ebook img

RAMAZAN ve ORUÇ PDF

21 Pages·2016·0.47 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview RAMAZAN ve ORUÇ

RAMAZAN ve ORUÇ Editörler Berat Açıl - Fahrettin Altun Serhat Aslaner - Mustafa Demiray Halis Kaya Ramazan ve Oruç Proje Ümraniye Belediye Başkanlığı adına Hasan CAN Ümraniye Belediye Başkanı Editörler Berat Açıl - Fahrettin Altun - Serhat Aslaner Mustafa Demiray - Halis Kaya Proje Yönetimi Mesut Özdemir Başkan Yardımcısı Tuba Kızıltan Kültü r Müdürü Tashih İlhan Süzgün İç tasarım Ender Boztürk Kapak görseli: Hamid Aytaç “Ramazan ayı, ki içinde Kur’ân nüzul etmiştir.” el-Bakara 2/185. (1378/1959. Hilmi Şenalp Koleksiyonu) Kapak tasarımı Emin Albayrak Atatürk Mah. Fatih Sultan Mehmet Cad. No: 63 Ümraniye/İstanbul Tel: 0216 443 56 00 / 184 Faks: 0216 335 32 76 www.umraniye.bel.tr copyright©2015 Ümraniye Belediyesi Kitabın tüm yayın hakları Ümraniye Belediyesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. Haziran 2015, İstanbul Baskı: Belikan Basım 0212 613 79 55 Müslüman İstanbul’a Mahsus Bir Gelenek: Mahya İsmail Kara* Bir İhya ve Şenlik Geleneği Mübarek gecelerde, kandillerde, ramazan akşamlarında, bayram- larda, bazen halife-padişahın tahta cülusunun sene-i devriyesinde, bazen fetih yıldönümlerinde camilerin, türbelerin içini-dışını, hususen minare, şerefe ve kubbeleri aydınlatmak eski bir gelenek. Sadece cami ve türbeleri değil mum alayları ve fener alayları eşliğinde mümkünse bütün şehri ışı- ğa/nura/aydınlığa boğmak ve hissiyatı, katılımı yüksek bir cümbüşe, bir şehrayine çevirmek İslam dünyasında erken teşekkül etmiş yaygın “ihya”, kutlama gelenekleri arasında yer alıyor. Burada maddi ve manevi karanlık- lardan (küfür ve zulümâttan) uzaklaşarak ışık/ziya/nur etrafında ibadetle hayatı, dinî zevkle hüznü, sevinç ve neşe ile eğlenceyi yakınlaştırmak ve çocukla yaşlıyı, zenginle fakiri, efendi ile hizmetçiyi aynı hisler etrafında birleştirmek istikametinde kuvvetli bir fikir ve irade var gibi gözüküyor. (Burada belki kilise mimarisinin karanlık ve kasvet ağırlıklı hâliyle cami- lerin cennet bahçesi içinde, aydınlık hâlini mukayese etmek ve sebepleri üzerinde bir miktar düşünmek gerekecek). Hele günün akşamla birlikte bittiği, yatsıdan sonra herkesin uykuya daldığı, sokak ve mahallelerin 181 derin bir sessizliğe ve karanlığa büründüğü eski yaşama tarzı hatırlanırsa, Müslüman toplumlardaki bu mahya ve aydınlatma geleneğinin etkisi ve görkemi daha bir belirginleşir. * Prof. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. MÜSLÜMAN İSTANBUL’A MAHSUS BİR GELENEK: MAHYA İslam dünyasının hemen her tarafında bir şekilde var olan bu türden gelenekleri bir tarafa bırakıp mahyaya; camilerin içini ve dışını estetik, anlamlı kandillerle, resim ve yazılarla donatma ve aydınlatma âdetlerine intikal ettiğimizde bunun Müslüman Türklere hatta Müslüman İstanbul’a mahsus hoş bir gelenek, dinî hayatın hissiyatı yüksek bir parçası olduğu- nu hatırlamak gerekecektir. O kadar ki Yahya Kemal, mütareke yıllarının ümitsizliklerle dolu İstanbul’unda, mahyaların yanmasının, bir ecnebinin gözünde estetik vasıflardan öte siyasi manalar da kazanarak birdenbire âdeta bir istiklâliyet ve aidiyet meselesi hâlinde tezahür ettiğini edebi bir üslupla anlatır: Mütareke’nin ilk senesi [11], eli bayraklı Yunan taşkınlığı, yapılacak her âlâyiş gibi yapılmayacak her nümayişi yapmış, İstanbul’u yâr u ağyâre bir Yunan şehri olarak göstermeğe çalışmış, bizim gibi ecnebilerin gözlerini de uzun bir müddet Elenizmos’un tütsüsüyle bulandırmıştı. O senenin Ramazanı geldi. Bir gece Rumları tanıyan ve bizi seven bir ecne- bi ile Moda’daydım. Karşıdan İstanbul, mahyalariyle, minarelerin şerefele- rindeki kandilleriyle görünüyordu. O ecnebi bu manzaraya baktı; “Bu şehir Türktür ve Türk olmasa insaniyet güzelliğinden bir âlem kaybeder!” dedi. Bu heyecanından biraz sonra da bu muazzam mahya ve kandil nümayişi karşısında hatırına gelen bir mülahazayı söyledi: “Rumlar bir senedir bu şehri bize Yunanlı göstermek için ne çarelere baş vurmadılar, kendi ev- lerinden sonra Beyoğlu’nda Türk emlâkini de maviye beyaza gark ettiler, siz ses çıkarmadınız. Lâkin bu akşam ne sizin ne de hükümetinizin tertibi, eseri olarak minareler kendiliğinden öyle bir nümayiş yaptılar ki bu şehrin milliyetini tamamiyle gösterir”. Hakikaten İstanbul’un o gece nümayişi, o senenin bütün çirkin nümayişlerini söndürmüştü. Bugün mahya denince öncelikle veya sadece ramazan gecelerinin akla gelmesi yaygın kullanım dolayısıyladır. Yoksa kandil geceleri başta olmak üzere padişahın doğum veya cülus yıl dönümü, yakın zamanlarda İstanbul’un fetih yıl dönümü yahut kurtuluşu, vakıf haftası, camiler haftası, Cumhuriyet’in ilanının yıl dönümü gibi sebeplerle camilerde kandil asıl- 182 dığı, mahya kurulduğu malumdur. Hangisi Mahya: Işık mı, Şekil mi, Yazı mı? Mahyanın, iki minare arasına gerilen ipler üzerinde kandillerle yapılan şekiller veya yazılan yazılar şeklinde tanımlanması yanlış olma- makla beraber eksiktir. Çünkü yine ramazanlarda ve mübarek gecelerde iç mahya, zemin mahyası, gezdirme mahya, taraklı mahya başta olmak üzere İSMAİL KARA kaftanlama, kandil/fener uçurtma gibi mahya kavramı içinde mütalaa edilen başka aydınlatma, ihya etme ve şenlik biçimlerinin olduğunu da biliyoruz. Mahya ile ilgili hemen bütün kaynakların, deneme yazılarının şöyle veya böyle tekrarladığı yahut aynen, sadeleştirerek aktardığı bilgiler büyük ölçüde Ahmet Rasim’in Manâkıb-ı İslâm’daki şu metnine dayanmaktadır: Şehrimizde her çocuk mâh-ı sıyâmı [oruç ayını] minareler arasına gerilen mahiye [mahya] takımlarından der-hâtır eder. Cevâmi‘de ibtida [camilerde önce] minare tesis eden Hazreti Mesleme’dir. […] Leyâli-i muazzezede [mübarek gecelerde] minareler arasında kurulan mahiyeler veya mahyaların devr-i Sultan Ahmed Han-ı evvelde [1-11] icad edildiği mütevatirdir. Hatta rivayât-ı vâkıaya göre Fatih Cami-i şerifi müezzinlerinden Hattat Hafız Kefevî namında bir zat gayetle musanna‘ [sanatlı] bir çevre işlemiş ve o zaman arz-ı atebe-i ulyâ eyleyerek karîn-i mahzûziyet-i seniyye [padişahın huzuruna arz etmesiyle sultanın mem- nuniyetine sebep] olması üzerine bu işleme gibi hutût ve müressemâtın [hat ve resimlerin] âdâb-ı müstahsene-i diniyemize muvafık olmak şartıyle Ramazan gecelerinde minareler arasında icrası ferman buyurulmuştur. Mahiyecilerimizin bild[irdi]klerine göre bu sanatı ıslah ve tensîk ve lâzime-i maharete tevfîk eden, bir zamanlar Süleymaniye Cami-i şerifi mahiyeciba- şılığında bulunmuş olan Abdüllâtif namında biri imiş. Usulden olduğu üzere mahiye halatıyle yedeklerin ipleri ve kandillerin ter- tip ve tanziminde medhali olduğu söylenen mahiye minaresindeki boncuk denilen kıvrık ipler, velhasıl bocurgat takımı nısf-ı ahîr-i Şabanda [Şaban ayının ikinci yarısında] gerilir. Şehrimizde ilk mahiye Sultan Ahmet Cami-i şerifinde kurulmuş olduğu rivayetine nazaran dahi cami-i mezkürun ta- rih-i hitam-ı inşaatı olan 1 sene-i hicriyesi [11] bu sanat-ı güzîde için mebde [başlangıç] ittihaz edilebilir. Ana hatlarıyla doğru olan bu bilgilerin tashih edilecek veya ilavede 183 bulunulacak bazı tarafları var: İlim adamı ve danışman Hans Derns- chwam’ın 1554’te bizzat gördüğü İstanbul mahyalarını tasvir etmesi ve 1578’de İstanbul’a gelen Alman gezgin Schweigger’in seyahatnamesinde, iki minare arasında kandillerle kurulmuş güzel mahyayı (tasvir mi, yazı mı olduğu tam belli olmayan bu mahya çevre veya hilal’e benziyor) resmeden bir gravürün bulunması Osmanlılardaki ilk mahya tecrübelerinin tarihini biraz daha geriye çekmeyi gerektiriyor. Aynı şekilde Sultan III. Murad’ın MÜSLÜMAN İSTANBUL’A MAHSUS BİR GELENEK: MAHYA XVI. yüzyıl sonlarında İstanbul’u ziyaret eden Schweigger’in seyahatnamesinde bir mahya çizimi-gravürü de yer alıyor. Yazıdan ziyade resme benzeyen ve mahyayı iki ayrı caminin minaresi arasına kurmak gibi hayali/kurgusal özellikler de taşıyan bu mahya eldeki en eski çizim-kayıtlardan biri olarak önemini muhafaza ediyor. Rebiyülevvel 996/Şubat 1588 tarihli bir emrinde Mevlid Kandili’nde, Regaip ve Berat Kandillerinde olduğu gibi minarelerin kandillerle donatılmasını istediği tarihlerde kayıtlıdır. Bu bilgiler çerçevesinde Sultan I. Ahmet zama- nına nispet edilen ilk mahya kurmanın muhtemelen mütekâmil bir mahya- ya, belki ilk yazı denemelerine işaret ettiği düşünülebilir. Bazı kaynakların Sultan I. Ahmet devrine odaklı bu bilgiyi Sultanahmet Camii’nin açılışıyla ilişkilendirmesi de muhtemelen o güne kadar görülmemiş derecede mü- kemmel, çok ve etkileyici bu görkemli açılış mahyalarıyla alakalı olmalıdır. Sultan III. Ahmet’in saltanat yıllarında (1703-1730) Sadrazam Nev- şehirli Damat İbrahim Paşa’nın, ramazan gecelerinde mahya kurma gele- neğini İstanbul’daki çifte minareli bütün büyük selatin camilerine teşmil 184 ettiği bilinmektedir. Burada hem yeni talepleri karşılamak hem de siyasi merkezin görünür yüzünü artırmak istikametinde bir iradenin olduğu söylenebilir. Onun zamanında Süleymaniye, Sultanahmet, Valide Sultan (Eminönü, Yeni Cami), Anadolu yakasında ilk defa olmak üzere Üsküdar (Yeni) Valide Sultan camilerine ilaveten Ayasofya, Eyüp, Fatih, Bayezit, Şehzade ve Sultan Selim camilerinde de mahya kurulması irade edilmiş ve gerçekleştirilmiştir. Hatta bu irade üzerine kısa olmaları dolayısıyla mahya İSMAİL KARA kurmaya pek elverişli olmayan Eyüp Camii minarelerinin yenilendiğini de biliyoruz. Mahya ve mahyacılık mesleğinin ilham kaynağı ve merkezi hep İs- tanbul olmuştur. Ona İstanbul’a mahsus bir zevk ve meslek hatta bir şehir tasavvuru ve şehrayin dense yanlış olmaz. Edirne ve Bursa camilerinde mahya kurulması İstanbul’dan sonradır. Büyük bir ihtimalle İstanbul’un topoğrafyasının verdiği görünürlülük imkânlarının ve payitaht oluşunun da burada önemli bir etkisi vardır. Vakıf kayıtlarında görüldüğü üzere zaman zaman İstanbul mahyacılarından fikrî ve fiilî destek alan Bursa Ulu Cami ve Edirne Selimiye Camisi’nin kendi mahyacıları da olmuştur. Bunların dışında mahyacılar davet üzerine Âsitane’den yola çıkarak Ka- hire’ye kadar gitmiş fakat rivayetlere göre kendilerine ve mesleklerine uygun minare bulamamışlardır. Yine davet üzerine Anadolu şehirlerinden Konya’yı, Eskişehir’i (Reşadiye Camii), Bolu’yu (Bayezit Camii), Çanak- kale’yi (Umurbey Camii) belki bir iki yere daha kısa ömürlü ziyaretlerde bulunmuş ve mahya kurmuşlar. Mahya kurulan camilerin bu işe tahsis edilmiş vakıfları ve gelirleri olmakla beraber bizzat padişahın ve sarayın mahya geleneğiyle, kurulan mahyaların muhtevası ve kalitesiyle, halkın hissiyatı ve iştirakiyle yakın- dan ilgilendiklerini, ayrıca ramazandan önce zeytinyağı takviyesi ve nakdî tahsisatta bulunduklarını gösteren belge ve bilgilere sahibiz. Bu anlamda mahyaların padişah ve devletle halkın arasında doğrudan veya dolaylı bir iletişim kanalı, bir maneviyat, güven ve rahatlık telkin etme imkânı, bir memnuniyet ve tatmin vasıtası olarak işlediği söylenebilir. Mahya açısından birinci sırada olan cami coğrafî konumu, mimarî imkânları ve vakıfları itibariyle Süleymaniye Camii’dir. Rüyet-i hilâl yani ramazan hilalinin görülmesinden sonra ilk kandil yakılan yer de Süley- maniye olur, İstanbul halkı ertesi günün ramazan olduğunu buradan anlar, şükürlere kapanır, sevinç gözyaşlarına boğulurdu. Peşi sıra Sultanahmet, belki Yeni Cami, sonra Eyüp, Fatih, Ayasofya, Nusretiye (Tophane), Üskü- dar Yeni Valide… mahya konusunda bütün haşmetleri ve naz u niyazlarıyla 185 arz-ı endam ederler. Edirne için Selimiye, Bursa için Ulu Camii tartışmasız ilk akla gelen camilerdir. Minareler arasında veya tek minareli camilerde minare şerefesi ile kubbe alemi arasında kurulan mahyaya “dış mahya”, caminin içinde ana kubbenin yarıçapının iki noktası arasında, umumiyetle kıbleye yönelen cemaatin bakış yönüne göre veya kubbeden sarkıtılarak kurulan mahyaya MÜSLÜMAN İSTANBUL’A MAHSUS BİR GELENEK: MAHYA Kaftanlamak veya kaftan giydirmek, minare külahından şerefeye veya minare pabucuna kadar minareleri dikey bir şekilde ve birkaç hat hâlinde inen kandillerle donatmaktır. Kaftanlama bazen minare ile birlikte veya tek başına ana kubbe ve yan kubbeler üzerin- de de uygulanır. Zaten tek minareli camilerde uygulanabilecek en estetik mahya kaftan giydirmekti. Dr. Rıfat Osman’la Süheyl Ünver’in eserlerinde çizimlerini gördüğümüz ve (sadece veya ilk defa) Edirne’de uygulanan, şerefelerden yana doğru uzatılan ve kandillerle donanmış sırıklarla destekli ağ veya çift ters kubbe tarzında daha estetik kaftan giydirme şekilleri de var. Üst sırada ise mahyalarda kullanılan şekillerden fıskıye, çiçek, ayyıldız, ok-yay, köprü resimleri görülüyor. ise “iç mahya” denirdi. Kaynakların verdiği bilgilere göre Ayasofya, Sulta- nahmet, Süleymaniye, Nuruosmaniye ve Hekimoğlu Ali Paşa camilerinin iç mahyaları etkileyici ve meşhurmuş. “Kaftanlamak” veya “kaftan giydirmek” ise minare külahından şe- refeye veya minare pabucuna kadar minareleri dikey bir şekilde ve birkaç hat hâlinde inen kandillerle donatmaktır. Kaftanlama bazen minare ile birlikte veya tek başına ana kubbe ve yan kubbeler üzerinde de uygula- nırdı. Elimizde bu türün güzel örneklerini gösteren fotoğraflar ve çizimler bulunmaktadır. Zaten tek minareli camilerde uygulanabilecek en estetik 186 mahya kaftan giydirmekti. Minarenin şerefesi ile kubbenin alemi arasına eğimli halatlar üzerinde kandil döşeyerek de aydınlatma yapılıyordu ama muhtemelen daha sınırlı uygulanıyordu. Dr. Rıfat Osman’la Süheyl Ün- ver’in eserlerinde çizimlerini gördüğümüz ve anlaşıldığı kadarıyla (sadece veya ilk defa) Edirne’de uygulanan, şerefelerden yana doğru uzatılan ve kandillerle donanmış sırıklarla destekli ağ biçiminde veya ters kubbe tarzında daha istisnai ve enteresan kaftan giydirme şekilleri de vardır. İSMAİL KARA Mahya Yazılarının Dinî ve Siyasi Anlamı Bugün mahya denilince insanların aklına hemen minareler arasın- daki yazılar gelmektedir. Bu intiba bütünüyle geriye doğru fazla götürü- lemeyecek, bu yüzden de eksik bir intibadır. Kesin hükümler vermekten kaçınarak mahyaların ve kandil düzeneklerinin önce herhangi bir şekilde aydınlatma, ışık ve şenlik, karşılama ve eğlence amaçlı başladığını, giderek bu aydınlatmanın çevre ve kaftanlama gibi biraz daha estetik ve planlı bir mahiyete doğru seyrettiğini söylemek mümkündür. Bir aşama sonra ramazanlarda, bayram ve kandil gecelerinde iki minare veya tek minare ile kubbe arasında çiçek, cami, fıskıye, kule, top arabası, kayık, köşklü yelkenli kayık, köprü, kuş, baklava, Ayyıldız (tek veya çifte), tramvay, ok-yay, açık şemsiye, kâse… gibi halkın ilgisini çe- kecek narin şekillerin çizilmesi merhalesine intikal edildiğini görüyoruz. Nihayet çok daha yakın zamanlarda yazıya geçildiğini söylemek doğru olur. Özellikle yazıya geçilmesi mesaj ve öğüt verme, bilgilendirme, doğrudan anlatım açısından anlamlı ve müspet olsa da bu durumun aynı zamanda şiirsellikten, soyutlamadan ve sembolizmden uzaklaşma istikametinde bir seyir gösterdiğine de işaret etmek gerekir. 1838 yılında İstanbul’u ziyaret eden Julia Pardoe güverteden İstan- bul’u seyrederken minareler arasında kandillerle âdeta oynayarak kurulan bu ışıklı şekiller cümbüşünü çok güzel anlatır: Akşam oldu ve büyü derinleşti. Şehre varışımız Türklerin Ramazan ayına denk gelmişti. Çevremiz alacakaranlığa büründüğünde bütün camilerin minareleri birdenbire parlak ışıklarla aydınlandı. Hiçbir şey bu manza- radan daha sihirli bir tesir icra edemezdi; karanlık bu ruhanî sütunların zarif hatlarını gizlemiş ve neredeyse en uçta minareyi kuşatan ışık halkaları, canlı elmaslardan müteşekkil üç katlı bir taç teşkil etmişti. Bunların altında -aradaki boşluğu dolduracak şekilde- harika bir sürat ve dakiklikle birbiri- ni izleyen ateşten desenler sallanıyordu: İşte bir ev, şimdi bir grup servi, sonra bir gemi veya çapa ya da bir buket çiçek. Bu değişiklikler sonradan 187 keşfettiğime göre son derece basit ve tabii bir usulle yapılıyor. Minareden minareye kordonlar çekiliyor, bunlara lambaların [kandillerin] bağlandığı kordonlar asılıyor ve önceden tayin edilen biçimde bunların indirilip kaldırılmasıyla İstanbul hiçbir Avrupa başşehrine benzemeyen, sihirli görüntülerle ışıklandırılıyor. Görüldüğü üzere 1836 yılında geminin güvertesinden sahile baktığı için birden fazla mahyayı gören Pardoe mahya yazısından hiç bahsetmiyor, MÜSLÜMAN İSTANBUL’A MAHSUS BİR GELENEK: MAHYA 1805 tarihli yazma mahya defterindeki iki mahya çizimi ve sonradan yapılan açılımları. Ana üst halattan aşağıya sarkan ipler üzerindeki kalın noktalar kandillerin yerleştirileceği yerlere, renkleri de kandilin dışının hangi renge boyanacağına işaret etmektedir (Yusuf Çağlar arşivi). kaftanlamadan ve şekillerle, çiçeklerle kurulan mahyalardan bahis açıyor. Fakat elimizde bulunan 1220/1805 tarihli yazma bir mahya defterindeki mahya çizimlerine baktığımızda, aslında bu yıllarda yazıların mahya ola- rak minare aralarında görülmeye başladığını, en azından düşünüldüğünü müşahede ediyoruz. Çünkü çiçek (gül, tuğ-ı şâhî, şemşir bahçesi, nergis, sünbül, kartopu, çarkıfelek) ve şekiller (cami, köprü, kandil) yanında “Merhaba”, “Yâ Hannân”, “Yâ Hû”, “Maşallah”, “Yâ Bâkî”, “Lâ ilâhe illallah” yazılarının çizimleri de vardır. Halkın aktif katılımı ve takibi, hatta mahya yazısının mesajından 188 etkilenmesi söz konusu olduğunda bu süreci muhtemelen modern okul- laşma teşebbüslerinin teşvik edilmesi ve okuma-yazma oranlarının artırıl- ması politikalarıyla da irtibatlandırmak gerekecektir. Okuma-yazma bilip bilmemenin bilgi ve cahillik açısından nerede ise tek ölçü olmaya başladığı bir yenileşme devrinde mahya okuyanlarla okuyamayanlar hiçbir olur muydu? Bütün bu gelişmelerin varacağı nokta mahyalardaki yazılarda siyasallaşma ve toplumsallaşma oranının giderek artması olacaktır.

Description:
Ramazan ve Oruç. Proje. Ümraniye Belediye Başkanlığı adına. Hasan CAN. Ümraniye Belediye Başkanı. Editörler. Berat Açıl - Fahrettin Altun - Serhat
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.