ebook img

Sonsuz Gece - Cladia Gray PDF

303 Pages·2014·1.14 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Sonsuz Gece - Cladia Gray

Claudia GRAY Sonsuz Gece (Evernight Akademisi) İngilizceden Çeviren: Sevinç Seyla Tezcan Pegasus Yayınları Pegasus Yayınları: 835 Gençlik: 131 Evernight Akademisi Sonsuz Gece Claudia Gray Özgün Adı: Evernight Yayın Koordinatörü: Berna Sirman Editör: İlker Sönmez Düzelti: Begüm Berkman Padar Sayfa Tasarımı: Cansu Gümüş Kapak Uygulama: Pınar Yıldız Film-Grafik: Mat Grafik Baskı-Cilt: Alioğlu Matbaacılık Sertifika No: 11946 Orta Mah. Fatin Rüştü Sok. No: 1/3-A Bayrampaşa/İstanbul Tel: 0212 612 95 59 1. Baskı: İstanbul, Mayıs 2014 ISBN: 978-605-343-275-3 Türkçe Yayın Hakları © PEGASUS YAYINLARI, 2014 Copyright © Amy Vincent, 2008 Bu kitabın Türkçe yayın hakları Akçalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla HarperCollins Publishers'ın alt yayıncısı HarperCollins Children's Books'tan alınmıştır. Tüm hakları saklıdır. Bu kitapta yer alan fotoğraf/resim ve metinler Pegasus Yayıncılık Tic. San. Ltd. Şti/den izin alınmadan fotokopi dâhil, optik, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz. Yayıncı Sertifika No: 12177 Pegasus Yayıncılık Tic. San. Ltd. Şti. Gümüşsüyü Mah. Osmanlı Sk. Alara Han No: 11/9Taksim /İSTANBUL Tel: 0212 244 23 50 (pbx) Faks: 0212 244 23 46 www.pegasusyayinlari.com / [email protected] Giriş UCU ALEVLİ BİR OK DUVARA SAPLANDI. Yangın. Toplantı evinin eski ve kupkuru ahşaplan bir anda tutuştu. Ciğerlerimi tırmalayan, nefesimi kesen, karanlık, yağlı bir duman bütün odayı kapladı. Yeni arkadaşlarım silahlarına sanlıp canlan pahasına savaşmaya girişmeden önce dehşet çığlıklan attılar. Hepsi benim yüzümden... Oklar art arda havayı delip geçiyor, alevleri iyice körüklüyordu. Küllerin neden olduğu pusun arasında Lucas'ın gözlerini bulmak için umutsuzca çabalıyordum. Beni, ne pahasına olursa olsun koruyacağım biliyordum ama o da tehlike altındaydı. Beni kurtarmak için uğraşırken Lucas'a bir şey olursa kendimi asla affetmezdim. Kurumla ağırlaşan hava yüzünden öksürerek Lucas’ın elini sımsıkı tuttum ve onu kapıya doğru çektim. Ama onlar bizi karşılamaya çoktan hazırlardı. Toplantı evinin girişinin az ötesinde, gölgeleri alevlere vuran, yan yana sıralanmış koyu renkli, korkutucu karaltılan duruyordu. Görünürde silahlan yoktu. Zaten tehditlerini açıkça sezdirmek buna hiç ihtiyaçlan yoktu. Benim için gelmişlerdi. Ve kurallan çiğnediği için Lucas'ı cezalandırmaya. Buraya öldürmeye gelmişlerdi. Bütün bunlar benim yüzümden oluyor. Lucas ölürse, bütün suç benim olacak. Gidecek hiçbir yer, kaçılacak bir sığmak yoktu. Burada çevremizi saran, daha şimdiden tenimi acıtacak kadar ısman yangının ortasında da kalamazdık. Tavamn üstümüze çökmesi ve bizi ezmesi an meselesiydi. Dışarıdaysa vampirler bekliyordu. Birinci Bölüm OKULUN İLK GÜNÜ, YANİ KAÇMAK İÇİN SON ŞANSIMDI. Hayatta kalmamı sağlayacak malzemelerle dolu bir sırt çantam, kendime herhangi bir yere uçak bileti almak için kullanacağım dolu bir cüzdanım ya da beni kaçırmak için yolun aşağında, bir arabanın içinde hazır bekleyen bir arkadaşım yoktu. Kısacası, aklı başında pek çok insanın "plan" olarak adlandıracakları şeye sahip değildim. Ama önemli değildi. Ne olursa olsun, Karanlıklar Akademisinde kalmayacaktım. Ben kot pantolonumu ve beni sıcak tutan siyah kazağımı üzerime geçirirken -sabahın bu saatinde, hele bu yükseklikte eylül bile soğuk olurdu-, sessiz sabah güneşi gökyüzüyle henüz buluşuyordu. Uzun, kızıl saçlarımı öylesine bir topuzla topladım ve yürüyüş botlanmı ayağıma geçirdim. Her ne kadar annemin ve babamın uyanmasından endişe etmem gerekmese de, sessiz olmam çok ama çok önemliydi. Kısaca şöyle diyelim, ikisi de sabah inşam değildi. Saatin alarmı duyulana kadar ölü gibi uyurlardı ve zilin çalmasına daha birkaç saat vardı. Bu bana zaman kazandıracaktı. Yatak odamın penceresinin dışında, sevimsiz suratı bir çift köpek dişiyle tamamlanan, çirkin bir yaratık heykeli bana bakıyordu. Kot ceketimi kaptım ve heykele dil çıkardım. "Belki de Lanetliler Kalesi'nde takılmak hoşuna gidiyordur," diye mırıldandım. "Keyfine bak, ben sana mâni olmayayım." Çıkmadan önce yatağımı topladım. Normalde bunu yapmak için bir yığın dır dır dinlemem gerekirdi ama bugün kendi isteğimle işe koyulmuştum. Bugün annemle babamı yeterince dehşete düşüreceğimi biliyordum; yatak örtüsünü düzeltmek, küçük de olsa bir telafi olabilirdi. Büyük olasılıkla onlar böyle görmeyeceklerdi ama durmadım. Yastıkları kabartırken, dün gece gördüğüm rüya o anki kadar canlı bir şekilde gözlerimin önüne geldi: Kan rengi bir çiçek. Rüzgâr çevremi saran ağaçların arasında âdeta kükrüyor, dalları dört bir yana savuruyordu. Bulutlarla karman çorman bir hal almış gökyüzü âdeta kaynıyordu. Rüzgârın yüzüme düşürdüğü saçları elimle düzelttim. Tek isteğim çiçeğe bakmaktı. Çiçeğin yağmur damlacıklarıyla süslü yapraklarının her biri kıpkırmızı, incecik ve bıçak gibiydi; hani şu tropik orkide türleri gibi. Ancak çiçek aynı zamanda gösterişli ve dolgundu ve dalına, bir gül misali sımsıkı tutunmuştu. Bu çiçek gördüğüm en egzotik, en büyüleyici şeydi. Ve benim olmalıydı. Bu anı beni neden ürpertiyordu? Sonuçta sadece bir rüyaydı. Derin bir nefes aldım ve dikkatimi topladım. Gitme zamanı gelmişti. Askılı çantam zaten hazırdı; bir önceki gece içini doldurmuştum. Sadece birkaç parça eşya: bir kitap, güneş gözlüğüm ve bu civarda medeniyete en yakın yer olan Riverton'a kadar gitmem gerekmesi ihtimaline karşılık, bir miktar nakit. Bu beni o gün için idare ederdi. Gördüğünüz gibi, kaçmıyordum. Yani kaçıp da yeni bir kimliğe büründüğünüz, ya da ne bileyim, bir sirke falan katıldığınız anlamda değil. Hayır, ben bir mesaj veriyordum. Ailemin Karanlıklar Akademisi'ne onların öğretmen, benimse öğrenci olarak gelmemizi ilk önerdikleri andan beri bu fikre karşıydım. Bütün hayatım boyunca aynı küçük kasabada yaşamıştık ve beş yaşımdan beri aynı insanlarla birlikte okumuştum. Bunun böyle kalmasını istiyordum. Yabancılarla tanışmaktan keyif alan, kolayca sohbete girişen ve dostluk kuran insanlar vardı elbette ama ben hiçbir zaman onlardan biri olmamıştım. Hiç alakam yoktu. İnsaniann sizden "utangaç" diye bahsederken gülümsemeleri çok gariptir. Utangaçlık, bebek dişleriniz döküldüğünde sırıtışınızda açılan gedikler gibi, büyüdüğünüz zaman kurtulacağınız şirin ve bir anlamda komik bir alışkanlıkmış gibi. Bu duygunun midenizi nasıl düğümlediğini, avuçlarınızı nasıl terlettiğini ya da anlamlı bir şeyler söylemenize nasıl engel olduğunu bir bilseler... Hiç ama hiç şirin değildir. Oysa annem ve babam, bunu söylerken hiç gülümsemezlerdi. Bunu yapmayacak kadar zekiydiler ve on altı yaşımda, buna artık bir son vermem gerektiğine karar verdikleri güne kadar, beni anladıklarını sandım. Bunu yapmak için yatılı okuldan daha uygun bir yer olabilir miydi? Hele kendileri de bu yolculukta bana eşlik etmek üzere oradayken... Bu fikre nereden kapıldıklarım anlayabiliyordum ya da anlıyor sayılırdım. Yine de, bu sadece bir teoriydi. Karanlıklar Akademisinin araç girişine girdiğimiz ve bu büyük, insana tepeden bakan taştan Gotik canavan ilk gördüğüm anda, okula burada devam etmemin imkânsız olduğunu anlamıştım. Annem ve babam beni dinlememişlerdi. Dinlemelerini sağlamak zorundaydım. Parmak ucunda, ailemin son bir aydır yaşadığı, öğretim görevlilerine ayrılmış dairenin kapısına yürüdüm. Yatak odalarının kapalı kapısının ardından annemin usul usul horladığını duyabiliyordum. Çantamı omzuma astım, kapının tokmağını yavaşça çevirdim ve merdivenleri inmeye başladım. Akademi kulelerinden birinin en tepesinde yaşıyorduk. İnanın, bu sanıldığı kadar cazip değil. Bu, neredeyse iki yüzyıl önce, yani yıpranıp bozulmalarına yetecek kadar uzun süre önce oyulmuş, döner taş basamakları inmem anlamına geliyordu. Uzun, sarmal biçimli merdivende sadece bir iki pencere vardı ve ışıklar henüz yanmadığı için beni karanlık ve zorlu bir yolculuk bekliyordu. Çiçeğe uzandığım anda, çit oluşturan çalılarda bir hışırtı oldu. Rüzgâr, diye düşündüm ama değildi. Hayır, çalılar gözle görülür bir hızla büyüyordu. Yaprakların arasından, arapsaçını andıran bir karmaşayla, asmalar ve böğürtlen çalıları fışkırıyordu. Ben kaçmaya fırsat bulamadan, çalılar beni dalların, yaprakların ve dikenlerin arasına hapsedecek şekilde etrafımı kuşattılar. O an için son ihtiyacım olan şey kâbuslarımdan anlık görüntülere kapılmaktı. Derin bir nefes aldım ve zemin kattaki büyük hole varana kadar, inmeye devam ettim. Burası, ilham vermek ya da en azandan etkilemek için inşa edilmiş, gösterişli bir alandı; mermer zeminler, yüksek kemerli tavanlar, yerden kirişe kadar uzanan, tam ortadaki düz şeffaf cam dışmda, her biri farklı bir kalaydeskop deseninde vitray pencereler. O günün faaliyetleri için hazırlıklar bir gece önceden tamamlanmış olmalıydı; müdirenin günün ilerleyen saatlerinde okula giriş yapacak öğrencileri selamlayacağı podyum hazır bekliyordu. Benden başka herkes uyuyor olmalıydı ki bu beni durduracak hiç kimsenin olmadığı anlamına gelirdi. Ağır, oymalı dış kapıyı sertçe ittim ve işte, özgürdüm. Ben bahçede ilerlerken, sabah sisi, mavi-gri bir örtü gibi dört bir yanı kaplamıştı. 1700'lerde, Karanlıklar Akademisinin inşa edildiği dönemde, bu bölge tamamen ıssızmış. Şimdi artık, uzaktan küçük benekler gibi görünen kasabalar olsa da, hiçbiri Akademi'ye çok yakın sayılmazdı ve dağ manzarasına ve sık ormanlara rağmen, hiç kimse yakınlara ev yapmamışta. Buraya yakın olmak istemedikleri için onları kim suçlayabilirdi ki? Arkama, okulun her biri çarpık canavar suratlarıyla süslü iki yüksek kulesine baktım ve ürperdim. Birkaç adım daha uzaklaşınca, sisin içinde kaybolmaya başladılar. Akademi, arkamda bütün heybetiyle yükseliyordu. Yüksek kulelerinin taş duvarları, dikenlerin aşamayacağı tek engeldi. Dönüp okula kaçmalıydım ama kaçmadım. Akademidikenlerden kat kat tehlikeliydi; dahası çiçeği arkamda bırakmayacaktım. Kâbusum gerçekliğin kendisinden daha gerçek görünmeye başlamıştı. Huzursuzlanarak okula sırtımı döndüm, hızlı adımlarla ormana daldım. Ağaçlann diplerindeki çalılıkların arasında, kınk çam dallarını ayaklarımın altında ezerek hızla ilerlerken yakında her şey sona erecek, diye düşündüm. Ön kapıyla aramdaki mesafe sadece birkaç yüz metreydi ama çok daha uzak görünmeye başlamışta. Koyu sis yüzünden ormanın derinliklerine çoktan ulaşmışım gibi hissediyordum. Annem ve babam uyanacaklar ve gittiğimi fark edecekler. Buna katlanamadığımı, bana bunu yaptıramayacaklarını sonunda görecekler. Peşime düşecekler ve tamam, onları korkuttuğum için deliye dönecekler ama anlayışla karşılayacaklar. Sonunda hep anlayış göstermiyorlar mı? Sonra hep birlikte buradan gideceğiz. Karanlıklar Akademisinden uzaklaşacağız ve asla geri dönmeyeceğiz. Kalbim daha da hızlı çarpmaya başlamışta. Karanlıklar Akademisi'nden uzaklaştıkça korkum azalacağına artıyordu. Daha önce, bu plam ilk tasarladığımda, iyi bir fikir gibi gelmişti. Asla başarısız olmayacak bir plan gibiydi. Ve şimdi, plan gerçeğe dönüşürken ve ben ormanın orta yerinde, bilmediğim bir yabaniliğe doğru koşarken, artık o kadar emin değildim. Belki de bir hiç uğruna kaçıyordum. Belki de ne olursa olsun, beni sürükleyerek geri getireceklerdi. Fırtına gümbürdüyor; kalbim daha da hızlı çarpıyordu. Akademi'ye son kez sırtımı döndüm ve dalında titreyen çiçeğe baktım. Rüzgâr tek bir taç yaprağını alıp götürmüştü. Ellerimle dikenleri iterken, tenimde hissettiğim ince sızıya rağmen kararlı adımlarla yürümeye devam ettim. Parmak ucumla dokunur dokunmaz, yaprakları tek tek solup kurumaya başlayan çiçek, bir anda kararıverdi. Akademi'yle aramdaki mesafeyi olabildiğince açmak için doğuya doğru son hızla koşmaya başladım. Kâbusum beni rahat bırakmayacaktı: Her şeyin nedeni orasıydı; beni korkutan, ürküten ve içimi boşaltan. Oradan uzaklaşabilirsem iyi olacaktım. Ne kadar yol aldığımı görmek için nefes nefese arkama baktım.

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.