ebook img

Roma'nın Batısı - John Fante PDF

202 Pages·2000·1.65 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Roma'nın Batısı - John Fante

Kitap Adı: Roma’nın Batısı Kitap Yazarı: John Fante Çevirmen: Avi Pardo Yayınevi: Parantez Sayfa Sayısı: 181 sayfa Basım Yılı: 2004 Tarayan: FK Kitaplığı Düzenleyen: FK Kitaplığı Dangalak Köpeğim BİR İKİ ÜÇ DÖRT BEŞ ALTI YEDİ SEKİZ DOKUZ ON ON BİR ON İKİ ON ÜÇ ON DÖRT ON BEŞ ON ALTI ON YEDİ ON SEKİZ ON DOKUZ YİRMİ YİRMİ BİR YİRMİ İKİ YİRMİ ÜÇ YİRMİ BEŞ ORJİ BİR İKİ ÜÇ DÖRT BEŞ ALTI YEDİ SEKİZ DOKUZ ON ON BİR Dangalak Köpeğim BİR Aylardan ocaktı, soğuk ve yağmurlu bir gün; yorgundum, sefildim, sileceklerim çalışmıyordu ve Tate Cinayetleri hakkında “Bonnie ve Clyde tarzında” zekice bir senaryo yazmamı isteyen milyoner bir yönetmenle sürekli içilip konuşulan uzun bir geceden sonra fena halde akşamdan kalmaydım. Para söz konusu değildi. “Ortak olacağız,” demişti yönetmen, “yarı yarıya.” Son altı ayda üç benzer teklif daha almıştım. İyiye işaret değildi. Karayolunda başımı pencereden çıkarmış, yağmurdan sırılsıklam olmuş, gözlerim beyaz çizgiyi izlemekte zorlanarak nihayet okyanus sapağına girdiğimde yağmur 1967 Porsche’umun (son dört taksiti ödenmemiş, bankadan her gün arıyorlar) vinil tavanını neredeyse parçalayacaktı. Point Dume’da yaşıyoruz; Santa Monica Körfezi’ni oluşturan hilalin kuzey burnunda, porno filminde bir meme gibi öne fırlamış bir kara parçası. Sokak lambalarından yoksun bir mahalledir Point Dume, dolambaçlı yolların birbirini kestiği, sürekli çıkmaz sokaklarla karşılaşılan son derece kaotik bir banliyö; o kadar ki orada yirmi yıla yakın bir süredir yaşamama rağmen yağmurlu ya da sisli havalarda yolumu kaybeder, sık sık kendimi evden iki blok ötede nereye gittiğimi bilmez bir halde dolanırken bulurum. O gece de Bonsall yerine Ferhnill’den sağa göndüm ve benzini tüketmezsem sonunda tekrar karayoluna dönüp telefon kulübesinin loş ışığım bulacağımı, Harriet’i arayıp gelmesini ve bana yolu göstermesini isteyeceğimi bile bile evimi bulmak için o çıldırtıcı ve umutsuz çabaya giriştim. Harriet’in arabası on dakika sonra tepede belirdi, steyşın tipi arabanın fırtınayı delen farları bana doğru yöneldi, araba telefon kulübesinin yanında durdu. Harriet komaya bastı, arabanın kapısını açtı ve üzerinde beyaz yağmurluğuyla bana doğru koştu. Gözleri endişeyle büyümüşlerdi. “Buna ihtiyacın olacak!” 22 kalibrelik tabancamı yağmurluğunun altından çıkarıp pencereden bana uzattı. “Bahçede korkunç bir yaratık var.” “Ne?” “Sadece Tanrı bilir ne olduğunu?” İstemiyordum lanet silahı. Almadım. Harriet ayağını yere vurdu. “Henry, al şunu! Hayatını kurtarabilir.” Burnuma dayadı silahı. “Neye benziyor, Allah aşkına?” “Bir ayı galiba.” “Nerde?” “Bahçede. Mutfak penceresinin altında.” “Bizim çocuklardan biri olmasın?” “Kürkü var.” “Nasıl bir kürk?” “Ayı kürkü.” “Ölüdür belki.” “Nefes alıyor.” Silahı ona doğru itmeye çalıştım. “Bak, uyuyan bir ayıya 22 kalibrelik bir silahla ateş edecek kadar deli değilim! Onu uyandırmaktan başka bir işe yaramayacak. Şerifi arayacağım.” Kapıyı açtım, ama o kapattı. “Hayır. Önce bir bak. Bir şey değildir belki. Bir merkep de olabilir.” “Allah kahretsin. Şimdi de merkep mi oldu? Kulakları büyük mü?” “Dikkat etmedim.” İç geçirip arabayı çalıştırdım. Harriet arabasına doğru koştu, bindi ve yola çıktı. Yolun ortasında beyaz çizgi olmadığı için o korkunç yağmurun altında tamponuna yakın durmaya çalıştım. Evimiz kayalıklardan ve aşağıda kükreyen okyanustan yüz adım ötede bir dönümlük bir arazi parçasının üzerindeydi. Araziyi çepeçevre dolanan beton duvarın içine inşa edilmiş Y biçiminde çiftlik evlerinden biri. Yüz elliye yakın çam ağacı vardı o duvarın içinde, bahçesi ormanı andırıyordu. Bütün düzenleme tam da aslında olmadığı gibi bir izlenim uyandırıyordu insanda; başarılı bir yazarın evi. Borcu ödenmişti ama, hem de son fıskiyesine kadar; vazgeçemeyeceğim kadar büyük bir tutkuydu o ev benim için. Ölümü çıkarırlardı ancak o evden. Harriet sürekli evi satmam için başımı etini yiyor, ben de onun mutfak döşemesinde kanlar içinde yattığını ve bahçede ona bir mezar kazdığımı hayal ediyordum; sonra da ver elini Roma. Cebimde yetmiş dolarla Piazza Navonne’de yeni bir hayat, bir de esmer, değişiklik olsun diye. Ama iyi kadındı benim Harriet’im, bana yirmi beş yıl katlanmış, üç erkek bir de kız çocuğu vermişti ki birini, hatta dördünü de, yeni bir Porsche veya MG veya GT ’70 ile seve seve takas ederdim. İKİ Harriet park girişine saptı, ben de garajda yanına park ettim. Öteki arabayı orada görmek bizi şaşırtmıştı, büyük oğlumuz, ailenin gerçek arızası Dominic’in 1940 model antika Packard’ı. İki haftadır görmüyorduk kendisini. Böyle bir havada eve dönmüş olması başının belaya girdiği ya da giyecek temiz gömleği kalmadığı anlamına geliyordu. Packard’ın kapısını açtım. Marihuana kokuyordu arabanın içi. Harriet içeri uzandı ve yüzünü buruşturarak yerden mavi bir külot aldı. İç geçirip külotu arabanın içine fırlattı yine. Garajdan çıktık. Bayram yeri gibi aydınlanmıştı ev, bütün pencerelerde ışık vardı, arka kapının ve garajın spot ışıkları da yanıyordu. “Hâlâ burada,” dedi Harriet tedirgin bir biçimde arka kapıya bakarak. Sonra gördüm onu, yuvarlanmış bir halıyı andıran siyah ve hareketsiz bir kütle. Harriet’e sakin olmasını söyledim. “Tabanca.” “Arabada bıraktım.” Arabadan tabancayı alıp elime tutuşturdu. “Sakin olmaya çalış Allah aşkına,” dedim. Arka kapı garajdan elli adım uzaklıktaydı, çatının saçakları yolu yağmurdan koruyordu. Harriet ceketimin kuyruğuna yapıştı ve elimde silahla korku içinde yavaşça yağmurun altında seçmekte zorlandığım karaltıya doğru yürüdüm. Sonunda bir görüntü oluştu zihnimde. Bir koyun yatıyordu yerde. Kafasını göremiyordum ama kıvırcık kürkü ve karnı gayet belirgindi. Ani bir rüzgâr birden yağmurun yönünü değiştirdi ve karaltının biçimi değişti. Soluğumu tuttum. Koyun filan değildi orada yatan. Yelesi bile vardı. “Bir aslan,” dedim geri çekilerek. Harriet’in görme yeteneği mükemmeldi ama. “Aslan filan değil,” dedi. Korkudan eser yoktu sesinde. “Bir köpek sadece.” Kendinden emin bir biçimde öne çıktı. Köpekti gerçekten, kahverengi siyah renkte kalın kürklü iri bir köpek, kafası devasa, burnu küçük ve küttü. Bir ayının kasvetli yüzüne sahip hüzün verici bir köpek. Ama belli aralıklarla inip kalkan koca gövdesi olmasa insan onu ölü sanırdı, çünkü çekik gözleri kapalıydı. Her soluk alıp verdiğinde siyah dudakları hafifçe titriyordu. Kendinde değildi besbelli, yağmur sicim gibi yağıyordu üzerine. Ben konuşmaya çalışırken Harriet eve koşup bir şemsiyeyle döndü. Şemsiyenin altına girip canavarı çevirdik. Harriet ıslak burnunu okşadı. “Zavallıcık. Nesi var acaba?” Kalın ve sert kulaklarını okşadım. “Bu köpek çok hasta,” dedim. Parmaklarım fasulye büyüklüğünde bir keneye temas etti. Çekip çıkardım, o denli şişmişti ki avucumda misket gibi yuvarlandı. Fırlatıp attım. “Ne işi var burda?” “Başı boş bir köpek olsa gerek,” dedim. “Sosyal olarak sorumsuz bir hayvan, bir kaçak.” “Hasta sadece.” “Hasta değil. Kendine barınak bulma zahmetine katlanamaya-cak kadar tembel.” Ayakkabımın ucuyla

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.