ebook img

Nedim Divanı PDF

493 Pages·1951·9.2 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Nedim Divanı

N E D İ M D İ V A N I Devrine, hayatına ve edebî şahsiyetiyle tesirine ait önsöz, kasideler, kıt’a ve tarihler, gazeller, terkipler, rubailer, beyit ve müfretler, sözlük Hazırlıyan: Abdülbâki GÖLPINARLI İ N K I L Â P K İ T A B E Y İ İstanbul, Ankara Caddesi No. 155 ŞAKA MATBAASI İSTANBUL — 1951 Damat İbrahim Paşa’nın ilk mezar taşı Damat İbrahim Paşa camisi, sebili, imareti, medresesi ve aile merkadi On Söz ! NEDİM'in YAŞADiĞi DEVİR XVIII. yüzyılda Osmanoğulları devleti, arlım adım çekildiği Avrupa’da adım adım tutunmıya çalışmada, doğudaysa İranla za­ man zaman başgösterca lüzumsuz savaşa devam etmedeydi. Vara- din’de Şehit Ali Paşa’nın verdiği bozgun, 1130 eemaziyeîâhırasinm sekizinci pazartesi günü (9. mayıs. 1718) sadrıâzam olan İbrahim Paşa’mn gayretiyle Pasarofça muahedesi imzalanarak unutul­ muştu, Ahmet III. devlet idaresiyle uğraşacak bir enerjiye malik ol­ madığından işleri, vezirine bırakmış, kendisini zevka vermişti. Bu bakımdan 1143 (1730) yılına kadar süren bu devre, Damat İb­ rahim Paşa devri demekte hiç bir mahzur yüktür. Aşağı yukarı on iki yıla yakın bir zaman süren bu devri, iç ve dıştaki en mü­ him vakalarıyle şöyle hülâsa edebiliriz: Devlet, Nemse’vlc sulhedildîkten sonra İran'la baş başa kaldı. Şah Huseyn (1694—1722), İran'ın doğıı ve batısındaki ihtilâlleri bastıramamış, Efgan Valisi Mîr Veys, istiklâlini ilân etmişti. Mir Veys’in yeğeni Mîr Mahmut, Veys’i öldürüp İsfahan’ı aldı ve Şah Huseyn’i sarayında hapsetti. Bu sırada Osmanoğulları, İranîa gir­ diler. Dağıstanlı Davut Han, Şirvan’a han tayin edildi. 1135 it (1722) Tiflis alındı ve Şehnevaz Han, Tiflis’e lıan tayin olundu. Ruslar da Derbentle Bâkü’yü almışlardı. Nihayet Fransa arayı girdi. Her iki tarafın aldıkları yerler, kendilerinde kalmak.. üzere bir muahedename akdedildi. İran’ın, muahedeyi kabul, etmemeni üzerine Osmanlı ordusu 1137 de (1724) Hemedan, Erivan ve Teb­ riz’i istilâ etti. İranlIlarla barış konuşmaları sırasında, Mahm.ud’un ölümü üzerine yerine geçen Efgan’lı Eşref, Hemedan seraskeri Ah­ met Paşa kumandasındaki altmış bin kişilik orduya hücum edip I bozdu. Bu zat, önce de şah tanınmak istemiş, fakat sünnî olduğun­ dan her iki emîr-ül mü’minîn arasında Bahr-i Muhit-i Hindî ka- Aar bir deniz olmadıkça isteğinin kabul edilmesi caiz görülmemişti. İran, şahı Tahmasb II. Eşref’in hücumu sıralarında Horasan’a kaç­ mıştı. Nadir Kuli ile birleşip İsfahan’a yürüyen ve Eşref’i mağlûb eden Tahmasb, İstanbul’a bir elçi göndererek zaptedilen eyaletle­ rin geri verilmesini istedi. Aynı zamanda ordusuyla Tebriz’e yürü­ yüp şehri zaptetti. Tebriz’in zaptı, İstanbul’da büyük dedikodula­ ra sebeb olan isyanı patlatmak üzereydi. Bütün bu hâdiseler olup biterken Anadolu’da eskiya isyanla- rı eksik değildi. 1131 de (1718) ulûfe yüzünden bir isyan çıkmış­ tı. Aynı yılda eksik para meselesi, esnafla lıalk arasında önemli bir düzensizlik çıkarmıştı. 1132 de (1719) Van’da bir ayaklanma ol­ du. Aynı yılda Burunsuz, Akdeniz’de korsanlık etmedeydi. 1139 da (1726) Susurluk’ta ayaklananlar, kendisine Karasi sancağı veril­ miş oîan Deli Ömer Paşa’yı öldürdüler ve hayli zahmetle tenkil edilebildiler. 1140 (1727) ta İzmir’de bir isyan başgösterdi. Aynı yıldı Anadolu eşkıyasının yok edilmesi, mütesellimlerle kadılara emredildi ki bu, isyanların ne kadar yaygın olduğunu göstermek - tedir. Halka ((İstanbul’un yangını. Anadolu’nun salgını» atalar sö­ zünü söyleten yangınlar da birbiri ardınca İstanbul’u"yakıp ka­ vurmadaydı. İbrahim Paşa’nın vezaret makamına gelişinden tam iki ıy, on gün sonra Cibali’den çıkan bir yangın, Unkapanma da­ yara!? kale içine girerek kol kol ayrıldı. Küçükpazar, Kantarcılar, Siileymaniye, Ağakapısı, Vefa, Şehzade, Lâleli, Küçüklânga, Ak­ saray, Altımermer, Zeyrek, Atpazarı havalisini, buralardaki bü- yCifelerin saraylarını, küçüklerin çıra evlerini, Yeniçeri ve Acemi- oğl.nılar odalarını, mescitleri, camileri, tekkeleri yaktı. Yirmi ye­ di .j.-jıat süren bu büyük yangın, ne suyla söndü, ne ev yıkmayla. Ns HvJ.ye gösterilmekle durdu, ne dualarla. Nihayet Raşid’in kavlin- ce o ib-ı inâyet-i İlâhî birle muntafî oldu.» (c. v. s. 20) Ertesi yıl yine bir büyük yangın, İstanbul’un bir çok evlerini silip süpürdü. 11X1 te (1720) Sultan Selim ve Balat yangınları, canlar yaktj, haüumanlar söndürdü, halkı kül öksüzü yaptı. Son yangına bir meiul bulundu: Büyük Vezneciler fırınının hamur kân bir rekabet yükünden başka bir fsrma kundak sokmuş. Adam tutulup asıldı. Fakı t yangınların arası kesilmedi. Ertesi yıl, Kasımpaşa’da ve İa- taijİKil’da yine birer büyük yangın oldu. Nihayet 1137 de (1724) Ge-.rek Davud Ağa adlı bir Fransız mühtedi, tulumbayı icad etti. II Tulumbacı ocağı kuruldu. Davud Ağa bu ocağa Ağa tayin edildi, fnkat bir yıl sonra çıkan Nakilbent yangını, tulumbanın da ahşab evlerin çıra gibi yanmasını men’edemiyeceğini gösterdi. Bu sıralarda ulema, «dâd» meselesiyle meşguldü. Arap alfabe­ sinin on beşinci harfi olan bu harf, kalın dal gibi mi okunacak, yuksa zı’ya yakın bir tarzda mı? Bu çok mühim mesele ulemayı ikiye ayırmıştı. Münakaşalar pek ciddiydi. Devlet ricaline, ekâbire gelince: Arada bir Üçambarlı kalyo­ nun yapılması, Tophane’de Küçükocağın ihdası, su bentleri, Edir­ ne’de Bostancılar ocağının nizama konması, Bababurnu’na bir ka­ le yaptırılması, sarayda darphanenin kurulması gibi nizam ve ba­ yındırlık işleriyle, bilhassa 1139 da (1726) ulemanın aleyhte bu­ lunmasına ve kâğıtçı, mürekkepçi, kalemci, divitçi, kalemtıraşı, makteci, hattat gibi esnafın, diğer halk sınıflarına da yayılan hoşnutsuzluğuna rağmen ve yine fetva alınarak matbaanın açılışı, Nedim’in de dahil olduğu bir heyetin, Aynî tarihinin tercemesine, şair Nahifi’nin (1115 h. 1738) dahil olduğu başka bir heyetin Ha- bib-üs-siyer’in Türkçeye nakline memur oluşu, Yeniçami...jdttüa- î?"»nesiyle İbrahim Pasa kütüphanesinin kuruluşu gibi kültür iş­ leriyle ve hattâ bazan siyasî bir tedbir olmasına rağmen İran esirlerinden tanınmış ve büyük kişilerin satılmasının men’i gibi ir.sanî işlerle meşgul olunmuyor değil. Fakat yeşilliği bitmiyen, denizine, mehtabına, tulûuna ve gurubuna doyum olmıyan güzel­ ler güzeli İstanbul’un, tok midelere verdiği şehevî ihtiras, şark müziğinin rehavet veren nağmeleri, şarap ve neşe, bu devirde, ge­ ren devirleri gölgede bırakacak bir israf ve şefahet yaratmıştı. İji- sma öyle geliyor ki faydalı işler, lüzumuna binaen olmakla bera­ ber yine de can sıkıyor ve bunlarla, fırsat elverdikçe uğraşılıyoı. Abdi’nin dediği gibi «Ehl-i mansıb olanların ekseri, leyl-ü nehâr ?^vk-u safâ ve eeng-ü çagane ile meclis-ârâte idi. Memâlik-i Âl-i Osman harâb olmak değil, cânib-i erbaasını düşmen, neûzü toi' — lâh, zabteylemek sadedinde olsa belki biz zevkimizde olalım der­ lerdi.» (Faik Reşit Unat basması, s. 26) Padişah, Selim III. gibi sa­ bahtan akşama kadar teftişten teftişe koşan, devletin yarasını go- ı üp tedavisini iş edinen ve bu enerjinin yorgunluğunu gecelerim ;,evki ile dinlendiren bir pâdişâh değil. Onun sanata intisabı da Selim’le ölçülecek dereceden çok aşağı. Cidden güzel yazıları var ve bazı şiirleri yok değil. Fakat bunlar, zaten devrin icaplarından. O, daha ziyade Ttendisini zevka vermiş bir hükümdar. Onun bu te­ mayülü, İbrahim Paşa nın da tabiatine uygun gelmede. Hattâ hüıı- IIÎ kârı memnun etmek için zevka, sefahete ve israfa düşmesi kendi­ sini de memnun etmede ve bu yüzden, bu devir, sahifeleri doldu­ racak kadar geniş, başları döndürecek kadar derin, gözleri ka­ maştıracak kadar parlak, içleri ezecek kadar ağdalı bir sefahet devri. Şehzadeler hatim indiriyor, merasim yapılmada. Sünnet olu­ yorlar, sarayın debdebe ve israfı, halkın gözlerini boyuyor. Ekn- bir, hattâ esnaf, hediyeler sunuyorlar, ihsanlar alıyorlar. Şehzade ve sultan doğumları, üç gün, üç gecelik şehrâyinlerle kutlanıyor. Saraylardan saraylara, köşklerden köşklere, nakl-i hümayunlar, tarih sahil'elerini doldurmada. Sultanların vezirlere verilişi müna­ sebetiyle yapılan düğünler, masallar^ andırmada. Kâğıthane’de peK az bir zamanda yapılan Sa’d-âbâd1, Alibeyköyünde Husrev-âbâıl, Defterdarda Nesât-âbâd, Bebekte Hümâyûn-âbâd, Kuruçeşmede Tırnakçıyalısında üç günde kurulan Kasr-i hümâyûn, Salıpazan civarında Emn-âbâd. Cağalazade sarayı civarında Ferruh-Âbâd ve bug'ün yalnız adları kalan daha bir çok köşkler, Beşiktaş’ta Saray-ı Âsafî..... Buralardaki lâle bahçeleri, çerağan safaları, kadınların yaşmakları içine atılan altınlar, bayraıfnlarda dâmen-bûsî törenle­ ri, kışın helva sohbetleri, günlerce, gecelerce süren meclisler, pa ­ dişahın, vezirine, vezirin padişahına çektiği ziyafetler, at koşula­ rı, musiki bezimleri, zevk ve sefa... Asıl iş bunlar ve hemen her gün, nasıl eğlenilecek ve daha ne yapmalı düşüncesi, büyüklerin ilk ve en lüzumlu saydıkları düşünce. Şairler de bu zevk seline kapılmışlardı. Seyyit Vehbi (1149 h. 1736) Sa’d-âbâd’da İbrahim Paşa’nın padişaha çektiği ziyafette, iki­ si bir kayığa binince, Bindi bir zevraka damadı ile Hazret-i Şâh Burc-ı âbide kıran eyledi san mihr ile mâlı diyordu. Sultan Ahmet, İbrahim Paşa’nın Neşât-âbâd’da çekti/;i ziyafete gelmiş ve Biz safâ ile Neşât-âbâd’ı kıldık çün makar Sana da ey gam adem-âbâda lâzımdır sefer beytini söylemiş, Seyyit Vehbi, derhal bu bevti bir muhapmeş-i roütekerrir. Nedim--de bir müseddes-i mütekerrir haline getirmiş­ ti. Alibeyköyünde yapılan kasra Husrev-âbâd adım veren şâir ve müverrih Raşit’ti (1148 h. 1735). 1139 şabanının yirmi dokuzuncu pazartesi gecesi (20-21. IV. 1727) Ferruh-âbâd’da şeyhülislâm, IV vezirler ve daha bir çok davetliler, ehl-i tencirr.e '"ianarak erte.si giiaün ramazan olmıyacağını sanıyorlar. Fakat Ayasofya kayyım- b; 'isi, bir iki kişiyle hilâli görüyor. Bunlara uyan bir alay halk da gj-lip İstanbul kadısını sıkıştırıyor. Birden minarelerin kandilleri yanınca Nedim fırsat buluyor, Edirneli Kami (1136 h. 1724) ni'i yi le böyle gelen bir ramazan için yazdığı Yevm-i şek deyü boğaz çengin ederken yâr ân Zahir oldu alem-i nusrat-i şehr-i ramazân kasidesini tanziren Bağteten sabit olup gurre ferâşmda imâm Hâb içim yatmış iken etti teravihe kıyâm n atla’lı kasidesini yazıyor ve bu vakayı tesbit ediyor. Lâle çeşitleri arttıkça artmada. Bunlara ârâyiş, işaret, âşûb-ı c han, âşûb-ı çemen, âşül’te, âsaf-pesend, âftâb, elmâs-pâre, bârık, ta ı’â-ter, bâlâ-kad, bahşende, bedr-i münir, birciş, bûkalemun, bi­ li emtâ, câm-ı Cem..... gibi adlar' takılmada, bu adlar, beyitlerle, hattâ tarihlerle tespit edilmede. Hükümetin lâleye narh koymıya r ecbur oluşu, lâle meraltmm derecesini göstermede. Maamafih devlet taassup şeklinde beliren hoşnutsuzluğun ifa- c esine meydan vermemek için de arada bir tedbirler almıyor de- j il. Medine-i münevvere kazası payesinin yüceltilmesi, afyonun ; asak edilmesi, bir müslüman kadınının evinde oturan İranlı bir Temellinin, Vezirhanı önünde idamı, Haremeyn’de tamirat, erkek a e kadınların süslü püslü gezmelerinin men’i, hattâ yine sefahete 1 ir vesile olmakla beraber şehzaidelerin ve bu arada yoksul ço- f uklarının sünnet edilmesi, yine şehzadelerin hatim cemiyetleri bu i odbirler arasındadır. Fakat bütün bunlar halkı teskin etmekten pek uzaktı. İran’ın galibiyeti halkı pek üzmüş, hele muhafız Mustafa Paşa’nın, askeri i:ile haberdar etmeden Tebriz’i teslim edip kaçması, kadı’nm ve . air âciz halkın, kaçarlarken yollarda ölmeleri üzüntüyü büsbü- > i.in arttırmıştı. İbrahim Paşa’nın Tebriz muhafızına şehri terket- nesi için mektup yazmış olduğu, kulaktan kulağa yayılan haber- erdendi. Bu sıralarda devlet ricali İran’a harbe gitme hazırlığın- iaydı. Padişah, orduyla gitmek niyetinde değildi. İbrahim Paşa Üsküdar’a geçmiş, ordu karargâhı oraya kurulmuş, Ahmet III. de :orla ve «Livâ-yi saâdet» le Üsküdar’a geçmiş, oradan sarayına tönmüştü. Vezir, gâh Halep’te, gâh Tokat’ta, gâh Amasya’da kış­ V

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.