ebook img

Sokak Avukatı - John Grisham PDF

518 Pages·2014·1.76 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Sokak Avukatı - John Grisham

Sokak Avukatı John Grisham Orijinal adı: The Street Lawyer Çeviren: Enver Günsel Düzenleme: emrah40 www.eskikitaplarim.com Remzi Kitapevi 1 Lastik çizmeli adam asansöre benim arkamdan bindi ama, önce onu görmedim. Ancak kokusunu duydum - sigara, ucuz şarap ve hiç yıkanmadan sokaklarda geçen yaşamının o keskin kokusunu. Yukarıya çıkan asansörde ikimiz yalnızdık ve bir ara başımı çevirip baktığımda, siyah renkli, çamur içindeki koskoca çizmelerini gördüm. Adamın üzerinde, âdeta paçavraya dönmüş, eski, diz boyu bir pardesü vardı. Pardesünün altına birkaç kat eski, leş gibi olmuş giysi giydiğinden, iriyarı, tombul görünüyordu ama, tombulluğu hiç kuşkusuz iyi beslenmenin sonucu değildi, kış aylarında D.C.'de sokak serserileri ne bulurlarsa üzerlerine geçirirler, üşümemek için her şeyi giyerlerdi. Adam, orta yaşlı bir zenciydi, saçı sakalı kırlaşmıştı ve yıllardan beri yıkanıp kesilmedikleri belliydi. Kalın güneş gözlüğü camlarının arkasından doğruca önüne bakıyor, benimle hiç ilgilenmiyordu ve ben de bir an için onunla neden ilgilendiğimi anlayamadım. Adam buraya ait değildi. Burası onun yaşayacağı bir bina, onun asansörü olamazdı ve bu pahalı yerde yaşaması olanaksızdı. Binanın sekiz katında, benim aldığım saat ücretiyle çalışan avukatlar vardı ve bu saat ücretleri, yedi yıl sonra bile bana ahlaksızca gelirdi. Bu adam hiç kuşkusuz, soğuktan kaçan bir sokak serserisiydi. Böylelerini Washington'da her zaman görürdünüz. Fakat bu tiplerle uğraşmak için güvenlik elemanlarımız vardı. Asansör altıncı katta durdu ve ilk kez o zaman bu adamın hiçbir düğmeye basmadığını, çıkacağı katı seçmediğini fark ettim. Demek adam beni izliyordu. Aceleyle asansörden çıkıp, Drake & Sweeney firmasının muhteşem mermer fuayesine adım atarak biraz yürüdüm. Arkama baktığımda adam hâlâ asansörün içinde duruyor ve benimle hiç ilgilenmeden doğruca önüne bakıyordu. En deneyimli resepsiyon memurlarımızdan biri olan Madam Devier, o tipik kibirli bakışlarıyla beni selamladı. Ona, "Asansöre dikkat et," dedim. "Neden?" "Sokak serserisi. Güvenliği çağırmak isteyebilirsin." Madam Devier, hafif Fransız aksanıyla, "Ah şu serseriler," dedi. "Biraz da dezenfektan bulsan iyi olur." Pardesümü çıkarırken yürüdüm ve lastik çizmeli adamı unuttum. Öğleden sonra hiç durmadan toplantılara katılacak, önemli kişilerle önemli konularda görüşmeler yapacaktım. Köşeyi döndüm ve sekreterim Polly'ye bir şey söylemek üzereydim ki, ilk silah sesini duydum. Madam Devier masasının arkasında âdeta taş kesilmiş, ayakta duruyor ve şu bizim sokak serserisinin elindeki uzun namlulu tabancanın namlusuna korkuyla bakıyordu. Madam Devier'nin yardımına ilk gelen ben olduğum için, adam tabancayı bu kez bana doğrulttu ve tabii ben de taş kesildim. Hemen ellerimi havaya kaldırdım ve, "Ateş etme," dedim. Böyle durumlarda neler yapmak gerektiğini öğrenecek kadar film görmüştüm. Adam gayet sakin bir tavırla, "Kapa çeneni," dedi. Arkamda, holde bazı sesler duyuyordum. Birisi, "Adamın silahı var!" diye bağırdı. Bunu duyan herkes geriye çekilip kaçmaya başladı ve sesler yavaş yavaş kesildi. Onları neredeyse korkudan pencerelerden atlayıp kaçarken görür gibi oldum. Hemen solumda, bir toplantı odasına açılan kalın bir tahta kapı vardı ve o anda, bu kapının arkasında sekiz dava avukatımızın çalıştığını biliyordum. Bu korkusuz sekiz avukat mahkemelerde insanları saatlerce sorguya çeker, canına okurdu, içlerinden en kavgacı ve çetin ceviz olanı Rafter'dı ve birden kapıp açıp, "Neler oluyor," diye bağırınca, silahın namlusu bu kez ona döndü ve lastik çizmeli adamın istediği de oldu. Rafter, kapının eşiğinden, "Bırak o silahı," diye emredince, resepsiyon salonunda ikinci bir silah sesi duyuldu ve mermi, Rafter'ın başının biraz üzerinden geçip tavana saplanınca, o da, kolayca ölebileceğim anlamış oldu. Adam namluyu tekrar bana çevirip başıyla işaret etti. Hemen dediğini yaptım ve Rafter'ın arkasından toplantı salonuna girdim. Son gördüğüm şey, başını koltuğunun arkasına yaslayıp, ayaklarını çöp sepetinin yanına kadar uzatmış, korkudan tirtir titreyen Madam Devier oldu. Lastik çizmeli adam arkamdan kapıyı çarparak kapadı ve içerdeki sekiz avukatın kendisini takdir etmesini ister gibi, silahını yavaşça havada salladı. İşe yaradığı hemen belli oldu; barut kokusu adamın pis kokusunu çoktan bastırmıştı. Odadaki uzun masanın üzerinde, sadece birkaç saniye öncesine kadar çok önemli olan bir sürü belge, kâğıt görülüyordu. Aşağıdaki otoparka bakan bir sıra pencere ve hole açılan iki kapı vardı. Adam silahını hafifçe bize doğru sallayıp, "Duvara dizilin," dedi. Sonra, namluyu benim başıma dayadı ve, "Kapıları kilitle," diye emretti. Kuşkusuz, dediğini hemen yerine getirdim. Sekiz avukat duvara doğru gerilerken hiçbirinden ses çıkmıyordu. Ben de hiç sesimi çıkarmadım ve kapıları aceleyle kilitleyip, yaptığımı onaylamasını ister gibi ona baktım. Neden bilmiyorum, o anda postanedeki korkunç silah seslerini düşündüm - bir şeye canı sıkılan bir posta memuru, öğle yemeğinden elinde bir silahla dönüyor ve on beş meslektaşını öldürüyordu. Okul bahçesindeki katliam ve self- servis restoranlarındaki cinayetler aklıma geldi. Üstelik o olaylardaki kurbanlar masum çocuklar, dürüst vatandaşlardı. Biz ise, bir araya toplanmış birkaç avukattık! Adam bir şeyler homurdanıp silahını sallayarak sekiz avukatı duvara dizdi ve pozisyonlarından tatmin olunca bana döndü. Ne istiyordu bu adam acaba? Bize bir şeyler soracak mıydı? Sorduğu sorulara hiç kuşkusuz hemen cevap alacaktı. Güneş gözlükleri olduğu için gözlerini göremiyordum ama, o benimkileri rahatça görüyordu. Namlu gözlerime çevrilmişti. Leş gibi pardesüsünü yavaşça çıkardı, yeniymiş gibi itinayla katladı ve masanın üzerine bıraktı. Asansörde beni rahatsız eden koku yine duyuluyordu ama, şimdi bunun önemi yoktu tabii. Adam masanın bir ucunda durdu ve pardesüden sonra ikinci katı - kocaman gri hırkayı da çıkardı. Hırkanın büyük olmasının bir nedeni vardı kuşkusuz. Hırkanın altına, benim bu konuda eğitimsiz olan gözlerime dinamit gibi gelen bir dizi kırmızı çubuk bağlanmıştı. Çubukların uçlarından renkli spagetti gibi kablolar çıkıyordu ve her şey gümüş renkli bir bantla tuturulmuştu. O anda ilk düşündüğüm şey, elimi kapının kilidine uzatıp kendimi dışarıya atmak için koşmak; işi şansa bırakıp, adamın kurşunlarından kurtularak hole çıkabilmekti. Fakat dizlerim titriyordu ve kanım âdeta donmuştu. Duvara yaslanan sekiz avukat durmadan mırıldanıyor, soluyup duruyorlardı ve bu da bizi rehin alan adamı kızdırıyordu. Bir ara, sabırlı bir öğretmen edasıyla, "Lütfen sessiz olun," dedi. Adamın sükûneti beni sinirlendiriyordu. Bellindeki spagetti gibi kabloları düzeltti ve sonra, geniş pantolonunun bir cebinden sarı renkli naylon iple bir çakı çıkardı. Düşündü ve silahını, rehinelerin dehşet ifadeli yüzlerine doğru sallayıp, "Kimseyi incitmek istemiyorum," diye konuştu. Söylediği güzeldi ama, bu sözleri ciddiye almak zordu. Üzerinde on iki kırmızı çubuk saydım ki, bunlar da herkesi bir anda, hiç acı duymadan öldürmek için yeterliydi. Silahı tekrar bana doğrulttu ve, "Bağla şunları," dedi. Rafter daha fazla dayanamadı. Küçük bir adım attı ve, "Baksana dostum," dedi. "Ne istediğini söyler misin sen?" Üçüncü mermi de onun başının üzerinden sıyırıp tavana saplandı. Tabanca âdeta bir top gibi patlamıştı ve fuayede Madam Devier ya da başka bir kadının çığlığı duyuldu. Rafter aniden eğildi ve tekrar doğrulmaya çalışırken, Umstead, kalın kolunun dirseğiyle onu göğsünden destekleyip duvara yasladı. Sonra da sıkılmış dişlerinin arasından, "Kapa çeneni," diye fısıldadı Umstead. Adam, "Bana dostum demeyin," diye homurdandı ve o anda dostum kelimesi ona hitap etmek için kullanılacak bir kelime olmaktan çıktı. Rehinelerin lideri olmaya başladığımı hissedince, "Sana nasıl hitap etmemizi istiyorsun?" diye sordum. Bunu gayet nazikane bir şekilde ve ona karşı saygılı olduğumu göstererek söylemiştim ve o da bunu böyle değerlendirdi. "Bana sadece Mister deyin," dedi. Mister adı, odadaki herkese göre son derece uygundu. O sırada telefon çaldı ve adamın telefona ateş edeceğini sandım. Fakat o, telefonu isteyince aleti önüne uzattım. Masadaki telefonun ahizesini sol eliyle kaldırdı, sağ elindeki tabanca Rafter'a doğrulmuştu. Bir oylama yapılsaydı, hiç kuşkusuz hepimiz ilk kurbanın Rafter olmasını isterdik. Sekize bir. Adam, "Alo," dedi, bir süre dinledi ve telefonu kapadı. Ağır ağır masanın ucundaki sandalyeye geriledi ve oturdu. Sonra bana döndü ve, "Şu ipi al bakalım," dedi. Sekiz kişinin bileklerini bağlamamı istiyordu, ipi kesip arkadaşlarımın bileklerini bağlarken, onları ölüme hazırladığımı biliyor ve yüzlerine bakmamaya çalışıyordum. Silahın namlusunu sırtımda hissedebiliyordum. Adam onları çok sıkı bağlamamı istiyordu ve ben de onların bileklerini iyice sıkar gibi yapıyor, fakat yine de gevşek bırakıyordum. Rafter yine alçak sesle bir şeyler homurdanmaya çalıştı ve o anda içimden onu tokatlamak geldi. Umstead bileklerini büküp kasmış ve bağlama işi bitince ipi iyice gevşemişti. Malamud ter içindeydi ve hızlı hızlı nefes alıyordu, içimizde en yaşlı olan oydu, buradaki tek şirket ortağıydı ve iki yıl kadar önce de bir kalp krizi geçirmişti. O anda başımı çevirip, sekiz kişinin içinde en samimi arkadaşım olan Barry Nuzzo'ya baktım, ikimiz de otuz iki yaşındaydık ve firmaya aynı yıl katılmıştık. O Princeton, bense Yale mezunuyduk, ikimizin eşleri de Providence'dandı. Onun evliliği iyi gidiyordu ve dört yılda üç çocukları olmuştu. Benimkiyse berbat bir haldeydi ve artık işin sonuna gelmiştik. Birbirimize baktık ve o anda ikimiz de onun çocuklarını düşündük. Çocuğum olmadığı için şanslı sayılırdım. O anda sonradan çoğalacak olan sirenlerin ilki duyuldu ve Mister bana pancurları kapamamı söyledi. Beş büyük pencerenin pancurlarını itinayla kaparken, aşağıdan görülmek sanki beni kurtaracakmış gibi otoparka bakıyordum. Aşağıda ışıkları yanan boş bir polis arabası duruyordu; polisler binaya dalmışlardı bile. Biz ise buradaydık. Dokuz beyaz adam ve Mister. Son duruma göre, Drake & Sweeney firmasının, dünyanın birçok ülkesinde çalışan sekiz yüz avukatı vardı. Bunların yarısı D.C.'de, Mister'ın terör estirdiği bu binadaydılar. Adam bana, 'patron'u aramamı ve ona silahlı olduğunu, üzerinde on iki dinamit çubuğu taşıdığını söylememi istedi. Bizim antitröst bölümünün yönetici ortağı olan Rudolph'a telefon ettim ve durumu ona anlatıp adamın mesajını ilettim. Rudolph, "Sen iyi misin Mike?" diye sordu. Mister, telefon hoparlörünü açtırdığı için konuşmaları herkes duyuyordu. "Çok iyiyim," dedim, "Lütfen onun istediklerini yapın." "Peki ama ne istiyor?" "Henüz ben de bilmiyorum." Mister silahını salladı ve konuşma sona erdi.

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.