ebook img

Paul Ricoeur PDF

40 Pages·2017·0.45 MB·English
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Paul Ricoeur

© Beytulhikme Philosophy Circle Beytulhikme Int Jour Phil 7 (1) 2017 Research Article: 165-204 ___________________________________________________________ Paul Ricoeur: Anlatı Olarak Tarih ___________________________________________________________ Paul Ricoeur: History as Narrative SERPİL DURĞUN y h Muş Alparslan University p o s o l i Received: 05.05.2017Accepted: 12.06.2017 h P Abstract: The objective of this study is to expose how Paul Ricoeur, f o the French philosopher and commentator, who propounds that all his- l a torical studies are intrinsically a narrative, has founded history as nar- n ratives. For Ricoeur, who considers that there is a reciprocity relation- r u ship between time and narrative, the narrative creates a universally o J widespread class of discourse that reveals the temporality of life. Ric- l a oeur argues that the narrative form of the memory, which is related to n o both the inner life of humans and the collective living, is founded by i t narration, and suggests that the historical writing is linked to narrative a n discourse, in other words, history is a narrative. According to him, the r e historical feature of history generates from its relation to the narrative t n discourse. For Ricoeur, narrative which is the formative or regulator of I time and since it has such a prominent feature of revealing time that it n A functions as a bridge which links the time/the narrated time and cos- e mological time and phenomenological time. m k Keywords: Comprehension, explanation, narration, plot/scripting, his- i h tory, singular cause attribution, semi-causal explanation. l u t y e © Durğun, S. (2017). Paul Ricoeur: Anlatı Olarak Tarih. Beytulhikme An International Journal B of Philosophy, 7 (1), 165-204. ___________________________________________________________  Serpil Durğun, Yrd. Doç. Dr. Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü 49250, Muş, TR[email protected] 166 Serpil Durğun Giriş Tarihin bir bilim olarak konumlandırılıp-konumlandırılmadığı soru- nu, tarih biliminin ve tarih felsefesinin ortak bir problemidir. Bilindiği gibi, bir bilgi alanının bilim olabilmesi için, ki bu ister doğa bilimleri olsun ister kültür bilimleri olsun bir metodolojiye sahip olması gerekir. Dolayı- sıyla, buradaki problem, en genel anlamda bir metodoloji problemidir. y h Doğa bilimlerinde genel kabul gören ve onaylanan bilimsel yöntem, ken- p o disine referans olarak nedensellik ilkesini almaktadır. Daha açık bir ifa- s o deyle, doğa bilimlerinde kabul gören şey, iki olay arasındaki öncelik ve l i sonralık sırasına göre ilişkinin kurulması ve bu ilişkinin benzer olaylara da h P genellenmesidir. Buna karşın, tarih bilimi özelinde kültür bilimlerinde, f yöneldiği nesnenin insanın özgürce yapıp etmeleri olması nedeniyle, doğa o l bilimlerinin tutunduğu nedensellik ilkesi bu bilimlerde birtakım sorunla- a n ra, tıkanıklıklara yol açmaktadır. Nitekim, tarihin nesnesi, geçmişte olup r u bitmiş insan eylemleri olduğundan ve öznesi de insan olduğundan, tarihte o J doğadaki gibi kesin ve genellenebilir neden sonuç ilişkilerine ulaşılamaz. l Çünkü, insanın oluşturduğu kültür dünyasında doğada var olmayan özgür- a n lük, diğer bir ifadeyle insanın özgür iradesiyle yapıp etmeleri söz konusu- o i dur. t a n Söz konusu probleme tarihsel olarak bakıldığında, Antikçağ’da bir ta- r e rihyazıcılığından ve döngüsel bir tarih bilincinden bahsetsek de, bu günkü t n anlamda bu tarihyazıcılığına eşlik eden bir metodoloji probleminden söz I edemeyiz. Ancak yine de, Herodotos ve Thukidides Antikçağ’da tarih n A yazıcılığına ilişkin iki farklı yönelimin başlatıcısı olarak görülmektedir. e Herodotos’da hikaye edici tarzda bir tarihyazımı söz konusuyken, Thuki- m dides’de günümüzdeki anlamında olmasa bile kabaca nedensellik kavrayı- k i şının ilk izlekleri görülür. Ancak asıl olarak, tarihin 19. yüzyıla kadar bir h l bilim statüsüne (metoda) kavuşamamasının en önemli saç ayağını, Aristo- u t teles’in yapmış olduğu bilimler sınıflandırması oluşturur. Aristoteles, Me- y e tafizik VI. kitap 1. bölümde bilimleri pratik (praktike), poetik (poietike) ve B teorik (theoretike) bilimler olmak üzere üçe ayırarak inceler. Pratik bilim- lerin amacı eylemdir ve etik ile politika bu bilimin içinde yer alır. Yararlı ve güzel ürünler üretmeyi amaçlayan poetik bilimler, sanat ve zanaatı kapsar. Metafizik, fizik ve matematik ise en yüksek iyiyi bilme amacında olan teorik bilimleri oluşturur. Aristoteles Poetika’ da, şiir ile tarihi karşı- B e y t u l h i k m e 7 ( 1 ) 2 0 1 7 167 Paul Ricoeur: Anlatı Olarak Tarih laştırarak şiirin tarihe göre daha felsefi olduğunu öne sürer. Ona göre, tarihçi ile şair arasındaki fark tarihçinin düzyazı biçiminde, şairin ise na- zım biçiminde yazmasından kaynaklanmamaktadır. Aristoteles için, He- rodotos tarih yapıtını nazım biçiminde yazmış olsaydı bile, bu durum Herodotos’un yapıtını bir tarih yapıtı olmaktan çıkarmayacaktı. Tarih ve şiir arasındaki asıl farklılık, tarihçinin tekil olana şairin ise tümel olana y yönelmesinden kaynaklanmaktadır. Tarihçi gerçekten olmuş olanı, şair ise h p olabilir olanı ele alıp anlatır. Sözgelimi, tarihçi Komutan Alkibiades’in o neler yaptığını, başından neler geçtiğini tek tek anlatırken; şair, insanın s o böyle ya da şöyle konuşmasını, böyle ya da şöyle eylemde bulunmasını, l i h yani olabilme olasılığı taşıyan davranış ya da özelliklerini anlatır. Bunun P için şiir, Aristoteles’e göre, tarih yapıtına oranla hem daha felsefi hem de f o daha üstündür (Aristoteles, 1987, 1451b:30-31). Aristoteles’in, olanı konu l edinip tikel olayları betimleyen tarih karşısında, olabilir olanı konu edinip a n genelin bilgisini amaçlayan şiire bir öncelik ve önem atfettiği (Col- r u lingwood, 2000: 51) görülmektedir. o J Aristoteles’in bilimlere ilişkin yapmış olduğu bu tasnifte, tarihi şiirin l a altına yerleştirerek teorik bilimler karşısında değerden düşürmesi, theo- n o ria- historia, theoria- empeiria, akıl-deney şeklinde karşıt kavram çiftleriy- i t le felsefeye girerek tarihin uzun yıllar boyunca bir bilim olarak konumlan- a n dırılamamasına zemin oluşturmuştur (Özlem, 2010: 19-20). Aristoteles’in r e yapmış olduğu söz konusu sınıflandırma, Francis Bacon’ın yapmış olduğu t n bilimler sınıflandırmasına kadar geçerliliğini korumuştur. Yeniçağ’da, I doğa bilimlerinin metodolojik kuramcısı olarak kabul edilen Bacon, theo- n A ria’nın sadece rasyonel bir etkinlik olarak sürdürülemeyeceğini, theo- e ria’nın empeiria’ya dayanması gerektiğini öne sürerek doğa bilimlerinin m k metodolojisinin temelini atmıştır. Ancak, theoria-empeiria karşıtlığını i h kaldıran ve bilimi, doğabilimleri örneğine göre konumlandıran Bacon, l u tarihi bilimden dışlayarak theoria-historia ayrımını devam ettirmiştir. t y Bilimlere ilişkin sınıflandırmasına Novum Organum’da yer veren Bacon, e B söz konusu çalışmasında, bilginin farklı dallarının insan zihninin farklı yetilerine karşılık geldiğini öne sürer. Bacon’a göre, felsefe –felsefe de kendi içinde Tanrı’yı, doğayı ve insanı konu alması bakımından üçe ayrılır- akla; edebiyat ya da şiir imgeleme; tarih ise belleğe karşılık gelir. Aristote- les’in tersine, teorik ve pratik disiplinleri birbirinden kesin sınırlarla ayır- B e y t u l h i k m e 7 ( 1 ) 2 0 1 7 168 Serpil Durğun mayan Bacon, söz konusu disiplinleri yakınlaştırmaya hatta birleştirmeye çalışmıştır. Buna karşın, tarihi, bir anımsama olarak gören ve tarihsel araştırma için herhangi bir yöntem öne sürmeyen Bacon’ın buradaki te- mel argümanı, tarihin nesnesinin geçmişte yaşanmış insan eylemlerinden oluşmuş olması nedeniyle doğrudan gözleme açık olmamasıdır. Bu neden- le, Bacon için tarihte doğa bilimlerinin tutunduğu türden bir nedensellik y h ilkesi söz konusu olamayacağı gibi genel-geçer genellemelere de gidileme- p yeceğinden, bu bağlamda tarih, bilim eşittir doğa bilimi ön kabulünün o s dışında kalır. Böylece Aristoteles’in bilimlere ilişkin sınıflandırmasının o l ardından, Bacon’ın doğa bilimleri için geliştirmiş olduğu deney ve gözleme i h dayanan metodoloji de, tarihin 19. yüzyıla kadar bir bilim statüsü kazana- P mamasına neden olmuştur. f o 19. Yüzyıl tarihsel düşüncesi ise Aydınlanma dönemi tarih felsefesi- l a nin temel niteliği olarak görülen iyimserlik ve buna eşlik eden ilerleme n r öğretisini kabul etmekteydi. Gerçekçi bir bakış açısına sahip olan 19. u o yüzyıl tarihsel düşüncesinin gerçekçiliği, genel hatlarıyla ilerleme ve iyim- J l serlik için gerekli dayanakların peşine düşmüş bir arayıştan ibaretti ve a n bunu yaparken de 18. yüzyıl tarih düşünürlerinin gereken dayanakları o i sağlama konusunda başarısız olduklarını öne sürüyorlardı. 19. Yüzyıl Av- t a rupa kültüründe, kendilerini gerçekçi olarak sunan Pozitivistler ve Sosyal n r Darwinistler, her alanda kendi gerçekçiliklerini doğal süreçlerle uğraşan e t fizik bilimlerinin sağladığı türde bir kavrayışla tanımlayarak, bilimsel yön- n I temin tarih, toplum ve insan doğasına da uygulanması gerektiğini savunu- n yorlardı. 19. yüzyıl düşünürlerinin genel olarak bilimselci bir yönelimleri A olmasına karşın, tarihsel dünyayı anlamada söz konusu yönelimlerinin bazı e m sorunlara ve zorluklara yol açtığının farkına varılmıştır. Bu sorunların en k önemlisini yaratan olgu, tarihsel süreci anlamaya çalışan araştırmacının, i h doğal süreci anlamaya çalışan araştırmacının hiç yaşamadığı şekilde, bu l u süreç tarafından kuşatılması ya da sürece dahil olmasıydı. 19. yüzyılda t y e insanın hem doğa içinde hem de dışında yer aldığı, doğal sürece katılması- B na rağmen bilinç düzeyinde bu süreci aşabileceği, bu sürecin dışında bir konuma yerleşebileceği ve bu süreci insani olmayan ya da insan ötesi ol- duğu gösterilebilecek doğal bütünleşme düzeylerinde tezahür ettiği haliyle görebileceğinin meşru olarak savunulabileceği yönünde bir düşünce ha- kimdi. Ancak iş tarih üstüne düşünmeye gelince, doğanın tüm varlıkları B e y t u l h i k m e 7 ( 1 ) 2 0 1 7 169 Paul Ricoeur: Anlatı Olarak Tarih arasında yalnızca insanın tarihi var gibiydi. Bütün pratik amaçlar bakımın- dan tarihsel süreç, yalnızca genel olarak insani bir süreç biçiminde var oluyordu ve insanlık, “tarihsel” adı verilen sürecin kavranılabilir tek teza- hürünü oluşturduğundan bu süreç hakkında arı fiziksel, kimyasal ve biyo- lojik boyutları içinde doğa hakkında meşru bir şekilde yapılabilecek tür- den genellemeler yapmak imkansız görünüyordu. Doğa bilimlerinde ger- y çekçilik, doğal süreçlerin çözümlenmesine yönelik olarak Newton’dan h p beri geliştirilmiş olan bilimsel yöntemle özdeşleştirilmişti. Ancak, gerçek- o çi bir tarih anlayışının nelerden oluşabileceği, insan, kültür ve toplum gibi s o terimlerin tanımlanması kadar sorun yaratıyordu (White, 2008: 69-72). l i h İşte, antik dönemden beri süregelen bu sorun, ilk olarak 19. yüzyılda P Alman Tarih Okulu’yla birlikte ele alınıp aşılmaya çalışılmıştır. Söz konu- f o su okul, tarihsel-toplumsal olayların ve doğa olaylarının açıklanmasının l a mantıksal olarak farklı girişimler olduğu düşüncesini savunarak, insan n r tarafından oluşturulmuş tinsel olgulardan meydana gelen tarih alanının u o doğal gerçeklik alanından tamamen farklı olduğunu, bu nedenle bu alanda J empirik yöntemlerin işe yaramayacağını, tarih alanında anlama adı verilen l a özel bir yönelime ihtiyaç olduğunu öne sürmüşlerdir. Ardından, söz konu- n o su soruna ilişkin çok farklı perspektiflerin öne sürdükleri görüşler, tarih i t metodolojisine çok önemli katkılar sağlayarak alanı zenginleştirmiştir. a n Tüm tarih çalışmalarının aslında birer anlatı olduğunu öne süren r e Fransız felsefeci ve yorumbilimci Paul Ricoeur, bu zenginleştirmeye katkı t n sağlayan düşünürlerin başında gelir. Bütün insan eylemlerinin bir metin I n olarak değerlendirildiği takdirde anlaşılabileceğini savunan Ricoeur’ün A temel amacı, “tüm insan bilimlerine uygulanabilecek metin merkezli yeni e bir yöntembilim geliştirmektir” (Rızvanoğlu, 2008: 218). Bununla birlikte, m k “yorumların çoğulluğunu indirgeyici bir şekilde totalize edebilecek mutlak i h bir bilgi fikrini reddeden” (Kearney, 2008:151) Ricoeur, disiplinler arasın- l u da kesişme noktaları olduğunu düşünür. t y e Bütün toplumların sembolik söylemler bütününe sahip olduğunu sa- B vunan Ricoeur, ele aldığı sorunları hep bir dil sorunu olarak irdeler. Anla- tısal dildeki anlamın dolayımı üzerine hermeneutik bir düşünüm sergiler ve anlatıyı insan varoluşunu açıklayan bütünlükler olarak görür. Anlatıda kullanılan dilin, insan varoluşunun özünün nihayetinde bir anlatı olduğunu açığa çıkardığını düşünür. Çünkü o, anlatıyı insana özgü zamansallığı orta- B e y t u l h i k m e 7 ( 1 ) 2 0 1 7 170 Serpil Durğun ya çıkaran yollardan biri olarak görür ve bu bağlamda öznenin kendisini zamanda ancak anlatı yoluyla kurabildiğini öne sürer. Bu noktada, tüm tarih çalışmalarının aslında birer anlatı olduğunu savunan Ricoeur’ün bunu nasıl temellendirdiğini serimlemek, bu çalışmanın amacını oluşturmakta- dır. Bu, “anlama ve açıklama”, “tarihsel anlatı ve kurmaca anlatı”, “anlatı olarak tarih” kavram çatıları altında gösterilmeye çalışılmıştır. y h Anlama ve Açıklama p o s Tarihte metodoloji problemi, tarihte anlama ve açıklama problemini o l de beraberinde getirmiştir. Bu ise doğa bilimleri ve insan bilimleri arasın- i h daki yöntem sorununu imlemektedir. Anlama ve açıklama arasında diya- P lektik bir ilişki olduğunu düşünen Ricoeur, anlama ve açıklamayı kaynaş- f o tırmaya çalışmıştır. l a Ricoeur, dolaylı bir türeme bağı aracılığıyla, tarihsel bilginin anlatının n r anlaşılması olgusundan kaynaklandığını öne sürer. O, tarihsel bilginin u o anlatısal kavrayıştan dolaylı olarak türediğini iddia ettiği için, açıklama ve J anlama arasındaki bağıntıları çözümler. Diğer bir ifadeyle, açıklamayı, l a anlatının anlaşılması -kavranması- olayına bağlamaya çalışır. Çünkü ona n o göre, zamanın yeniden biçimlendirilmesinde tarihsel anlatının katkısını i t a sorgulamak, her şeyden önce tarihsel açıklama ile anlatısal anlama arasın- n daki bağıntının açığa çıkarılmasını gerektirir (Ricoeur, 2009: 9-13). r e t Anlama ve açıklama arasındaki ilişkinin diyalektik bir ilişki olduğunu n I öne süren Ricoeur’e (akt. Rızvanoğlu, 2008:228) göre, “anlama ya da kav- n rama, yabancı bir öznenin, ruhsal yaşamının kendini ifade ettiği her türlü A göstergeyi kullanarak ne demek istediğini ya da neyi amaçladığını anlama- e m ya dayanır. Açıklama ise sınırlı bir göstergeler kategorisini, yazıyla tespit k edilmiş olan göstergeleri kapsar.” Olayörgüsünde anlamak, “tam ve eksik- i h siz bir eylem içinde, koşullar, amaçlar ile araçlar, girişimler ile etkileşimler, l u baht dönüşleri ve insan eyleminden doğan istenmedik sonuçlardan oluş- t y e muş çeşitli öğeleri bir araya getiren işlemi yeniden yakalamaktır” (Ricoeur, B 2007:17). Ricoeur için, olayörgüsünde daha fazla açıklamak, daha iyi anla- mak anlamına gelmektedir. “Açıklama ile anlama birbirleriyle çatışmaz; birbirlerinin yerine geçerler, sonunda da bir araya gelirler. Çünkü açıkla- ma, sonuçta anlamaya yarar” (Ricoeur akt. Rifat, 2008:52). Ricoeur’de, anlama ve açıklama adeta iç içe geçmiş gibidir. Söylem B e y t u l h i k m e 7 ( 1 ) 2 0 1 7 171 Paul Ricoeur: Anlatı Olarak Tarih alanı içinde anlama, açıklama ve yorum kavramları üretildiği takdirde, bunların hepsi anlam olarak anlaşılabilir. Aynı anlam evreni paylaşıldığı zaman karşılıklı anlamanın ortaya çıkması söz konusu olduğundan, konu- şan kişinin neyi söylemek istediğinin anlaşılmasıyla, sözcenin anlamının anlaşılması döngüsel bir süreci oluşturur. Bu noktada Ricoeur, anlama ve açıklama arasındaki diyalektik ilişkiyi açıklamak için, “yorum” terimini y arabulucu bir terim olarak kullanır. Bu terimi, yazılı yaşam ifadelerinin h p yanı sıra, anlama ve açıklama sürecine de uygulayan Ricoeur, anlamadan o açıklamaya doğru giden, ardından da açıklamadan anlamaya doğru işleyen s o diyalektik bir süreç düşüncesi ortaya koyar. Burada, onun yazma ve okuma l i h tasarımı karşımıza çıkar. Ricoeur için, bir metin, yazı tarafından sabitlen- P miş söylemdir ve metin ile söylem birbirleriyle doğrudan bağlantılıdır. Bu f o kabul, yazma ve okuma ilişkisi içinde metnin düşünülmesini sağlar. Met- l nin anlamının bir bütün olarak naif bir biçimde kavranması anlamadır ve a n bu durumda anlama sadece bir kestirimdir. Ardından, kavrama, anlamanın r u karmaşık bir biçimi haline gelir. Başlangıçta sadece bir kestirim olan an- o J lama, daha sonra, metnin nesnelleşmesiyle bağlantılı bir şekilde uzaklaş- l a maya yanıt veren kendinin kılma kavramıyla uyumlu hale gelir. Metnin n o ufkunun genişletilmesinin önkoşulu olan uzaklaşma, zamansallığın dışına i t çıkarma süreciyken; kendinin kılma, metnin göndermesini oluşturan bir a n dünyayı ortaya çıkarmanın gücüdür. İşte açıklama, anlamanın bu iki ayrı r e düzeyi arasında bir araç işlevi görür. Anlam ile niyeti birbirinden ayıran t n Ricoeur için, bir metnin anlaşılması, o metnin yazarına katılmak anlamına I gelmez. Metnin sözlü anlamı yazı biçimine geçirildiğinde, metnin niyeti ve n A metnin örtük anlamı artık örtüşmez olur. Metin, hem kendi adına hem de e okur adına konuştuğu için dilsizdir. Bu durumda, olayın nesnelleştiği me- m tinden yola çıkarak yeni bir olay üretilmesi, anlamak demektir. Bir metnin k i doğru bir şekilde anlaşılması, yazarın niyetiyle çözülemeyeceği için, met- h l nin anlamına ilişkin kestirimlerde bulunulur. Burada dilin eğretilemeli u t yapısı, kestirimin kaynağını oluşturur. Kestirimde bulunmak ise metnin y e sözlü anlamının yorumlanmasıdır. Metnin sözlü anlamı, daima onun bü- B tünlüğü içinde yorumlanır ve bütünü yorumlamak aynı zamanda ayrıntıları da yorumlamaktır. Metin, tekil bir bütündür ve bu bütün bir kerede bü- tünüyle görülemez, ancak başka yönleriyle görünebilir. Metindeki eğreti- lemeler ve simgeler, metnin anlamının gizil ufuklarını içerirler. Dolayısıyla, B e y t u l h i k m e 7 ( 1 ) 2 0 1 7 172 Serpil Durğun Ricoeur için bir metne ilişkin yorumlar sınırsızdır, bütün yorumlar eşittir ve metin olanak verdiği yorumlarla sınırlıdır. İşte bu noktada, açıklamadan anlamaya geçilir. Bu aşamada, okur ya gönderme yapılan dünyada askıda kalır ve bu durumda metin dünyasız bir varlık olarak görünür ya da metnin yeni durumundaki görünmez göndermelerin olanaklarını gerçekleştirir. Bu durumda ise okuma içinde yeni bir gönderme yaratılır. Ricoeur’ün okuma y h kuramında bu iki olanak da eşit şansa sahiptir ve okuma, insan eylemlerini p de içinde barındıran metnin yazgısının tamamlandığı somut bir eylem o s olarak karşımıza çıkar (Rızvanoğlu, 2008:228-233). o l i Öte yandan, tarihte metodoloji probleminin merkezinde yer alan h P anlama ve açıklama sorunsalı, Ricoeur’ü, hem Annales Okulu’yla hem de f mantıksal pozitivizmle sıkı bir hesaplaşma içine yöneltmiştir. Ancak, bu o çalışmanın sınırları içerisinde sözü edilen hesaplaşmaya uzunca yer vermek l a mümkün olmadığından, konuya kısaca değinilmekle yetinilecektir. n r u Tarihyazımının anlatısal söyleme bağlı olduğunu, diğer bir ifadey- o J le, tarihin eninde sonunda anlatısal olduğunu savunan Ricoeur, modern l tarihin anlatı biçiminden uzaklaştığını vurgulayarak, bunun nedenini anla- a n tısal tarihe karşıt bir tutuma sahip olan birbirinden bağımsız iki düşünce o i akımına dayandırır. Ricoeur’e göre, anlatısal tarihe karşı olan düşünce t a akımlarından birini Annales Okulu tarihyazımı temsil etmektedir. Bu n r tarihyazımı, epistemolojik olmaktan ziyade yöntembilimseldir ve tarihsel e t pratiğe daha yakındır. Anlatısal tarihe karşı olan diğer düşünce akımı ise n I mantıksal pozitivizm savlarından doğmuştur ve Annales Okulu tarihyazı- n mının tersine, bu düşünce akımı yöntembilimsel olmaktan ziyade episte- A molojiktir. e m Felsefeyi, Hegel türü tarih felsefesiyle bir tutan Annales Okulu tarih- k i yazımı, tarih felsefesine tam bir kuşkuyla bakar. Hegel’in tarihsel eylemin h l kahramanları olarak gördüğü dünya tarihinin büyük insanlarının yerine, u t toplumsal güçleri yerleştiren Annales Okulu tarihyazımı, tarihsel eylemi y e bireysel edenlere dağıtır. Siyaset tarihinin, toplum, kültür ve iktisat tari- B hinin lehine olacak bir şekilde görmezden gelinmesi, kişilerin bulunmadı- ğı bir tarihi ortaya çıkarır. Kişileri bulunmayan bir tarih ise anlatı olarak kalmayı başaramaz. Tarihte açıklamanın epistemolojik yapısı üstüne hiç- bir düşünce öne sürmeyen bu tarihyazımının gücü, tarihçi mesleğine çok sıkı bir şekilde bağlı oluşundan gelir. Alan çalışması yapan insanların orta- B e y t u l h i k m e 7 ( 1 ) 2 0 1 7 173 Paul Ricoeur: Anlatı Olarak Tarih ya koydukları yöntembilim, Annales Okulu’nun en iyi sunduğu özelliğidir. Annales Okulu tarihyazımının tersine, yeni-pozitivizm tarihteki açık- lamayı bilimsel bilgiyle tanımladığı modellerle ölçer. Dolayısıyla, yeni- pozitivizmin çalışmaları yöntembilimden ziyade epistemolojiye bağlanır. Ricoeur’e göre, hem tarih felsefesine hem de tarihin anlatısal özelliğine karşı çıkmaları, bu iki heterojen düşünce akımının ortak özelliğini oluştu- y rur. Annales Okulu tarihyazımıyla birlikte anlatının gerilediğini vurgula- h p yan Ricoeur, bunun nedenini tarihin konusunun yer değiştirmesinden o s kaynaklandığını öne sürer. Çünkü, Annales Okulu tarihyazımıyla birlikte o l tarihin konusu eylem halindeki bireyden, bütünüyle ele alınan toplumsal i h olguya kaymıştır. Bu noktada Ricoeur, tarihin anlatısal yorumu ile bağdaş- P tırmadıkları için olaysal olmayan tarihi savunan Annales Okulu’na karşı, f o daha geliştirilmiş bir tarihsel olayörgüsü kavramı ortaya koyarak, olaysal l a olmayan tarihin bile aslında bir anlatı olduğunu ileri sürmüştür. n r Diğer yandan, mantıksal pozitivizmle birlikte yine anlatının geri- u o lemesi söz konusu olmuştur. Buradaki gerileme ise anlatının anlaşılması ile J tarihin açıklanması arasındaki epistemolojik kopukluktan kaynaklanmıştır l a (Ricoeur, 2009:15-16). Tarihteki açıklamanın diğer bilimlerdeki açıklama- n o dan tamamen farklı olmadığına ilişkin bir varsayıma tutunan nomolojik i t a model yanlıları, tarih biliminin nesnellik mücadelesini haklı çıkarmak için, n açıklama modeline göre uyumsuz görünen tarih yönteminin özelliklerini r e tarih biliminin içinde bulunduğu duruma uygulamaya çalışmışlardır. No- t n molojik modelin bilimsellik gereklerini, anlatının hiçbir şekilde yerine I n getiremeyeceğini kabul ederek bu modeli savunanlar tarafından anlatı, A daima basit bir söylem olarak görülmesine karşın, nomolojik modelin e uygulanabilirliğini sürdürmek için yürütülen onu zayıflatma çabaları, açık- m k lama kavramının parçalanmasına yol açmıştır (Ricoeur, 2009:57-58). Özet- i h le, nomolojik model yasa biçiminde genelleştirmelerle sarmalanmış tarih- l u sel açıklamayı, anlatıya ilişkin basit anlama’dan uzaklaştıran bir kopukluğa t y neden olarak, tıpkı Annales Okulu gibi o da modern tarihi bir yandan e B anlatıdan uzaklaştırmıştır, ancak diğer yandan da anlatısalcı –öykülemeci- görüşlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu noktada Ricoeur, tarihsel açıklamanın, anlamayla (anlatısal kav- ramayla) arasında var olan bağları belirsiz bir şekilde de olsa gördükleri için, tarihin anlatısalcı/öykülemeci yorumunu nomolojik yorumdan daha B e y t u l h i k m e 7 ( 1 ) 2 0 1 7 174 Serpil Durğun doğru ve yerinde bir yaklaşım olarak görür. Ricoeur’ün kendi tarih görü- şünü dayandırdığı olayörgüleştirme kuramı, anlatısalcı/öykülemeci görüş- lerin savundukları pek çok varsayımla örtüştüğü için, burada anlatısal- cı/öykülemeci görüşlere yer vermek, onun anlatı olarak tarih görüşünün anlaşılmasında elzemdir. Bu bağlamda Ricoeur, Arthur C. Danto’nun 1965 yılında yayınlanan y h Tarihin Analitik Felsefesi adlı çalışmasını, tarihin anlatısal yorumunun lehi- p o ne olan ilk çalışma olarak görür. Anlatısal tümceyi çözümleyerek bir anla- s o tının zaten bir açıklama biçimi olduğunu öne süren Danto’ya göre, mey- l i dana gelen bir şeyi betimlemek ile bir şeyin neden meydana geldiğini açık- h P lamak birbiriyle örtüşen şeylerdir. Anlatıda, sadece basit bir olay sıralama- f sı söz konusu değildir, çünkü “bir olayın anlamı ve gerçekliği –doğruluğu- o başka bir olayın anlamına ve gerçekliğine göre belirlenir (….) Bir olayın l a genel bir yasayla korunabilmesi için, bir olayın dil içinde belli bir betim- n r lemeyle, dolayısıyla anlatısal bir tümce içinde verilmiş olması gerekir” u o (Danto akt. Ricoeur, 2009:102-103). Bu noktada Danto, tarihçiye bu anla- J l tısal tümceleri kurma görevini yükler. İşte, “Ricoeur de tıpkı Danto gibi, a n tarihçinin imgelem yetisini kullanarak anlatı oluşturması gerektiğini dü- o i şünür” (Acar, 2008:18). t a Ricoeur, Danto’nun yanı sıra, anlatılan bir öykünün izlenebilirlik n r kavramı üzerine yoğunlaşan W. B. Gallie’nin çalışmasını da tarihin anlatı- e t sal yorumunun lehine olan bir diğer çalışma olarak görür. Bir öyküyü iz- n I lemek, “özel bir doğrultu sunan art arda dizilmiş eylemleri, düşünceleri ve n duyguları anlamak demektir” (Ricoeur, 2009:105). Burada Ricoeur, Gal- A lie’nin, bir öykünün bütünselliğini sağlamaya yarayan izlenebilirlik kavra- e m mının, olayörgüleştirmeye yakın bir kavram olduğunu belirtir. Ortaya k i konulan gelişme, bizim ileri doğru itilmemizi sağlar. Bu itilmeye karşı, h l toplam sürecin sonuçlanmasıyla ilgili olan, ereksel açıdan yönlendirilmiş u t beklentilerimizin bulunduğunu gösteririz. İşte, bu süreçte anlama ve açık- y e lama çözülemeyecek bir biçimde birbirlerine karışmış durumdadır. Bir B anlatıda, toplam sürecin sonuçlanmasına ve bütünlenmesine çıkarsama yoluyla ulaşılamaz ya da bir anlatısal sonuç önceden haber verilecek bir şey değildir. Çünkü, bir öykü içinde rastlantıları, sürprizleri, karşılaşmaları ve tanımaları içerdiğinden, öyküyü sonuç bölümüne kadar izlemek gerekir ki böyle bir izleme de, sonucu zorlayıcı olan bir argümanı izlemekten çok B e y t u l h i k m e 7 ( 1 ) 2 0 1 7

Description:
the French philosopher and commentator, who propounds that all his- nu, tarih biliminin ve tarih felsefesinin ortak bir problemidir. Bilindiği gibi, bir
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.