ebook img

Parfümün Dansı - Tom Robbins PDF

492 Pages·2013·1.72 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Parfümün Dansı - Tom Robbins

Tom Robbins PARFÜMÜN DANSI Parfümün Dansı Tom Robbins İngilizceden çeviren Belkıs Çorakçı Dişbudak Kitabın özgün adı Jitterbug Perfume Bantam Books/1985 basımından çevirilmiştir. Kapaktaki heykel Dilek Hekimoğlu Kapak fotoğrafı Sedat Antay Kapak düzeni Arslan Kahraman Düzelti Nur Arıkan Birinci basım Pancarın Dansı, Kelebek Yayınları, 1985 Ayrıntı Yayınları'nda birinci basım Temmuz 1995 aytor düzenleme Şubat 2014 Dünya kuruldu kurulalı insanoğlunun en belirgin sorunu, insan yaşamını ruhsallaştırmak, onu özel bir ölümsüzlük düzeyine yükseltmek, tüm diğer organizmaların ortak yönünü oluşturan yaşam-ölüm döngülerinden ayırmak olagelmiştir. Ernst Becker Uygarlık tarihi, insanoğlunun kaba, hayvansı ve kısa ömürlü kaderinden kurtulma hikayesidir. Saygın bir hayal düzeyine yükselmek için atılan her adıma paralel olarak parfüm sanatında da bir ilerleme kaydedilmiştir. Eric Maple Bağır, bağır öfkeyle ışığın tükenişine. * Dylan Thomas (Bir de) her zaman elinizden geldiği kadar güzel kokmaya çalışın. Lynda Barry * Çev: Cevat Çapan, Çağdaş İngiliz Şiiri Antolojisi, Gel Gitme Usulca İyi Geceye, s.163, 1985, Adam Yayınları Yazar, temsilcisi ve dostu, Phoebe Larmore'a; yiğit editörü, Alan Rinzler'a; kendisine ruj lekeli zarflar içinde koku endüstrisinin sırlarını aktaran Loren Elizabeth Stover'a ve ataları bir zamanlar New Orleans'da parfüm dükkanı sahibi olan ve kendisine helezonik deniz kabuğu karşılığında dükkanı devreden Jessica Maxwell'e şükran borçludur. Günün konusu Pancar, sebzelerin en keskinidir. Turp, elbette ki daha ateşlidir, ama turpun ateşi soğuk bir ateştir. Hoşnutsuzluğun ateşidir, yoksa ihtirasın değil. Domates, doğrusu şehvetlidir. Fakat onda da bir sualtı akıntısı halinde uçarılığı, havailiği sezersiniz hep. Pancarlar ise korkunç ciddidir. Slav halkı, fiziksel özelliklerini patatesten, için için kaynamalarını turptan, ciddiliklerini ise pancardan almıştır. Pancar aslında melankolik bir sebzedir. Istırap çekmeye onun kadar isteklisi yoktur. Örneğin insan şalgamı ne kadar sıksa, kanatamaz... Pancar tıpkı suç yerine geri dönen katile benzer. Vişnenin havuçla işi bittiğinde ortaya çıkan şeydir pancar. Sonbahar mehtabının kuşaklar önceki, sakallı-bıyıklı, çoktan gömülmüş atasıdır. Fosilleşmesine ramak kalmış! Karaya oturmuş aygemisinin plazma damarlarıyla dikilmiş koyu yeşil yelkeni; bir zamanlar ayı yeryüzüne bağlayan uçurtma sicimi, şimdi çamurlu bir bıyığa dönmüş, yerkürenin derinliklerinde yakut bulmak amacıyla kazıya girişmiş. Rasputin’in sevdiği sebzeydi pancar. Adamın gözlerinden belli zaten. Avrupa’da mangel-wurzel denilen iri bir pancar türü yaygın biçimde yetiştirilmektedir. Belki bizim Rasputin’de izlerini gördüğümüz bu türdür. Wagner’in müziğinde de mangel- wurzel'in var olduğu kesindir. Adları pancardaki P-A-... harfleriyle başlayan besteciler asıl başkaları olsa bile. Tabii damarlarından kan yerine şekerli su akıtan beyaz pancarlar da vardır, ama bizim ilgilendiğimiz kırmızı pancardır. İkide bir utanıp kızaran, şişen, tedavisi imkânsız bir basura benzeyen. (Aslında tedavi yolu büsbütün yok sayılmaz. Gider bir çömlekçiye sipariş verir, kendinize seramikten bir kıç yaptırırsınız... üstüne oturmadığınız zamanlar borç çorbası içmek için kâse diye de kullanırsınız.) Eski bir Ukrayna atasözü vardır: “Pancarla başlayan hikâye şeytanla biter.” Eh, o riski göze almak zorundayız artık. Seattle Priscilla, stüdyo denilen türde ufacık bir dairede oturuyordu. Bu tür yerlere “stüdyo” denmesinin nedeni, sanatın göz alıcı bir şey sayılması kadar, ressamların çalıştıkları yerde yatıp kalkmaktan hoşlanan insanlar olduğuna bizi inandırmakla ev sahiplerinin daha çok para kazanabileceği kanısından ötürüdür. Gerçek ressamlar hemen hiçbir zaman stüdyo dairelerde oturmazlar. Hem yer azdır, hem de ışık yanlıştır. O tür dairelerde daha çok memurlar oturur. Dosyalama memurları, mağaza tezgâhtarları, üniversite öğrencileri, yaşlı dullar, bir de Priscilla gibi evlenmemiş garson kızlar. Bu bina, 1929’daki ekonomik bunalım döneminde yapılmıştı. Seattle’da bu tür bina pek çoktu. Washington Gölü’yle Eliott Körfezi arasındaki tepe eteklerine serpilmiş, kırmızı tuğlalarını mevsim yağmurlarıyla renklendiren binalar. Mimari açıdan binanın dümdüz çizgileri, sade cephesi, Eleanor Roosevelt’in açılış balolarında giydiği tuvaletleri hatırlatıyordu. İç duvarları ise nice mutfakta pişen nohut ve fasulye yemeklerinin rengini almıştı. Yıllardır bu binada öyle çok insan yaşamıştı ki, sonunda bina da kendine göre bir yaşam edinmişti. Her tuvalet, İtalyan tenorları gibi gargara sesleri çıkarır, her buzdolabı çayırda otlayan bufalolar gibi homurdanırdı. Eski yapım apartmanların çoğunda, renkler ve sesler gibi, kokular da kuşaklar boyunca birikmiş olurdu. Fırında pişen kekler, tencerede haşlanan sebzeler! Ama Priscilla’nın dairesi bu açıdan ötekilerden farklıydı. Burası kimyasal madde kokardı... Zehirli değildi, ama pek de tatlı olmayan bir kokuydu. Gece yarısı, yorgun argın eve gelip kapısını açtığı zaman onu evde hapis kalmış köpek gibi karşılamaya ilk koşan da bu koku olurdu. Işığı açar açmaz ilk önce, garsonluk yaparken giydiği alçak topuklu pabuçlarını ayağından birer tekmeyle fırlattı. İkinci olarak da ayağının başparmağını masanın ayağına çarptı. Nice dul kadının iskambil oynamak üzere başına oturmuşluğu olan masa sarsıldı, titredi; üzerindeki kimyasal madde şişeleri şangırdayıp, sallandı. Bereket versin içlerindeki ilaçlardan en fazla birkaç damlası ziyan oldu. Priscilla yatak işlevi de gören kanepeye kendini attı, ayağına masaj yapmaya başladı. Demin acıyan başparmağa özellikle dikkat ediyordu. “Allah kahretsin,” diye söylendi bir yandan. “Ne sakarım! Bu dünyada yaşamayı bile hak etmiyorum. Yer çekimi olmayan gezegenlerden birine sürgüne yollamalı beni.” Az önce lokantada bir tepsi dolusu kokteyl bardağını düşürmüştü. Külotlu çorabın içinde ayağı yeni doğmuş bir fare yavrusu kadar kırmızı görünüyordu. Ayakları âdeta tütüyordu. Priscilla ayaklarını rahatlatana kadar ovdu, sonra gözlerini ovuşturmaya koyuldu. Uykulu uykulu içini çekti, kendini kanepeye sırtüstü attı, birden madeni paraların dökülmesiyle irkildi. Akşam topladığı bahşişler cebinden saçılmış, başının, omuzlarının çevresine yayılmıştı. Yerde bile paralar vardı. Bir on sentliğin eski halı üzerinde yuvarlanıp kendine bir çıkış kapısı arayışını seyretti. Enflasyon kaçağı

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.