31 MARTTAN GÜNÜMÜZE Resmi Tarih Tartışmaları 7 31 Mart’tan Günümüze “Gericilik” Söylemi Editör: Fikret BAŞKAYA 1, Basım Mayıs 2009 İÇİNDEKİLER Önsöz ..................................... 7 Fikret BAŞKAYA Hareket Ordusu İle Avcı Taburu Arasında Sıkışmak .... İl Mete K. KAYNAR Darbeci-Komplocu Gelenek ve İrtica Söylemi................................ 51 Fikret BAŞKAYA Gericilik Söylemi ve Terakkiperver Parti ............ 67 Tolga ERSOY İnönü’den Bayar’a “Gericilik”: Çok Partili Hayata Geçiş.......... Sürecinde Din Merkezli Tartışmalar ................................................ 87 Kadir DEDE Ordu ve İrtica Söylemi............................................................................ 119 Kamil DEMİRHAN Ulus Devlet ve Din................................................................................ 143 Gün ZİLELİ Fikir ve Hareketiyle Fethullah Gülen Tahlilî ,,...................... 151 Mehmed DURMUŞ Geç Dönem Osmanlıdan Cumhuriyete Toplumsa!................. Yaşamı Düzenleme Siyasetinin Pozit iv istik Kökleri v e............. Araçsa] Şeriat Tehlikesi Söylemi..................................... 189 Çağlar ENNEÜ ABD'nin Siyasal İslam Politikaları ve Türkiye ............................ 233 Şaban İBA Önsöz ‘Eğer Devletimize “İrtica" Gerekiyorsa.,.’ Kemalist rejim oidum olası iki kavramı veya söylemi bir iktidar aracı olarak ‘başarıyla’ kullandı: Bunlardan birinci si, irtica ve irtica ile mücadele; İkincisi de. terör ve terörle mücadeledir. Başlarda terör ve terörle mücadele şaki ve şekavet gibi kelimelerle karşılanıyordu. Sahte demokrasi oyunuyla ilgili kafa karışıklığı aşıldığında, rejime demokra tiklik görüntüsü veren cila kazındığında, rejimin aslında bir ’devlet terör rejimi' oluğunun anlaşılması kolaylaşacaktır. Rejim kendini ancak terörle mücadele retoriğiyle yeniden üretebiliyor ve bir devlet terör rejimi olarak varolabiliyor. Rejimin kendini yeniden üretmesinde ikinci kritik söylem de irtica ve irtica ile mücadeledir. Sovyetler Birliğinin tarih sahnesinde olduğu, özellikle de soğuk savaş döneminde üçüncü bir korkutma aracı da komünizm ve komünizmle mücadeleydi. Şimdilerde artık komünizm ve komünizmle mücadele söylemini terör ve yasa dışı terör örgütü' söylemi ikâme etmiş görünüyor. Elbette irtica ve irtica ile mücadele Kemalistlerin bir buluşu değildi. Üçüncü Sultan Selim'in halledilmesiyle sonuçlanan Kabakçı Mustafa isyanı sonra sına kadar gerilere gidiyor. Fakat sistematik ve istikrarlı kullanıma ulaşması. II. Meşrutiyet de denilen 1908 darbesi sonrasmdadır. Yeni takvimde 14 Nisan'a denk gelen ve ünlü bir İttihatçı komplosu olan 31 Mart Vdk’osı, daha sonra Kemalist rejimin irtica ve İrtica ile mücadele’ söyle minde bir referans işlevi gördü ve süreklilik arzedçn etkin bir anahtar söylem haline getirildi. Söylem baştan beri egemen iktidar kliğine karşı olan veya olduğu uorsayılon reel ve/veya potansiyel muhalefeti etkisizleştirmek üzere kullanılıyor. Başka türlü ifade edersek, iktidar mücadele sinde egemen iktidar kliğinin karşısındakini veya ötekileş- tirdiğini tanımlama, lânetleme ve etkisizleştirme işlevi görü 8 resmi tarih tartışmaları 7 yor. Dolayısıyla gerçek dünyada her zaman reel bir karşılığı olması gerekmiyor. Böyiece iktidardakinin, aracın direksi yonunda olanın kendi dışındakini ve kendi dışına Üip öieki- leştirdiğini lanetleyip, toplum için bertaraf edilmesi gereken büyük ve acil tehlike olarak sunulması mümkün oluyor. Başka türlü söylersek, ötekinin egemen klik tarafından tanımlanış tarzıyla ilgili... Kemalist rejimin ekseri gözden kaçan bir özelliği de onun ideolojik linç geleneğidir'. Bu sayede hem reel veya potansiyel muhalefet düşmanlaştırılıp bertaraf ediliyor hem de rejim bu yolla kendini 'meşrulaştırarak’ bir taşla iki kuş vurma olanağına kavuşuyor. İdeolojik manipülasyonu da rejimin tabuları kolaylaştırıyor... Rejimin 'resmi doğruları na’ itibar etmeyen, rejimin diliyle konuşmayan, müesses nizamın kutsallarına karşı çıkıp eleştiren, düşmanlaştırıp mayı, lânetlenmeyi ve linç edilmeyi göze almalıdır. Rejimin tabu lan nın gazabından kurtulmanın yolu 'mayınlı alana' girmemekle mümkün ama az da olsa her dönemde mayınlı alana girmeye cesaret eden sapkınlar eksik olmuyor. Du rum böyledir ama rejimin ’resmi yalanlan' ve tabuları kalın bir modernite ve modernlik boyasıyla boyanmış durumda. Velhasıl görüntü gerçeği gizliyor. Görüntüyle gerçek arasın daki uyumsuzluğu teşhir etmesi gereken taifenin bilinci de rejimin resmi doğrulan ve tabuları tarafından fazlasıyla zehirlendiği için, şeylerin gerçeğini teşhir etmek zorlaşıyor. Herhalde bu dünyada moderniteye bu kadar çok gönderme yapan ama gerçek moderniteye bu kadar yabancı ve düş man bir rejim olup-olmadığaıı araştırmak ilginç olurdu. Bizde moderniteden zihinsel/entellektüel bir devrim değil de, kapitalist teknolojinin ürettiği mallara ve kapitalist sis temin işleyişini kolaylaştıran kimi kurum ve mekanizmala ra sahip olmak anlaşılıyor. Eğer toplum bir modernite dev rimi yaşamış olsaydı. Eski Re/imle ve onun geleneksel ideo lojisiyle bir hesaplaşma gerçekleşseydi, devlet/toplum iliş kisinin mahiyeti ve yönü değişmiş olsaydı, ne şimdiki gibi köşeli, bağnaz bir resmi ideoloji geçerli olur ne de toplum bir dizi tabu tarafından kuşatılırdı... Akıllara durgunluk veren bir resmi tarih ve bağnaz bir resmi ideolojinin varlığı ve bu kadar ’dayanıklı’ oluşu, devletin hâlâ kutsanıyor oluşu, toplumsal formasyonun tarihinde bir modernite devriminin ve aydınlanmanın olmayışındandır... Eğer bir modernite devrimi yaşanmış, zihinse l/en te llektüel bir dev- önsöz 9 ' rlm sürecinden geçilmiş olsaydı, kişiyi kutsatmak, kişiye tapınmak gibi saçmalıklara da yer olmazdı... Bu kitaptaki yazılar hem TC'nin. niteliğine dair bazı yer leşik genel kabullerin teşhir edilmesine ve laiklik retoriğinin deşelenmesine imkân veren açılımlar getiriyor, hem de irti ca’ ve ‘irtica ile mücadele’ ve laiklik söylemlerinin işleuûıe dair geçerli egemen retoriği teşhir ediyor. Oysa laikliğe yapı lan aşın göndermeye rağmen Türkiye’de diıı-devlet ilişkisi özü itibariyle ve genel bir çerçevede Osmanh İmparatorluğu dönemindeki durumdan kayda değer bir farklılık içermiyor. Her ne kadar kapitalist ekonominin etkinliğinin sağlanması için din bazı alanlardan çıkarılsa da, dinin devlet içindeki konumu ve işlevi eskide olduğu gibi devam etti, ediyor. Memleketin sahiplerinin veya asil devlet partisinin akiıevvel- lerinin laikliğe aşırı vurgu yapmasının nedeni, tartışmayı yasaklamak, demokratikleşmenin önünü kapatmak ve ayak takummn sürece müdahale etmesinin önünü kesmek tir. Böylece olup/bitenlerin kimin için ne anlama geldiğini gizlemek mümkün oluyor. Bilindiği gibi iktidar olmanın ve iktidarda kalmanın yolu gizlemekten geçiyor... Böylesi bir düşünsel/entellektüel azgelişmişlik ortamında da, asıl geri ciliğin siyasi nitelikte olduğu gerçeğini gözlerden uzaklaş tırmak (şimdılikl mümkün oluyor. Dinin gerçek iktidar odağı olan aşıl devlet partisi tarafından manipüle edilmesi demek, iktidar sahiplerinin dozunu kendilerinin ayarladık la n bir dinî gericiliğe’ ihtiyaç duyması demektir. Din ege men iktidar odağı tarafından araçlaştınp/ manipüle edildi ğinde bu olağan ve normal bir şey sayılıyor, devlet dışı un surlar kullanmaya/araçlaştırmaya yeltendiğindeyse, ‘irtica hortladı’ ‘laiklik elden gidiyor' söylemiyle cezalandırılma yoluna gidiliyor. Oysa laiklikten söz edebilmek için dininin devlet aygıtının dışına çıkarılması, siyasi otoritenin dine karışmaması, devletin hiçbir dinî işlev üstlenmemesi, dinin de siyasi işlevden bütünüyle soyutlanması gerekirdi... Özgür Üniversite, resmi yalanlarından' hareketle rejimi teşhir etmeyi önemsiyor. ‘31 Mart Vak ası’ denilenin yüzün cü yılında böyle bir kitap yayınlayarak, geride kalan yüzyıl lık dönemde irtica söyleminin’ iktidar sahipleri tarafından, nasıl araçlaştınldığma, Kemalist rejim tarafından nasıl manipüle edildiğine açıklık getirmeyi amaçlıyor. Kitap okunduğunda, bu kısa önsözün başlığının neden öyle kon duğu anlaşılacaktır... Unutmamak gerekir ki. gerçek İnatçı dır ve anlamak aşmaktır denmiştir. Ve unutmamak gerekir 10 resmi tarih tartışmaları 7 ki, tarih bilinci son derecede önemlidir ve tarih bilincimiz bizi Özgürleştirecektir, Bu esere katkıda bulunan değerli dostlarımıza şahsım ve Özgür Üniversitemiz adına en içten teşekkürlerimizi sunu yorum. Fikret Başkaya Hareket Ordusu İle Avcı Taburu Arasında Sıkışmak Tarihe 31 Mart Vakası olarak geçen olaylar, şeriatçı/gerici bir ayaklanma ya da mason ftffhaiçtiann bir komplosu kur- gularımn dışına çıkılarak ya da başka bir deyişle, Hareket Ordusu ve Aocı Taburu arasına sıkışmadan okunabilir mi? Bu çalışma da böyle bir kaygıdan hareket etmekte, fakat olayın sadece bir yönü üzerinde odaklanmayı, temelde 31 Mart’ın şeriatçı bir ayaklanma olarak okunup okunamaya- cağı ve böylesi bir okumanın yaratabileceği tehlikelere dik kat çekmeyi amaçlamaktadır1. Gerçekten de, 31 Mart Va kası’nın Osmanlı Türkiye kapitalıstleşme/modernleşme sürecindeki benzer olaylarla paralel okuması ve o dönenıe biraz daha yakından bakılması bile göstermektedir ki, res mî tarih prensesi 31 Mart'ı da öperek bir prense dönüştür- 1 özgür Üniversite Yayınlarından çıkan Resmî İdeoloji Sözlüğü (2008) başlıklı kitapta yer alan ‘Otuzbir Mart Vakası" isimli makalede (Kay nar, 2008:205-232) 31 Mail, korıuyu şeriatçı/gerici bir ayaklanma ve mason ittihatçıların bir oyunu söylemlerinden hareketle analiz eden iki temel metinden (Sina Akşin ve Cevat Rıfat Aülhan'ın konu Üe ilgili çalışmalarından) yola çıkılarak tartışılmış tır. Bu çalışmada ise. hem tekrara düşmemek, hem de çalışmanın yer alacağı kitabın gene! kon- septine uyum sağlayabilmek adına, sadece neden 31 Mart ın şeıialçı bir ayaklanma olarak alınamayacağı üzerinde odaklandımştır. Hiç kuşkusuz, 31 Mart ın basitçe bir mason komplosuna indirgenmesinin yaratacağı tehlike ve kısırlığın da tartışılması gerekmektedir: nitekim sonuç bölümünde konunun bu yönüyle ilgili örneklere de yer verile cektir. Konunun her iki boyutu da tartışmasız önemli olmasma karşın, sadece pratik nedenlerle. 31 Mart ın neden mason komplosu olarak ele alınamayacağına dair kapsamlı analizlere başka bir çalışmada yer verilmesi düşünülmüştür. 12 resmi tarih tartışmaları 7 müş; sonuçta tarihte olandan, sonradan kurgulanan, inşâ edilen bir 31 Mart grameri, dili ortaya çıkarılmıştır. 31 Mart ın irticai bir eylem olmadığını söylemek, birçok riski göğüslemeyi de beraberinde getiriyor. Bu risklerin en başında, egemen kanıya göre, 31 Mart’m şeriatçı bir ihtilaf olmadığım söylemenin, olayların mason ittihatçıların bir komplosu olduğunu imâ etmenin bir diğer yolu olarak ka bul edilmesi gelmektedir, ikinci olarak, 31 Mart Vakası'na resmî tarihin gözlüklerini çıkararak bakmak, bir yandan, birçoğu daha sonra cumhuriyetin kurucu kadrosu içerisin de yer alacak birçok Hareket Ordusu kurmayına muhalif olmayı 2orunlu kıldığı gibi, diğer yandan da Derviş Vahdeti, Prens Sabahattin ya da Abdülhamit gibi Türk sağının -Tanıl Bora'nın ifadesi ile- farklı halleri tarafından sempatiyle karşılanan karakterleri ile de gönül bağı kurmayı zorunlu kılmaktadır. Bu çalışma her iki riski de göğüsleyerek yoluna devam etme arzusundadır; Birinci olarak, egemen tarih histografyasının tersine, 31 Mart Vakası'm n şeriatçı bir ayaklanma olmadığını savunmakla, Osmanlı (hatta buna, büyük oranda, içinde yaşadığımız dönemin Türkiye'sini de eklemek doğru olacaktır) siyasal pratiğinde dini jargonun siyasal mobilizasyonun -ve tabii ki muhalefetin- en temel araçlarından biri olduğunu belirtmenin ayn ayn şeyler olduğunun altını çizmek gerekmektedir. Evet, tıpkı, Os manlI'daki benzer muhalefet hareketleri, isyanlar gibi. Ba- bailer. Şah Kulu, Bozoklu Celal, Kalender Çelebi İsyanları, Pir Sultan ve Şeyh Bedrettin İsyanları ya da OsmanlI'nın son dönemindeki Kuleli Vakası gibi, 31 Mart da dinî bir söylem kullanmıştır; isyancılar şeriat isteyerek alanlara dökülmüşlerdir. Fakat bu durum. Engelsin de uyardığı gibi, bizi bu ayaklanma/muhalefet hareketlerinin gerçek yüzünü görmekten alıkoymanıahdır. Nitekim 16. yüzyıldaki köylü savaşlarını değerlendirdiği kitabında Engels (2003:38) de benzer bir perspektiften hareket ederek şu değerlendirmelerde bulunmaktadır: “...On altıncı yüzyılın dinî sanılan sauaşfart bile öncelikle maddi sırtyf çıkarlarıyla ilgiliydi; İngiltere ne Fransa'nın sonraki iç çatışmafan gibi onlar da sırtı/ savaşıydılar. Gerçi o günlerin sınıf çatışmaları dinî parolalarla sürdürülüyordu, istekleri dinî bir perdenin ardında gizliydi ama bütün bunlar sorunun özünü değiştir mez ve o zamanın koşullarıyla kolayca açıklanır