ebook img

Sait Faik ABASIYANIK ve Oğuz ATAY PDF

13 Pages·2015·0.78 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Sait Faik ABASIYANIK ve Oğuz ATAY

Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 12, Haziran 2015, s. 382-394 Asiye ÇIĞRI YILDIRIM1 HİKÂYENİN MODERNLEŞME YOLCULUĞUNDA İKİ İSİM: Sait Faik ABASIYANIK ve Oğuz ATAY Özet Sait Faik Abasıyanık ve Oğuz Atay, hikâye türünün modernleşmesi ve modernizmin bu türe yansımaları değerlendirildiğinde, Türk edebiyatının üzerinde özellikle durulması gereken iki önemli ismidir. Bu çalışmada Sait Faik’in “Haritada Bir Nokta” ve Oğuz Atay’ın “Beyaz Mantolu Adam” hikâyeleri, hikâyenin modernleşme serüveninde hangi noktada yer aldıkları incelenmek üzere, çalışmaya esas oluşturan metinler olarak belirlenmiştir. İnsanı ve insan sevgisini esas konu edinen Sait Faik, insanlığa ait temel sorunları kendine has penceresinden görür ve bilhassa, en az hikâyenin konusu kadar önem ve ayrıcalık gösterdiği şiirsel diliyle, hikâyelerini geleneksel olandan ayırmayı başarır. Türk hikâyeciliğinin modernleşme sürecinde bir diğer önemli isim ise Oğuz Atay’dır. Kırk üç yıllık kısa yaşamında kaleme aldığı sınırlı sayıda eserinde, edebiyatta modernizmin ilk güçlü izlerini gördüğümüz Atay, aynı zamanda postmodern edebiyatın habercisi olarak Türk edebiyat tarihinde, önemli yerini almıştır. İncelen her iki metinde de modern hikâyenin özelliklerinin teknik açıdan ve içerik açısından var olduğu görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Oğuz Atay, Sait Faik Abasıyanık, Modernizm, Hikâye TWO NAMES IN MODERNIZATION JOURNEY OF STORY:Sait Faik ABASIYANIK ve Oğuz ATAY Abstract Sait Faik Abasıyanık and Oğuz Atay are two important names to consider in Turkish literature with respect to modernization of story and assessment of the reflections of modernism on story. In this paper, Sait Faik’s stories titled “A Dot on the Map” and Oğuz Atay’s “Man with White Coat” are studied as main texts to investigate the where the stories are in modernization journey. Sait Faik, who mainly writes on humanity and human love, sees the basic problems of human 1 MEB., Yeni Türk Edebiyatı ABD., [email protected] 383 Hikâyenin Modernleşme Yolculuğunda İki İsim: Sait Faik Abasıyanık ve Oğuz Atay beings from his unique angle, and achieves to differentiate his stories from the traditional ones especially through his poetic language which is as important and discriminating as the topic of the story. Oğuz Atay is another important name in modernization of Turkish stories. In limited number of publications he has written in his short life of 43 years, we see first powe rful traces of modernizm. At the same time, as the forerunner of postmodern literature Atay, is imbedded as an important figure in the history of Turkish literature. The investigations showed that the characteristics of modern story are present in both texts in terms of technical and content aspects. Key words: Oğuz Atay, Sait Faik Abasıyanık, Modernizm, Story GİRİŞ Modernizm; aydınlanma fikirlerinin ve bu fikirler doğrultusunda kurgulanan hayatın yarattığı değerler ve bu değerler çerçevesinde biçimlenen düşünce ve algılayış sistemidir. Aydınlanma düşüncesinin ilkeleri, dinin baskısına karşı çıkarak, birey merkezli bir dünyayı, akılcılık, modern bilim ve hümanizmle inşa etmeyi amaçlamıştır. Çünkü Modernizm, insanlığı, daha iyi bir geleceğe taşıyacağı varsayımı üzerine kurulmuştur. “Modernizm, Aydınlanma felsefesiyle ortaya çıkan; insanlığı içinde bulunduğu bağnazlıktan, hurafelerden; geri kalmışlıktan kurtarmayı amaçlayan; toplum bilimlerinde insan uygarlığının genellikle sanayileşme ve laikleşme aracılığıyla uğradığı ekonomik, siyasal ve toplumsal bir dönüşümdür ve ilerleme olgusunu temel alarak insanlığın gittikçe daha iyi ve üstün amaca doğru hareket ettiğini kabul eder”2 diyen Kale, bu cümlesi ile modernizmin barındırdığı iyi bir gelecek hayaline ulaşmak için hangi değerlerin kılavuzluğuna başvurulduğunu ifade eder. İnsanlık için insanı merkez alan iyi bir gelecek hayali, 16. yüzyıldan başlayarak aydınlanmanın ışığında tasarlanan modern hayat ve geliştirdiği modern değerler, 20. yüzyılın başlarında, ciddi eleştirilere maruz kalmıştır. Özellikle 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı sonrasında, modernizm eleştirileri şiddetlenmiş ve aklın kurguladığı modern dünyada hümanist düşüncenin, aslında insana değer vermekten çok, insanın ve insani değerlerin üzerine basarak adeta çiğneyerek yükselen bir dünya inşası, başta Avrupa olmak üzere Batı tarafından sorgulanmaya başlanmıştır. Modernizmin kurguladığı hayatın içinde yaşamaya mahkûm olan sanatın ve sanatçının ilkeleri, özellikle 20. yüzyılın başından itibaren, modernizmin değerlerinden çok farklı bir biçimde ortaya çıkar. “Modernizm, Batı’da sosyal hayata, bilime, insanlığın toplumsal örgütlenmesine hâkim olurken, sanat ve edebiyatta ortaya çıkan modernist tavır, modernizmin ürettiği değerlere ve gerçeklik anlayışına tam ters istikamette gelişir.”3 Bu sebeple sanatta modernizm ile modern hayat kurgusu farklılık gösterir ve sanatta modernizmin, “Avrupa realist geleneğinden estetik bir kopuşu temsil eden bir sanat hareketi”4 olduğu ve kendine özgü anlatım biçimleri ve üslup aradığı görülür. Bireyin ve aklın merkeze alınması ve akılcılıkla kurgulanan dünyada her şeyin aklın güdümünde olmasıyla ideal olana ulaşılacağını varsayan aydınlanma düşünürlerinin tasarladığı dünyada birey; tek gerçek, tek doğru anlayışını dayatan rasyonalizm, 2 Kale, Nesrin; “Modernizmden Postmodernist Söylemlere Doğru” Doğu Batı Dergisi, sayı:19, s.32 3 Kurt, Mustafa; www.turkishstudies.Volume 6/3 Summar 2011, s.1464 4 Cevizci, Ahmet; Felesefe Sözlüğü, Paradigma yayınları, İstanbul, s.655 The Journal of Academic Social Science, Yıl: 3, Sayı: 12, Haziran 2015, s. 382-394 Asiye Çığrı Yıldırım 384 determinizm ve modern bilimin ördüğü hapishaneye mahkum hale gelmiş ve bu süreçte, farklı, yerel ve lokal olan her şey, dışlanmış ve yok sayılmıştır. Ancak 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki dünya savaşı, modernizmin değerlerinin pratikte insanlığı hangi noktaya getirdiğinin görülmesi ve modern bilimin özellikle 2. Dünya Savaşı’ndaki yok edici gücü; modernizme olan inancı ciddi ölçüde sarsmıştır. Bu tabloya ilişkin felsefe ve sanatta yaşanan sorgulama sürecinin ardından antimodernist bir tavır, birçok alanda ifade bulmuştur. 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan pek çok akım, modernizmin değerlerine itirazın ifadesi olarak değerlendirilebilir. “Çoğu ‘avangard’ veya ‘modernist’ olarak nitelendirilen bu akımlar, modern epistemolojinin insanı tek boyutlu ele alan tutumu karşısında, bireye ve onun iç gerçekliğine eğilen bir yöneliş sergileyerek, modernitenin ürettiği gerçekçilik anlayışına ve ‘yansıtmacı estetiğe’ karşı çıkar. Bilinç akışını, sezgileri, soyutlamayı ve dilin bizatihi kendini öne çıkaran bu eğilimler 20. yüzyıl estetiğini bambaşka bir yöne taşırlar. Söz gelimi Ekspresyonizm, sanayi toplumunun insanı ve insan ruhunu dışlayan tutumuna bir karşı çıkıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ürettiği bunalımın ve dehşetin hemen arkasından ortaya çıkan Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk), atomu parçalayan ve milyonları bir anda yok eden insan türünün, dünyada yapayalnız kalan ve kendi varoluşu dışında bütün değerlerini kaybetmiş bir varlık oluşuna ve kendi varoluşuna yönelttiği bir dizi sorular bütününü ifade etmektedir.”5 Birinci Dünya Savaşı’nın sebep olduğu değerler yitiminin bir neticesi olarak ortaya çıkan Dadaizm ve Sürrealizm de dahil olmak üzere, bu akımların ortak noktası, sadece aklın ve bilimin ilkeleri ile tanımlanan insana ve insani olana karşı çıkmaları ve rasyonalizmin zorunlu kıldığı göz egemen olgulardan ziyade, insanı, özellikle iç dünyasıyla ve bütün boyutlarıyla ortaya koymayı amaçlamalarıdır demek, yanlış olmayacaktır. Batı dünyasının bizden çok daha erken bir tarihte başlayan modernizmle hesaplaşma süreci bizde 1940’lı yıllarda edebi ve felsefi metinlerde karşımıza çıkmaya başlar. Çünkü Batı’da ortaya çıkan ve sanatta modernist bir tavır geliştirilmesini sağlayan birçok felsefi metin ancak 1940’larda çevrilmiş ve Türk aydın ve yazarı bundan sonraki süreçte, özellikle İstanbul merkezli bir modern yaşamı ve bu modern yaşamın insanda ve insanlıkta yarattığı tahribatı dile getirmeye başlamıştır. Bireyi ve kendini anlatma derdi taşıyan, hikâyelerindeki üslubu ve değişen anlatım tekniğiyle önemli bir dönemeçte duran Sait Faik, hikâye türünün modernleşme sürecinde, modernist tavrıyla önemli bir isim olarak karşımıza çıkar. Özellikle 1954 yılında yayımlanan “Alemdağ’da Var Bir Yılan” adlı kitabında topladığı hikâyeleri, değişen edebi anlayışının ve gerçeklik algılayışının ürünleridir diyebiliriz. Kurt,6 Demirtaş Ceyhun’un ifadelerini şu şekilde aktarır: “Unutulmamalıdır ki, tıpkı Dostoyevski’nin, Gogol’ün ‘Palto’sundan çıktık biz.’ demesi gibi, bizler de Sait Faik’in Alemdağ’da Var Bir Yılan adlı kitabındaki öykülerden çıktık ‘modernizm’ adına… Çünkü modernizmin tılsımlı ilkeleri, sürrealizm ve egzistansiyalizmde gizliydi bizler için o günlerde… Bence modernizm de, uygarlıkla teknolojiyle filan değil, bireyin tam anlamıyla özgürleştirilmesiyle ilgili bir kavram olsa gerektir.” Sait Faik sadece eserleri ile değil, aynı zamanda kendinden sonraki kuşaklar üzerinde güçlü etkisi ile de anılması ve incelenmesi gereken bir isimdir. 5 Bareett,William; İrrasyonel İnsan/ Varoluşculuk Üzerine Bir İnceleme, Çev. Salih Özer, Hece Yayınları, Ankara,2003,s.63 6 Kurt, Mustafa; Modernizm ve Gerçeküstücülük Bağlamında Sait Faik’in Son Hikayeleri www.turkishstudies.Volume 6/3 Summar 2011, s.1466 The Journal of Academic Social Science, Yıl: 3, Sayı: 12, Haziran 2015, s. 382-394 385 Hikâyenin Modernleşme Yolculuğunda İki İsim: Sait Faik Abasıyanık ve Oğuz Atay Ömer Seyfettin’le birlikte müstakil bir tür hüviyeti kazanan hikâyenin, Sait Faik’le birlikte teknik açıdan ve üslup açısından öneml i bir evrim geçirdiğini Cevdet Kudret şu cümleleri ile ifade eder: “Sait Faik’in yazı yazmaya başladığı 1930’lu yıllarda Maupassan, Çehov ve Gorki tekniğine bağlı, klasik hikâye türü kullanılmakta idi.(Bekir Sıtkı Kunt, Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali vb.). Bunların hepsi belli bir konu çevresinde gelişen, başı, ortası, sonu belli kurallara bağlı; genellikle sürprizli bir sonuçla biten hikâye geleneğini sürdürüyordu. Gerçekçi oldukları için kendi kişiliklerini geriye çekerek, olaya karışmamak, nesnel olmak çabasında idiler. Sait Faik işte böyle bir ortamda, kendi kişiliği ile hikâye kişilerini birleştiren, onlarla birlikte yaşayan başka bir teknikle çıktı ortaya.”7 Hikâyelerinin önemli bir bölümünde birinci kişi ağzını kullanan Sait Faik, kendisinden önce var olan ve modern anlayışın en önemli ilkeleri kabul edilen gerçeklik, objektiflik ve dolayısıyla yazarın kendini saklaması ilkelerini yıkarak, kimi zaman sürrealist bir tutumla, adeta kendi yaşamını, değer yargılarını ve hayalindeki dünyayı anlatır hikâyelerinde. İlk hikâyelerini geleneksel tekniğe uygun yazmış olsa da daha sonraki eserlerinde, klasik konu birliği, hatta konu bile ortadan kalkmıştır. Hikâye tekniğindeki değişimin sebebini, kendisi ile 1953’te Varlık’ta yayımlanan röportajda “Bugünkü edebiyat hakkında düşünceniz?” sorusuna verdiği şu yanıtta çok daha açık görmek mümkündür: “Bugünkü hikâyemizde bana öyle geliyor ki okuyucu ile yan yana gibiyiz. Okuyucumuz kahramanımız, bazen de kahramanımız kendimiz. O kadar yan yana, o kadar birbirimiziz ki okuyucu bir nevi yazmayan yazıcı gibidir. Yazıcı da yazan okuyucuya benziyor.”8 Bu cümlesi ile geleneksel hikâyenin teknik özelliklerinden sıyrılışının nedenini açıklar adeta… Sait Faik için okur, ders verilecek, sadece kıssadan hisse anlayışı ile istenilen hizaya çekilecek okur değildir, bu sebeple yazar ve okura ilişkin bu yeni tanım, yeni ifade biçimlerini zorunlu kılmaktadır. Sait Faik’i, geleneksel hikâye anlayışından uzaklaştıran bir diğer ve belki de en önemli sebep, kendi ruhunda taşıdığı aykırılıklardır. Hiçbir zaman, toplumsal değerlerin yarattığı kalıpların içine girmeyen ve bu tür dayatmalara şiddetle direnen yazar, bünyesinin zorunlu kıldığı bir antimodernist tavırla yaşamış ve bu tavır, eserlerinde de vücut bulmuştur, denebilir. Varlıklı bir ailenin çocuğudur. Babasının arzusu oğlunun kendisi gibi bir tüccar olmasıdır, annesi ise hariciyeci olmasını arzu eder. Fakat o bir röportajında çocukluk yıllarındaki geleceğe ilişkin planlarını şu şekilde anlatır: “Çocukluğumda da ilk gençliğimde de bir şey olmaya değil, olmamaya karar vermiştim. Sözümü tuttum gibime geliyor, siz istediğiniz kadar bana meşhursun deyin”9 Oysaki modern toplumun ideal birey ya da aydın tanımı; çalışan, çok çalışan, başarılı ve bu başarıların oluşturduğu dağın tepe noktasında gururla duran, toplumca onaylanan, takdir edilen ve alkışlanan kişidir. Fakat Sait Faik, yaşamı boyunca bu değerlere sırt çevirmiş, toplumun kendisine biçtiği rolleri şiddetle reddetmiş ve tavrını da hikâyeciliğinde ortaya koymuştur. Oğuz Atay, Türk edebiyatının önemli evrilme noktalarından birinde yer alan, 1970 sonrası yazdığı eserleri ile adından söz ettiren yazardır. O, kırk üç yıl kadar kısa süren yaşamında yazdığı Tutunamayanlar (1972), Tehlikeli Oyunlar (1973), Bir Bilim Adamının Romanı (1975), Korkuyu Beklerken (1975), Oyunlarla Yaşayanlar (1985), Günlük (1987) ve Eylembilim (1998) adlı kitaplarında 1970 sonrası Türk insanının yaşadığı bunalımı anlatmaya çalışmıştır. Türk edebiyatında modernizm konusunda, adı, hikâye ve roman türünde anılmadan 7 Kudret, Cevdet; Türk Edebiyatında Hikaye ve Roman III, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 1990, s.93 8 Abasıyanık, Sait Faik; Bütün Eserleri 10, Bilgi Yayınevi, Ankara, s. 150 9 Abasıyanık, Sait Faik; Bütün Eserleri 10, Bilgi Yayınevi, Ankara, s. 149 The Journal of Academic Social Science, Yıl: 3, Sayı: 12, Haziran 2015, s. 382-394 Asiye Çığrı Yıldırım 386 geçilmesi mümkün olmayan ve aynı zamanda postmodernizmin öncüsü kabul edilen Oğuz Atay, “romanlarında ve tiyatro eserinde olduğu gibi hikâyelerinde de edebî eserin en temel esası olan tahkiye unsurunu incelikli bir tarzda kurgulayıp, metninin yapısını çok sağlam örgüleyen bir yazardır. Geleneksel olan anlatı formlarının yanına “iç monolog”, “bilinç akımı”, “geriye dönüş”, “kolaj” gibi farklı anlatım tekniklerini kullanarak yeni formlar eklemiş; kurmacanın sınırlarını üst seviyelere çekerek Türk roman ve hikâyesinin gelişimine çok önemli katkıda bulunmuştur.”10 Oğuz Atay üzerinde çalışan isimlerden biri olan Emre11, Atay’ın Türk düşünce ve edebiyat hayatına katkılarını şu şekilde açıklar: “Oğuz Atay'ın 1960'lı yıllar Türkiye'sine Virginia Woolf'un Mrs. Dalloway'i ile Deniz Feneri'nin ustaca kurgusunu, bilinç akışı tekniğini, James Joyce'un Ulysses ile Finnigan's Wake'inin kendine özgü, bir kişilik dil ve üslubu ile zaman anlayışındaki esnekliği, göreliliğini; Vlademir Nabokov'un Solgun Ateş ile İnfaza Çağrı'sının biçimsel özelliklerini; Robert Musil'in Niteliksiz Adam'ının hangi işe elini atsa elinde kalan, baştan sona mükemmellikten uzak, yarım yamalak yaşanmışlıklar ile 'tutunamama' reflekslerini; Franz Kafka'nın Dava ile Şato'sunun modernizme ait bürokrasi anlayışlarının, kapalı, dört duvarla çevrili, loş ışıklı devlet dairelerinin insan üzerinde yarattığı derin, sarsıcı, dudak uçuklatıcı etkisini getirip hediye ettiği; bütün bu tarzların muhteşem bir karışımından kendine özgü, yeni, yepyeni bir tarz ve üslup geliştirdiği gerçeğini kim inkar edebilir?”12 Bu değerlendirmeler ışığında, Atay’ın, Batı’da çok daha erken tarihte ortaya çıkan modern edebiyatla olan ilişkisi ve eserlerinde, modernizm etkisinde ortaya çıkan edebiyatın teknik ve üslubunu başarılı bir şekilde kullanması, modern yaşamın bireyin iç dünyasında yarattığı huzursuzluğu da alışılmışın dışında ifade etmesi göz önünde bulundurulduğunda, Türk edebiyatında modernizm başlığında anılması gereken önemli isimlerden birinin, niçin Oğuz Atay olması gerektiği anlaşılacaktır. Bu çalışmada üzerinde durulacak olan hikâyeye geçmeden önce, tek hikâye kitabı olan ‘Korkuyu Beklerken’de yer alan hikâyelerin genel teması hakkında bilgi vermek, Atay’ın modernist tavrı hakkında kanaat oluşturmada yardımcı olacaktır, kuşkusuz. Modern yaşamın kurgusu içinde modern değerlere ayak uydurmayı becerememiş, bu sebeple toplumdan kendini soyutlamış, yalnız, başarısız, içsel sorunlarıyla boğuşan ve var oluşunu sorgulayan hikâye kahramanlarını, modern yaşamın içsel parçalanmaya sürüklediği bireyin toplumla ve kendi iç dünyası ile girdiği çatışmayı, yani modernleşme sancısını yaşayan kişileri, Atay’ın perspektifinden izleriz ‘Korkuyu Beklerken’de. “Nitekim Oğuz Atay da birçok Batılı yazar gibi bu konuyu, Türkiye’nin modernleşme sürecinde geçirmiş olduğu değişim perspektifini de katarak işler. Atay’ın romanlarında Doğu ve Batı’nın kültür değerleri arasında varlığını sürdürmeye çalışan Türk aydınının geri kalmışlığın yozlaştırdığı ölçülerle biçimlenmiş bir değerler sistemi içindeki savaşımı, gözler önüne serilir. Yazar, düşünen ve eleştiren aydın bireyin kendisiyle ve karşıt dünyayla hesaplaşmasını, ‘gerçek Ben’e ulaşma yolunda gösterdiği çabayı, varoluşçuluk felsefesi çevresinde ve ironik bir anlatım tutumuyla okuyucuya aktarır.”13 Bütün bu değerlendirmeler ışığında Atay’ın hikâye türünün modernleşme sürecine katkısının büyük olduğunu belirtmek kuşkusuz yerinde olacaktır. 10 Tüzer, İbrahim; Oğuz Atay’dan “Babama Mektup” ya da Bir Yazarın/ Kendisiyle Hesaplaşması, www.turkishstudies.net Volume 5/4 , s.1504 11 Emre, İsmet; Oğuz Atay‟ın Hayatı ve Eserleri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 1997, Ankara 12 Emre, İsmet; Türk romanında ilk postmodernist Oguz Atay 13 Aralık 2008, www.zaman.com.tr 13 Balcı, Yunus; Oğuz Atay‟ın Romanlarında Kahramanlar, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Denizli, 2004, s.16 The Journal of Academic Social Science, Yıl: 3, Sayı: 12, Haziran 2015, s. 382-394 387 Hikâyenin Modernleşme Yolculuğunda İki İsim: Sait Faik Abasıyanık ve Oğuz Atay MODERNİZM MERCEĞİNDE İKİ HİKÂYE “Haritada Bir Nokta” ve İnancın Yıkımı Bu hikâyede Sait Faik, 1948’le başlayan üçünc ü dönem hikâyelerinde olduğu gibi, artık gördüklerini samimi bir üslupla anlatan, kendini gizleme gereği duymadan adeta hikâyenin bir kişisi olarak yer alır ve gözlemci anlatıcı olmaktan çıkıp kendini ve kendi gerçekliğini anlatır. Haritada Bir Nokta,14 yazarın çocukluğundan beri haritalara ve haritalarda gördüğü özellikle küçük ve şekilsiz adalara duyduğu ilgiyi anlattığı cümlelerle başlar. “Haritada ada görmeyeyim. İçimde dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir.”15 diyerek adalara ve ada yaşamına ait beklenti ve hayallerini anlatır okura. Öyle ki “hemen gözlerimin içine bakan bir köpek, hemen az konuşan hareketleri ağır, elleri çabuk abalar giymiş bir balıkçı… sahilde harikulade güzel çocuklar, namuslu kulübeler, kırlangıç ve dülgerbalığı haşlaması, kereviz kokusu, buğusu tüten kara bir tencere, ufukları dar sisli bir deniz…”16 tasviri ile yazarın özlemini duyduğu hayatın, o adalarda yaşanmakta olduğunu düşünür okur. Ada olgusu çoğu zaman insan için kalabalıklardan kaçışı, sakin bir hayatı, küçük bir dünyanın küçük insanlarının kurduğu samimi ilişkileri, yani bir ütopyayı ifade eder. Ada tasavvuru ile özlenen hayat aslında modern yaşamın dişlileri arasına sıkışan bireyin kaçış noktasıdır. Ada yaşamında var olduğu hayal edilen her şey; modern yaşamla birlikte hayatımızdan uzaklaşmış, korkunç bir hızla ve bitmek bilmeyen kurallar yığınıyla zamana hapsedilmiş ve doğadan koparılmış mekanın mahkumu haline gelmiş birey için, adeta ütopyaya dönüşmüştür. Bu hikâyede Sait Faik, ada tasviri ile hayalini kurduğu yaşamı anlatır okura. Modern hayatın tabiata hükmetme arzusunun ve insanın tabiattan uzak bir hayat yaşamasının ve tabiatın sesine kulaklarını tıkayan modern düşüncenin eleştirisini, “ Tabiat; çoğunca dosttur? Düşman gibi gözüktüğü zaman bile insanoğluna kudretini ve kuvvetini tecrübe imkanları veren, yüz vermez bir babadır; fırtınada kayığını batırdığı zaman yüzmesini, rüzgarında kulübenin damını uçurduğu zaman daha sağlam, daha hünerliyi bulmayı öğretiyor…”17 cümlesiyle ifade eder Sait faik. Öyle ki tabiatın öğrettikleri arasında belki de en önemlisi iyi insan olmak için gösterdiği yol vardır. “… sıkı ve sağlam adalelilerin çelimsizlere yardım için, keskin aklın daha kör, daha mülayim, daha gürültüsüz ve yavaş akla, hatta akılsıza arkadaşlık için verildiğini, çobanın çorbasızlara taksim edilmek için mis koktuğunu öğreten, belki de öğretmeden öyle iyi, öyle mübarek anadan doğulduğunu hayal ettiren bir düşünceyle haritalardaki maviliğin ortasında, kocaman kıtaların kenarındaki büyük denizlerin bir tarafına kondurulmuş adalara bakar bakar dururdum”18 derken, yaradılıştaki farklılığın, insana iyi olabilmek adına büyük bir şans verdiğini söyler. Yazara göre daha güçlü olmamızın sebebi, güçsüz olana yardım etmektir. Daha akıllı olmamızın sebebi akılsızın koluna girmemiz için ve sahip olduklarımızı paylaşmak içindir. Oysa modern hayatın içindeki birey, daha güçsüzü, kendini daha da güçlü yapabilmek için bir şans olarak görür. Daha akılsızlar, akıllı olanların kendi menfaatleri için faydalanabilecekleri ismi önemsiz kişilerdir sadece. 14 Uyguner, Muzaffer; (Derleyen), Sait Faik Yaşamı Sanatı Yapıtlarından Seçmeler, Bilgi Yayınevi, 1991, (Bu baskıda yer alan hikaye üzerinde çalışma yapılmıştır.) 15 A.g.e., s.119 16 A.g.e., s.119 17 A.g.e. s.119 18 A.g.e.,s.120 The Journal of Academic Social Science, Yıl: 3, Sayı: 12, Haziran 2015, s. 382-394 Asiye Çığrı Yıldırım 388 Adadaki yaşama dair hayallerini, modernleşme ile birlikte zayıflayan aile ve çevre ilişkilerine duyduğu özlemini anlattığı cümlelerle sürdürür anlatıcı-yazar. “… eve girmeden sağ kolda bir çeşme vardır, hatırlayıverir, yönelirim. Heyecandan üzüntüden utançtan, titreye titreye, suyu yüzüme çarpa çarpa yıkanırım. İki üç kişi boynuma sarılır, komşular seslenir. Ürkütülmüş tavuklar bağırır. Anam ağlar, ağam ekmek keser, bacım bardağı doldurur, ben duvardaki ağları seyre dalarım.”19 Oysaki bu tasvirde yer alan aile ve yakın çevre ilişkileri, modern hayatla birlikte kentlere hapsedilen yaşamda, giderek zayıflamış ve modern hayatın bizler için kurguladığı alanlarda, kendine yer bulamamıştır. Hikâyenin ilerleyen kısmında “İşte çocukluğumun ve ilk gençliğimin haritalarındaki adalar beni, sonunda bir gün özlediğim gibi bir adaya tesadüfen bırakıverdiler”20 cümlesi ile yazarın hayalini kurduğu yaşama adım attığını, yazarın taşıdığı umudun en azından bir kısmını içimizde hissederek okuruz. Yazar bir şehir yorgunu olarak “sanki on dört yaşında sarışın bir oğlan gibi basıp gittiği”21 adaya dönmüştür ve modern yaşamın kurguladığı şehir tasvirini yaparken yorgunluğunu ve bu yorgunluğa sürüklenişini, şu şekilde anlatır: “ …bir motor beni büyük şehirlere götürmüştü. Yaşamıştım. Cebim para görmüştü, kadın görmüştüm. Şehvet tatmıştım. Kumar görmüştüm. Hırsızlık mahpushane görmüştüm. Kerhane görmüştüm. Yankesicilerle hırsızlarla arkadaşlık etmiştim. Aç yatmıştım. Para çalmıştım. Irza geçmiştim. Sevmiş, sevilmemiştim. İşte bitkin, işte yorgun, işte hepsini hepsini yitirmiş; gittiğim motorla gene geri dönmüştüm.”22 Sait Faik, modern hayatın kurguladığı şehirler ve bu şehirlerin, insanlara sunduğu modern yaşamın iç yüzünü anlattığı bu cümlelerinde, şehirde karşılaşabileceğimiz insanların profilini karanlık bir tablo olarak sunar bize ve üstelik bunu yaparken, yazar ve kahraman o kadar aynı kişiye dönüşür ki okur olarak, klasik gerçeklikten koptuğumuzu, hayalle gerçek arasındaki çizginin silikleşip kaybolduğunu, en net biçimde bu bölümde hissederiz. Adaya gelişinin ardından yazarın, kendi üstüne birikmiş şehrin kirinden arınmak adına, iyi insanların arasına karışıp insanlığını sağaltmak için yapacaklarını öğreniriz. “Balığa çıkacaktım. On kuruşa kahve, yirmi kuruşluk köylü cigarası içecektim. Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, iyiliği, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak, belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim.”23 Onlar gibi yaşama isteği ağır basarken diğer taraftan hiçbir zaman onlardan biri olamayacağının da farkındadır aslında. Sait Faik’i yaşamında yalnızlığa sürükleyen asıl sebeplerden biri, dahil olduğu sınıf ile ait olmak istediği sınıfın aynı olmayışıdır. Yaşamı boyunca bir işte çalışma zorunluluğu duymaz Sait Faik. Maddi açıdan böyle bir zorunluluk içinde kalmaz, iyi bir eğitim almış, yurt dışına çıkmıştır. Hikâyelerine konu olan insanların ve olayların içinde değil de bu olayların sadece bir seyircisi olması (olabilmesi) belki de bu yüzdendir. Yine bu hikâyede yer alan “ Biliyordum ki insanlar beni pek sevmeyeceklerdi. Bir adam ki onlar gibi değildir. Balığa çıkacak olsam ‘ koca evi barkı var. Ne bok yemeğe balığa çıkar? Deli midir, nedir? Pay da almaz’ diyeceklerdi.”24 ifadesiyle iyiliklerine ve saflıklarına 19 A.g.e., s.121 20 A.g.e., s.122 21 A.g.e., s.122 22 A.g.e., s.122 23 A.g.e., s.123 24 A.g.e., s.123 The Journal of Academic Social Science, Yıl: 3, Sayı: 12, Haziran 2015, s. 382-394 389 Hikâyenin Modernleşme Yolculuğunda İki İsim: Sait Faik Abasıyanık ve Oğuz Atay hayranlık duyduğu insanların dünyasından dışlandığını ve “onların arasına seyirci sıfatıyla sessizce karışarak”25 birlikte olabileceğini söyler. Adaya gelişinin ardından hissettiği iç huzuruy la yaşayan yazar, bir sabah kayığın hülyalarındaki gibi balıktan dönüşüyle başlayan, hikâyenin küçük ve tek olayını anlatır bize. Balıktan dönen sekiz kişinin kayığı temizleyişleri ve sekiz kişiden birinin dışardan gelen biri olması sebebiyle emeğine karşılık olarak verilmesi gereken balığın verilmeyişidir anlatılan. Bu olay Sait Faik’in güçlü üslubu ve şiirsel diliyle öylesine çarpıcı anlatılmıştır ki ada hayaliyle okurun yüzüne yerleşen sıcak tebessüm, adeta dudaklarının kenarında büyük bir kedere dönüşür. “Ne kadar dostça ne kadar içten bir sevgiyle” çalışsa da sadece dışardan geldiği için sadece yabancı olduğu için ya da belki insanların, her an dışarıya çıkmaya hazır bekleyen kötülük bencillik mayaları sebebiyle, emeğinin karşılığını alamayan kişinin yüzündeki “gülümsemenin, birdenbire bir meyve gibi çürüyüvermesi”26 gibi, okurun yüzündeki tebessüm de çürüyüverir. Tabii çürüyen sadece yüzdeki tebessümler değildir artık. Çürüyen belki de yeryüzünde iyiliğin, saflığın tek sığınağı olarak kaldığına inanılan adaya ve adadaki iyi insanlara duyulan inançtır. Yazı yazma hırsından arınma gayreti ve bütün güzel hayallere kavuşma beklentisi ile adaya gelen Sait Faik “ Söz vermiştim kendi kendime. Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım.”27 Yıllarca hayali kurulmuş ada ve bu adanın namuslu, güzel ve iyi insanları bile iyi olmayı çoktan terk etmiştir. Kalemin kendisi için kutsallığını “…sonra tuttum kalemi öptüm.”28 cümlesi ile anlatır Sait Faik, son cümlesi hayal kırıklığını ve inancının yok oluşunu duyurur okura: “Yazmasam deli olacaktım.”29 Artık yeryüzünde kaçacak nokta kalmamıştır. Yazar için tek kaçış noktası kağıdı ve kalemidir. Teknik açıdan modernleşme unsurlarını değerlendirdiğimizde geleneksel hikâyedeki gibi bir olay, konu olmadığını ve anlatılanın, serim düğüm çözüm bölümlerine ve merak öğesine bağlı kalınmadan anlatıldığını söyleyebiliriz. Yazar, bir hikâye değil de bir anı anlatmaktadır sanki. Kimliğini saklama endişesi, yüzde yüz objektif bir gözlemci olma kaygısı taşımaz. Aksine yazar, hikâyenin kahramanına dönüşmüştür ve samimi bir üslupla, herhangi bir tezi savunmadan ders vermeden, insani bir kesit sunar. Bütün bu özellikler ise hikâye türünün modernleşme yolunda Sait Faik’le birlikte kat edilen önemli mesafeyi ortaya koymaktadır. “Beyaz Mantolu Adam” ve Topluma Yabancılaşma Korkuyu Beklerken30 adlı kitabın ilk hikâyesidir Beyaz Mantolu Adam. “KALABALIK bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu.”31 cümleleri ile başlar hikâye ve daha ilk cümlelerle okur, Atay’ın hikâye ve romanlarında karşılaştığı modern hayata ‘tutunamayan’ hikâye kahramanı ile karşılaşır. Kalabalık bir topluluk içindedir ve bu kalabalık içindeki yalnızlık, modern insanın en büyük açmazlarından biridir. Çünkü modern toplumdaki kalabalık, bir yığına dönüşmüştür; niteliksizdir, düzensizdir adeta içinde düşeni öğütmek için 25 A.g.e., s.123 26 A.g.e., s.124 27 A.g.e., s. 126 28 A.g.e., s.126 29 A.g.e., s.126 30 Atay, Oğuz; Korkuyu Beklerken, Sinan Yayınları, 1973 31 A.g.e., s.11 The Journal of Academic Social Science, Yıl: 3, Sayı: 12, Haziran 2015, s. 382-394 Asiye Çığrı Yıldırım 390 vardır. Hikâyenin kahramanı, öykü boyunca konuşmayacaktır. Caminin önünde dilendiği sahnede, bir kenarda beklemektedir. “Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için ya da kendisini çevreden ayırıp başarısızlığına üzülecek kadar düşünemediği için, dilenirken de başarısızdı.”32 Dilenmenin bile hüner gerektirdiği bu dünyada - ki bu dünyada var olabilmek için tıpkı sirk hayvanları gibi, herkesin bir hünere sahip olması şarttır - hikâye kahramanı, acınacak bir görüntüye de sahip değildir üstelik. Dış görüntüsü ile oldukça sıradan, toplum tarafından kabul görmeye uygundur. Fakat istenilen gibi düşünemediği için, kendisine acımaz ve dilenmeyi dahi beceremez. Çevresinde kendisinden yetenekli dilenciler vardır. Fakat onun “sermayesi ve görünür bir sakatlığı”33 olmadığı için bu işte muzaffer olması pek mümkün değildir. Hikâyenin genelinde toplumsal değerlerin, modern toplumun yapısının ironik bir tavırla gözler önüne serilişi, aynı zamanda Atay’ın modernist tavrının belirleyici niteliklerinden biri olarak karşımıza çıkar. “… makbuz mukabili iyilik işleri ile uğraşanların” 34dünyasıdır anlatılan dünya, iyilikler bile kalple değil akılla tartılır olmuştur artık, hesabı kitabı yapılabilir iyiliklere yer vardır yaşamda. Duvara yaslanıp avucunun içine sıkıştırılan bir miktar parayı saydığı esnada “Sağlam adamsın utanmıyor musun dilenmeye?” diye hakaretine maruz kaldığı adamın bavulunu taşır iki buçuk lira karşılığı, vapura kadar taşıması mümkün olsa, belki bir miktar daha para alabilecektir; fakat “ hamallar örgütünün duvarını”35 aşamadığı için yerinde kalır. Taşıdığı yükün ve sıcağın sebep olduğu sersemliği sebebiyle, sarhoş olmakla suçlanır hatta onu sağlam sayanlarla sakat sananlar arasında gider gelir. Modern toplum, farklı olana tahammül edemez. Benzer olmak, benzeşmek, aykırı olanı farklı olanı yok sayarak merkezde olanı güçlü kılmak üzere kurgulanmıştır çünkü modern toplum. Cami avlusuna geri döndüğü esnada, yolda iki hamalın taşıdığı aynadaki yansımada görürüz hikâye kahramanını ilk kez: “Ceketi yoktu, gömleği parça parçaydı. İstemeyerek iki serserinin kavgasına karıştığı, onlara aracılık ettiği bir sırada yırtılmış olan gömleğinin parçalarını üst üste getirdi aynaya bakarak; pantolonunu tutan ipi çözdü, daha sıkı bir düğüm attı. Sonra aynayı götürdüler; yırtık pantolonunu ve çorapsız ayaklarına geçirmiş olduğu lastikleri seyredemedi.”36 Bu görüntüden öğreniriz ki hikâye kahramanı, görüntüsü sebebi ile de toplumdan dışlanmak için yeterli nedene sahiptir; çünkü modern toplum başaranların ve bu başarıyla para kazanların toplumudur. Her bireyin bir başarı öyküsüne var olmak için ihtiyacı vardır mutlaka. Modern toplum, bireyi, sistemin bir parçasına dönüştürmek için ona şöyle der: Bak sen de başarabilirsin, vazgeçme, sadece sana gösterilen yolda yürü. Daha sonra, tezgahlar, sırık ve tentelerle donanmış, dar ve kalabalık bir sokakta rüzgarda sallanan beyaz mantoyu görür hikâye kahramanı ve beyaz mantoyla birlikte, her adımda şiddetlenecek toplumdan uzaklaşma ve toplumun farklı olana yönelttiği maddi ve manevi şiddet, gözler önüne serilir. Satıcının kendi oyunun bir oyuncağı gibi gördüğü hikâye kahramanına, beyaz mantoyu güç bir pazarlığın ardından giydirişini okuruz ve bundan sonraki kısımda Beyaz Mantolu Adam37 olarak, birçok aykırılığı bünyesinde toplar hikâye kahramanı. Sıcak bir günde manto giymiştir, üstelik beyaz kadın mantosudur, yırtık pantolonu ve ayağına 32 A.g.e., s.11 33 A.g.e., s.12 34 A.g.e., s.12 35 A.g.e., s.13 36 A.g.e., s.14 37 Hikâye kahramanını tanımlayan “Beyaz Mantolu Adam” ifadesi, bundan sonraki kısımda anlam karışıklığını gidermek amacıyla italik yazılacaktır. The Journal of Academic Social Science, Yıl: 3, Sayı: 12, Haziran 2015, s. 382-394 391 Hikâyenin Modernleşme Yolculuğunda İki İsim: Sait Faik Abasıyanık ve Oğuz Atay çorapsız geçirdiği lastikleri ile satıcının uyardığı gibi “gülünç”38 olmuştur. Çünkü modern toplumlarda birey kendine benzemeyenden ya kor kmakta ya da kendine benzemeyeni gülünç bulmaktadır. Bu iki durum da toplumun, farklı olanı reddetmesi için yeterli nedenlerdir. Beyaz mantosuyla kalabalığa karışır ve yerde gördüğü bir su birikintisinde kendisini seyrettiği esnada çevresinde biriken kalabalık, sonrası nda peşine takılır. Bir müddet onu takip eden kalabalık beyaz mantolu adamı gözden kaçırır. Beyaz Mantolu Adam ‘normal’ insanlar için seyirlik hale gelmiştir. “işsiz güçsüz takımın dan onu seyretmek için duranlar” 39 olur. Kimilerince yabancı zannedilir veya yabancı olduğu konusunda şüpheyi giderme için kendisine yabancı dilde küfürler edilir. Köprü üstünde bekleyen satıcılara takılır Beyaz Mantolu Adam, sonrasında gömlek satan bir tezgahın başında beklerken, kısa bir sürede bütün gömleklerin satılmış olduğunu fark eden dükkan sahibinin onu kolundan tutup içeri çekmesiyle, dükkan vitrininde bir mankene dönüştürülür. Evet, Beyaz Mantolu Adam toplum için bir nesneye dönüşmüştür artık. Konuşmadığı için, farklı olduğu için, farklı giyindiği ve belki de farklı düşündüğü için toplum nazarında insani özellikleri unutulmuştur tamamen. “Böyle put gibi durmasın”40 der tezgahtar. “Güzel bir poz verelim ona.” Tıpkı modern toplumun, bireye istediği pozu, doğruyu, göstermesi gereken tavrı, düşünceyi vermesi gibidir yaşanılan. Modern toplumda birey, otoritenin istediği pozu vererek yaşamanı sürdürür, normal olmayı başarır, aksi takdirde başarısız olarak addedilir ve başarısızlığa mahkum olur. Normalin dışında kalmak bireyi yalnız ve mutsuz eder. Bir müddet dükkanın vitrininde kolları yukarıdan bağlı, mantonun dışında kalan bölümlere bez parçaları sarılı bir biçimde mankenlik yapan Beyaz Mantolu Adam, satış için üstüne düşeni yaptıktan sonra yorgunluktan düşer bayılır endişesi ile verilen yemeği yer ve dükkandan ayrılır. Halk Plajı yazılı kapıdan içeri girinceye kadarki yolculuğunda, kendisine toplum tarafında yöneltilen cümleler onun dışlanmışlığının, yalnızlığının ifadesi gibidir. “Bedava yaşıyorlar bu ülkede”41 yaşamayı dahi hak etmeyen biridir. “Paramızın değeri de bu yüzden düşüyor.”42 derken parayı insandan daha değerli gören, modernizmle birlikte yükselen kapitalizmin sesini duyarız. “Hepsi de esrarkeş bunların. Ezersin başına bela.”43 derken insan muamelesi yapmanın gereksiz oluşunu söyler toplum. “Ayakları sargı içinde. Cüzamlı olmasın”44 dendiğinde daha da toplum dışına itilmesi gerektiğini duyarız, farklı olanın. Halk plajına, üstünde mantosu, bacaklarına sarılı bez parçalarından sallanan ipler ve mantonun üstüne pantolonun belini tutturmak için takılmış kemerle gelen Beyaz Mantolu Adam, “Bu kılıkta bulunamazsınız burada” denilerek uyarılır. Üstündeki mantosundan ötürü sapık muamelesi görür. Yaşadığı hengamenin ardından denize doğru yürümeye başlar. İkaz edilmesine rağmen ilerlemeye devam eder. Üstündeki mantonun suyu emerek ağırlaşması neticesinde, kıyıda onu izleyenlerin gözleri önünde ölüme yürür. Onu izleyenler kurtarmak adına girişimde bulunurlar. Fakat artık çok geçtir. 38 A.g.e., s.15 39 A.g.e., s.17 40 A.g.e., s. 19 41 A.g.e., s.23 42 A.g.e., s.23 43 A.g.e., s.23 44 A.g.e., s.23 The Journal of Academic Social Science, Yıl: 3, Sayı: 12, Haziran 2015, s. 382-394

Description:
in his short life of 43 years, we see first powerful traces of modernizm. yarattığı değerler ve bu değerler çerçevesinde biçimlenen düşünce ve . 6 Kurt, Mustafa; Modernizm ve Gerçeküstücülük Bağlamında Sait Faik'in . duvarla çevrili, loş ışıklı devlet dairelerinin insan üz
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.