ebook img

Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi ve Arûsiyye Tarîkatı PDF

38 Pages·2016·0.34 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi ve Arûsiyye Tarîkatı

ilmî ve akademik araştırma dergisi 33 [2014/1], s. 57-94 Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi ve Arûsiyye Tarîkatı Mustafa Salim GÜVEN* Özet Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi Osmanlı Devleti’nin son dönemlerin- de yetişmiş aydınlarından birisidir. Resmî öğrenimini tamamladıktan sonra Osmanlı devlet teşkilâtında memurluk ve idarecilik görevlerinde bulunan Filibeli Ahmed Hilmi, gençlik yıllarındaki siyâsî tercihinden dolayı sürgün yaşamış, sürgünde iken kendisini geliştirip yetiştirmiş ve büyük bir deği- şim geçirmiştir. Sürgün sonrası neşrettiği gazete ve dergilerle, kaleme aldı- ğı makale ve kitaplarla önemli bir fikir adamı olduğunu ortaya koymuş ve haklı bir şöhret kazanmıştır. Onun yaşadığı değişimde pek çok sebebin yanı sıra sürgünde iken tanıyıp ilgilendiği ve daha sonra intisap ettiği Arûsiyye tarîkatının da etkisinin bulunduğu söylenebilir. Daha çok tarih, felsefe ve siyaset alanlarındaki fikirleriyle bilinen, yazarlık ve yayıncılık faaliyetleriyle tanınan Filibeli’nin tasavvuf ve tarîkat yönü pek incelenmemiştir. Bu ma- kalede kendi verdiği bilgilerden hareketle Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin Arûsîliği ve Arûsiyye’nin İstanbul’a girişi ele alınmakta, başka kaynaklardan da yararlanılarak bu tarîkatın silsilesi, Şâziliyye ve Çiştiyye ile olan irtibatı belirtilmekte, ana hatlarıyla tarihine ve esaslarına değinilerek Filibeli’den sonraki durumdan bahsedilmektedir. Anahtar Kelimeler: Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, Şâziliyye, Arûsiyye, Selâmiyye, Ömeriyye. Shebenderzade Filibeli Ahmed Hilmi and Arusiyya Sufı Order Abstract One of the distinguished intellectuals of the late period Ottoman Empire was Sehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi who was employed in the civil ser- vice as well as administration in the Ottoman bureaucracy after completing his formal education. Banished due to his political views during his youth, Filibeli Ahmed Hilmi spent his time in exile engaged in self-development and underwent great change and transformation. With the newspapers and magazines he published following his exile, as well as the articles and works he penned, he demonstrated his role as an influential thinker and earned due repute. There were many reasons for his change, one of which can be * Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ([email protected]) Mustafa Salim GÜVEN identified as the influence of the Arusiyya Order to which he was introduced during his exile and with which he later became affiliated. While known for his views in the fields of history, philosophy, politics and authorship and publishing, his Sufi aspect has not been the subject of any significant exami- nation. In this article, Sehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’s Arusiyya and coming of this order into Istanbul are studied in the light of information he himself provided. Moreover, the spiritual chain of Arusiyya order and its connection with the Shadhiliyya and Cishtiyya orders are examined based on the information provided by other sources, in addition to a brief discus- sion of the state of Arusiyya order after Filibeli by examining its history and basic principles. Key Words: Sehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Shadhiliyya, Arusiyya, Sela- miyya, Omeriyya. Giriş XII. yüzyıldaki Moğol istilası ve Haçlı seferlerinden sonra genelde İslâm dünyasında, özelde de Türkler ve Osmanlı coğrafyasında en önemli buhranın XIX. ve XX. yüzyılda yaşandığı bilinmektedir. XII. yüzyıldaki buhranın daha çok siyasî olduğu ve o günün dünyasında Müslümanla- rın pek çok sahada ileri seviyede bulunmaları sebebiyle çabuk atlatıl- dığı, XIX. yüzyılda ortaya çıkan buhranın ise siyasetten bilime, düşün- ceden inanca kadar İslâm dünyasının hemen her alanını kapladığı ve buna bağlı olarak da uzun sürdüğü anlaşılmaktadır. Öyle ki etkilerinin günümüze kadar devam ettiği söylenebilir. Bu süreçten kurtulmak için çare arayan İslâm dünyasında önemli fikir, aksiyon ve ilim adamları yetişmiştir. Onlardan birisi de Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi (1279-1332/1863-1914)’dir. Yaşadığı dönemin sıkıntılarını her yönüyle hisseden Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, çözüm için bütüncül bir yaklaşım sergilemiş, me- seleyi tüm yönleriyle ele almaya çalışmıştır. Bu bağlamda tarih, sos- yoloji, siyaset, bilim, felsefe, tasavvuf ve bunlarda takip edilecek me- todoloji onun ilgi alanı hâline gelmiştir. Bunların hepsinden öte o, bir Osmanlı aydını olmanın gereği Müslüman kimliği ile konuyu ele almış, İslâm’ın itikadî ve amelî esaslarını göz önünde tutarak hareket etmiş- tir. Şehbenderzâde kendi hareket tarzını yazdığı bir hutbede, “Dîn-i Allah’a nusret, vatan ve millet kurtaracak vesâili ihzâr hepimize farz-ı 1 ayndır” sözüyle belirtmekte, muhataplarından da böyle davranmaları- 1 Şeyh Mihr-i Dîn Arûsî (Şehbenderzâde), “Hutbelerimiz: Bir Millet Nasıl Muzmahil Olur?”, 58 Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi ve Arûsiyye Tarîkatı 2 nı istemektedir. Devrinin İslâmcı düşünürleri arasında sayılan Filibeli 3 Ahmed Hilmi’nin hayatı ve eserleri incelenmiş, hakkında yapılan çalış- malarda daha çok aksiyonu, yayıncılığı, tarihçiliği, ve felsefî yönü öne çıkarılmış, tasavvuf ve tarîkat yönü fazla değerlendirilmemiştir. 1. Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin Tasavvufî Yönü A. Tarîkatı Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin yaşadığı devirde aydınların ve halkın arasında tasavvuf ve tarîkatlara ilgi yaygındı. Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi de bu kültürün bir ferdî olarak gençliğinden itibaren hem tarîkatlarla hem de tasavvuf ilmi ile ilişkisi bulunan birisiydi. Nitekim Şehbenderzâde bazı yazılarında, çocukken 93 Harbi ile birlikte Filibe’den ayrıldıklarını, Edirne’ye geldiklerinde babasının vefât ettiğini, burada önceden tanıdığı ve babasının dostlarından olduğu anlaşılan Cemaat-i İslâmiyye riyâsetini deruhte eden “Çe- tin Baba” ismindeki Bektâşî bir zâtın genel olarak muhacirlerle özel olarak da 4 kendileri ile ilgilendiğini belirtmektedir. Farklı din mensuplarının yaşadığı Edirne’de otorite boşluğu sebebiyle bir ara şehrin sahipliğini de yaptığı belirti- len bu zâtın, mürşid ve lider olarak Filibeli’ye ilham kaynağı teşkil ettiği, yazı- larındaki “Ballı Baba” ve “Aynalı Baba” gibi karakterlerin, çocukluğunda Çetin 5 Baba’dan etkilenmesi sebebiyle ortaya çıktığı söylenmektedir. Balkanlar’da Bektâşiyye’nin hâkim tarîkatlardan birisi olması, bu kanaatin doğruluk ihtimâlini güçlendirdiği gibi, o sıralarda Şehbenderzâde’nin bir insan için en iyi öğrenim çağı kabul edilen on beş yaşlarında bulunması, onun buralardaki Hikmet, 12 Zilhicce 328 (2 Kanunuevvel 1326/15 Aralık 1910), nr. 35, s. 5. 2 İsmail Kara, İslâmcıların Siyasî Görüşleri I: Hilafet ve Meşrutiyet, İstanbul: Dergâh Yay., 2001, s. 114. 3 Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin hayatı, eserleri ve fikirleri hakkında bk. Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333, II, 156; Mehmet Zeki Ekici, II. Meşrûtiyet Devri Fikir Adamı Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, Hayatı ve Eserleri (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1997; Şah- murat Arık, “Şehbenderzâde’nin Hayatına Dair Yeni Bilgiler ve Osmanlı Sultanına İthaf Edi- len Tek Türk Romanı”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Erzurum 2008, XI/1, s. 94-96. 4 F.A.H. (Filibeli Ahmed Hilmi), “Elvâh-ı Hayat: Türklerin Elemli Mukadderâtından Bir Yaprak (Çocukluk Hâtırâtımdan)”, Hikmet (günlük), 16 Ramazan 1330 (16 Ağustos 1327/29 Ağustos 1912), nr. 29, s. 1-2; a.mlf., “Elvâh-ı Hayat: Sefaletler İçinde Bile (Çocukluk Hâtırâtımdan)”, Hikmet (günlük), 9 Şevval 1330 (8 Eylül 1328/21 Eylül 1912), nr. 50, s. 2-3. 5 Ekici, II. Meşrûtiyet Devri Fikir Adamı Şehbenderzâde, s. 28-29. 59 Mustafa Salim GÜVEN Bektâşî kültürünü ve bazı babaları tanıyabileceğini göstermektedir. Hatta de- desinin de bir Bektâşî olması muhtemeldir. Zira dedesine “Babapaşa” denildiği 6 kaydedilmektedir. Şehbenderzâde, sonraki dönemlerde halka yönelik yazılarında, yer yer “Kalender” takma adını kullanmış ve ayrıca Coşkun Kalender isminde bir 7 süreli yayın bile çıkarmıştır. Onun bu isimleri seçmesinde, yetiştiği kültür ve ortamın etkisi açıktır. Ancak mevcut bilgilere göre Bektâşiyye ile olan ilişkisinin boyutu ve bu tarîkata intisap edip etmediği net değildir. Kesin olan, Şehbenderzâde’nin Bektâşîliği bildiği ve yakînen tanıdığıdır. Şehbenderzâde’nin tasavvuf ve tarîkatlarla irtibatını tespit açısından, Fizan sürgününden çok önce yaşadığı anlaşılan şu hatırası da önem arz etmektedir: “Devr-i istibdatta Sinop’da üç arkadaş felaket bir gün fakirhânede oturuyor- duk. İkimiz derviş idik, birimiz değildi. Sohbetimiz tarîkata ve dervişliğe dair idi. Derviş olmayan arkadaşımız tarîkatı ve dervişliği münkir idi. Yanımızda bir Yûnus Dîvân’ı vardı. Kendisine ‘Sizin için şuradan bir tefe’ül edelim’ dedim. Hafif bir gülmeyi müteakip ‘peki, soldan son beyti okuyunuz’ dedi. Hemen açtım şu beyit zuhur etti: Sırrımıza girmezler, ânlar yoldaş olmazlar, Dönmeler yoldaş olmaz, bu bizim hâlimize 8 Hazret’in bu nutku bizi memnûn ve dilşâd, onu da mahzûn ve berbat etti.” Yine Şehbenderzâde, Fizan sürgününden evvel bir Balkan seyahatinde 6 Ziya Nur Aksun, “Darülfünun Müderrislerinden Filibeli Şehbenderzâde Ahmed Hilmi ve Eseri Hakkında Birkaç Söz”, İslâm Tarihi içinde, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2010, I, 15. Ziya Nur Aksun’un belirttiğine göre Filibeli Ahmed Hilmi’nin pederi, Babapaşazâde Şehbender Süleyman Bey olarak bilinmektedir. Dedesine niçin Babapaşa dendiğine dair bir bilgiye ula- şamadık. Türkçede resmi paşalar için evlatları ve torunları arasında “Paşa Baba, Paşa Dede” unvanlarının kullanıldığı bilinmektedir. Ancak baba kelimesinin öne alınarak “Babapaşa” un- vanının verilmesi bunlardan farklı olsa gerektir. Zira hürmete lâyık kişiler ve tarîkat şeyhleri için baba tâbirini ismin ve mesleğin önüne getirerek daha çok Bektâşîler kullanmışlardır. Baba Oruç, Baba Nakkaş, Babaeski ve Babadağ gibi. Bk. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara: Rehber Basın Yayın, 1997, s. 129-130. 7 Ekici, II. Meşrûtiyet Devri Fikir Adamı Şehbenderzâde, s. 58-62. Kalender kelimesi her ne kadar müstakil bir tarîkat için ad olsa da, farklı anlamlar da ifade etmektedir. Bunlardan birisi de, Bektâşîlerde tarîkata kabul öncesi kendini düşünmeden tekkeye ve insanlara îsâr hasletiyle hizmet edebilen derviş adayı demektir. Bk. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 424-425. 8 Şeyh Hüsnü (Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi), “Sahâif-i İslâmiyye’den Âsâr ve Ahvâl-i Meşâhir: Yûnus”, Hikmet, 8 Şaban 329 (21 Temmuz 1327/3 Ağustos 1911), nr. 68, s. 6. 60 Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi ve Arûsiyye Tarîkatı muhtemelen bir tekkede yediği keçi pastırmalı fasulye çorbasının lezzetin- 9 den bahsetmektedir. Kendisinin verdiği bilgilerden, çok erken yaşlarda Anadolu ve Balkan- lar’daki tasavvuf ve tarîkat çevreleriyle tanıştığı anlaşılan Şehbenderzâde’nin, bu alandaki müktesabâtı zamanla artmış, Esmâ-i İlâhiyye’nin tecellîsinden bile bahseder hâle gelmiştir. Bu duruma, tüm çabasına rağmen bir yazıyı arzu ettiği gibi yazamayınca, “istediğimiz gibi yazamadık, buna sebep şu sı- 10 rada ‘el-Kābız’ ism-i celîlinin bir tecellîsidir” şeklindeki beyanı örnek gös- terilebilir. Şehbenderzâde tasavvufî yöndeki asıl gelişmeyi sürgün yıllarında kay- detmiştir. Sürgünde iken onun vaktini zayi etmediği, bol bol okuduğu, ta- savvufla yakından meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Zira Filibeli’nin sürgün sonrası gerçekleştirdiği hummalı yayın faaliyetlerini, Dârülfünûn’da felse- fe ve içtimâiyât dersleri vermesini başka şekilde izah etmek pek mümkün değildir. Sosyolojiden siyasete, felsefeden tasavvufa ve tarihe varıncaya kadar pek çok alanda yazdığı eserler ve neşrettiği süreli yayınlar, onun sürgün hayatını çok iyi değerlendirdiğinin delilidir. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki eğitimi ve mektep hayatı hakkında Rüştiye mezunu olması ve Filibe müftüsünden bazı dersler alması haricinde pek bilgi bulunmamak- 11 tadır. Ancak Filibeli için sürgün, hayat tecrübesi kazandırmanın yanında, Osmanlı’nın temel meseleleri üzerine uzun uzun düşünme fırsatı bulduğu ve fikirlerinin olgunlaştığı yıllar olmuştur. Bu yönüyle onun aldığı temel eğitim ve öğretimden sonra kendi kendini daha da geliştirip yetiştirdiği, 12 yani bir otodidakt olduğu söylenebilir. Tasavvufî bir ifadeyle de sürgün yolculuğu onun için madden ve mânen bir seyr u sülûka dönüşmüştür. II. Abdülhamid döneminde siyasî nedenlerle çeşitli yerlere sürgüne gönderilen muhâlifler vardı. Bunlardan özellikle Afrika’da Sahra’ya ve Fizan civarına gidenler orada Şâziliyye tarîkatı ve onun farklı kollarıyla tanıştılar. Bunlardan bir kısmının oradaki tarîkatlarla samimi ilişkiler kurduğu ve hatta intisap ettiği, bir kısmının ise hayatını idâme ve kolay- 9 Şehbenderzâde, “Elvâh-ı Hayat: Felsefe ve Solucan Yahnisi”, Hikmet, 24 Receb 329 (7 Tem- muz 1327/20 Temmuz 1911), nr. 66, s. 5. 10 Şeyh Hüsnü, “Yûnus”, Hikmet, 8 Şaban 329 (21 Temmuz 1327/3 Ağustos 1911), nr. 68, s. 6. 11 Ziya Nur Aksun, “Darülfünun Müderrislerinden Filibeli ve Eseri Hakkında”, I, 15; Ekici, II. Meşrûtiyet Devri Fikir Adamı Şehbenderzâde, s. 23, 30-33. 12 Ekici, II. Meşrûtiyet Devri Fikir Adamı Şehbenderzâde, s. 33; Ahmet Koçak, Hikmet Yazıları, İstanbul: İnsan Yay., 2009, s. 40. 61 Mustafa Salim GÜVEN laştırmak maksadıyla veya padişaha iyi gözükerek affedilmek amacıyla tarîkatlara yaklaştığı söylenebilir. Zira sürgüne gönderilsin veya gönde- rilmesin, Sultan II. Abdulhamid’in muhalifleri arasında kendisine açıktan tavır alanlar olduğu gibi, asıl maksadını gizleyerek çeşitli kisveler altında 13 siyaset ve komitacılık faaliyeti yürütenler de bulunuyordu. 14 Fizan’a sürgüne gönderilenlerden birisi de Şehbenderzâde Filibeli Ah- med Hilmi idi. O buraya dair izlenimlerini anlatırken Şâziliyye mensupları ile de tanıştığını belirtmekte, samimiyetle onların fikirlerini benimsediği- 15 ni söylemekte ve Şâziliyye tarîkatı hakkında bilgiler vermektedir. Fizan’a sürgün edilenler doğrudan oraya gitmez ve tamamı da sürekli Sahra altında kalmazdı. Bir müddet sahile yakın yerleşim yerlerinde ikamet- lerine izin verilir, gözlemlenir ve sonra iç kısma intikalleri sağlanırdı. İyi hal- den yararlananlar geri dönüp sahile yakın yerlerde kalabilirlerdi. Bunlar da 16 Fizan’a sürülmüş kabul edilirdi. Bazıları da hiç iç bölgelere gönderilmezdi. “Elvâh-ı Hayat” başlığıyla Hikmet Gazetesi’nde neşrettiği hâtırâtında anlat- 17 tığına göre, Şehbenderzâde zorlu bir çöl yolculuğuyla Fizan’a gittiği gibi, 13 Erol Özbilgen, “II. Abdülhamid’e Muhalefet”, II. Abdülhamid ve Dönemi Sempozyum Bildirileri, İstanbul: Seha Neşriyat, 1992, s. 131-174; Alâeddin Yalçınkaya, Sultan II. Abdülhamid Han’ın Notları, İstanbul: Sebil Yay., 1996, s. 133-141. Osmanlı devleti yıkıldıktan sonra yaptıklarına pişmanlık duyanlar çıktıkça, o dönemle ilgili olarak umulmadık kişilerin İttihad Terakkî ve Masonlar ile tahmini güç bağlantıları tespit edilmiştir. Daha fazla bilgi için bk. Aydın Talay, Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan Abdülhamid, İstanbul: Risale Yay., 1991, s. 34-57. 14 Fizan’a sürülen kişilere örnek olarak Nakşbendiyye şeyhi Seyyid Ahmed Hüsâmeddîn (Öz- türk) Efendi (Bk. İsmail Kara, İslâmcıların Siyasî Görüşleri I: Hilafet ve Meşrutiyet, s. 73.) ve Arûsiyye tarîkatı mensubu olduğu söylenen İttihat Terakkîci Veteriner Albay Emin (Çölaşan) Bey gibi isimler zikredilebilir (Bk. Cemal Kalyoncu, “Portreler: Minik Kuşun Hikayesi”, Aksi- yon, 27 Mayıs 2000, sayı: 286). 15 Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, Târîh-i İslâm, Kostantiniye: Hikmet Matbaası, 1327, II, 478, 480, 584-588; a.mlf., Senûsîler ve Sultan Abdülhamid, haz. İsmail Cömert, İstanbul: Ses Yay., 1992, s. 22-27. 16 Önce Fizan’a sürülen, ardından affedilip 1908 seçimleriyle Osmanlı Meclis-i Meb’ûsan’ına Ankara meb’ûsu olarak giren ve son döneme kadar bu görevde kalan Mahir Said Pekmen, Fizan Hatıraları isimli eserinde, bir grup olarak Fizan’a kalebentliğe mahkûm edildiklerini, ancak Trablusgarb’a intikallerinden sonra Padişah II. Abdülhamid’in insaflı davranışı ve va- liliğin ödenek yokluğu bahanesiyle cezalarının hafifletilerek orada uyguladığını belirtir. Bk. Mahir Said Pekmen, Fizan Hatıraları, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2013, s. 57-59. 17 Ahmed Hilmi, “Elvâh-ı Hayât: Peştamal Giyen Mutasarrıf”, Hikmet, 28 Rebiulahir 329 (14 Nisan 1327/27 Nisan 1911), nr. 54, s. 7; 5 Cemaziyelevvel 329 (21 Nisan 1327/4 Mayıs 1911), nr. 55, s. 7-8; a.mlf., “Elvâh-ı Hayât: İnsanla Devenin Farkı Var”, Hikmet, 22 Şaban 329 (4 Ağustos 1327/17 Ağustos 1911), nr. 70, s. 7. 62 Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi ve Arûsiyye Tarîkatı sahil bölgesinde Zıleytin yakınlarında da kalmıştır. Yazılarından anlaşıldığı kadarıyla yolculuk sırasında yaşadıkları, devecilerin kırk gün süren bu yol- culukta sıkıntılarını “Yâ Seyyidî, yâ Abdüsselâm!” diye istimdad ederek ve 18 Nebiy-yi Zîşân (s.a.)’a selâm göndererek aşmaları, onun dikkatini çekmiştir. Arûsiyye mensuplarının samimi yakarışlarından ve Abdüsselâm el-Esmer’in mânevî nüfûzundan etkilendiğini kaydeden Şehbenderzâde, Zıleytin’de iken de sık sık Abdüsselâm el-Esmer (ö. 981/1574) hazretlerinin türbesine zi- yarette bulunmuştur. Bu ziyaretleri sırasında oradaki şeyhe intisap ederek 19 Selâmiyye-i Arûsîyye üzere seyr u sülûkunu tamamlamış ve hilâfet almıştır. Daha sonra İstanbul’a dönen Şehbenderzâde’nin burada yaptığı çalışmalara bakılınca da bu tarîkatın intişârı için uğraştığı anlaşılmaktadır. Osmanlı matbuatında Arûsiyye tarîkatını ilk tanıtan kişi Şehbenderzâde olmuştur. Önce o, Müslümanlar Dinleyiniz (İstanbul 1326) isimli eserin- de Şeyh Mihr-i Dîn Arûsî takma adını kullanmış ve doğrudan tarîkatı tanıtmasa da kendisinin bir şeyh olduğunu ifade edecek tarzda “Arûsî” nisbesini kayda geçirmiştir. Arkasından, içinde Kādirîliğin yanı sıra şeyh Abdüsselâm el- Esmer ve tarîkatı Arûsiliğin de anlatıldığı İki Gavs-ı 20 Enâm: Abdulkādir ve Abdüsselâm isimli eserini, Mihr-i Dîn Arûsî adıyla yazıp yayınlamıştır. Böylece Osmanlı matbuatında Arûsî terimi tanınma- ya başlamış, Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi de eserlerinde kendisi için “Mihr-i Dîn Arûsî” ve “Şeyh Mihr-i Dîn Arûsî” isimlerini kullanarak Arûsiyye ile olan ilişkisini de açıkça göstermiştir. Ayrıca Şehbenderzâde, 11 Rebiulahir 328 (8 Nisan 1326/21 Nisan 18 Şehbenderzâde, Senûsîler ve Sultan Abdülhamid, s. 21-22. 19 Ahmet Koçak, Hikmet Yazıları, s. 40, 42; M. Kemal Öke, Ömer Fevzi Mardin: Gazî ve Sûfî, İstanbul: İrfan Yay., 2009, s. 97. 20 Mihr-i Dîn Arûsî (Şehbenderzâde), İki Gavs-ı Enâm: Abdulkādir ve Abdüsselâm, İstanbul: Hik- met Matbaası, 1331. Bu eser 64 sayfadır. Hacmi küçük olmakla birlikte önemlidir. Osmanlı matbuatında Arûsiyye ve Abdüsselâm el-Esmer hakkında yazılıp basılan ilk eser olma özel- liğine sahiptir. Bu eserin Türkiye’de yeni harflerle neşri üç defa gerçekleşmiştir. İlki, hazırla- yanı ve yayınevi belirtilmeden 1971 yılında İstanbul’da yapılmış, Hazreti Seyyid Abdüsselâm el-Esmer adıyla yayınlanmıştır. Kapağında, bu çalışmanın kitabın tamamına değil de son bölümüne yönelik olduğunu açıklamak için “İki Gavsül Enam adlı kitaptan Cenâbı Pîr’e ait olan kısım” şeklinde bir not düşülmüştür. Eserin ikinci neşri M. Kemal Öke tarafından metin transkripsiyonu verilmeden günümüz Türkçesine yapılan sadeleştirmedir (İstanbul: İrfan Yay., 2000). Üçüncü ve en kapsamlı neşri ise Arzu Meral tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma, eser ve müellifi Şehbenderzâde hakkındaki önsöz, sadeleştirilmiş metin, orijinal metnin transkribi ve muhtelif fotoğraflardan oluşan bölümler şeklinde hazırlanmıştır (İs- tanbul: Revak Kitabevi, 2012). 63 Mustafa Salim GÜVEN 1910) tarihinden itibaren haftada bir periyodik olarak yayınlamaya çalış- tığı Hikmet gazetesindeki pek çok yazısında “Şeyh Mihr-i Dîn Arûsî”, “Şeyh 21 22 Arûsî”, ve “Arûsî” takma adlarını kullanmıştır. Bazen de “Şeyh Hüsnü” 23 adıyla yazmıştır. Bu yazılardan bir kısmı doğrudan veya dolaylı olarak tasavvufî içeriğe sahiptir. Şehbenderzâde’nin yazılarını farklı müstear isimlerle yazması, onun çok yönlü ve donanımlı bir kişi olmasından kaynaklanmakta, bu nedenle de yazılarında ele aldığı sahanın amacına ve muhatabına uygun müstear isimler seçtiği görülmektedir. O, siyasî yazılarında aileden gelme bürok- ratlık yönüne dikkat çekerek “Şehbenderzâde”, ilmî ve fikrî yönünü öne çıkarırken “Filibeli Ahmed Hilmi”, Türk milliyetçisi bir düşünürken “Öz- demir”, halkın içinden birisi olduğunu belirtmek için “Kalender”, ictimaî İslâm birliğini teşvik eden dindar bir islâmcı veya mürşid ve postnişîn ola- 24 rak da “Şeyh Mihr-i Dîn” ya da “Şeyh Arûsî” takma adlarını kullanmıştır. İki Gavs-ı Enâm Abdulkādir ve Abdüsselâm isimli eserinin sonunda Abdüsselâm el-Esmer’in kereminden, bazı şiirlerinden, sözlerinden ve bunlardaki tesir gücünden bahis açan Şehbenderzâde, cümlelerini kendi 21 Şehbenderzâde’nin 7 Receb 328 (1 Temmuz 1326/14 Temmuz 1910) ve 16 Şevval 328 (7 Teşrînievvel 1326/20 Ekim 1910) tarihli Hikmet gazetesi nüshalarında, Şeyh Mihr-i Dîn Arûsî mahlasını kullanarak yazdığı yazı ve bu ismin kullanıldığı diğer yazılar konumuza birer örnek teşkil etmektedir. Bunlardan tasavvufla ilgili olan ilk yazının mevzuu kıllet-i kelâm ile ilgilidir ve başlığı “Yeter Kıyl ü Kāl Biraz da Hâl”dir. Bk. Şeyh Mihr-i Dîn, Hikmet, 7 Receb 328 (1 Temmuz 1326/14 Temmuz 1910), nr. 13, s.2-3. Şehbenderzâde Hikmet gazetesinde Arûsî nisbesi ile bağlantılı otuzdan fazla yazı yazmıştır. Bunların içinde Hutbeler, İbn Fârız’ın Kasîde-i Yâiyye’si, Gavs-ı A’zâm Cîlî’nin Kasîde-i Ayniyye’si gibi yazılar bulunmaktadır. Daha geniş bilgi için bk. Ahmet Koçak, Hikmet Yazıları, s. 393-395. 22 Şehbenderzâde’nin yazılarında kullandığı takma isimler için bk. Ekici, II. Meşrûtiyet Devri Fikir Adamı Şehbenderzâde, s. 58-60, 105-106. 23 Hikmet yazarlarından Şeyh Hüsnü isminin müstear olup olmadığına dair farklı görüşler bu- lunmaktadır. Tasavvuf tarihçisi Cemalettin Server Revnakoğlu (ö. 1974) bu ismin mahlas ol- madığını, Üsküdar Rifâî âsitânesi son postnişini Şeyh Hüsnü Sarıer Ceyhun olduğunu kayde- der. Bk. C. Server Revnakoğlu, “Yunus’un Bestelenmiş İlâhîleri Nerede ve Nasıl Okunurdu?”, Türk Yurdu, V/319, 1966, s. 128. Ancak Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi ile ilgili yapılan son araştırmaların hemen hepsinde Şeyh Hüsnü isminin bir mahlas olduğu ve Şehbenderzâde tarafından kullanıldığı belirtilir. Bk. Zekeriya Uludağ, Şehbenderzâde ve Spiritüalizm, 45-46. Revnakoğlu gibi önemli bir insanın verdiği bilgiye rağmen Şehbenderzâde’nin yazılarındaki üslup ile Şeyh Hüsnü’nün üslûbundaki benzerlik, bizde de ikisinin aynı kişi olduğu kanaatini oluşturmuştur. Buna göre, Şehbenderzâde’nin Şeyh Hüsnü mahlasını kullandığı yazı sayısı yirminin üstündedir. Bk. Ahmet Koçak, Hikmet Yazıları, s. 395-396. 24 Ekici, II. Meşrûtiyet Devri Fikir Adamı Şehbenderzâde, s. 58-60. 64 Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi ve Arûsiyye Tarîkatı yazdığı bir şiirle bitirir. Şehbenderzâde bu şiirinde Şeyh el-Esmer’den et- kilenip şevke geldiğini, onun peymânesinden beslendiğini belirtmektedir. O, bu durumunu şu mısralarıyla dile getirmektedir: Bana Abdüsselâm Esmer, İçirdi bâde-i Kevser. Ben oldum taş iken cevher. 25 Ene abîdü âl-i Muhammed. Şehbenderzâde’nin buradaki ifâdelerinden onun Arûsiyye tarîkatına intisap ettiği ve bu vesîle ile kemâle erdiği net bir şekilde anlaşılmaktadır. Şehbenderzâde aynı eserinde Abdüsselâm el-Esmer’in faziletini ve menkıbelerini anlattıktan sonra ona bağlılığını ifade edecek şekilde man- zum bir duâ ile Cenâb-ı Allah’a şöyle yalvarır: Yâ Rabbenâ bi-hakk-ı fazl-ı va’d-i Sermedî, Yâ Rabbenâ bi-hakk-ı şefâat-i Ahmedî. Yâ Rabbenâ bi-hakk-ı pençe-i Âl-i Abâ, Yâ Rabbenâ bi-hakk-ı enbiyâ u evliyâ. Ayırma bu gedâyı dergâh-ı rahmetinden, Budur senden dileğim kemâl-i re’fetinden. Evliyâna köle et tâ ki kulun olayım, 26 Arş-ı fuâdımda sen bî-nişânı bulayım. Yine İki Gavs-ı Enâm Abdulkādir ve Abdüsselâm isimli eserinin girişin- deki kayıtta Filibeli Ahmed Hilmi, kendisinin Arûsiyye tarîkatı içindeki konumunu tespit etmemize yardımcı olacak şu ifadeleri kullanmaktadır: 27 “Bu esercik ‘Tarîkatlar ve Ricâli’ nâmıyla yazdığım bir nevi külliyâtın bir par- çasıdır. Gizli bir köşede kalmıştı. ‘İhvânımızdan’ Emin Sırrî-i Arûsî neşrini ar- 28 zuladı ve bunun için bütün vasıtaları hazırladı.” Şehbenderzâde’ye ait bu sözler ve yazılarında kullandığı “Şeyh Mihr-i Dîn Arûsî” mahlası göz önüne alındığında, onun İstanbul’daki ilk Arûsî şeyhi ol- duğunu söylemek mümkündür. Yine bu ifadelerden, onun “ihvânımızdan” diyerek nitelediği Emin Sırrı adında bir mürîdinin bulunduğu da anlaşıl- 25 Mihr-i Dîn Arûsî, İki Gavs-ı Enâm, s. 64. 26 Mihr-i Dîn Arûsî, age, s. 60-61. 27 Şehbenderzâde’nin yazdığını belirttiği bu külliyât basılmamıştır ve âkıbeti hakkında bilgiye sahip değiliz. 28 Mihr-i Dîn Arûsî, İki Gavs-ı Enâm, s. 2. 65 Mustafa Salim GÜVEN maktadır. Şehbenderzâde, kendisi ile birlikte çevresindekilerin de hürmet ve bağlılığını ifade edecek şekilde, Abdüsselâm el-Esmer’i “Cenâb-ı Gavs 29 Efendimiz” diyerek çoğul eki ile anmaktadır. Haftalık Hikmet gazetesinde “ahkar-i ibâd” sıfatını kullanan ve muhtemelen Şehbenderzâde’nin mürîdi olan “Fazıl” ismindeki bir yazar, onu “mürşid-i kemâlâtperver” olarak nite- 30 lendirerek şeyhliğine vurgu yapmıştır. Bu şahıs, “Hayırda yarışın” âyetinin izahı ile ilgili yazdığı bir yazıyı, “Mürşid-i Kemâlâtperver Şeyh Mihr-i Dîn Hazretleri’ne Bir Tuhfe-i Hakîrânemdir” başlığıyla, Şehbenderzâde Filibeli 31 Ahmed Hilmi’ye armağan etmiş; o da bu yazıyı gazetesinde yayınlamıştır. Filibeli Ahmed Hilmi Efendi sürgünde iken aldığı Arûsîliği İstanbul’da yayacağı dönemde ikinci bir sürgün daha yaşadı. Yazdığı yazılar ve yap- tığı neşriyât, o dönem yönetimde bulunan İttihad ve Terakkî’nin tem- silcilerini rahatsız etti. Tecrit amaçlı olarak mecburi ikametle hakkında Kastamonu’ya sürgün kararı verildi. Bu karar Kastamonu’ya gitmek iste- meyen Şehbenderzâde’nin itirazı üzerine Bursa olarak değiştirilip uygu- 32 landı. Bir yıl sonra tekrar İstanbul’a geri dönen Ahmed Hilmi’nin fikirleri gazete ve dergilerle yayılsa da; hâl ile sirâyet eden tarîkatı, erken vefâtı ile birleşen çeşitli sebeplerden dolayı yayılamamıştır. Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Şehbenderzâde’yi “İslâm tasavvufundaki vukuf ve ihtisası hemen hemen görülmemiş bir derecededir” diyerek överken, lüzumundan fazla siyâsî cereyanlara meşgul olduğunu belirterek tenkit etmiş; bu sebeple de kendisinden beklenen hizmetleri yapamadığını ve tasavvufî düşüncelerini 33 yayamadığını söylemiştir. Şehbenderzâde bir şiirinde tasavvufî şahsiyetini tespit etmemize yar- dımcı olacak bilgiler de vermektedir. O, seyr u seferindeki tayaran ve aşk hâlini, Hz. Peygamber’in Miraç öncesi yaşadığı gece yolculuğu İsrâ ve bine- ği Burak’a teşbih etmekte ve tecrübelerini şöyle anlatmaktadır: Her gecem leyle-i esrâ, her nefes Burak, Bî-zamânım, bî-nişânım, kalmadı ırak. 29 Mihr-i Dîn Arûsî, age, s. 54. 30 el-Bakara 2/148; el-Mâide 5/48. 31 Fazıl, “Mürşid-i Kemâlâtperver Şeyh Mihr-i Dîn Hazretleri’ne Bir Tuhfe-i Hakîrânemdir”, Hikmet, 1 Rebiulevvel 329 (17 Şubat 1326/2 Mart 1911), nr. 46, s. 3-4. 32 Şahmurat Arık, “Şehbenderzâde’nin Hayatına Dair Yeni Bilgiler”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, s. 94-96. 33 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, II, 156. 66

Description:
tanınan Filibeli'nin tasavvuf ve tarîkat yönü pek incelenmemiştir. Bu ma- vice as well as administration in the Ottoman bureaucracy after completing.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.