası gri Nevv York apartman dairelerinden birindeydi işte, Modigliani’nin ciddi bir odada bir deri bir kemik kalıp yokolma-ya y(cid:252)z tutmuş ger(cid:231)ek(cid:252)st(cid:252) kadım gibi bekliyordu. Fakat o k(cid:252)(cid:231)(cid:252)k şirin kız g(cid:246)r(cid:252)nt(cid:252)s(cid:252)n(cid:252)n altında, hem inanılmaz derecede aptal, hem de korkun(cid:231) şeyler yapabilen biri vardı. O gece bira i(cid:231)ip hava aydın-lanana kadar muhabbet ettik. Sabahleyin kasvetli g(cid:252)n(cid:252)n gri ışıklan altında, k(cid:252)ll(cid:252)klerde sessizce yanan izmaritlerin etrafında otururken, Dean sinirli bir tavırla kalktı, d(cid:252)ş(cid:252)nceli d(cid:252)ş(cid:252)nceli gezindi ve o anda yapılacak şeyin Marylou’ya kahvaltıyı hazırlatıp yerleri s(cid:252)p(cid:252)rtmek olduğuna karar verdi. "Bir başka deyişle, acele etmeliyiz sevgilim, kastettiğim şu, aksi takdirde planlarımız dalgalanmaya uğrar, hakiki bilgiden ya da somutluktan uzaklaşır..." Onları bırakıp (cid:231)ıktım. Sonraki hafta Dean Chad King’e "yazmayı" mutlaka (cid:246)ğrenmesi gerektiğim itiraf etmiş ve Chad de ona benim yazar olduğumu, bana danışabileceğini s(cid:246)ylemiş. O ara bir park yerinde (cid:231)alışmaya baş- ladığını da duymuştum. Bir gece, kimbilir nasıl d(cid:252)şt(cid:252)kleri o Hobo-ken evinde Marylou’yla kavga etmişler, Marylou (cid:231)ılgına d(cid:246)n(cid:252)p intikam arzusuyla polise histerik(cid:231)e uydurma ihbarlarda bulunmuş, Dean de Hoboken’dan ka(cid:231)mak zorunda kalmış ve gidecek yer ararken aklına benim New Jersey’de, Paterson’da halamla oturduğum ev gelmiş. Kapı (cid:231)alındığında (cid:231)alışıyordum. Dean selam vererek i(cid:231)eri daldı, kayıtsız bir tavırla sallana sallana ilerledi karanlık koridordan. "Merhaba, beni hatırladın mı? Dean Moriarty. Bana yazmayı (cid:246)ğretmeni isteyecektim," dedi. "Marylou nerde?" diye sordum. "G(cid:246)r(cid:252)n(cid:252)şe bakılırsa kendini bir- ka(cid:231) dolara sattı ve Denver’a geri d(cid:246)nd(cid:252). Orospu!" dedi. Sonra oturma odasında gazetesini okuyan halamın yanında istediğimiz gibi ko- nuşamadığımız i(cid:231)in birer bira i(cid:231)me bahanesiyle dışarı (cid:231)ıktık. Halam Dean’e bir kere baktı ve onun deli olduğuna karar verdi. Barda Dean’e "Bana yutturamazsın oğlum, evime gelmenin tek nedeni yazar olmak istemen değil, ama neyse, şunu s(cid:246)yleyeyim, bu işe bir hap m(cid:252)ptelası enerjisiyle bağlanmak zorundasın," dedim. O da "Ne demek istediğini elbette anlıyorum, aslında b(cid:252)t(cid:252)n o sorunlarla karşılaştım ben, fakat istediğim, Schopenhauer’deki ikiliğe da- yandırılması gereken şu etkenlerin ger(cid:231)ekleşmesi, i(cid:231)sel olarak kav- ranan her t(cid:252)rl(cid:252)..." gibi, benim birazım anladığım, kendisinin ise hi(cid:231) anlamadığı şeyler s(cid:246)yledi. O g(cid:252)nlerde sahiden ne dediğini bilmiyordu: ger(cid:231)ek bir aydın olma yolunda mevcut imkanlara ulaşmaya (cid:231)abalarken durmadan k(cid:246)steklenmiş bir ıslahevi (cid:231)ocuğuydu o. "Ger(cid:231)ek aydınlar"ın vurgularıyla konuşmaktan, onlardan duyduğu kelimeleri kullanmaktan hoşlanıyor, ama her şeyi karmakarışık ediyordu, halbuki başka konularda bu kadar saf değildi, (cid:252)stelik gerekli b(cid:252)t(cid:252)n terimleri ve jargonu (cid:246)ğrenip işin i(cid:231)ine girmesi i(cid:231)in birka(cid:231) ay Carlo Marx’la (cid:231)alışması yeterli olacaktı. Yine de, diğer u(cid:231)ukluk d(cid:252)zeylerinde arılayabiliyorduk birbirimizi. Başka bir iş bulana kadar bende kalmasını kabul ettim, hatta birlikte batıya gitme planları yaptık. 1947 kışıydı. Bir akşam Dean yemekten kalkıp - o sıralar New York’taki oto- park işindeydi - yamma geldi, ben daktiloda hızla birşeyler yazıyor- dum, omzumun (cid:252)st(cid:252)nden eğilip "Hadi oğlum, kızlar fazla beklemez, elini (cid:231)abuk tut," dedi. 7 "Bir dakika bekle, şu b(cid:246)l(cid:252)m(cid:252) bitirir bitirmez kalkacağım." O b(cid:246)- l(cid:252)m daha soma kitabın en iyi b(cid:246)l(cid:252)mlerinden biri oldu. Hemen giyin- dim ve kızlarla buluşmak (cid:252)zere New York’un yolunu tuttuk. Lincoln T(cid:252)nelinin fosforlu esrarengiz boşluğunda otob(cid:252)sle ilerlerken birbirimize yaslanıp koyu bir sohbete daldık. Bağıra (cid:231)ağıra konuşu- yorduk, ellerimiz hep havadaydı. Ondaki heyecan beni de sarmaya başlamıştı. Hayattan korkun(cid:231) zevk alan numaracı bir gen(cid:231)ti Dean. Numara yapıyordu, (cid:231)(cid:252)nk(cid:252) doya doya yaşamak, başka t(cid:252)rl(cid:252) kendisine ilgi g(cid:246)stermeyecek olan insanlarla ilişki kurmak istiyordu. Beni de kandırıyordu (evin masrafları konusunda, yazar olma konusunda), bunu biliyordum, o da benim bildiğimi biliyordu (ilişkimizin temeli olmuştu bu), ama umurumda değildi, (cid:231)ok iyi ge(cid:231)iniyorduk, para konusu başımızı ağrıtsın istemiyorduk. Yeni ve kırılgan arkadaş- lıklarda olduğu gibi birbirimizin (cid:231)evresinde dans ediyorduk. O benden ne kadar (cid:231)ok şey (cid:246)ğreniyorsa ben de ondan o kadar (cid:231)ok şey (cid:246)ğ- reniyordum. İşim s(cid:246)zkonusu olduğunda, "B(cid:246)yle devam et, yaptığın her şey m(cid:252)kemmel," diyordu. Hikayelerimi yazarken başımda durup "Evet! Doğru! Vay anasını! Hey oğlum!" diye bağırıyor, mendilini (cid:231)ıkarıp y(cid:252)z(cid:252)n(cid:252) siliyordu. "Yapılacak ne (cid:231)ok şey var! Yazılacak ne (cid:231)ok şey var! Edebiyatın koyduğu yasaklar gibi, dilbilgisinin verdiği korkular gibi, yazı yazmaya musallat olan b(cid:252)t(cid:252)n o şeyleri, b(cid:252)t(cid:252)n o kısıtlamaları aşıp yazmaya başlamak bile ne b(cid:252)y(cid:252)k iş!" diyordu. "Doğru, bak şimdi konuştun işte." Hayalleri ve coşkusu bir. (cid:231)eşit ilahi ışık yansıtıyordu bana. Kendini (cid:246)yle hararetli ifade ediyordu ki, otob(cid:252)steki herkes "Kim bu aşka gelmiş (cid:231)atlak?" diye etrafına ba- kmıyordu. Hayatımn (cid:252)(cid:231)te biri bilardo salonunda, (cid:252)(cid:231)te biri kodeste, (cid:252)(cid:231)te bir de halk k(cid:252)t(cid:252)phanesinde ge(cid:231)mişti. Onu kışın sokaklarda başı a(cid:231)ık koştururken, bilardo salonuna kitap taşırken, birşeyler okumak ya da polislerden gizlenmek niyetiyle kapanıp g(cid:252)nlerce dışarı (cid:231)ıkmamak (cid:252)zere arkadaşlarının (cid:231)atı katındaki odalarına ağa(cid:231)lardan tırmanırken g(cid:246)r(cid:252)rlermiş. Ne w York’a vardık. Durumu tam olarak hatırlamıyorum, sanırım iki zenci kızla buluşup yemek yiyecektik, ama kızlar g(cid:246)z(cid:252)kmedi. Bunun (cid:252)zerine Dean yapacak işlerim var diyerek beni (cid:231)alıştığı otoparka g(cid:246)t(cid:252)rd(cid:252) ve arkadaki kul(cid:252)bede (cid:252)st(cid:252)n(cid:252) değiştirip, (cid:231)atlak bir aynada kendine (cid:231)ekid(cid:252)zen verdi. Sokağa attık kendimizi. Carlo Marx’la o akşam tanıştılar. Olağan(cid:252)st(cid:252) bir karşılaşma oldu. İki sezgili g(cid:246)z iki sezgili g(cid:246)zle bakıştı ve iki zeka (cid:226)mnda kaynaştı. Bir tarafta aydınlık zihinli ilahi sahtekar, yani Dean, (cid:246)b(cid:252)r tarafta karanlık zihinli şair sahtekar, yani Carlo Marx. O geceden sonra Dean’i (cid:231)ok az g(cid:246)recek ve (cid:252)z(cid:252)lecektim. İkisinden de enerji fışkırıyordu, ben onlarla aşık atamazdım. Hayatımı alt(cid:252)st eden (cid:231)ılgın girdap işte o zaman ortaya (cid:231)ıktı, somadan arkadaşlarımı ve ailemi birbirine katacaktı, Amerika gecesinin (cid:252)st(cid:252)nde kocaman bir toz bulutu gibi. Carlo Dean’e, Old Bull Lee’yi, Elmer HassePı, Jane’i anlatıyordu: Lee Texas’ta haşhaş yetiştiriyor; Hassel Riker’s Island’ta; Jane ise, kucağında k(cid:252)(cid:231)(cid:252)k kızı, amfetamin hal(cid:252)sinasyonları i(cid:231)inde, Times Meydam ile Bellevue arasında mekik dokuyor. Dean de Carlo’ya batımn me(cid:231)hul adamlarım anlatıyordu: bilardo salonlanmn yamru yumru ayaklı, k(cid:246)pekbalığı d(cid:246)n(cid:252)şl(cid:252) fatihi, kumarbaz ve aziz Tommy Snark gibilerini. Roy Johnson’ı, Big Ed DunkeFı, (cid:231)ocukluk arkadaşlarım, sokak arkadaşlarını, sayışım bilmediği sevgililerini, gittiği seks partilerim, g(cid:246)rd(cid:252)ğ(cid:252) pornoları, hayranı olduğu kadın ve erkek kahramanları, yaşadığı maceraları. Caddelerde koşuyorlar, rastladıkları her şeyi keyifle didikliyorlardı, ama bu huyları somadan h(cid:252)zne ve boşluk duygusuna d(cid:246)n(cid:252)şecekti. Onlar dansedip eğlenirken ben de ilgimi (cid:231)eken insanlar s(cid:246)zkonusu olduğunda hep yaptığım gibi peşlerinden s(cid:252)r(cid:252)kleniyordum.,˙(cid:252)nk(cid:252) benim adam dediklerim sadece (cid:231)ılgınlardır, yaşama (cid:231)ılgınları, konuşma (cid:231)ılgınları, (cid:231)ok şey isteyen, hi(cid:231) esnemeyen, beylik laflar etmeyen tipler, yıldızların arasında (cid:246)r(cid:252)mcekler (cid:231)izerek pa(cid:252)ayan ve en ortalarındaki mavi ışığı g(cid:246)renlere "Vay canına!" dedirten o muhteşem sarı maytaplara benzettiğim kişiler. Goethe’nin Almanya’sında b(cid:246)yle gen(cid:231)lere ne derlerdi acaba? Dean b(cid:252)y(cid:252)k bir i(cid:231)tenlikle Carlo gibi yazmayı (cid:246)ğrenmek istiyor ve ancak sahtekarlarda rastlanabilecek bir aşkla Carlo’yu sıkıştırıyordu. "Hadi Carlo, azıcık konuşayım, bak ne diyorum..." Aşağı yukarı iki hafta g(cid:246)rmedim onları. G(cid:252)nlerce, gecelerce s(cid:252)ren konuşmalarla arkadaşlıklarını sağlam temellere oturttukları d(cid:246)nemdi bu. Derken bahar geldi, gezinti mevsimi. Bizim dağınık gruptaki herkes biryerlere gitme telaşı i(cid:231)indeydi. Ben h(cid:226)l(cid:226) romanımla meşguld(cid:252)m. Bir ara halamla birlikte g(cid:252)neye, kardeşim Rocco’yu g(cid:246)rmeye gittim. D(cid:246)nd(cid:252)kten soma romammı yarıladım ve hayatımın ilk ba- ti yolculuğu i(cid:231)in hazırlıklara giriştim. Dean New York’tan erken ayrıldı. Carlo’yla 34. Caddedeki Greyhound istasyonundan uğurladık onu. (cid:220)st katta onbeş dakikada fotoğraf (cid:231)ektirip alabileceğiniz bir yer vardı. Carlo g(cid:246)zl(cid:252)ks(cid:252)z poz verdi, fesat ifadeli (cid:231)ıktı. Dean profilden durdu, mahcup ifadeli (cid:231)ıktı. Ben ise annesinin adım ağzına alan herkesi boğazlayabilecek otuz yaşlarında bir İtalyan gibi (cid:231)ıktım. Dean’le Carlo benim resmimi ortadan jiletle kesip, par(cid:231)aları c(cid:252)zdanlarına koydular. Dean Denver’a d(cid:246)n(cid:252)yor olmasının şerefine batılı işadamları gibi giyinmişti. İlk New York eğlencesi b(cid:246)ylece sona ermiş oluyordu, eğlencesi diyorum ama aslında park yerlerinde k(cid:246)pek gibi (cid:231)alışmaktan, hi(cid:231)bir halt edememişti. D(cid:252)nyamn en m(cid:252)thiş otopark g(cid:246)revlisiydi. Dar bir aralıktan geri viteste kırk mil hızla ge(cid:231)ip tam duvar dibine yanaşıyor, oradan hemen başka bir arabaya atlayıp (cid:231)amurlukları kıl payı sıyırarak ok gibi ileri fırlıyor, k(cid:252)(cid:231)(cid:252)k bir alanda elli mil hızla daire (cid:231)iziyor, zınk diye duruyor, inip kısa mesafe koşucuları gibi bir solukta gişeye varıyor, bileti veriyor, sonra hop, garaja yeni girmiş bir arabamn yamnda, nerdeyse sahibinin altından kayarak koltuğa oturuyor, kapıyı kapamadan gaza basıp amnda uygun yere parkediyor. Yağlı ayyaş pantalonu, lime lime olmuş k(cid:252)rk astarlı kabam ve ayağında durmayan eski ayakkabılarıyla, her gece sekiz saat (cid:231)alışmıştı, aralıksız, herkesin işinden (cid:231)ıkıp evine gittiği ve tiyatroların boşaldığı vakitlerde. Denver’a d(cid:246)nerken giymek (cid:252)zere (cid:220)(cid:231)(cid:252)nc(cid:252) Caddeden onbir dolara mavi (cid:231)izgili bir takım elbise almıştı, yelekli falan, ayrıca bir saat, bir saat zinciri, bir de Denver’da iş bulur bulmaz pansiyonda başına oturacağı daktilo. Hep beraber Yedinci Caddedeki Ri-ker’s’ta fasulye ve sosisten oluşan bir veda yemeği yedik. Sonra Dean Chicago otob(cid:252)s(cid:252)ne bindi ve gecenin i(cid:231)inde kayboldu. Yaygaracı kovboyumuz. Ortalık iyice yeşillendiği zaman ben de yollara d(cid:252)şeceğim diye s(cid:246)z verdim kendime. Yol hayatım b(cid:246)yle başladı işte. Ve olağan(cid:252)st(cid:252), anlatılması g(cid:252)(cid:231) şeyler yaşadım. Dean’i daha yakından tanımak istemem, yazar olduğum i(cid:231)in yeni deneyimlere ihtiya(cid:231) duymamdan ya da kamp(cid:252)steki yaşantımın tekd(cid:252)zeleşmesinden değildi, karakterlerimizin farklılığına rağmen onun, nasıl bilmiyorum, bana uzun zaman (cid:246)nce kaybettiğim bir erkek kardeşimmiş gibi gelmesindendi. Acı (cid:231)ekiyor izlenimini uyandıran kemikli y(cid:252)z(cid:252), uzun favorileri, gergin kaslı terli boynu, Pater-son’ın ve Passaic’in maden (cid:231)(cid:246)pl(cid:252)klerinde, su birikintilerinde, nehir kıyılarında ge(cid:231)en (cid:231)ocukluğumu hatırlatıyordu bana. Kirli iş tulumu (cid:252)st(cid:252)nde (cid:246)yle zarif duruyordu ki, herhangi bir terziden edinilemezdi, ancak Doğal Neşenin Doğal Terzisinden kazanılabilirdi, Dean b(cid:252)t(cid:252)n sıkıntılarına rağmen bu doğal neşeye sahipti. O heyecanlı konuşmalarını dinlerken, vaktiyle k(cid:246)pr(cid:252) altında, motosikletlerin arasında, (cid:231)amaşır direkli bah(cid:231)elerde, abilerin değirmenlerde (cid:231)alıştıkları, k(cid:252)(cid:231)(cid:252)klerin gitar (cid:231)aldıkları (cid:246)ğlesonralannın uykulu kapı (cid:246)nlerinde kulak verdiğim arkadaş ve kardeş seslerini duyar gibi oluyordum. Halihazırda arkadaşlık ettiğim kişiler ya entellekt(cid:252)eldi (Nietzsche-ci antropolog Chad, al(cid:231)ak sesle (cid:231)atlak s(cid:252)rrealist s(cid:246)ylevler (cid:231)eken Carlo Marx, kelimeleri uzata uzata konuşan eleştirel Old Bull Lee) ya da su(cid:231)lu (her şeyle alay eden k(cid:252)lyutmaz Elmer Hassel, şark dokumasından koltuğuna yayılıp New Yorkefı didik didik eden Jean Lee). Oysa Dean’in zekası parlak ve b(cid:252)t(cid:252)nd(cid:252). O usandırıcı en-tellekt(cid:252)ellik yoktu onda. "Su(cid:231)luluğu" diğerlerininki gibi somurtuk ve alaycı değildi. Amerika coşkusunun evet evet diyen vahşi patla-masıydı o, batıydı, batının r(cid:252)zgarıydı, d(cid:252)zl(cid:252)klerin şiiriydi, yeni bir şeydi, gelişi (cid:231)ok (cid:246)nceden m(cid:252)jdelenmiş bir şey (sırf eğlenmek i(cid:231)in araba (cid:231)alıyordu). New Yorklu dostlanm toplumu bezgin bir kitabi -likle politik ya da psikanalitik a(cid:231)ıdan eleştirmekle uğraşırken kabus gibiydiler. Dean ise sadece (cid:231)alışıyor, ekmek ve aşk istiyordu, onun i(cid:231)in her yol mubahtı, "O yavruyu ve bacaklarının arasında zambak gibi a(cid:231)ılan deliği bulduğum s(cid:252)rece... Karnımız doyduğu s(cid:252)rece... Anladın mı evlat? ^4(cid:231)ım, a(cid:231)lıktan (cid:246)l(cid:252)yorum, hadi hemen birşeyler yiyelim" diyordu ve koşarak yemeğe gidiyorduk, kilise vaizlerinin dediği gibi, "g(cid:252)neşin altında payımızı almak" (cid:252)zere. Dean, g(cid:252)neşin batılı akrabası. Halam onun başıma dert a(cid:231)acağını s(cid:246)yl(cid:252)yordu, ama ben yeni bir ses duyuyor, yeni bir ufuk g(cid:246)r(cid:252)yordum, o gen(cid:231) yaşımda inan(cid:231) doluydum. Sıkıntıları umursamıyordum, o kadar ki, Dean’in sonradan beni arkadaş olarak hi(cid:231)e saymasından, yollarda a(cid:231) bila(cid:231), hasta yatağımda (cid:231)aresiz bırakmasından bile etkilenmeyecektim. Gen(cid:231) bir yazardım ve hareket istiyordum. Yolda kızlar, g(cid:252)zellikler ve daha neler neler vardı, biliyordum, yolun bir yerinde inciyi tutuşturacaklardı elime. 2 1947 Temmuzunda, biriktirdiğim elli dolar kadar parayla Batı Kıyı- sına gitmeye hazırdım. Bir s(cid:252)re (cid:246)nce arkadaşım Remi Boncoeur San Francisco’dan bir mektup yazmış ve birlikte, d(cid:252)nyayı dolaşan bir gemiyle seyahat etmeyi (cid:246)nermişti. Seni makine odasında barın- dıracağım diye yemin ediyordu. Ona uzunca bir Pasifik gezisi yap- mam ve kitabımı bitirene kadar yetecek miktarda parayla halamın evine d(cid:246)nmem m(cid:252)mk(cid:252)n olduğu takdirde eski veya yeni herhangi bir şilebe binebileceğim cevabım verdim. O da Mili City’de bir fa- kirhanesi olduğunu, kendisi gemiye binmeden yapılacak ıvırzıvır iş- lerle uğraşırken benim evde kalıp b(cid:252)t(cid:252)n vaktimi romanıma ayırabi- leceğimi bildirdi. Lee Ann diye bir kızla birlikte yaşıyordu ve s(cid:246)yle- diğine g(cid:246)re kız (cid:231)ok iyi aş(cid:231)ıydı. Remi hazırlık sınıfından arkadaşımdı. Paris’te yetişmişti ve delinin tekiydi, ama deliliğinin halihazırdaki derecesini bilmiyordum. On g(cid:252)n i(cid:231)inde gel diyordu. Batıya gitme fikrimi halam da beğenmişti, bunun benim i(cid:231)in iyi olacağını s(cid:246)yleyip duruyordu, ne de olsa kış boyunca evden (cid:231)ıkmamış, vaktimin (cid:231)oğunu d(cid:246)rt duvar arasında ge(cid:231)irmiştim, zaman zaman otostop yapmak zorunda kalacağımı s(cid:246)ylediğimde bile sesini (cid:231)ıkarmadı, tek istediği sağ sağlim geri d(cid:246)nmemdi. B(cid:246)ylece bir sabah, yarılanmış (cid:231)alışmamı masamın (cid:252)st(cid:252)nde bırakıp (cid:231)arşaflarımı son kez katladım ve en gerekli eşyalarımı bez (cid:231)antama koyup, cebimde elli dolarla, Pasifik okyanusuna doğru yola koyuldum. Paterson’dayken aylarca Birleşik Devletler haritasını incelemiş, hatta Platte, Cimarron gibi, isimleri kulağa hoş gelen (cid:246)nc(cid:252)ler hak- kında kitaplar okumuştum. Yol haritasında, Cape Cod’un ucundan doğruca Nevada’daki Eh/ye gidip, oradan da Los Angeles’a inen "6 numaralı karayolu" diye kırmızı bir hat vardı. Bu hattı Ely’ye kadar izlemeye karar verdim ve hi(cid:231) duraksamadan harekete ge(cid:231)tim. 6’ya ulaşabilmek i(cid:231)in Ayı dağına (cid:231)ıkmak gerekiyordu. Chicago’da, Denver’da ve San Francisco’da yapacaklarıma dair hayaller kura- rak Yedinci Cadde metrosuna binip 242. Caddenin sonuna, oradan da tramvaya binip Yonkers’a gittim. Yonkers’ın merkezinden dış hat tramvayıyla (cid:231)ıkıp Hudson nehrinin doğu kıyılarındaki şehir sınırına vardım. Bu nehrin Adirondacks’teki gizemli kaynağına bir g(cid:252)l atın ve g(cid:252)l(cid:252)n denizi bulana kadar ge(cid:231)eceği yerleri d(cid:252)ş(cid:252)n(cid:252)n, o olağan(cid:252)st(cid:252) Hudson vadisini d(cid:252)ş(cid:252)n(cid:252)n. Otostopla, 6 numaralı karayolunun New England’tan gelirken i(cid:231)eri doğru kavis yaptığı Ayı dağı k(cid:246)pr(cid:252)s(cid:252)ne ulaştım. Arabadan indiğimde bardaktan boşamrcasına yağmur yağıyordu. Dağlık bir yerdi burası. 6 numaralı karayolu nehrin (cid:252)s- t(cid:252)nden ge(cid:231)ip bir trafik dairesinin etrafım dolaşarak vahşi bir g(cid:246)r(cid:252)n- t(cid:252)n(cid:252)n i(cid:231)inde kayboluyordu. Yoldan hi(cid:231) araba ge(cid:231)mediği gibi, ortalığı sel g(cid:246)t(cid:252)r(cid:252)yordu ve benim (cid:231)adırım bile yoktu. Korunmak i(cid:231)in (cid:231)am ağa(cid:231)larının altına koştum ama bir işe yaramadı. Bu kadar aptal ol- duğum i(cid:231)in ağlamaya, kendime lanetler yağdırmaya başladım. New York’un kırk kilometre kuzeyindeydim, yolculuğumun ilk g(cid:252)n(cid:252)yd(cid:252) ve onca zamandır d(cid:252)şlediğim gibi batıya değil kuzeye gidiyordum. En kuzeydeki engele takılmıştım. Bir (cid:231)eyrek mil kadar koşup, ter- kedilmiş, İngiliz tipi sevimli bir benzin istasyonu buldum ve sulu sa- (cid:231)akların altına girdim. B(cid:252)y(cid:252)k ve tehlikeli Ayı dağı, i(cid:231)ime Tanrı kor- kusu salan g(cid:246)kg(cid:252)r(cid:252)lt(cid:252)leri yolluyordu aşağılara. G(cid:246)rebildiğim tek şey duman renkli ağa(cid:231)lar ve g(cid:246)ğe y(cid:252)kselen kasvetli vahşilikti. "Ne halt etmeye geldim buralara?" diye k(cid:252)frettim kendime. Chicago’ya gitmek istiyordum. "Daha şimdiden (cid:231)ok iyi vakit ge(cid:231)iriyorlardır, ama ben orada değilim, ne zaman orada olacağım?" diye bağınyor-dum. Neyse ki sonunda boş istasyonda bir araba durdu. İ(cid:231)inde bir adam, iki kadın vardı. Haritadan birşeyler sordular. Yanlarına gidip yağmurun altında işaretlerle cevap vermeye (cid:231)alıştım. Birbirlerine baktılar. Islak sa(cid:231)larımla, su almış ayakkabılarımla bir sapığa benziyor olmalıydım. Bitkilerden yapılmış elekleri andıran kahrolası Meksika ayakkabılanm Amerika’nın yağmurlu gecelerine, bozuk yollarına hi(cid:231) de uygun değildi. Arabadakiler onlarla birlikte geriye, Newburgh’a gitmemi (cid:246)nerdiler. B(cid:252)t(cid:252)n gece Ayı dağımn yabaniliğinde tıkılıp kalmaktansa Newburgh’a d(cid:246)nmek daha iyiydi. Adam "6 numaralı karayolundan pek araba ge(cid:231)mez. Chicago’ya gitmek istiyorsanız New York’taki Hollanda ge(cid:231)idini aşıp Pittsburgh’a y(cid:246)nelmelisiniz," dedi. Haklıydı tabii. Her şeyi berbat eden i(cid:231)imdeki ses Imuştu, beni (cid:231)eşitli tali yollan denemek yerine Amerika’yı boydan oya kateden b(cid:252)y(cid:252)k kırmızı hattı izlemeye teşvik ettiği i(cid:231)in. Nevvburgh’ta yağmur kesildi. Nehre doğru y(cid:252)r(cid:252)d(cid:252)m. Haftasonu-u dağlarda ge(cid:231)irip New York’a geri d(cid:246)nen bir (cid:246)ğretmenler grubu-un otob(cid:252)s(cid:252)ne binmek zorunda kaldım. Yol boyunca onlar (cid:231)ene (cid:231)al-ı, ben de kaybettiğim zamana ve paraya lanetler yağdırdım. Batı-a gitmek istiyordum, ama b(cid:252)t(cid:252)n g(cid:252)n bozuk bir alet gibi bir yukarı ir aşağı, bir kuzeye bir g(cid:252)neye gidip gelip durmuştum. Ertesi g(cid:252)n "hicago’da olacağım diye yemin ettim. Bunun i(cid:231)in paramın (cid:231)oğunu erip, Chicago’ya giden bir otob(cid:252)se binecektim. 3 Bebek ağlamaları, sıcak g(cid:252)neş, bir Pennsylvania şehrinde binip (cid:246)te- rinde inen insanlar: sıradan bir otob(cid:252)s yolculuğu. Yol Ohio d(cid:252)zl(cid:252)ğ(cid:252)ne kadar d(cid:246)ne d(cid:246)ne ilerledi, geceleyin Ashtabula’nın yanından ve d(cid:252)md(cid:252)z Indiana’nın i(cid:231)inden ge(cid:231)ti. Chicago’ya sabah (cid:231)ok erken vardık. Y’de bir oda kiraladım. Yatağa yattığımda cebimde sadece birka(cid:231) dolar vardı. İyi bir g(cid:252)nd(cid:252)z uykusu (cid:231)ektikten soma, Chicago kazan ben kep(cid:231)e, dolaştım. Michigan g(cid:246)l(cid:252)nden esen r(cid:252)zgar, bop, G(cid:252)ney Halsted ve Kuzey Clark dolaylarında (cid:231)ıktığım uzun y(cid:252)r(cid:252)y(cid:252)şler, geceyarısından soma ormanda bir polis devriyesinin benden kuşkulanmasına aldırmayarak yaptığım gezinti. 1947’de bop b(cid:252)t(cid:252)n Amerika’yı kasıp kavuruyordu, ama (cid:231)alanlarda bir yorgunluk vardı, (cid:231)(cid:252)nk(cid:252) Charlie Parker Kuşbilimi evresi ile Miles Davis’in başlatacağı evre arasındaki d(cid:246)nem yaşanmaktaydı. Bopun hepimiz adına temsil ettiği geceyi dinlerken, (cid:252)lkenin bir ucundan (cid:246)b(cid:252)r ucuna arkadaşlarımı d(cid:252)ş(cid:252)nd(cid:252)m ve aynı geniş avluda, aynı şekilde kendilerinden ge(cid:231)tiklerini, aynı şekilde koşuşturduklarını hissettim. Ve ertesi g(cid:252)n (cid:246)ğlesonrası hayatımda ilk defa batı topraklarına ayak bastım. Otostop yapmaya uygun, g(cid:252)zel, sıcak bir g(cid:252)nd(cid:252). Chicago’nun trafiğinden kurtulmak i(cid:231)in Illi-nois’nin Joliet şehrine kadar otob(cid:252)sle gittim. Hi(cid:231) de emniyetli g(cid:246)r(cid:252)nmeyen caddelerden yaya olarak şehir dışına (cid:231)ıkıp mevzilendim. 14
Description: