ebook img

Mektubat Tercemesi - Imami Rabbani Ahmed Faruki Serhendi Hz. Terceme Eden Huseyin Hilmi Isik PDF

512 Pages·2016·1.84 MB·Indonesian
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Mektubat Tercemesi - Imami Rabbani Ahmed Faruki Serhendi Hz. Terceme Eden Huseyin Hilmi Isik

Hakîkat Kitâbevi Yayınları MEKTÛBÂT TERCEMESİ ONDOKUZUNCUBASKI YAZAN Âriflerin ışığı, Velîlerin önderi, İslâmın bekçisi ve Müslimânların Baştâcı İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED-İ FÂRÛKÎ SERHENDÎ Terceme eden HÜSEYN HİLMİ IŞIK “Rahmetullahi aleyh” [1911-2001 Eyyûb-İstanbul] BİRİNCİ CİLD Hakîkat Kitâbevi Darüşşefeka Cad. No: 53 P.K.: 35 34083 Fâtih-İSTANBUL Tel: 0212 523 45 56-532 58 43 Fax: 0212 523 36 93 http://www.hakikatkitabevi.com.tr e-mail: [email protected] MAYIS-2014 Hilmi! Mektûbunuza müteşekkir oldum. Sıhhatinize şükr etdim. Din ve dünyânıza en ziyâde yarıyan ve dîn-i islâmda misli te’lîf olmıyan (Mektûbât) kitâbını oku- yup, ba’zısını anlamak, çok ziyâde bir fadl ve ihsândır. Bu ihsâna kavuşduğunu anlayınca, Rabbime çok şükr eyledim. Abdülhakîm-i Arvâsî _________________ TENBÎH: Bir çocuk ve bir hayvan yavrusu dünyâya gelir gelmez, bütün a’zâları ve his organları çalışmağa başlıyor. Bunların âhenkli, muntazam çalışmalarıyla ya- şamağa devâm ediyor. Bu hâl, bütün akl sâhiblerini, bü- tün ilm adamlarını hayretde bırakıyor. Bu organları var eden ve böyle çalışdıran sonsuz kuvvet sâhibinin ismi (Allah)dır. Allahın var olduğunu anlamayan kimse yok- dur. İnsanların gözünde kuvvet olsaydı, kendisini görür- lerdi. Her insana, her iyiliği, her râhatlığı gönderen ve her derdi, her sıkıntıyı gönderen Allahdır. Ni’met gelin- ce şükr, derd gelince, istigfâr ve sabr etmelidir. Derdler, ni’metin kıymetinin anlaşılmasına sebeb olmakdadır. İs- tigfârın ve sabrın sevâbı pek çokdur. Dünyâdaki derdler, âhıretde çok sevâb verilmesine sebeb olmakdadır. Her gün (Estagfirullah min külli mâ kerihallah) çok okumalıdır. Bunun ma’nâsı, (Yâ Rabbî, râzı olmadığın, beğenmediğin şeylerden, yapdıklarımızı afv et! Yapma- dıklarımı yapmakdan koru!)dır. _________________ KELİME-İ TENZÎH (Sübhânallahi ve bi-hamdihi sübhânallahil-azîm). Bu kelime-i tenzîh, bu kitâbın 307 ve 308.ci mektûblarında yazılıdır. Bunu, sabâh ve akşam yüz kerre okuyanın gü- nâhları afv olur. Derdlerden kurtulur. Bir dahâ günâh iş- lemekden muhâfaza olunur. Baskı: İhlâs Gazetecilik A.Ş. Merkez Mah. 29 Ekim Cad. İhlâs Plaza No: 11 A/41 34197 Yenibosna-İSTANBUL Tel: 0.212.454 30 00 – 2– MEKTÛBÂT TERCEMESİ ÖNSÖZ İşte budur, miftâh-ı genc-i kadîm: Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâ, dünyâda bütün insanlara acıyor. Fâideli şeyleri yaratıp, dos- tu ve düşmanı ayırmadan, herkese gönderiyor. Âhıretde, Cehenneme git- mesi gereken mü’minlerden tevbe etmiyenlere ihsân ederek, onları afv ede- cek, Cennete kavuşduracakdır. Her canlıyı yaratan, her vârı, her ân varlık- da durduran, hepsini korku ve dehşetden koruyan yalnız Odur. Böyle yü- ce bir Allahın şerefli ismine sığınarak, bu kitâbı yazmağa başlıyorum. Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe ve Onun te- miz Âline ve Ona Eshâb olmakla şereflenmişlerin hepsine selâmlar ve hayrlı düâlar olsun! Târîh boyunca, îmânlılar ile îmânsızlar çarpışmakda, kuvvetli, çalış- kan olan, gâlib ve hâkim olmakda, inançlarını, düşüncelerini yaymakdadır. Bu çarpışma, harb vâsıtaları ile, döğüşerek olduğu gibi, propaganda ile, neşr yolu ile de yapılmakdadır. Şimdi, ikinci savaş bütün hızı ve kuvveti ile her- gün devâm etmekdedir. Îmânsızlar, alçakça ve açıkça iftirâ etdikleri gibi, müslimân şekline girerek, din adamı görünerek, islâmiyyeti içerden yıkma- ğa da çalışıyorlar. Kitâblı ve kitâbsız bu kâfirlerin, plânlı olarak hâzırladık- ları uydurma kitâbları, radyo, televizyon neşriyyâtı ve sinema filmleri bir yandan, câhil ve münâfık kimselerin, dünyâlık ele geçirmek için, ortaya çı- kardıkları yanlış, bozuk din kitâbları ve sözleri de bir yandan, dîni, îmânı yok etmekdedir. Bu ma’nevî yıkıntıyı durdurabilmek için, Ehl-i sünnet âlim- lerinin doğru bilgilerini yaymakdan başka kurtuluş yolu yokdur. Bunun için, yıllarca çalışarak, o büyük âlimlerin kitâblarını inceledim. Sonsuz ölüme sürükleyen kalb hastalıklarının ilâcı olan kıymetli yazıları toplamağa ve ter- ceme etmeğe uğraşdım. Cenâb-ı Hakkın yardımı ve ihsânı ile, birkaç kitâb hâsıl oldu ve basıldı. Resûlullahın vefâtından sonra da, islâm düşmanları dîne, îmâna insafsız- ca saldırmışlardı. Allahü teâlâ, Hindistânda, imâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fâ- rûkî Serhendîyi “kuddise sirruh” yaratarak, o korkunç akıntıyı, bunun ça- lışmaları ile durdurmuşdu. Bu yüce imâmın mektûbları, kitâbları, insanla- rı gafletden uyandırdı. Dünyâya ışık saldı. Kendisi 1034 [m. 1624] senesin- de Hindistânda vefât etdi. Çeşidli memleketlere göndermiş olduğu mek- tûblardan beşyüzotuzaltı mektûbu, üç cild hâlinde toplanarak (MEKTÛ- BÂT) kitâbı meydâna gelmişdir. Büyük âlim, seyyid (Abdülhakîm Efen- di), (Allahın kitâbından ve Resûlullahın hadîslerinden sonra, islâm ki- tâblarının en üstünü, en fâidelisi, İmâm-ı Rabbânînin Mektûbât kitâbıdır. – 3– Mektûbâtda bildirilen tesavvufdan, tarîkatden ve hakîkî mürşidlerden şimdi hiç kalmadı. Bizler, Mektûbâtdaki ince bilgileri, ma’rifetleri anlıya- mayız) buyurdu. [Abdülhakîm efendinin hâl tercemesi (Eshâb-ı Kirâm)ki- tâbımızda yazılıdır.] Bu kitâbdaki mektûbların birkaçı arabî, geri kalanla- rın hepsi fârisîdir. 1392 [m. 1972] senesinde, Pâkistânda, Karaşide (Edeb Menzil Saîd Kompani) de gulâm Mustafâ hân tarafından, üç cildi iki kitâb hâlinde ve hâşiyesinde açıklamalar olarak, gâyet okunaklı ve nefîs basılmış- dır. Bu fârisî baskının, 1397 [m. 1977] senesinde, İstanbulda, foto-kopisi bas- dırılmışdır. Muhammed Murâd-i Kazânî Mekkî tarafından binüçyüziki 1302 [m. 1884] senesinde arabîye terceme edilerek (Dürer-ül-meknûnât) adı verilmiş, 1316 [m. 1898] da, Mekke-i mükerremede Mîriyye matba’a- sında basılmışdır. 1382 [m. 1963] de, İstanbulda da basılmışdır. Muhammed bin Abdüllah Kazânî 1352 [m. 1933] de Mekkede vefât etmişdir. İmâm-ı Rabbânînin ve oğlu Muhammed Ma’sûmun (Mektûbât) kitâbları Müste- kîmzâde Süleymân efendi tarafından farscadan türkçeye terceme edilip, [1277] hicrî senesinde İstanbulda taşbasması yapılmışdır. Târîh incelenirse, kitâblı ve kitâbsız bütün islâm düşmanlarının ve müs- limân ismini taşıyan câhil ve sapıkların (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitâbla- rına çamur atmağa, bu doğru yolun bilgilerini çürütmeğe, yok etmeğe sal- dırdıkları hemen görülür. Bir tarafdan da, din câhili münâfıkların, dünyâ çıkarları için, tarîkatcılık yapdıkları görülüyor. Temiz gençleri, şehîd evlâd- larını bu alçakça saldırılardan korumak, onlara se’âdet ve kurtuluş yolu- nu göstermek ve tarîkatcıların tuzaklarına düşmemeleri için, (Mektûbât) kitâbının hepsini, fârisîden türkçeye terceme edip, basdırarak, kıymetli oku- yucularımıza sunmağı lüzûmlu gördüm. Ehl-i sünnet bilgilerini ve çok in- ce ve derin yazılmış olan tesavvuf ma’rifetlerini kolay anlaşılacak açık kelimelerle yazdım.[1]Ba’zı yerleri iyi açıklıyabilmek için, başka kaynaklar- dan eklemeler yapdım. Bu eklemeleri ve te’vîlleri bir köşeli parantez [ ] içi- ne yazarak, (Mektûbât)dan ayrı olduklarını belli etdim. Aylarca geceli gündüzlü çalışarak, birinci cilddeki üçyüzonüç mektûbun tercemesi, 1 Zil- hicce 1387 ve 1 Mart 1968 Cum’a günü temâm oldu. Birinci baskısı 1968 se- nesinde yapılarak, kıymetli gençlerin istifâdelerine sunuldu. İkinci cildde bulunan doksandokuz mektûbdan kırksekiz adedi ve üçüncü cildde bulu- nan yüzyirmidört mektûbdan, otuzsekiz adedi, (Se’âdet-i Ebediyye)kitâ- bımda okuyabilirsiniz. İşbu (Mektûbât Tercemesi) kitâbında, îmân ve tesavvuf bilgilerine ağırlık verilmişdir. Bu kitâbı dikkat ile okuyan tâli’li bir kimse, kâmil bir îmân ve güzel ahlâk sâhibi olur. Tesavvufu, hakîkî tarîkati anlıyarak, sah- te tarîkatcılara aldanmaz. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sel- lem”, (Kâmil mü’min, eli ile, dili ile, mahlûklara zararı dokunmıyan kim- sedir) buyurdu. Derin âlim seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” de, (Er-Riyâdut-tesavvufiyye) kitâbında, (Tesavvuf, tarîkat, kötü huyların hepsinden kurtulmak, iyi huyların hepsine kavuşmakdır) demek- [1] Evliyânın ba’zı kelimeleri te’vîle muhtacdır. Te’vîl veyâ meâlen bildirmek, muhtelif ma’nâlar içinden dîne uygun olanı seçmekdir. Bunu herkes yapamaz. [46.cı ve sonraki mektûbları okuyunuz!] – 4– dedir. Görülüyor ki, bu kitâbımız, insanları zararsız ve iyi huylu yapmak için yazılmışdır. Bu kitâbı anlıyan ve uyan insan, Allahü teâlânın emrleri- ne ve devletin kanûnlarına itâ’at eder. İslâm dîni, hükûmete isyân etmeği, kanûnlara karşı gelmeği, fitne çıkarmağı şiddetle yasak etmiş, bu konuda hiçbir özr kabûl etmemişdir. Seyyid Kutbun ve Mevdûdînin ihtilâlci, bölü- cü kitâblarına ve boş kafalarından yazdıkları uydurma fetvâlarına aldan- mamalı, fitne çıkarmamalıdır. Müslimân, vatanına, milletine fâideli olur. Vatandaşların aynı hak ve hürriyyetlere mâlik olduklarını bilir. Kendini kimseden üstün görmez. Râhat ve huzûr içinde yaşadığı azîz vatanını, mil- letini ve bayrağını çok sever. Herkese iyilik eder. Bölücülük yapmaz. Gay- rı müslimlere, başka dinden, başka mezhebden olanlara, turistlere, ya- bancı tüccârlara, müsâfirlere de hiç kötülük yapmaz. Müslimânların güzel huylu, iyi insanlar olduklarını, güler yüzü ile, tatlı sözleri ile ve iyi hareket- leri ile, bütün dünyâya tanıtır. Herkesin seve seve müslimân olmalarına se- beb olur. Kötülük yapanlara nasîhat verir. Kimseye hîle, hıyânet yapmaz. Devâmlı çalışır. Halâl kazanır. Kimsenin hakkına dokunmaz. Vergilerini, borçlarını vaktinde öder. Bunu, Allah da sever, kullar da sever. Çalışarak halâl para kazanmanın lâzım ve çok sevâb olduğu (Mekâtîb-i şerîfe)nin sek- sensekizinci mektûbu sonunda uzun yazılıdır. Bu mektûb, (Se’âdet-i Ebe- diyye)ikinci kısm sonundadır. Allahü teâlâ, bütün insanları, imâm-ı Rabbânî hazretlerinin yazıların- dan ve rûhâniyyetinden feyz alarak, küfrden ve sapık inanışlardan korusun! (Ehl-i sünnet) âlimlerinin, Resûlullahdan alarak bizlere ulaşdırdıkları, biricik kurtuluş yoluna kavuşdursun! Âmîn. Bugün, müslimânlar üç fırkaya ayrılmışdır. Birincisi, Eshâb-ı kirâmın yo- lunda olan hakîkî müslimânlardır. Bunlara (Ehl-i sünnet) ve (Sünnî)denir. İkincisi (Şî’î), üçüncü fırka (Vehhâbî)lerdir. Bu ikisine (Fırka-i mel’ûne) denir. Çünki bunların müslimânlara müşrik dedikleri (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbımızda yazılıdır. Müslimânları bu üç fırkaya parçalayan, yehûdîlerle ingilizlerdir. Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, Cehenneme gidecekdir. Her mü’min, nefsini tezkiye için, ya’nî nef- sin yaratılışında mevcûd olan küfrü ve günâhları temizlemek için, her ze- mân çok (Lâ ilâhe illallah)okumalı ve nefsden ve şeytândan ve kötü arka- daşlardan ve zararlı, bozuk kitâblardan gelen küfr ve günâhlardan kalbi- ni tasfiye için, kurtulmak için (Estagfirullah)okumalıdır. İslâmiyyete uya- nın düâları muhakkak kabûl olur. Nemâz kılmıyanın, açık kadınlara baka- nın ve harâm yiyip içenin, islâmiyyete uymadığı anlaşılır. Bunun düâları ka- bûl olmaz. Mîlâdî Hicrî Şemsî Hicrî Kamerî 2001 1380 1422 – 5– Aşkın bağında açan güllere, bülbül olan, İslâmın hasret ile beklediği kahramân, Ma’şûkunun aşkından yanıp yanıp kül olan, Ağlasa yeri vardır, seni görmiyen zemân! İlmîle, irfanîle, sâhib olan (Sılâ)ya, İki temel bilgiyi, vasl eden bir araya, dalıp uçsuz bucaksız, o mu’azzam deryâya, Ve bu zikr deryâsından en büyük payı alan! Kimi sâhile gider ve bu bana yeter der; kimi uzakdan görür, mest olur, başı döner, kimi yalnız seyr eder, kimi bir katra içer; bir Sensin, bu deryâdan, içip içip de kanan! Kur’ândan, hadîslerden sonra, gelir eserin, rûhlara şifâ olan, o mubârek sözlerin, baş kumandanısın sen velîlerin, erlerin; ve (Müceddid-i elf-i sânî) adını alan! Bize seni duyuran, fıtraten dostun olan, ve cihânda bir tekdir, senin izinde kalan. (Seyyid Abdülhakîm) O, senin aşkınla yanan, hürmetine nasîb et, bize şefâ’atından! Eserinle cihânı, yeniden tenvîr eden, sihrli bir kuvvetle, bizi kendine çeken, ondördüncü yüzyılın, zulmetini gideren, (Arvâs)ın ışığıdır, gerisi hayâl yalan! Biz onun talebesi, o sizin tâlibiniz, muhakkak aks yapar; o nûrlu kalbleriniz, belli, birbirinize, âşıksınız ikiniz, ve size âşık olur (Mektûbât)ı anlıyan! – 6– MEKTÛBÂT-I İMÂM-I RABBÂNÎ BİRİNCİ CİLD Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun. Rabbimizin seveceği ve beğeneceği şeklde ve bütün mahlûkların yapdıkları hamd ve şükrlerin katlarından dahâ çok hamd olsun. Onun âlemlere rahmet olarak gönder- diği en sevgili kulu Muhammed Mustafâya salât ve selâm olsun. Onun mubârek ismini söyliyenlerin her söyleyişinde ve gaflet uykusuna dalarak ismini söylemeyenlerin sayısınca ve Ona lâyık ve yakışık düâlar ve selâm- lar olsun ve Onun günâhsız, her dürlü aybdan, kusûrdan uzak Âline ve Es- hâbına da düâlar ve selâmlar olsun! Bu kitâb, hakîkî âlimlerin gavsi, âriflerin kutbu, vilâyet-i Muhammediy- yenin burhânı, ya’nî senedi, şerî’at-i Mustafâviyyenin hucceti, ya’nî senedi, şeyh-ul-islâm, müslimânların büyük âlimi ve Evliyânın önderi (İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî AHMED-İ FÂRÛKÎ Nakşibendî)selleme- hullahü sübhânehü ve ebkâhü hazretlerinin (MEKTÛBÂT)adındaki kitâ- bının birinci cildidir. Bu cildde üçyüzonüç mektûb vardır. Bu mektûbları, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hizmetinde ve sohbetinde bulunarak ilm ve ma’rifet sâhibi olan yâr Muhammed-ül Cedîd-i Bedahşî Talkanî “kuddise sirruh” hazretleri toplamışdır. Hak teâlânın rızâsına kavuşmak isteyenlere fâideli olmak için bu kitâbı vücûde getirmişdir. Allahü teâlâdan ismet ve tev- fîk dileriz, ya’nî bizleri ayblardan, günâhlardan korumasını ve ilerlememiz, yükselmemiz için yardım etmesini dileriz. 1 BİRİNCİ MEKTÛB Bu mektûb, kendi mürşidi, Evliyânın büyüğü, kalb ilmlerinin müte- hassısı (Bâkî-billâh) hazretlerine yazılmışdır. İsm-i zâhire bağlı olan hâl- leri ve Arşın üstündeki makâmlara yükselmeyi ve Cennetin derecelerini ve ba’zı Evliyânın mertebelerini bildirmekdedir: Kâmil ve herkesi kemâle kavuşduran, vilâyet derecelerine ulaşmış, ni- hâyeti başlangıca yerleşdirilmiş olan yolda gidenlerin önderi, Allahü teâlâ- nın beğendiği dînin kuvvetlendiricisi, şeyhimiz ve imâmımız şeyh Muham- med Bâkî Nakşibendî ve Ahrârî “kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes ve bellegahüllahü sübhânehü ilâ aksâ mâ yetemennâhü” hazretlerine, köle- lerinin en aşağısı olan Ahmedden en yüksek makâma dilekcedir. Kıymet- li emrlerinize uyarak bu mektûbu yüzümün karası ile yazıyorum. Dağınık, – 7– bozuk olan hâllerimi titriyerek arz ediyorum. Bu yolda ilerlerken, Allahü teâlânın zâhir ismi o kadar çok tecellî etdi ki, her şeyde ayrı ayrı göründü. Bu tâifeye o kadar bağlandım ki, nasıl bildireyim, kendimi tutamıyordum. Onların şeklindeki zuhûr başka hiçbir şeyde yokdu. Âlem-i emrdeki la- tîfelerin hâlleri ve acâib güzellikler bu şeklde görüldüğü kadar başka hiç- bir şeyde görülmüyordu. Onların yanında eriyordum. Yanıp kül oluyor- dum. Bunun gibi her yiyecekde, her içecekde ve her cismde ayrı ayrı te- cellîler oldu. Lezzetli yemeklerde olan letâfet ve güzellik başka şeyler- de yokdu. Tatlı şerbetler de, tatlı olmayanlardan böyle başka idi. Kısa- ca her tatlı şeyde başka başka kemâl vardı. Bu tecellînin incelikleri, yaz- makla bildirilemez. Yüksek hizmetinizde bulunmakla şereflenmiş ol- saydım, belki bildirmek nasîb olurdu. Bu tecellîlerin hepsi karşısında, yal- nız (Refîk-ı a’lâ)yı istiyordum. Bu tecellîlere bakmamağa çalışıyordum, fekat kendimi tutamıyordum. Birdenbire, bu tecellîlerin, o zemânsız, mekânsız, hiçbirşeye benzemeyen varlığa bağlılığı değişdirmediğini an- ladım. Bâtın, ya’nî kalb ve rûh, hep ona bağlı idi. Zâhire hiç bakmıyor- du. Zâhirde bu bağlılık yokdu. Zâhir, bu tecellîlerle şereflenmişdi. Bâtı- nın gözü bu tecellîlere hiç kaymıyordu. Bunları bilmekden, görmekden yüz çevirmişdi. Zâhir, çokluğa ve iki varlığa bağlı olduğundan, bu tecel- lîlere uygun idi. Bir zemân sonra, bu tecellîler görünmez oldu. Bâtının şaşkınlığı ve bil- gisizliği yine vardı. Tecellîler yok oldu. Bundan sonra, (FENÂ)hâsıl oldu. Te’ayyün geri geldikden sonra hâsıl olan Te’ayyün-i ilmî, bu fenâda yok ol- du, bundan hiçbir şey kalmadı. Bu zemân islâm-i hakîkî başlamağa ve şirk-i hafînin alâmetleri yok olmağa başladı. İbâdetleri kusûrlu ve niyyet- leri bozuk görmek ve kulluk ve yokluk alâmetleri görünmeğe başladı. Al- lahü teâlâ, yüksek teveccühlerinizin ve merhametinizin bereketi ile kulluk ne demek olduğunu bildiriyor. Arşın üstüne yükselmek çok oluyor. Bunlar- dan birinci çıkışda, uzun yolculukdan sonra, Arşın üstüne yükselince, Cen- net yukarıdan kuş bakışı göründü. Bildiklerimden birkaçının Cennetdeki ma- kâmlarını görmek istedim. Dikkat etdim. Göründüler; makâmların sâhib- lerini de o makâmlarda gördüm. Dereceleri, yerleri, şevkleri ve zevkleri baş- ka başka idi. Başka bir yükselişde büyüklerimizin ve Ehl-i beyt imâmları- nın ve Hulefâ-i Râşidînin ve Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” haz- retlerinin ve başka peygamberlerin makâmları ayrı ayrı göründü. Melekle- rin yükseklerinin makâmları,Arşın üstünde göründü. Arşın üstünde o ka- dar yükseltdiler ki, yeryüzünden Arşa kadar veyâ bundan biraz dahâ az, ya’nî Hâce Nakşibend “kaddesallahü teâlâ sirrahül akdes” hazretlerinin makâ- mına olan uzaklık kadar ilerletdiler. Nakşibend hazretlerinin makâmının üs- tünde, büyüklerden birkaçının makâmı vardı. Bu makâmın az üstünde Ma’rûf-i Kerhî ve Şeyh Ebû Sa’îd-i Harrâzın makâmı vardı. Başka büyük- lerin makâmları, bu makâmlardan biraz aşağıda ve bir çoğu bu makâmda idi- ler. Şeyh Alâüddevle ve Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ aşağıda idi. Ehl-i beyt imâmları bu makâmın üstünde idi. Bunların üstünde, dört halîfenin “rıdvâ- nullahi teâlâ aleyhim ecma’în” makâmları vardı. Peygamberlerin “alâ ne- biyyinâ ve aleyhimüssalâtü vesselâm” makâmları, o Serverin “sallallahü aley- hi ve sellem” makâmının bir yanında idi. Meleklerin büyüklerinin “salevâ- – 8– tullahi ve selâmühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim ecma’în” makâmları, bu ma- kâmın öte yanında ve bu makâmdan ayrı idiler. O Serverin makâmı, bütün makâmların üstünde, en başda idi. Herşeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir. Allahü teâlânın yardımı ile, her istediğim zemân yükseltiyorlar. İsteme- den de yükseltdikleri oluyor. Her birinde başka başka şeyler görülüyor. Hepsinin eserleri belli oluyor. Bunların çoğu unutuluyor. O hâllerin birka- çını yazmak istiyorum, fekat kalemi elime alınca hâtırlıyamıyorum. Çün- ki, hiçbirine kıymet vermiyorum. Hattâ bu hâllerden tevbe ve istigfâr ede- ceğim geliyor. Onun için yazmağa sıra gelmiyor. Bu bozuk yazılarımı dol- dururken birkaç şey hâtırımda idi, fekat hiçbirini yazmak nasîb olmadı. Say- gısızlığımı uzatmıyayım. Molla Kâsım Alînin hâli çok iyidir. Kendini gayb etmiş, şü’ûrsuz, bitkin bir hâldedir. Cezbe makâmlarının hepsini aşdı. Kendi hâllerinin, sıfatları- nın asldan geldiğini biliyordu. Şimdi, o sıfatları kendinden uzak görüyor. Kendini bomboş buluyor, hattâ sıfatları durduran nûru da kendinden ay- rılmış görüyor. Kendini o nûrun öte tarafında buluyor. Sevdiklerimizin hep- sinin hâlleri, her gün dahâ iyi olmakdadır. Bundan sonraki mektûbda in- şâallahü teâlâ uzun uzun arz ederim, efendim. 2 İKİNCİ MEKTÛB Bu mektûb, yine büyük mürşidine yazılmışdır. Terakkîlerini ve Allahü teâlânın ihsânlarını bildirmekdedir: Kölelerinizin en aşağısı olan Ahmedin yüksek makâma dilekcesidir. İs- tihâre yapmamızı emr buyuran mektûbu, Ramezâna yakın bir zemânda Mevlânâ Şâh Muhammed getirdi. Ramezândan önce kapınızın eşiğini öp- mekle şereflenmek için vakt bulamadım. Ramezândan sonra bu şerefe kavuşmayı düşünerek seviniyorum. Yüksek teveccühlerinizin bereketi olarak, Allahü teâlâdan durmadan birbiri ardı sıra gelen ihsânların hangi birini yazayım. Fârisî iki beyt tercemesi: Ben o toprağım ki, ilk behâr bulutu, Lutf eder, verir bereketli yağmuru. Vücûdumun her kılı dile gelse de, Şükr edemem ni’metlerinin hiçbirine. Böyle hâlleri bildirmek her ne kadar bir atılganlık ve saygısızlık sanılırsa da ni’metlerle sevinmeyi, övünmeyi de göstermekdedir. Fârisî beyt tercemesi: Beni toprakdan kaldıran, sultân ise eğer, Başım gökden yukarı olsa, elbet değer. Sahv ve Bekâya kavuşmak, Rebî’ul-âhır ayının sonunda başladı. Bugü- ne kadar her ânda tam bir Bekâ ile şereflendiriyorlar. Önce Şeyh Muhyid- dîn-i Arabî “kuddise sirruh” hazretlerinin Tecellî-i zâtî dediği hâlden sah- ve ya’nî uyanıklık, şü’ûr hâline getiriyorlar. Sonra sekr hâline götürüyor- lar. İnerken ve çıkarken şaşılacak bilgiler, duyulmamış ma’rifetler veriyor- lar. Her mertebede, bu mertebenin bekâsına uygun şühûd ile ve ihsânlar- – 9– la şereflendiriyorlar. Ramezân-ı mubârek ayının altıncı günü bekâ ile şe- reflendirdiler. Öyle bir ihsânda bulundular ki, nasıl anlatacağımı bilemiyo- rum. Gücümün oraya kadar olduğunu anlıyorum. Hâlime uygun olan ka- vuşmak burada nasîb oldu. Cezbe tarafı şimdi temâm oldu. Cezbe makâ- mına uygun olan (Seyr-i fillah)başladı. Fenâ makâmı ne kadar temâm olur- sa, hâsıl olan bekâ da o kadar yüksek oluyor. Bekâ ne kadar yüksek olur- sa, sahv da o kadar çok oluyor. Sahv ne kadar çok olursa, islâmiyyete uy- gun bilgiler o kadar çok geliyor. Sahvın temâmı, bütünü peygamberler için- dir “aleyhimüssalâtü vesselâm”. O büyüklerin bildirdikleri ma’rifetler de, dinleridir. Allahü teâlânın zâtında ve sıfatlarında bildirdikleri îmân bilgi- leridir. Bu bilgilere uymayan ma’rifetler sekrden ileri gelmekdedir. Şim- di, bu fakîrin üzerine yağan ma’rifetlerin çoğu, islâmiyyetin bildirdiği ma’rifetlerin açıklamasıdır ve onları bildirmekdedir. Akl ile, düşünce ile an- laşılan bilgiler, şimdi keşf yolu ile ve kendiliğinden hâsıl olmakdadır ve top- luca kazanılanlar, uzun ve açık olarak ele geçmekdedir. Fârisî beyt tercemesi: Dahâ söylersem eğer, çok uzun sürer, Korkarım, utanmazlığa kadar gider. Fârisî mısra’ tercemesi: Köle, haddini bilmelidir! 3 ÜÇÜNCÜ MEKTÛB Bu mektûb, yine büyük mürşidine yazılmışdır. Sevdiklerinin belli bir ma- kâmda kaldıklarını, birkaçının bu makâmı geçdiklerini ve tecellî-i zâtî makâmlarına kavuşduklarını bildirmekdedir: Yüksek makâmınıza sunulur ki, buradaki sevdiklerimiz ve oradaki sev- diklerimizden her biri, bir makâmda kalmışlardır. Onları bu makâmlardan kurtarıp çıkarmak güç oluyor. O makâmlara yakışan bir kuvveti kendim- de bulamıyorum. Yüksek teveccühleriniz ve merhametleriniz ile Hak te- âlâ ilerletiyor. Bu alçağın yakınlarından biri bu makâmdan kurtulup geç- di. Allahü teâlânın zâtının tecellîleri başladı. Çok güzel bir hâldedir. Aya- ğı, bu aşağı kölenizin ayağı üzerindedir. Başkalarının da ilerlemelerini umuyorum. Oradaki sevdiklerimizden birkaçının yaradılışı mukarreblere uygun değildir. Bunların hâli, ebrârın yoluna uygundur. Hâlleri böyle iken, elde etdikleri yakîn de büyük ni’metdir. Bu yolda olmalarına emr olun- maları uygundur. Fârisî mısra’ tercemesi: Herkesi bir iş için yaratmışlardır. Bunların ismlerini açıklamıyacağım. Çünki, yüksek varlığınıza gizli de- ğildirler. Çok yazarak saygısızlık etmekden çekiniyorum. Bu kâğıdı doldur- duğum gün, Mîr Seyyid Şâh Hüseyn, çalışırken şöyle gördüğünü söyledi: (Büyük bir kapı önüne gelmişim. Bu kapı, hayret, şaşkınlık kapısıdır dedi- ler. İçeri bakdım, o yüksek zâtı ve seni gördüm. Ben de gireyim diye çok uğraşdım ise de, ayaklarımı kaldıramadım.) – 10–

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.