ebook img

Shantaram - Gregory David Roberts - Bilinmeyen yazar PDF

2193 Pages·2018·3.84 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Shantaram - Gregory David Roberts - Bilinmeyen yazar

SHANTARAM GREGORY DAVİD ROBERTS %if$î|lDEKİLER -*i S» Beşinci Kısım 723 BİRİNCİ KISIM -A-şk, kader ve yaptığımız seçimler hakkında bildiklerimi öğrenmem çok uzun sürdü, dünyanın pek çok yerini dolaşmam gerekti ama hepsinin özünü bir anda, bir duvara zincirlenmiş halde işkence görürken kavradım. Beynimde yankılanan çığlıklar arasında, elim kolum bağlı ve tamamen çaresizken aniden farkettim, hala özgürdüm. Bana işkence eden adamlardan nefret etmekte ya da onlan bağışlamakta özgürdüm. Kulağa pek de önemli bir şey gibi gelmediğini biliyorum. Ama zincirler vücudunuzu keserken ve sahip olduğunuz tek şey bu seçim hakkıyken özgürlük size dünyalar kadar büyük görünüyor. Ve yaptığınız seçim, nefret etme ya da affetme karan, hayatınızın hikayesi olabiliyor. Bana gelince, benim hikayem uzun ve hayli kalabalık. Ben eroin yüzünden ideallerini kaybetmiş bir devrimci, işlediği suçlar yüzünden güvenilirliğini kaybetmiş bir filozof ve yüksek güvenlikli bir hapishanede ruhunu kaybetmiş bir şairdim. İki gözetleme kulesinin arasından geçerek ön duvan aşıp o hapishaneden kaçtığımda, ülkemde en çok aranan adamlardan biri oldum. Şans benimle birlikteydi ve dünyanın diğer ucuna, ta Hindistan’a kadar beni takip etti. Orada Bombay mafyasına katıldım. Kaçakçılık ve kalpazanlık yaptım. Üç kıtada da zincirlendim, dövüldüm, bıçaklandım ve açlığa mahkum edildim. Savaşa gittim. Düşmanla burun buruna geldim. Etrafımdaki diğer adamlar ölürken ben hayatta kaldım. Onlar benden daha iyi insanlardı. Birçoğu öyleydi. Hayadan yanlışlarla sarsılmış ve başka birinin bir anlık nefreti ya da sevgisi veya umursamazlığıyla yitip gitmişti. Böyle çok fazla adamı ellerimle gömdüm ve öykülerini kendi acılanma kattım. Aslında hikayem onlarla ya da mafyayla başlamıyor', Bombay’daki ilk günüme kadar uzanıyor. Orada kader benimle bir oyun oynadı. Şans da Karla Saaranen’le tanışmamı sağlayacak kartları elime verdi. Onun yeşil gözlerine baktığım ilk anda, elimdeki karüarla hiç tereddüt etmeden hemen oynamaya başladım. Yani bu hikaye de birçok hikaye gibi başlıyor, bir kadın, bir şehir ve bir parça şansla. Bombay’da ilk dikkatimi çeken havanın değişik kokuşuydu. Bu kokuyu, henüz Hindistan’ı hiç görmemişken ve hakkında hiçbir şey bilmezken, daha uçağı havaalanına bağlayan koridordan geçerken aldım. Bombay’a adım attığım ilk dakikada bu koku beni heyecanlandırmış, mutlu etmişti. Hapishaneden kurtulmuştum, önümde yeni bir dünya vardı. O anda bu kokuyu tanımadım, tanıyamadım. Şimdi bunun nefrete karşı umudun tatlı, terli kokusu ve sevgiye karşı açgözlülüğün ekşi, boğucu kokusu olduğunu biliyorum. Tanrıların, şeytanların, imparatorlukların, çöküşün ve yeniden dirilişin eşiğindeki uygarlıldann kokusu. Ada Şehir’de nerede olursanız olun, denizin mavi kokusunu ve makinelerin kanla karışık metal kokusunu alabilirdiniz. Durgunluğun ve harekeün, altmış milyon canlı nüfusunun yarıdan fazlasını oluşturan sıçanların ve insanların boşa harcamşı- mn kokusu. Kalp kırıklığının, yaşam mücadelesinin ve bizi daha cesur lalan başarısızlıklarla aşkların kokusu. On bin restoranın, beş bin tapınağın, türbenin, kilisenin, caminin ve parfümlerle, baharadarla, tütsülerle, yeni kesilmiş çiçeklerle dolu pazarların kokusu. Karla, bu kokunun dünyadaki güzel kokuların en kötüsü olduğunu söylemişti ve her zamanki gibi yine haklıydı. Ne zaman Bombay’a gelsem her şeyden önce bu koku beni karşılar ve bana eve döndüğümü söyler. Dikkatimi çeken bir diğer şey ise sıcaktı. Uçağın klimalı ortamından çıkıp havaalanındaki sıraya gireli daha beş dakika bile olmadan kıyafetlerim üzerime yapışmış, kalbim bu yeni iklimin etkisiyle hızla atmaya başlamışa. Aldığım her nefes öfkeyle kazanılan bir zafer gibiydi. Burada terlemenin hiç sonunun gelmediğini, çünkü gece-gündüz, hiç aralıksız devam eden sıcağın, nemli bir sıcak olduğunu öğrendim. Bombay’ın boğucu nemi, buradaki herkesi amfibik bir hayvana dönüştürüyor ve solurken insanın ağzına neredeyse su geliyor. Zamanla bununla yaşamayı, hatta bundan hoşlan-mayı öğreniyorsunuz. Eğer bunu öğrenemezseniz, buradan gidiyorsunuz. Bir de insanlar var tabii. Bengal’den, Tamil’den, Puşkar’dan, Koçi’den ve Konarak’tan, savaşçı bir kale olan Brahmin’den gelen Assamlar, Urdular, Pencaplılar ve dokunulmaz Hindular, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Bu-distler, Parsiler, Animistler, açık ve koyu tenler, yeşil, kahverengi, siyah gözler, inanılmaz çeşitlilikte farklı yüzüyle emsalsiz bir güzellik: Hindistan. Bombay’daki milyonlar arasında göze çarpan bir diğer şey de kaçakçıların en yakın arkadaşı katırlar ve develer. Katırlar, sınır bölgelerinden kaçakçılar için mal geçirir. Develer ise kaçakçının sınırdan geçmesine farkında olmadan yardımcı olan ve şüphe çekmeyen turisderdir. Kaçakçılar, sah-le pasapordar ve kimlik belgeleri kullanırken göze batmamak için, hava-.1 lanından ve sınır kontrollerinden sorunsuz geçmelerini sağlayacak turistlerin arasına karışır. O zamanlar bunları bilmiyordum tabii. Kaçakçılık sanatım çok sonra, yıllar sonra öğrendim. Hindistan’a yaptığım ilk yolculuğumda sadece içgüdülerimle hareket ediyordum ve sahip olup da kaçırdığım tek şey ken-dimdi. Peşine düşülmüş, her an elimden alınabilecek özgürlüğüm ve ben. Sahte bir Yeni Zelanda pasaportum vardı. Orijinal fotoğrafın yerine benimki yapıştırılmıştı. Pasaportu kendim hazırlamışüm ve pek usta işi sayılmazdı. Sıradan bir kontrolden sorunsuz geçeceğine emindim ama eğer şüphe duyulur da birisi Yeni Zelanda Büyiikelçiliği’yle irtibata geçmeye kalkarsa sahte olduğu hemen anlaşılırdı. Aucland’dan Hindistan’a yolculuk ederken uçaktaki yolcuları, Yeni Zelandalı birilerini bulmak amacıyla l>,özden geçirmiştim. Burayı ikinci kere ziyarete gelen küçük bir öğrenci i’.ı ııbu çarpa gözüme. Bana tavsiyelerde bulunmaları, tecrübelerini anlatmaları için onları teşvik ederek havaalanında kontrolden birlikte geçecek kadar samimiyet kurmayı başardım. Hindi görevliler, benim de bu rahat ve samimi grupla birlikte yolculuk ettiğimi düşünüp pasaportuma şöyle bir bakmakla yetindi. Kaçışımın verdiği neşeyle dolup taşmış halde havaalanının dışına çıktığımda vurucu ve yakıcı güneş ışığıyla karşılaştım. Bir başka duvarı daha, aşmış, bir başka sınırı daha geçmiştim. Saklanacak bir gün ve bir gece daha vardı önümde. Hapishaneden kaçalı neredeyse iki yıl olmuştu. Ama bir kaçak olarak yaşamak demek, her yeni gün ve gece kaçmaya devam etmek demekti. Hiçbir zaman tamamen özgür olamamanın yanında her ‘ye-ni’nin getirdiği bir umut ve korku dolu bir heyecan da vardı. Yeni bir pasaport, yeni bir ülke ve genç yüzüme, gri gözlerimin altına heyecanın yerleştirdiği yeni çizgiler. Bombay’ın koyu mavi göğünün alünda, sokakta durdum. Kalbim Malabar’daki bahçelere yağan muson yağmuru gibi temiz ve her şeye açtı. “Bayım! Bayım!” Biri arkamdan sesleniyordu. Bir el koluma yapışü. Durdum. Biraz da korkudan bütün kaslarım gerilmişti. Panik yapma. Kapma. Kafamı çevirdim. Karşımda, elinde bir gitarla kahverengi ve kirli üniformalı, küçük bir adam duruyordu. Adam küçükten de öte neredeyse bir cüceydi. İrice bir kafası ve Down sendromlularınkine benzeyen masum bir suratı vardı. Gitarı bana uzattı. “Müziğiniz bavım. Müziğinizi kaybettiniz, öyle değil mi?” Bu benim gitarımdı. Onu bagaj teslim bölümünde unutmuş olmalıydım. Küçük adamın gitarın benim olduğunu nereden bildiğini anlamadım. Büyük bir rahatlama ve şaşkınlıkla gülümsediğimde, adam da bana gülümsedi. Hani şu korktuğumuz ve ‘aptalca’ dediğimiz türden içten bir gülümsemeyle. Gitarı bana uzatırken ellerinin suda yaşayan bir kuş gibi perdeli olduğunu gördüm. Cebimden birkaç banknot çıkardım ve adama uzattım. Kısa ve kalın bacaklarıyla aceleyle geri çekildi. “Para istemem. Biz yardım için buradayız bayım. Hindistan’a hoşgel-diniz,” diyerek hızla insan kalabalığının arasına karıştı. Şehre gitmek için, eskiden Hindistan ordusunda hizmet veren bir şoförün kullandığı Savaş Gazileri Otobüs Servisi’nden bir bilet alcüm. Sırt çantamın ve bavulumun kaldırılıp otobüsün tepesine yığılmış bagajların üzerine umursamaz bir şekilde fırlatılışını izledim. Otobüsün en arkasındaki bitişik koltuklardan birine oturdum. Çok geçmeden iki uzun saçlı turist yanıma geldi. İçerisi büyük bir hızla, çoğunluğu genç olan ve mümkün mertebe ucuza seyahat etmek isteyen Hintliler ve turistlerle doldu.

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.