ebook img

Serena - Ron Rash PDF

426 Pages·2014·1.74 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Serena - Ron Rash

Pegasus Yayınları: 990 Bestseller Roman: 427 SERENA RON RASH Özgün Adı: Serena Yayın Koordinatörü: Yusuf Tan Editör: Dilara Anıl Özgen Düzelti: Cengiz Alkan Sayfa Tasarımı: Meral Gök Film- Grafik: Mat Grafik Baskı-CİLT: Alioğlu Matbaacılık Sertifika No: 11946 Orta Mah. Fatin Rüştü Sok. No: 1/3-A Bayrampaşa/İstanbul Tel: 0212 612 95 59 1. Baskı: İstanbul, Kasım 2014 ISBN: 978-605-343-447-4 Türkçe Yayın Hakları © PEGASUS YAYINLARI, 2014 Copyright © Ron Rash, 2008 Bu kitabın Türkçe yayın hakları Nurcihan Kesim Telif Hakları Ajansı aracılığıyla Marly Rusoff Associates, Inc/den alınmıştır. Tüm hakları saklıdır. Bu kitapta yer alan fotoğraf/resim ve metinler Pegasus Yayıncılık Tic. San. Ltd. Şti'den izin alınmadan fotokopi dâhil, optik, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz. Yayıncı Sertifika No: 12177 Pegasus Yayıncılık Tic. San. Ltd. Şti. Gümüşsuyu Mah. Osmanlı Sk. Alara Han No: 11/9 Taksim/ İSTANBUL Tel: 0212 244 23 50 (pbx) Faks: 0212 244 23 46 www.pegasusyayinlari.com / [email protected] RON RASH SERENA İngilizceden Çeviren: ASLI TÜMERKAN PEGASUS YAYINLARI Kavradığında dünyayı tutabilecek bir el. CHRISTOPHER MARLOWE BİRİNCİ BÖLÜM Bir Pemberton, babasının Boston’daki malikânesine yerleştikten üç ay sonra Kuzey Carolina dağlarına döndüğünde, onu tren garında bekleyenlerin arasında Pemberton’ın çocuğuna hamile genç bir kadın da vardı. Kadının yanında babası duruyordu. Eski [a] püskü redingotunun altında Pemberton’ın kalbinin mümkün olduğunca derinine saplanması için o sabah büyük bir dikkatle bilediği bıçağı bulunuyordu. Tren zangırdayarak durduğunda biletçi, “Waynesville!” diye bağırdı. Pemberton pencereden dışarı baktığında iş ortaklarının peronda durduğunu gördü, ikisi de Pemberton’ın Boston’da geçirdiği zamanın beklenmedik mükâfatı olan iki günlük karısıyla tanışmak için takım elbise giymişti. Her zaman şık olan Buchanan, bıyığına balmumu sürmüş ve saçını yağlamıştı. Cilalanmış potinleri parlıyordu, beyaz keten frak gömleği yeni ütülenmişti. Wilkie her zaman kelbaşını güneşten korumak için yaptığı gibi yine gri fötr bir şapkasını takmıştı. Yaşlıca adamın saat cebinde bir Princeton Phi Beta Kappa anahtarı pırıldıyordu, göğüs cebinde ise ipek mavi bir mendil duruyordu. Pemberton saatinin altın kapağını açtı ve trenin tam zamanında vardığını fark etti. Bir süredir uyuyan karısına döndü, Serena özellikle dün gece rahatsız edici rüyalar görmüştü. Pemberton iki kere onun çırpınmasıyla uyanmış ve tekrar uyuyakalana kadar da Serena ona sımsıkı sarılmıştı. Kocası onu dudaklarından hafifçe öpünce, Serena uyandı. “Burası balayı için çok iyi bir yer değil,” dedi Pemberton. Serena omzuna doğru eğilerek, “Bize gayet iyi uyuyor,” dedi. “Beraberiz ve tek önemli olan da bu.” Pemberton onun Tre Jur marka pudrasının keskin aromasını içine çekti ve o sabahın erken saatlerinde bu aromayı koklamakla kalmayıp tenindeki canlılığının tadını da aldığını hatırladı. Bir görevli koridorda yürürken ıslıkla Pemberton’ın çıkaramadığı bir şarkı çalıyordu. Sonra Pemberton’ın bakışları pencereye kaydı. Bilet gişesinin yanında Harmon ve kızı bekliyordu. Harmon, sarkık omuzlarıyla kestane tahtasından yapılma duvara yaslanmıştı. Pemberton bu dağlardaki erkeklerin nadiren dik durduğunu fark etti. Onun yerine ne zaman mümkün olsa bir ağaca veya duvara yaslanıyorlardı. İkisi de yoksa yere çömeliyorlardı ve kalçaları topuklarının arkasına değiyordu. Harmon’ın elinde bir kavanoz vardı, kavanozun yalnızca dibinde bir şeyler kalmıştı. Kızı bankta oturuyordu, hamileliği daha da belli olsun diye dik duruyordu. Pemberton onun adını hatırlayamıyordu. Onları gördüğüne veya kızın hamile olmasına şaşırmamıştı. Serena’yla Boston’dan ayrılmalarından önceki gece, çocuğun kendisinden olduğunu öğrenmişti. Buchanan aradığında, “Abe Harmon burada ve seninle halletmesi gereken bir işi olduğunu söylüyor, kızı hakkında bir iş,” demişti. “Sadece sarhoş olduğu için yaygara koparıyor olabilir ama bilmen gerekir diye düşündüm.” Pemberton, “Karşılama komitemizde yerel halktan birileri de var,” dedi karışma. Serena, “Bunu zaten bekliyorduk,” diye karşılık verdi. Bir an sağ elini kocasının bileğine koyunca, Pemberton avucunun üst kısmındaki nasırları ve pırlanta yerine taktığı sade altın alyansı hissetti. Yüzük, genişliği dışında bütün detaylarıyla tıpkı kendisininki gibiydi. Pemberton kalktı ve yukarıdaki bölmeden iki çantayı aldı. Çantaları görevliye uzattı, o da Pemberton ile karısını koridora ve perona çıkan basamaklara yönlendirirken geride durup onları takip etti. Çelik ve tahta arasında altmış santimlik bir boşluk vardı. Serena tahtalara atlarken Pemberton’ın eline uzanmadı. Pemberton’la ilk göz göze gelen Buchanan oldu ve Serena’yı tutuk, resmî bir reveransla karşılamadan önce ortağını uyarma amacıyla Harmon ve kızına doğru başıyla işaret etti. Wilkie fötr şapkasını çıkardı. Serena, bir seksen boyuyla iki adamdan da daha uzun duruyordu. Ancak Pemberton, Buchananla Wilkie’nin şaşkınlıklarına Serena’nın yalnızca görünüşünün değil başka yanlarının da sebep olduğunu biliyordu. Karısı elbise yerine pantolon ve çizme giyiyordu ve çan biçiminde bir şapka takmıştı, sosyal sınıfını maskeleyecek şekilde yanık tenliydi, dudakları ve yanakları rujla renklendirilmemişti, saçı sarı ve gürdü ama son derece kadınsı fakat aynı zamanda ağırbaşlı duracak şekilde çene hizasında kısa kesilmişti. Serena daha yaşlıca olan adama yönelip elini uzattı. Yetmiş yaşındaki Wilkie, onun iki katı yaşında olmasına rağmen Serena’ya abayı yakmış bir ergen gibi bakıyordu. Fötr şapkasını çoktan çalman kalbini saklarmışçasına göğüs kafesine bastırmıştı. “Wilkie, değil mi?” “Evet, evet, benim,” dedi Wilkie kekeleyerek. Serena, eli hâlâ havada, “Serena Pemberton,” dedi. Wilkie bir an şapkasını yokladıktan sonra sağ elini uzatıp Serena’nın elini sıktı. Serena diğer ortağına dönüp, “Ve Buchanan,” dedi. "Öyle değil mi?” "Evet.” Buchanan onun önceden uzattığı elini tuttu ve beceriksizce sıkmaya çalıştı. Serena gülümsedi. “Doğru düzgün el sıkışmayı bilmiyor musunuz, Bay Buchanan?” Buchanan tutuşunu düzeltip hızla elini çekerken, Pemberton onu eğlenerek izledi. Boston Kereste Şirketinin bu dağlarda iş yaptığı sene boyunca Buchanan’ın karısı sadece bir kez üzerinde Waynesville’in tek sokağını geçip kocasının evine girene kadar kirlenen pembe tafta bir elbiseyle gelmişti. Orada tek bir gece geçirmiş ve sabah treniyle ayrılmıştı. Şimdi Buchanan ve karısı ayda bir hafta sonu Richmond’da buluşuyordu, burası Bayan Buchanan’ın gelmeyi kabul ettiği en güneydeki noktaydı. Wilkie’nin karısı ise Boston’dan hiç ayrılmamıştı. Pemberton’ın ortaklarının nutku tutulmuş gibiydi. Gözleri Serena’nın giydiği deri binici pantolonuna, bej Oxford kumaşından yapılma gömleğine ve siyah çizmelerine takılmıştı. Serena’nın düzgün diksiyonu ve dik duruşu New England’da bir okuldan mezun olduğunu doğruluyordu, tıpkı Buchanan’la Wilkie’nin eşleri gibi. Ama Serena Colorado’da doğmuştu ve on altı yaşına kadar orada yaşamıştı; kızına sertçe el sıkışmayı, at binmeyi ve ateş etmekle beraber erkeklerin gözlerine bakmayı öğretmiş olan bir kerestecinin çocuğuydu. Doğuya ebeveynlerinin ölümünden sonra gelmişti. Görevli çantaları perona bıraktı ve Serena’nın Saratoga bavuluyla Pemberton’ın daha ufak sandığının olduğu bavul vagonuna doğru ilerledi. Pemberton, “Anlaşılan Campbell, Arap atını kampa getirmiş,” dedi. Buchanan, “Evet,” diye yanıtladı, “gerçi bu neredeyse genç Vaughn’u öldürecekti. O at sadece büyük değil, oldukça güçlü, ‘gururlu doğmuş’ derler ya, öyle işte.” Pemberton, “Kamptan ne haberler var?” diye sordu. Buchanan, “Ciddi bir problem yok,” dedi. “Bir işçi Laurel Creek’te vaşak izleri buldu ve bunların bir dağ aslanına ait olabileceğini düşündü. Çalışanlardan birkaçı, Galloway izlere bakana kadar oraya gitmeyi reddetti.” “Dağ aslanları burada çok görülür mü?” diye sordu Serena. Wilkie rahatlatıcı bir tavırla, “Pek sayılmaz, Bayan Pemberton,” diye yanıtladı. “Bunu memnuniyetle söylüyorum, bu eyalette en son 1920’de öldürüldüler.” “Yine de yerel halk bir tanesinin kaldığına inanmakta ısrarcı,” dedi Buchanan. “Bu konuda oldukça fazla efsane var, işçilerin hepsi bundan haberdar. Sadece iri cüssesiyle ilgili değil, rengiyle de ilgili çeşitli söylemler var; sarımsı kahverengiden simsiyaha kadar değişiyor. Ben efsane kalsa daha memnun olurum ama kocanız tam tersini istiyor. Bu yaratığın gerçek olduğunu umuyor ki onu avlayabilsin.” “Bu evlenmeden önceydi,” diye belirtti Wilkie. ‘Pemberton artık evli bir adam olduğundan eminim panter avlamayı bırakıp daha az tehlikeli hobilere başlayacaktır.” “Umarım panterinin peşinden gider, öyle yapmasa hayal kırıldığına uğrardım,” diyen Serena, ortaklarıyla beraber kocasına da hitap etmek için döndü. “Pemberton zorluklardan korkmayan bir adam, onunla bu yüzden evlendim.” Sonra duraksadı ve hafif gülümsemesi yüzünü kırıştırdı. “Ve o da benimle bu yüzden evlendi.” Görevli, sandığı perona bıraktı. Pemberton bir çeyreklik verdiği adamı gönderdi. Serena, artık bankta beraber oturan

Description:
Gözlerini hırs bürüyenlerin dünyasında merhamete yer yoktur Yeni evli bir çift olan George ve Serena Pemberton, Boston’dan ayrılıp bir kereste imparatorluğu kurmayı planladıkları Kuzey Carolina dağlarına gelirler. Genç ve güzel bir kadın olan Serena, şaşırtıcı bir hızla ye
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.