ANNE SRİ AUROBİNDO'NUN ÖZLÜSÖZLERİ SRIAUROBINDOMIRA ENTEGRAL CENTRE SRİ AUROBİNDO’NUN ÖZLÜSÖZLERİ Anne Kitabın Orijinal Adı Pensées et Aphorismes de Sri Aurobindo (traduction et commentaires) Eser sahibi Anne Yayın Hakları © SRI AUROBINDO ASHRAM TRUST, 1979, Éditions Sri Aurobindo Ashram, 605002 Pondichéry, India. © Adnan ÇİKA, SRIAUROBINDOMIRA YOGA CENTRE, 2004 Bu eserdeki tüm metnin, tüm fotoğrafların ve Anne'nin sembolünün tüm telif hakları saklıdır, Adnan ÇİKA’nın yazılı izni olmadan hiçbir şekilde kullanılamaz. Bu çeviri sevgili Ayla Canova’nın sayesinde çıktı. ISBN 975-98936-0-6 Çeviri - Tasarım SRIAUROBINDOMIRA ENTEGRAL CENTRE [email protected] ANNE SRİ AUROBİNDO'NUN ÖZLÜSÖZLERİ SRIAUROBINDOMIRA ENTEGRAL CENTRE Sri Aurobindo 1950’de Pondichéry’de Birçok insan için yoga lotüs pozisyonunda oturup derin meditasyona dalmak, kundaliniyi uyandırmak, ya da sirkvari akrobatik burkulmalar demek. Sri Aurobindo'yla Anne'nin süpraakılsal yogası bu değil. Süpraakılsal yoga öteki yogaların bittiği yerde başlar. Bu, formda olma yogası, diyet yogası, daha iyi, daha sağlıklı, daha mutlu yaşama yogası değil; hayatta daha başarılı olma, stres atma, cinsel gücü artırma yogası hiç değil. SÜPRAAKILSAL YOGA “BAŞKA ŞEYE” SUSAYANLARIN, “BAŞKA” OLMAK İSTEYENLERİN YOGASI, YENİ GÜNEŞİ DOYASIYA İÇMEK İSTEYENLERİN, GELECEK YENİ NEFESİ, YENİ OKSİJENİ İÇİNE ÇEKMEK, YENİ GERÇEĞİ YAŞAMAK İSTEYENLERİN YOGASI. Süpraakılsal yoga yeni türü, insandan sonra gelecek varlığı şekillendiren dönüşme yogası, işleyişi de tamamen farklı: sadece kundalininin aşağıdan yukarı uyandığı klasik yogaların aksine, süpraakılsal güç duyulan özleme cevaben HER TARAFTAN NÜFUZ EDER ve vücudun tüm bilinç merkezlerini, tüm hücrelerini uyandırır, aydınlatır ve dönüştürür. Bu yeni yogayı, bu Yeni Bilinci yaşamak, bu titreşim olmak için “manevi atlet” olmaya gerek yok, büyük konsantrasyonlara, zor asanalara, yüksek meditasyonlara, sıkı riyazete, vejetaryenliğe ya da özel erdemlere hiç gerek yok. “Yeni Bilince” çocukça güvenmeniz, “başka bir Şeye” ihtiyaç duymanız, “Yeni bir Hava solumak” istemeniz, “Yeni bir Güneşin” içinizi ısıtmasını istemeniz yeterli, kendinizi Yeni Işığa, Hakikat Bilincine, Süpraakla açıp içinizdeki tanrısal kıvılcımın, gönül alevinizin, psişik varlığınızın aracılıyla Süpraakılla temasa geçmeniz yeterli. Kuvvetlerin, insan aklını yok etmek için ya da Anne'nin deyimiyle insanları “akılsızlaştırmak” için işbaşında olduğu apaçık ortada. İşin garip ve ironik yönü, insan beyninin övünç kaynağı bilimin, kolektif zekanın bu kendi kendini yok edişinde başrol oynaması. Bu, balıkların solungaçlarının ya da yüzgeçlerinin yok olmasına benzer evrimsel bir fenomen: merkezi organ zarar görüyor. Başlıca işlevi gözlemlemek ve ayırt etmek – yani dünyadaki yüzgeçlerimiz – olan insan aklı, televizyonun, İnternetin, radyonun, gazetelerin, dergilerin, CD’lerin, VCD’lerin, DVD’lerin her yere yankılanan yoğun, hipnotik gürültüsü hepsi birbirinden harika “bilgi”, “haber”, “keşif”, “fikir”, hepsi birbirini sıfırlayan, etkisizleştiren, fesheden, birbirine karışan birbirinden aldatıcı slogan bombardımanıyla sistematik ve bilimsel bir biçimde bulandırılıyor, sislendiriliyor, karartılıyor, bozuluyor; bilinçler aynen ormanlar gibi harap ediliyor. Astrofiziğin, biyolojinin, arkeolojinin son keşifleri maneviyatın, mezheplerin, yogilerin, şifacıların son buluşlarına karışıyor: her şey “bulundu-keşfedildi” ama hiçbir şey iyileşmedi, hiçbir şey düzelmedi, hiçbir şey anlaşılmadı. Her teori, her fikir aynı değerde ama hiçbir şeyin değeri kalmadı, ve kimse ne yön, ne de anlam bulamıyor. İnsani yüzgeçlerini yitiren insanlar artık anlayamadıkları, hakim olamadıkları binlerce akımın altında çaresiz: her şeyi anladılar ama artık hiçbir şey anlamıyorlar. Mağara adamından daha az zekaya ve gözlemleme yeteneğine sahipler: mağara adamı en azından ilkel ormanda yol biliyordu. Yol mol kalmadı, artık milyonlarca yol var, hepsi birbirinin eşdeğeri, hepsi aynı şekilde doğru, hepsi aynı şekilde yanlış, hepsi sıfır, hiçbiri işe yaramaz. Artık hakikat diye bir şey de kalmadı: her şey şüpheli. Artık din min de kalmadı, binlerce din var; kötü Kremlin iyi Beyaz Saray diye bir şey de kalmadı: iyilikler kötü oldu, bazen de kötülüklerin iyi tarafı var. Kısacası çaresiz ex insanların aklı iyice karışmış durumda. Kıyamet nükleer savaşla ya da doğal afetle gelmeyecek, çünkü KIYAMETİ ZATEN ŞU AN YAŞIYORUZ: KIYAMET AKILSAL. İnsanlar artık kıyametin farkına varabilecek zekadan bile yoksun; temel eksikliklerini gizlemek için ha bire süper imkanlar, süper sloganlar, süper makinalar icat etmeye devam ediyorlar: boş beyinler için hiç bu kadar milyonlarca boş kitap yazılmadı! Kim bilir, belki de beyinleri boşaltmak içindir! Zekaları “akılsızlaştırmak” için hiç bu kadar bilgi bombardımanına başvurulmadı! Bir tür, ana organını yitirirse, bu ya yenisini icat etmesi gerekiyor, ya ölmesi gerekiyor, ya da yeni organı icat etmeyi bilecek türe yer vermesi gerekiyor demektir. Akılsal hapishanemizin duvarları yıkılıyor. Zaten, genellikle bir evrim aşamasının sonu, evrimden çıkması gereken her şeyin güçlü bir artışıyla, azgın şiddetlenmesiyle kendini gösterir. Doruk noktasına ulaşan eski formların bu parçalanmasını etrafımızda her yerde görüyoruz: SİSTEM HER YERDE ÇÖKÜYOR, HER YERDE SINIRLAR ÇÖKÜYOR, DİNLER ÇÖKÜYOR, AHLAK ÇÖKÜYOR, POLİTİKA ÇÖKÜYOR, BÜROKRASİ ÇÖKÜYOR, TOPLUM ÇÖKÜYOR, DEĞERLER ÇÖKÜYOR. Kötü, ahlaksız, dinsiz olduğumuz için çökmüyor; yeterince insan olmadığımız için çökmüyor, rasyonel olmadığımız için çökmüyor, bilge olmadığımız için çökmüyor... ÇÖKÜYOR ÇÜNKÜ İNSAN OLMA VAKTİ ARTIK BİTTİ! Dünya ahlaki bir kriz yaşamıyor, BAŞKA ŞEYE GEÇİYORUZ, EVRİMSEL BİR KRİZ YAŞIYORUZ. Daha iyi ya da daha kötü bir dünyaya doğru yol almıyoruz, TAMAMEN FARKLI BİR DÜNYAYA, BAMBAŞKA BİR DÜNYAYA DOĞRU MÜTASYON GEÇİRİYORUZ. Yeni arayışlar içindeyiz… Göç ediyoruz… uyuşturucu, uyarıcı, macera, X, seks, zevk peşindeyiz… Şurada grev, orada reform, falan yerde gösteri, burada savaş, orada eğlence, başka yerde çılgınlık, filan yerde rehine krizi, terör… Sürekli devrim yapıyoruz, ama aslında bunların hiçbirini yapmıyoruz: YENİ VARLIĞIN, YENİ TÜRÜN PEŞİNDEYİZ, BİLMEDEN, İNSAN DEVRİMİNİN TAM İÇİNDEYİZ. Olduğumuz akılsal insanın ötesinde, evrimin başına geçecek yeni bir varlığın imkanı açılıyor önümüzde, aynen insanın, maymunların arasında evrimin başına geçtiği gibi. Eğer hayvan, Doğa’nın insanı şekillendirdiği canlı bir laboratuarsa, belki insan da, üstelik bilinçli işbirliği yaparak, Doğa’nın yeni türü, yeni yaratımı, süpraakılsal varlığı şekillendireceği canlı ve düşünen bir laboratuardır. Süpraakıl kelimesi sizi yanıltmasın. Sri Aurobindo bu yeni bilince “Süpraakıl” dedi diye Süpraakla aklın çok yüksek, çok saf, çok asil entelektüel faaliyetiyle, üstün akılsal soyutlamalarla ulaşabileceğinizi sanmayın. Gerçek çok farklı. Süpraakıl, doğal zirvesine ermiş insan değil, insan yüceliğinin, insan bilgisinin, insan gücünün, insan iradesinin, insan zekasının, insan dehasının, insan azizliğinin, insan erdeminin, insan ahlakının, insan aşkının, insan saflığının ya da insan mükemmelliğinin bir üst derecesi değil... SÜPRAAKIL BAMBAŞKA... BAMBAŞKA BİR OLUŞ TİTREŞİMİ, BAMBAŞKA BİR BİLİNÇ. Eskinin, varolanın ömrünü uzatmayı, geliştirmeyi, yüceltmeyi, rafineleştirmeyi isteyerek kendi dönüşmemizin anlamını kaçırıyor olabiliriz. Maymun da belki insanı “üretmek” için maymunsal evrimin ortasındayken aynı hatayı yapardı: belki ağaca daha iyi tırmanabilen, daha iyi avlanan, daha iyi koşan, daha çevik, daha muzip bir süper maymun yapmak isterdi. Nietzsche’yle sadece bir süperinsan olan bir “üstüninsan” yapmak istedik; maneviyatçılarımızla, mistiklerimizle daha erdemli, daha bilge bir süper aziz yapmak istedik. Ama insan erdemiyle, insan bilgeliğiyle işimiz yok, en uç noktalarına götürülseler bile bu hala eskinin yaldızlı zavallılığı, inatçı sefaletimizin diğer şanlı yüzü. Mesele, kapatıldığımız akılsal hapishaneyi daha konforlu hale getirmek değil, ya da insanı fantastik güçlerle donatmak değil; cepli, laptoplu, gadget’li cüce insan sonuçta sadece cüce. Aya, uzaya gidebiliyoruz diye gururlanıyoruz, yakında Mars’a da gideriz ama dünyada hala birbirimizi barbarca katlediyoruz. Ee? Bu süpraakılsal bilinç insansal doruklarda değilse NEREDE? Akılsal evreye girdiğimizden beri en çok ihmal ettiğimiz şeyde: VÜCUDUMUZDA. Vücut, fiziksel öz, hücresel öz bütün ışıklara, bütün sonsuzluklara sahip suskun bir bilinç; kadiri mutlak güçler içeriyor. TANRISAL'I ANCAK VÜCUT GERÇEKTEN ANLAYIP HİSSEDEBİLİR, GERÇEKTEN YAŞAYABİLİR; gerisi “Tanrısal hakkında felsefe”, “duygusallık”, “romantizm”, yani boş iş. Pratik olarak, Süpraakılla nasıl temasa geçebiliriz? Çok basit: kalbimizin gerisinde özlemle yanan sakin, parlak aleve odaklanarak... yani padmasanada oturmadan, derin meditasyona dalmadan, bir süper yogi olmadan, dünyayı, hayatı terk etmeden. Süpraakılla temas öyle sıcak, öyle yoğun, öyle güçlü, öyle gerçek, öyle somut ki, bilinç altüst oluyor, radikal bir değişikliğe uğruyor. Bilincin kalitesi sanki değişiyor... Farklı olan kalite, şu anlamda ki bilinçte bir tamlık, bir zenginlik, bir güç var. Yanında “manevi doruklar” donuk, soğuk, soluk kalıyor; nirvanayı, cenneti bulmanın Süpraakılla temasa geçmekte faydası yok, çünkü Süpraaklın ipucu “yukarıda” değil, dışarıda ya da dünya dışında kesinlikle değil: kendi alev kapasitemizde. Bir tek derin ve gerçek bir aşk anı, aşk atılımı, tanrısal Lütufla bir anlık bir birleşme bile insanı hedefe, olabilecek bütün akılsal açıklamadan çok daha fazla yaklaştırıyor. Yeni bilince, hakikat bilincine, Süpraakla çıkıvermek için ilk şart, bildiğinizi zannettiğiniz her şeyin, henüz öğrenilmesi gerekenlerin yanında bir hiç olduğuna inanmak için yeterli bir akılsal alçakgönüllülük… KAFANIZDAKİ BÜTÜN İZM’LERİ ATIN. Sri Aurobindo 15 Ağustos 1872’de Calcutta’da doğdu. Yedi yaşından yirmi bir yaşına kadar İngiltere’de önce Londra’da Saint Paul’s School’da, ardından Cambridge’de, King’s College’de eğitim gördü. Oğullarının tamamen Avrupai bir eğitim görmesini isteyen doktor babası, Sri Aurobindo'yla iki kardeşini bir papaz ailenin yanına yerleştiriyor; kesin direktifler vererek, çocuklarının Hintlilerden ve Hint kültüründen kesinlikle uzak tutulması konusunda papaz aileyi iyice tembihliyor. Böylece İngiliz ve Fransız edebiyatına, şiire ve Avrupa tarihine merak saran Sri Aurobindo İngilizce’yi, Fransızca’yı, Latince’yi, Grekçe’yi mükemmel öğreniyor; Dante’yi İtalyanca, Calderon’u İspanyolca, Goethe’yi Almanca okuyabiliyor ama 1893’te Mumbai’a ayak bastığında ne Hindistan, ne de Hindistan’ın halkı, inançları, kültürü hakkında hiçbir şey bilmiyor. On üç yıl Baroda eyaletinde iskan bakanlığında, pullar ve gelirler departmanında çeşitli resmi görevlerde çalışıyor; Baroda mihracesinin konuşmalarını ve diğer yazı işlerini sıkça kaleme alıyor. Baroda kolejinde Fransızca ve İngilizce hocalığı yapıyor. Bu arada zengin Hint kültürünü, edebiyatını, tarihini, politik problemleri derinlemesine inceliyor; Bengalice, Sanskritçe, Hindice, Gujaratice, Marathice öğreniyor. 1906’da Bengal’e geçerek Hindistan’ın bağımsızlık hareketini başlatıyor; günlük gazetesi Bande Mataram kısa sürede Hindistan’ın milliyetçi hareketinin en güçlü sesi oluyor. Sri Aurobindo Vedanta’nın çevirisini okuyana kadar ateistti; 1908’de komplo suçlamasıyla tutuklanıyor; cezaevinde hayatını değiştiren pek çok manevi deneyim yaşıyor, realizasyonlar ediniyor: “...İngiliz hükümetinin öfkesinin tek sonucu Tanrı’yı bulmam oldu...” (Tales of Prison Life, Sri Aurobindo).
Description: