DÖRDÜNCÜ CİLT OBERON'UN ELİ AMBER YILLIKLARI DÖRDÜNCÜ CİLT Oberon'un Eli ROGER ZELAZNY Çeviren: Niran Elçi Tarayan: Bilinmiyor Düzenleyen: eldkaan Bölüm 1 O tuhaf güneşe yaraşan, parlak bir sezgi kıvılcımı... İşte oradaydı... O ışığın altında serilmiş, o ana kadar yalnızca karanlığın içinde, kendi kendini aydınlatırken gördüğüm bir şey: Desen, garip bir gökdenizin altında ve üstünde, oval bir düzlüğe yayılmış, Amber’in büyük Desen’i. Ve, belki de bizi birbirimize bağlayan her ne ise ona dayanarak biliyordum ki, bu asıl Desen olmalıydı. Bu da Amber’deki Desen’in onun birinci gölgesinden başka bir şey olmadığı anlamına geliyordu. Bu da Amber’in kendisinin bir gölgeden ibaret olduğu anlamına geliyordu, ama yine de özel bir gölge, çünkü Desen, Amber, Rebma ve Tir-na Nog’th diyarlarından daha öteye yansımıyordu. Dernek ki, öncelikler ve düzenleniş yasasına göre, geldiğimiz bu yer gerçek Amber’di. Sakalı ve vahşi saçları merhametsiz ışığın içinde erimiş, gülümseyen Ganelon’a döndüm. "Nasıl bildin?" diye sordum ona. "Çok iyi bir tahminci olduğumu bilirsin, Corwin," diye yanıt verdi “ve Amber’de işlerin nasıl yürüdüğü hakkında bana anlattığın her şeyi hatırlıyorum: Amber’in gölgesinin ve sizin mücadelelerinizin dünyalara nasıl yansıdığını. Kara yolu düşünürken, herhangi bir şeyin Amber’e böyle bir gölge yansıtmış olup olamayacağını sık sık merak ettim. Ve böyle bir şeyin son derece temel, güçlü ve gizli olması gerekeceğini düşündüm." Önümüzdeki sahneye işaret etti. “Bunun gibi." "Devam et," dedim. Yüz ifadesi değişti, omuzlarını silkti. "Yani Amberinizden daha derin bir gerçeklik katmanı olmalıydı," diye açıkladı, “kirli işlerin yapıldığı bir yer. Haminiz olan hayvan bizi böyle bir yermiş gibi görünen buraya getirdi ve Desen’deki o leke de söz konusu kirli işmiş gibi görünüyor. Bunu kabul etmiştin." Başımı salladım. "Beni bu kadar şaşırtan sonucun kendisinden çok senin kuvvetli sezgilerin oldu," dedim. "Lafı ağzımdan aldın," diye itiraf etti Random, sağ tarafımdan, “ama zarifçe ifade etmek gerekirse, bu duygu bağırsaklarıma kadar işledi. Bir şekilde, aşağıdakinin dünyamızın temeli olduğuna inanıyorum." "Bazen bir yabancı, olayları onların bir parçası olanlardan daha rahat görür," dedi Ganelon. Random bana bir bakış fırlattı, sonra dikkatini manzaraya çevirdi. "Sence," dedi, “eğer daha yakından bakmak için aşağı inersek olaylar daha fazla değişir mi?" "Anlamanın yalnızca tek yolu var," dedim. "Tek sıra, o zaman," diye kabul etti Random. “Ben önden giderim." "Tamam." Random atının başını, bize duvarın bir yüzü boyunca zikzaklar çizdiren uzun bir dizi dönemeci izleyerek sağa, sola, sağa çevirdi. Tüm gün koruduğumuz sırayla, onu ben takip ettim ve Ganelon en arkadan geldi. "Şimdilik yeterince istikrarlı görünüyor," diye arkaya seslendi Random. "Şimdilik," dedim. "Aşağıdaki kayalarda bir tür açıklık var." Öne eğildim. Sağ tarafta, oval düzlükle aynı düzeyde bir mağara ağzı vardı. Öyle bir konumdaydı ki, biz daha yüksekteyken görünmüyordu. "Oldukça yakınından geçiyoruz," dedim. "... hızla, ihtiyatla ve sessizce," diye ekledi Random, kılıcını çekerek. Grayswandir’i çektim, bir dönemeç yukarımdaki Ganelon da kendi silahını çekti. Açıklığın önünden geçmedik, oraya gelmeden bir kez daha sola döndük. Ama üç dört metre kadar yakınma gittik ve tanımlayamadığım nahoş bir koku aldım. Atlar ya kokuyu daha iyi tanımışlardı ya da doğaları gereği daha kötümserdiler, zira kulaklarını yatırdılar, burun deliklerini açtılar ve dizginlere direnerek korku dolu sesler çıkardılar. Ama köşeyi dönüp bir kez daha uzaklaşmaya başlayınca sakinleştiler. İnişimizin sonuna ulaşıp, Desen’in zarar görmüş kısmına yaklaşmaya başlayana kadar korkuları nüksetmedi. O noktada ise, daha fazla ilerlemeyi reddettiler. Random atından indi. Desen’in kenarına ilerledi, durdu ve baktı. Bir süre sonra, arkasına dönmeden konuştu. "Bildiklerimize dayanarak," dedi, “zararın bilinçli olarak verildiğini düşünebiliriz." "Öyle görünüyor," dedim. "Aynı zamanda, buraya getirilmemizin bir amacı olduğu çık." "Bence de öyle." "O zaman, burada olma amacımızın Desen’in nasıl zarar gördüğünü ve onarmak için ne yapılabileceğini belirlemek olduğu sonucuna varmak için çok fazla hayal gücü gerekmiyor." "Muhtemelen. Senin teşhisin ne?" "Henüz yok." Şeklin çevresinde, lekenin başladığı sağ tarafa doğru ilerledi. Ben kılıcımı kınına soktum ve inmeye hazırlandım. Ganelon uzandı, omzumu tuttu. "Kendim yapabilirim..." diye başladım. Ama o benim sözlerimi duymazdan gelerek, “Corwin," dedi, “Desen’in ortasına doğru küçük bir düzensizlik var. Oraya ait bir şeymiş gibi görünmüyor..." "Nerede?" İşaret etti ve gösterdiği yere baktım. Merkezin yakınında yabancı bir nesne vardı. Bir sopa mı? Taş mı? Yolunu şaşırmış bir kağıt parçası mı?... Bu mesafeden çıkarmak mümkün değildi. "Görüyorum," dedim. Atlarımızdan indik ve şeklin en sağında çökmüş, siyahlığı inceleyen Random’a doğru yürüdük. "Ganelon merkezin yakınında bir şey gördü," dedi. Random başını salladı. "Fark ettim," diye yanıt verdi. “Daha iyi bakmak için yaklaşmanın en iyi yoluna karar vermeye çalışıyordum. Kırık bir Desen’de yürüme fikri çok hoş gelmiyor. Diğer yandan, siyahlaşmış bölgeye girmeye kalkışırsam neyle karşı karşıya kalacağımı merak ediyordum. Sen ne düşünüyorsun?" "Eğer direnç saraydakiyle aynıysa," dedim, “Desen’den arta kalanı yürümek zaman alacaktır. Aynı zamanda, Desen’den sapmanın ölüm olduğu öğretildi bize ve mevcut durum, lekeye ulaştığımda beni Desen’i terk etmeye zorlayacaktır. Diğer yandan, dediğin gibi, siyah kısımda yürüyerek düşmanlarımızı uyandırıyor olabiliriz. Bu yüzden..." "Bu yüzden ikiniz de gitmiyorsunuz," diye araya girdi Ganelon. “Ben gidiyorum." Sonra, bir yanıt beklemeden siyah bölgeye sıçradı, merkeze doğru koştu, küçük bir nesne alacak kadar durdu, döndü ve geri geldi. Bir süre sonra, önümüzde duruyordu. "Yaptığın tehlikeli bir şeydi," dedi Random. Ganelon başını evet anlamında salladı. "Ama ben yapmasaydım siz ikiniz hâlâ münazara ediyor olacaktınız." Elini kaldırdı, nesneyi uzattı. “Şimdi, bundan ne çıkarıyorsunuz?" Elinde bir hançer vardı. Üzerine dikdörtgen, renkli bir mukavva parçası oturtulmuştu. "Koz Kartına benziyor," dedi Random. "Evet." Kartı kurtardım, yırtık kısımlarını düzledim. Karşımdaki adam yarı tanıdıktı elbette, bu aynı zamanda yarı yabancı olduğu anlamına geliyordu. Açık renk, düz saçlar, biraz keskin hatlar, hafif bir gülümseme, biraz ince yapılı. Başımı salladım. "Onu tanımıyorum," dedim. "Bir de ben bakayım." Random kartı aldı, kaşlarını çatarak baktı. "Hayır," dedi bir süre sonra. “Ben de tanımıyorum. Sanki tanımam gerekir gibi, ama... Hayır." O anda atlar şikayetlerini daha kuvvetle yinelediler. Ve rahatsızlıklarının sebebini öğrenmek için biraz dönmemiz yeterli oldu, çünkü o şey mağaradan çıkmak için o ânı seçmişti. "Lanet olsun," dedi Random. Onunla aynı fikirdeydim. Ganelon boğazını temizledi, kılıcını çıkardı. "Ne olduğunu bilen var mı?" diye sordu sessizce. İlk izlenimim, yaratığın yılansı olduğuydu, hem hareketlerinden, hem de bir uzantıdan çok ince bedeninin devamı gibi görünen uzun, kalın kuyruğu yüzünden. Ama dört adet iki eklemli bacağın üzerinde ilerliyordu; iri, kötücül görünüşlü pençeleri vardı. Dar kafası gagalıydı ve yürürken bir o yana, bir bu yana sallanıyor, bize bir solgun mavi gözünü, sonra diğerini gösteriyordu. Geniş, mor ve derimsi kanatları yanlarında toplanmıştı. Ne kılları, ne de tüyleri vardı, ama göğsünde, omuzlarında, sırtında ve kuyruğu boyunca pullu bölgeler vardı. Gaga süngüsünden kıvrılan kuyrukucuna kadar, yaklaşık üç metre görünüyordu. Hareket ederken küçük bir şıngırtı çıkarıyordu ve boğazında bir şeyin parladığını gördüm. "Bildiğim en yakın şey," dedi Random, “hanedan armamızdaki grifon. Ama bu kel ve mor." "Bizim ulusal kuşumuz olmadığı kesin," diye ekledim, Grayswandir’i çekip ucunu yaratığın başı ile aynı hizaya getirerek. Yaratık kırmızı, çatal dilini fırlattı. Kanatlarını birkaç santimetre kaldırdı, sonra yine indirdi. Başı sağa sallanınca kuyruğu sola sallanıyordu, sonra sola ve sağa, sonra sağa ve sola ilerledikçe neredeyse hipnotize edici, akıcı bir etki yaratıyordu. Ama bizden çok atlarla ilgileniyor gibiydi, çünkü rotası bizim yanımızdan atlarımızın titreyerek, ayaklarını vurarak bekledikleri yere uzanıyordu. Araya girmek üzere hareket ettim. O anda, şahlandı. Kanatlarını açtı, kaldırdı, aniden rüzgar yakalamış gevşek yelkenler gibi yayıldı. Arka ayaklarının üzerinde duruyordu ve tepemize dikilmişti, daha önce kapladığı alanın dört katını kaplıyormuş gibi görünüyordu. Ve sonra korkunç bir çığlık attı, kulaklarımı çınlatan bir av ya da meydan okuma çığlığı. Bununla beraber o kanatlarını vurdu ve sıçradı, bir süre havada kaldı. Atlar fırlayıp kaçtılar. Hayvan ulaşamayacağımız mesafedeydi. Ancak o zaman o parlak çakmanın ve şıngırtının ne anlama geldiğini fark ettim. Hayvan mağaraya uzanan uzun bir zincirle bağlanmıştı. Zincirinin kesin uzunluğu o anda akademik bir meraktan daha acil bir sorun oluşturuyordu. Hayvan tıslayarak, kanat çırparak ve düşerek ötemize geçerken döndüm. Kısa süren atılmasında gerçekten uçmasına yetecek kadar hız kazanamamıştı. Yıldız ile Ateşejderi’nin ovalin uzak ucuna gerilediklerini gördüm. Diğer yandan Random’ın atı Iago, Desen’e doğru fırlamıştı. Hayvan yine yere dokundu, Iago’yu kovalayacakmış gibi döndü, bizi bir kez daha incelermiş gibi göründü ve yerinde dondu. Bu sefer çok daha yakındı, dört metreden az. Başını eğdi, bize sağ gözünü gösterdi, sonra gagasını açtı ve yumuşak bir gaklama çıkardı. "Şimdi saldırmamıza ne dersin?" dedi Random. "Hayır. Bekle. Davranışında tuhaf bir şey var." Hayvan biz konuşurken kafasını eğmiş, kanatlarını aşağıya doğru yaymıştı. Gagasıyla üç kez yere vurdu ve yine başını kaldırdı. Sonra kanatlarını kısmen bedenine topladı. Kuyruğu bir kez seğirdi, sonra daha şiddetle sallandı. Gagasını açtı ve gaklamayı tekrarladı. O anda, dikkatimiz çelindi.
Description: