ebook img

Noel'de Cinayet - Agatha Christie PDF

237 Pages·2014·1 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Noel'de Cinayet - Agatha Christie

Noel’de Cinayet AGATHA CHRİSTİE Türkçesi: Gönül SUVEREN ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ KİTABIN ORİJİNAL ADI MURDER FOR CHRISTMAS YAYIN HAKLARI © AKÇALI Telif Haklan Ajansı © ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ ve TİCARET A.Ş. Bu kitabın her türlü yayın hakları Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ ve TİCARET A.Ş.’ye aittir. BASKI 3. BASIM / MART 1999 AKDENİZ YAYINCILIK A.Ş. Matbaacılar Sitesi No: 83 Bağcılar - İSTANBUL ISBN 975 - 405 - 271 - 9 91-34-y-0131-72 ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu İşhanı Cağaloğlu - İstanbul Tel: (0212) 522 40 45 - 526 80 12 511 51 00-511 32 26 Faks: (0212) 526 80 11 www. altinkitaplar. com info @altinkitaplar. com. tr. NOEL İÇİN ESKİ KONAKTA TOPLANANLAR: Simeon Lee: Zengin bir ihtiyar. Ortalığı karıştırmaktan hoşlanıyordu. Alfred Lee: Simeon’un büyük oğlu. Babasının bütün huysuzluklarına rağmen onu çok seviyordu. Lydia Lee: Alfred’in karısı. Son derecede kibar ve sabırlıydı. George Lee: Simeon’un oğlu. Oldukça cimri ve paragöz bir adamdı. Magdalena Lee: George'un karısı. Bazı sırlarının ortaya çıkmasını istemiyordu. David Lee: Simeon’un oğlu. Annesine yaptıklarından dolayı babasından nefret ediyordu. Hilda Lee: David'in karısı. David’le babasının barışmasının iyi olacağını düşünmüştü. Harry Lee: Simeon Lee’nin oğlu. Maceralı bir yaşamdan sonra baba evine dönmeye karar vermişti. Pilar Estaravados: Simeon’un torunu. Kendini büyükbabasına sevdireceğinden emindi. Stephen Farr: Simeon'un eski ortağının oğlu. İngiltere onu düşkırıklığına uğratmıştı. Tressilian: Yaşlı uşak. Artık her şeyi birbirine karıştırdığını sanıyordu. Horbury: Simeon’un hastabakıcısı. Oda kapılarından içeriyi dinlemeye meraklı, hilekâr bir adamdı. Walter: Uşak yardımcısı. Servis yapmasını bir türlü öğrenemiyordu. Sugden: Başkomiser. Cinayete bir anlam veremiyordu. Johnson: Polis Müdürü. Poirot’dan yardım istemişti. ve HERCULE POIROT OLAYI ÇÖZÜMLEYEBİLMEK İÇİN HERCULE POIROT’NUN ŞU SORULARI YANITLAMASI GEREKTİ: • Pilar’ın odada bulduğu neydi? • Tressilian neden o kadar kaygılıydı? • George telefon ettikten sonra ne yapmıştı? • Magdalena yemekten sonra neredeydi? • Stephen konağa niçin gelmişti? • Horbury neden korkuyordu? • İhtiyar adam Magdalena hakkında ne biliyordu? • Piyanoda ölüm Marşı’nı çalan kimdi? • Kapalı kapının önünde kim duruyordu? • Elmaslar neredeydi? HERCULE POIROT’NUN ELİNDE ŞU İPUÇLARI VARDI: • Bir portre • Bir lastik parçası • Bir telgraf • İki heykel • Bir pasaport • Bir gülle • Bir tahta parçası • Bir telefon konuşması • Üç erkek • Sodyum sitrit 22 Aralık I Stephen peronda hızlı adımlarla ilerlerken, paltosunun yakasını kaldırdı. Hafif bir sis yüzünden istasyon yarı aydınlıktı. Dev lokomotiflerden çıkan buharlar soğuk havada küçük birer bulut halini alıyordu. Her şey kirli ve kurum içerisindeydi. Stephen adeta tiksintiyle, "Ne pis memleket," diye düşündü. "Ne berbat şehir!" Londra’nın o büyük mağazalarına, lokantalarına, şık, zarif ve güzel kadınlarına karşı duyduğu ilgi geçmişti. Şimdi bütün bunları, kararmış montürlere takılmış, yapma pırlantalar gibi görüyordu. Kendi kendine, "Şu anda Güney Afrika’da olsaydım..." derken kalbi ani bir özlemle burkuldu. Pırıl pırıl güneş... Mavi gök... Bahçeler dolusu çiçek... Masmavi çiçekler... mavi plumbago’dan meydana gelmiş çitler... en küçük kulübeye kadar her evi saran mavi kahkahalar... Stephen bir an, "Keşke gelmeseydim" diye düşündü. Sonra da gizli amacını hatırlayarak, dudakları öfkeli birer çizgi halini aldı. "Hayır! Ne olursa olsun başladığım işe devam edeceğim! Bunu yıllar boyunca planladım! Yapacağım şeyi çoktan kararlaştırdım! Evet, bu işe devam edeceğim." O kısa isteksizlik onu bir an, "Neden? Değer mi? Geçmişin üzerinde durmak neden? Niçin her şeyi unutmuyorsun?" diye sorguya çekmesi, zayıflıktan başka bir şey değildi. O, geçici duygular yüzünden durmadan fikir değiştiren genç bir çocuk muydu ki? Kırk yaşındaydı. Kendinden emin ve güçlükler karşısında yılmayan biriydi. Onun için yoluna devam edecek, İngiltere’ye yapmak için geldiği o işi de tamamlayacaktı. Stephen trene bakarak, koridorda ilerlemeye başladı. Oturulacak yer arıyordu. Yanına yaklaşan hamalı bir el işaretiyle uzaklaştırmıştı, kalın deri bavulunu kendisi taşıyordu. Stephen her kompartımana ayrı ayrı baktı. Ama tren doluydu. E, ne de olsa Noel’e üç gün kalmıştı. Stephen Farr, dolu vagonlara tiksintiyle baktı... "İnsanlar... Karınca sürüsünden farksız insanlar... Üstelik o kadar o kadar... renksizler ki. Korkunç bir şekilde birbirlerine benziyorlar. Yüzleri koyunları andırmayanlar da tavşandan farksız! Kimisi telaşlı telaşlı konuşuyor. Orta yaşlı, şişman adamlar ise homurdanıyorlar. Onlar daha çok domuza benziyor. Şu ince, yumurta suratlı, kırmızı dudaklı kızlar da can sıkacak kadar birbirlerinin aynı..." Stephen yine büyük bir özlemle güneşin kavurduğu, ıssız ovaları düşündü... Sonra da aniden soluğunu tuttu, önünde durduğu kompartımanda bir kız vardı. Diğerlerinden oldukça farklı bir kız. Simsiyah, pırıltılı saçlar. Manolya gibi bir ten. Gecenin karanlık ve derinliğini yansıtan kara gözler. Güney iklimlerinin hüzünlü, gururlu gözleri... Bu kız, trendeki biçimsiz, renksiz insanların yanına yakışmıyor. Onun İngiltere’nin soğuk, tatsız orta bölgelerine gitmesi de yersiz... Şu anda bir balkonda olması gerekirdi. Gururlu başını siyah bir dantel örtecek, dişlerinin arasında kırmızı bir gül olacaktı. Sıcak hava, toz ve kan kokacaktı. Arenaların o sarhoş edici kokusu yayılmış olacaktı etrafa... Bu kız, üçüncü mevki bir kompartımanda bir köşeye sıkışacağı yerde, olağanüstü güzel bir bahçede olmalıydı... Stephen Farr’ın gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Kızın arkasındaki siyah paltoyla eteğin eski, pamuklu eldivenlerinin oldukça ucuz, ayakkabılarının tabanlarının ise çok incelmiş olduğunu hemen farketti. Genç kız eline sanki herkese meydan okurmuş gibi kıpkırmızı bir çanta almıştı. Buna rağmen, onu ilk kez gören biri sadece, "Olağanüstü güzel bir yaratık," diye düşünürdü. Evet, o şahane, çok güzel ve egzotik bir kızdı. Stephen, "Onun bu karınca gibi telaşla sağa sola giden insanların arasında... bu soğuk, sisli memlekette ne işi var?" diye düşündü. "Onun kim olduğunu, burada ne yaptığını öğrenmeliyim?.. Evet, bunları bilmem gerek..." II Pilar pencerenin önüne sıkışıp kalmıştı. Kendi kendine, "Bu İngilizler ne garip kokuyorlar," diyordu. İngiltere’de en çok dikkatini bu kokudaki değişiklik çekmişti. Etraf ne toz, ne sarmısak ne de parfüm kokuyordu. Şimdi bu kompartımana da o trenlere özgü kükürt kokusu, sabunların hafif esansı yayılmıştı. Pilar'ın burnuna pek kötü bir koku daha çarptı. Galiba bu yanında oturan şişman kadının kürk yakasından geliyordu. Pilar usul usul naftalin kokusunu içine çekti. "Doğrusu böyle bir kokuyu sürmek için insanın oldukça garip olması gerek..."

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.