Pegasus Yayınları: 819 Gençlik: 123 Ruh Hırsızı Rachel Vincent Özgün Adı: My Soul To Take Yayın Koordinatörü: Berna Sirman Editör Pervin Salman Düzelti: Sibel Yıldız Sayfa Tasarımı: Cansu Gümüş Kapak Uygulama: Pınar Yıldız Film-Grafik: Mat Grafik Baskı-CİLT Alioğlu Matbaacılık Sertifika No: 11946 Orta Mah. Fatin Rüştü Sok. No: 1/3- A Bayrampaşa/İstanbul Tel: 0212 612 95 59 1. Baskı: İstanbul, Nisan 2014 ISBN: 978-605- 343-267-8 Türkçe Yayın Hakları © PEGASUS YAYINLARI, 2014 Copyright © Rachel Vincent, 2009 Bu kitabın Türkçe yayın hakları Harlequin Books SA’dan alınmıştır. Tüm hakları saklıdır. Bu kitapta yer alan fotoğraf/resim ve metinler Pegasus Yayıncılık Tıc. San. Ltd. Şti.‘den izin alınmadan fotokopi dâhil, optik, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla kopyalanamaz, çoğaltılamaz, basılamaz, yayımlanamaz. Bu kitap bir hayal ürünüdür. Eserde geçen isimler, yerler ve olaylar yazarın hayal gücünün ürünüdür ya da hayali olarak tasarlanmıştır. Hayatta ya da ölmüş kişilerle, olaylarla ya da yerlerle ilgili benzerlikler tamamen tesadüfidir. Yayına Sertifika No: 12177 Pegasus Yayıncılık Tk. San. Ltd. Şti. Gümüşsuyu Mah. Osmanlı Sk. Alara Han No: 11/9 Taksim/İSTANBUL Tel: 0212 244 23 50 (pbx) Faks: 0212 244 23 46 www.pegasusyayinlari.com / [email protected] RACHEL VINCENT İngilizceden Çeviren: Beste Ersun PEGASUS YAYINLARI 1 Numara için, Kurgudaki her belirsiz noktanın o “fajitalar”la çözüleceğini kim bilebilirdi? 1 “HAYDİ AMA!” diye fısıldadı Emma. Kelimeler dudaklarından incecik bir buhar eşliğinde süzülür gibi çıkıyordu. Sabırsızlığı kapıyı açabilirmiş gibi gözlerini önümüzde duran yıpranmış çelik panele dikmişti. “Unuttu işte, Kaylee. Böyle olacağım tahmin etmeliydim.” Zıplayarak ısınmaya çalışırken özenle ruj sürülmüş dudaklarından beyaz buharlar çıkmaya devam ediyordu. Kız kardeşlerinin birinden ödünç aldığı parlak kırmızı ve açık yakalı bluzu, vücudunun kıvrımlarını zar zor sarmalıyordu. Evet, onu biraz kıskanıyordum. Fazla kıvrımım ve ateşli giysilerini ödünç alabileceğim bir kız kardeşim yoktu. Ama vaktim vardı. Cep telefonuma göz attığımda dokuza dört dakika kaldığını gördüm. “Gelecek,” dedim. Emma kapıyı üçüncü kez çalarken gömleğimin önünü düzeltip telefonumu cebime koydum. “Erken geldik. Ona biraz daha zaman ver.” Son cümlemden sonra ağzımdan çıkan buhar henüz yok olmamıştı ki metal kapı büyük bir gıcırtıyla bize doğru açılmaya başladı. Sis perdesi arasından gelen ışığın ritmik parıltıları ve müzik sesi, karardık ve soğuk patikaya sızıyordu. Emma’nın en genç ablası Traci Marshall, bir eliyle kapıyı tutarak karşımızda duruyordu. Daracık, göğüs dekolteli, siyah bir bluz giymişti. Uzun sarı saçları yetmezmiş gibi, bluzuyla da aileye bireyleri arasındaki benzerliği sergilemek için de can atıyordu. Emma, “Tam zamanında!” diye bağırarak, paldır küldür içeriye girmeye çalıştı fakat Traci, diğer elini kapı pervazına koyarak onu engelledi. Beni küçük bir gülümsemeyle karşıladı, sonra kaşlarını çatarak kız kardeşine döndü ve “Ben de seni gördüğüme sevindim. Şimdi bana kuralları söyle bakalım,” dedi. Ceketlerimizi arabamda bırakmıştık. Emma kocaman kahverengi gözlerini açmış, soğuktan tüyleri diken diken olmuş çıplak kollarım ovuştururken, “Alkol, ilaç ve hiçbir türde eğlence yok,” dedi. Özellikle son bölümü geveleyerek söylemiş, ben de gülmemek için kendimi zor tutmuştum. “Başka?” diye sordu Traci, ciddiyetini korumak için çabaladığı açıkça belli oluyordu. “Birlikte gel, birlikte kal, birlikte git,” diyerek konuşmayı ben devraldım. Traci’nin bizi gizlice içeri aldığı zamanlarda ki bu daha önce sadece iki kez olmuştu, tekrarladığımız cümlelerdi bunlar. Kurallar çok da inandırıcı değildi ama eski deneyimlerimden biliyordum ki bunları söylemeden içeri giremezdik. “Ve…” Emma ısınmak için ayaklarını yere vuruyor, kısa ve kalın topukları beton zemine değdikçe tıkırdıyordu. “Yakalanırsak, seni tanımıyoruz.” Sanki buna inanacaklardı… Marshall kızları aynı kalıptan çıkmış gibi uzun boylu, seksi, şehvetli ve benim kıvrımlarımı gölgede bırakacak yapıdaydılar. Traci girişi engellemek için kullandığı kolunu, kapı pervazından çekti. Belli ki duyduklarından tatmin olmuştu. Emma içeri doğru hamle yapınca Traci’nin kaşları yine çatıldı. Emma’yı koridordaki ışığın altına doğru çekerken, “Bu Cara’nın yeni bluzu değil mi?* diye sordu. Emma kolunu Traci’ den kurtarmaya çalışarak, “Benim aldığımı asla anlamayacak,” dedi. Traci gülerek kulübün ön tarafını, binanın arka oda ve ofislerini saran ışık ve müziğin kaynağını işaret etti. Artık içerideydik ve Traci’nin onca gürültü arasında sesini bize duyurabilmesi için bağırarak konuşması gerekiyordu. “Kalan ömrünün tadını çıkar çünkü Cara seni bu bluzla gömecek.” Emma istifini bozmadan, elleri havada, kalçalarını müziğin ritmine uygun sallayıp dans ederek, karanlık koridordan ana salona doğru ilerledi. Dans eden ilk insan topluluğunu gördüğüm anda cumartesi gecesi coşkusuyla dolarak, onu takip ettim. İnsan kalabalığı âdeta bizi yutmuştu. Müziğin ritmine kendimizi kaptırmışken ateşli ve ilgisiz partnerler dans etmek için bizi kendilerine doğru çekiyordu. Terden sırılsıklam olup nefes almakta zorlanıncaya kadar birlikte, yalnız veya ilgisiz eşlerle dans ettik. Emma’ya, içecek bir şeyler almaya gideceğimi işaret ettim. Ben kalabalığı yararak ilerlemeye çalışırken dans etmeye devam ederek beni anladığını belli edercesine başını salladı. Traci, siyah ve dar bir tişört giymiş esmer bir barmenle birlikte barın arka tarafında çalışıyordu. İkisi de başlarının üzerindeki mavi neon ışıkta oldukça tuhaf görünüyordu. Boşalan ilk bar taburesine oturdum. Siyahlı adam iki büyük avucunu barın üstünde tam önüme koydu. Traci bir eliyle adamın koluna dokunarak, “Onunla ben ilgilenirim,” dedi. Adam başım salladı ve bir başka müşteriye yöneldi. Traci, yüzüne düşmüş ve ışıkların etkisiyle hafif mavi görünen bir tutam saçı geriye atarak, “Ne alırsın?” diye sordu. Her iki dirseğimi bara dayamış halde sırıtarak, “Viski-Cola?” dedim. Güldü. “Ben sana sadece kola vereceğim,” diyerek buzlu bir bardağa içeceği koydu ve önüme itti. Bara bir beşlik koydum ve taburemde dönerek dans pistini seyretmeye başladım. Kalabalığı gözlerimle tarayarak Emma’yı görmeye çalıştım. Onu gördüğümde, Dallas Üniversitesi Öğrenci Birliği tişörtü giymiş, “içki içebilir” anlamına gelen bilezikler takmış iki erkek tarafından sarmalanmış, ahenkle dans ediyordu. Uyumu bozmamak için tüm dikkatini dansa veriyordu. Gülümseyerek içeceğimi bitirdim ve boş bardağı barın üzerine bıraktım. “Kaylee Cavanaugh.” Adım söylenince sıçradım ve taburemi sola çevirdim. Bakışlarım, o ana kadar gördüğüm en hipnotize edici ela gözlere kilitlendi, bir süre öylece bakakaldım. O inanılmaz kahverengi derinliğin ve berrak yeşilliğin girdabında kayboldum. Başımın üzerinden gelen ritmik ışıkların etkisi olduğunu bildiğim halde, gözlerinin kalp atışlarıma uygun şekilde ışık saçtığını düşündüm. Gözlerimi kırpmak zorunda kalmasam, öylece bakmaya devam edecektim. Bir anlık göz kırpmam beni kendime getirmişti. İşte tam o anda kime bakmakta olduğumu anladım. Nash Hudson. Evet, gerçekten de oydu. Az kalsın ayaklarımın buzlar içinde yere sabitlenip sabitlenmediğine bakmak için başımı eğecektim çünkü kesinlikle cehennem buz tutmuştu. Bir şekilde dans pistinden çıkmış ve kendimi bu güzel gözlerin renklerle dans ettiği garip bölgede bulmuştum. Orada yalnızca bana gülümsemekte olan Nash ve ben vardık. Aniden kurumuş boğazımı ıslatmak için, içinde son bir damla kalmış olduğunu umarak bardağımı elime aldım. Bir yandan da Traci’nin kolama içki katıp katmadığım merak ediyordum. Ama sonra bardağımın düşündüğüm gibi boş okluğunun farkına vardım. Nash, “Bir
Description: