ebook img

Operada Cinayet - Donna Leon PDF

374 Pages·2013·1.13 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Operada Cinayet - Donna Leon

ingilizceden çeviren Sinem Gürdal DONNA LEON 28 Eylül 1942'de Amerika'nın New Jersey eyaletinde doğdu. Üniversite öğrenimini burada tamamladı. 1965'ten beri yurtdışında yaşıyor. Roma'da turist rehberi, Londra'da reklam yazarı, isviçre, iran, Çin ve Suudi Arabistan'da öğretmen olarak çalıştı. Şimdi Venedik yakınlarındaki bir üniversitede İngiliz edebiyatı profesörü. Opera hayranı olan Leon, bir Heandel uzmanıdır. Polisiye kitapları, Venedikli Komiser Brunetti'nin serüvenlerini anlatır. Donna Leon, 1991 'de Operada Cinayet adlı romanıyla en iyi polisiye dalında Japon Suntory Ödülü'nü kazanmıştır. Eserleri: Death at La Fenice, 1992 (Operada Cinayet, Çev.: Sinem Gürdal, Ayrıntı Yayınları, 2001); Death in a Strange Country, 1993 (Yaban Ellerde Ölüm, Çev.: A. Semih Bilencan, Ayrıntı Yayınları, 2001); Dressed for Death, 1994 (Kırmızı Pabuçlar, Çev.: A. Semih Bilencan, Ayrıntı Yayınları, 2001); Death and Judgment, 1995; Acqua Alta, 1996; Death of Faith, 1997; A Noble Radiance, 1998; Fatal Remedies, 1999; Friends in High Places, 2000. Anneme Ah, signor, son rea di morte E la morte io sol vi chiedo; II mio fallo tardi vedo; Con quel ferro un sen ferite Che non merita pietâ. Ah, bayım, suçluyum ölesiye Ve ölümdür tek istediğim; Çok geciktim günahımı görmekte; Deşin haydi kılıcınızla Merhameti hak etmeyen şu kalbimi. -Cosî Fan Tutte 1 Temsilin devam etmek üzere olduğunu bildiren üçüncü zil, Teatro La Fenice'nin fuayeleriyle barlarında hafifçe çınladı. Dinleyiciler sigaralarını söndürdüler, kadehlerindeki içkileri yudumladılar, sohbetlerine son verip ağır adımlarla içeri girmeye başladılar. Perde arasında pırıl pırıl aydınlatılmış olan salon, yerlerine dönenlerin uğultusuyla doldu. Bir mücevher pırıldadı, vizon bir etol çıplak bir omza yerleştirildi, minik bir toz zerresi saten yakadan fiskeyle uzaklaştırıldı. Önce üst balkondaki yerler doldu, arkasından salondakiler, son olarak da üç loca katı. Işıklar kısıldı, salon karanlığa büründü ve dinleyiciler orkestra şefinin tekrar podyumdaki yerini almasını beklerken, antraktlardan sonra salonu dolduran gerginlik arttı. Uğultu yavaş yavaş kesildi, orkestra elemanları iskemlelerinde kıpırdanmayı bıraktılar, herkesin üçüncü ve son perdeye hazır olduğunu gösteren genel bir sessizlik ortalığı kapladı. Sessizlik uzadı, ağırlaştı. Birinci balkondan bir öksürük sesi yükseldi, biri yere bir kitap ya da çanta düşürdü, ama orkestra çukurunun arkasındaki koridorun kapısı açılmadı. Konuşmalar önce orkestra elemanları arasında başladı. İkinci kemanlardan biri, yanındaki kadına dönüp tatilini nerede geçireceğini sordu. İkinci sıradaki fagot, yanındaki obuaya ertesi gün Benetton'da mevsim sonu indiriminin başlayacağını haber verdi. Birinci sıradaki localarda orkestraya en yakın oturanlar, müzisyenlerin fısıldaşmalarından etkilenerek çok geçmeden aralarında alçak sesle konuşmaya başladılar. Sonra balkonda oturanlardan mırıltılar yükseldi. Hali vakti yerinde olanlar bu tür densizliklere en son teslim olurmuş gibi, son olarak da ön sıralardaki dinleyiciler konuşmaya başladılar. Fısıltılar mırıltılara dönüştü. Dakikalar geçti. Birdenbire, koyu yeşil kadife perdenin katları geriye doğru çekildi ve tiyatronun sanat direktörü Amadeo Fasini ortadaki dar aralıktan acemi adımlarla dışarı çıktı. İkinci balkonun üstündeki odasında görev yapan ve olup bitenden haberi bile olmayan ışık teknisyeni, güçlü beyaz bir projektörü sahnedeki kişinin üstüne çevirmeye karar verdi. Fasini'nin gözleri kamaştı, kolunu kaldırıp gözlerine siper etti. Kendini bir darbeden korumak istercesine, kolunu havada tutarak konuşmaya başladı. "Sayın seyirciler" deyip durdu, ışık teknisyenine doğru sol elini delicesine salladı, beriki hatasını anlayıp projektörü söndürdü. Sahnedeki adam, geçici körlüğünden kurtulduktan sonra sözlerine yeniden başladı: "Sayın seyirciler, Maestro Wellauer'in orkestrayı yönetmeye devam edemeyeceğini üzülerek bildirmek zorundayım." Seyircilerden fısıltılar, sorular yükseldi, başlar çevrilirken ipekli kumaşlar hışırdadı, ama adamın sesi gürültüyü bastırdı. "Kendisinin yerine Maestro Longhi göreve devam edecektir." Mırıltılar sözlerini boğmadan, özellikle sakin bir sesle sordu: "Seyirciler arasında doktor var mı?" Uzun bir sessizlik oldu, insanlar çevrelerine bakınmaya başladılar: Kim ayağa kalkacaktı? Aradan neredeyse bir dakika geçti. Sonunda, ön sıralardan bir el yavaşça yükseldi, bir kadın oturduğu koltuktan kalktı. Fasini, arkadaki üniformalı yer göstericilerden birine el salladı ve genç adam, kadının ayakta durduğu sıranın başına geldi. "Lütfen Dottoressa" dedi Fasini, canı açıyormuş ve doktora kendisinin ihtiyacı varmış gibi bir sesle; "lütfen görevliyle sahne arkasına gidin." At nalı biçimindeki karanlık salona doğru bakıp gülümsemeye çalıştı, beceremedi ve bu çabasından vazgeçti. "Bu gecikmeden ötürü hepinizden özür diliyoruz, sayın seyirciler. Opera az sonra devam edecek." Sanat direktörü, çıktığı aralığı hemen bulamayıp perdenin kat yerleriyle boğuşmaya başladı. Görünmez eller arkadan perdeyi araladılar, müdür içeri geçti ve Violetta'nın az sonra öleceği köhne tavan arasında buldu kendini. Dinleyicilerin podyumda yerini alan yedek şefi isteksizce alkışladıklarını duydu. Opera sanatçıları, koro elemanları ve sahne işçileri dört bir yandan çevresini sardılar. Dinleyiciler kadar meraklı, ama onlardan çok daha gürültücüydüler. Sanat direktörü genellikle, mevkii sayesinde, bunlar gibi topluluğun en alt kademelerinde bulunan elemanlarla konuşmak zorunda kalmazdı, oysa şimdi onlardan, sorularından, fısıltılarından kaçamıyordu. "Bir şey yok, bir şey yok" dedi ortaya konuşurcasına. Birden elini kolunu sallayarak sahneye toplanan kalabalığı uzaklaştırmaya çalıştı. Dışarıda üçüncü perdenin uvertürü sona ermek üzereydi; çok geçmeden perde açılacak, sahnenin ortasındaki yatağın kenarında oturmuş heyecanla bekleyen o gecenin Violetta'sı görünecekti. Fasini, hareketlerinin dozunu iki katına çıkardı, sanatçılar ve görevliler aralarında fısıldaşmaya devam ederek sahnenin kenarlarına doğru çekildiler. Fasini öfkeyle "Silenzio" diye tısladı ve bu sözün etkisini göstermesini bekledi. Perdenin iki yana doğru yavaşça açılmaya başladığını görünce, sağ yandaki kuliste, doktorun yanında duran sahne amirine doğru hızla ilerledi. Doktor, kısa boylu, esmer bir kadındı. "Sigara içilmez" tabelasının tam altında, elinde yanmamış bir sigarayla duruyordu. "İyi akşamlar doktor" dedi Fasini, zorla gülümseyerek. Kadın sigarasını ceketinin cebine koyup başını salladı. Arkalarında kalan sahnede Violetta, Monsieur Germont'tan gelen mektubu okumaya başlarken, "Ne oldu?" diye sordu doktor. Fasini ellerini sertçe ovuşturdu. Ne diyeceğine karar vermek için bu hareketten medet umar gibiydi. "Maestro Wellauer..." diye söze başladı, ama cümlesine uygun bir son bulamadı. "Hasta mı?" diye sordu doktor sabırsızlıkla. "Hayır, hayır, hasta değil" dedi Fasini. Yine sustu ve ellerini ovuşturmaya devam etti. "Onu görsem iyi olur herhalde" dedi doktor, sorar gibi bir ses tonuyla. "Burada, operada mı?" Fasini'nin dili çözülmeyince, kadın, "Yoksa başka bir yere mi götürüldü?" diye sordu. Bu sözler direktörü harekete geçirdi. "Hayır, hayır. Maestro soyunma odasında." "Biz de oraya gitsek daha iyi olmaz mı?" "Evet, tabii doktor" diye onayladı Fasini, bu öneriye sevinmişti. Kadına sağ tarafa doğru yol gösterdi, tam kuyruklu bir piyanoyla soluk yeşil renkli kılıfla kaplanmış bir harpın yanından geçerek dar bir koridordan ilerlediler. Fasini, koridorun sonundaki kapalı kapının önünde durdu. Kapıda uzun boylu bir adam bekliyordu. "Matteo" diye söze başladı Fasini, arkasındaki doktora dönerek; "hanımefendi doktor..." "Zorzi" dedi kadın kısaca. Resmiyetin hiç sırası değildi. Sahne amiri yardımcısı Matteo, müdürüyle doktor olduğu söylenen birinin gelmesi üzerine memnuniyetle kapının önünden çekildi. Fasini onun yanından geçti, kapıyı araladı, omzunun üzerinden geriye baktı, sonra küçük odaya girmesi için doktora yol verdi. Ölüm, odanın ortasındaki koltuğa çökmüş adamın yüz hatlarını çarpıtmıştı. Gözleri boşluğa dikiliydi; dudakları vahşi bir katılmayla aralanmıştı. Gövdesi iyice yana yatık, başı koltuğun arkasına yaslı duruyordu. Kolalı, bembeyaz gömleğinin göğsünde koyu renk bir sıvının bıraktığı iz görülüyordu. Doktor, bir an için bunun kan lekesi olabileceğini düşündü. Bir adım daha yaklaştı, lekenin görünüşünden değil, kokusundan kahve lekesi olduğunu anladı. Kahveye karışmış olan ikinci koku da aynı ölçüde ayırt edilebiliyordu; doktorun o güne kadar sadece kitaplarda okuduğu, keskin, ekşimsi acıbadem kokuşuydu bu. Doktor o güne kadar o kadar çok ölü görmüştü ki adamın nabzını yoklaması bile gerekmiyordu, ama yine de sağ elinin parmaklarını geriye yatmış çenenin altına dayadı. Nabız hissedilmiyordu, ancak cilt hâlâ sıcaktı. Doktor gerileyip çevresine bakındı. Yerde, adamın önünde, ufak bir fincan tabağıyla gömleğini lekeleyen kahvenin bulunduğu fincan durmaktaydı. Doktor yere diz çöküp elinin tersiyle fincana dokundu ve soğumuş olduğunu fark etti. Tekrar doğruldu, ölümle uğraşmayı memnuniyetle ona bırakarak kapının önünde duran adamlara döndü. "Polis çağırdınız mı?" diye sordu. "Evet, evet" diye kekeledi Fasini, ne sorulduğunu duymamıştı bile. "Signore." dedi doktor, Fasini'nin de duyabilmesi için sesini yükseltip anlaşılır bir şekilde konuşarak; "burada benim yapabileceğim bir şey yok. Olay polisi ilgilendirir. Onlara haber verdiniz mi?" "Evet" diye tekrarladı Fasini, ama hâlâ doktorun sözlerini duymuş ve anlamış gibi görünmüyordu. Durduğu yerde, bakışlarını adamın cesedinden ayırmadan, bunun yaratacağı dehşet ve skandalın boyutlarını kestirmeye çalışıyordu. Doktor ani bir hareketle Fasini'nin yanından geçip koridora çıktı. Sahne amiri yardımcısı onu izledi. "Polise telefon edin" diye emretti doktor. Adam başıyla onaylayıp buyurulanı yerine getirmek üzere uzaklaşınca, doktor az önce cebine koymuş olduğu sigarayı çıkardı. Dumanı derin bir nefesle içine çekti ve kol saatine baktı. Miki'nin sol eli onla on bir arasında, sağ eli de tam yedinin üstünde duruyordu. Doktor, sırtını duvara dayayıp polisin gelmesini beklemeye başladı.

Description:
İngiliz edebiyatı ve Handel uzmanı, opera hayranı ve polisiye roman yazarı Donna Leon'un kitaplarının başlıca mekanlarından biri Venedik'tir. Güzelliğiyle yüzyıllar boyunca romantizm ilham etmiş olan bu sisler kenti, Donna Leon'un romanlarında neredeyse düşkün bir asilzade gibi ç
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.