TARİH-LENK Kusursuz Yazarlar, Kâğıttan Metinler Yazan: Y. Hakan Erdem Yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. Dijital Yayın Tarihi: Ocak 2013 / ISBN 978-605-09-1077-3 Kapak tasarımı: Geray Gencer Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. 19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 1 Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16 www.dogankitap.com.tr/ [email protected]/ [email protected] Tarih-Lenk Kusursuz Yazarlar, Kâğıttan Metinler Y. Hakan Erdem Sabancı Üniversitesi'nde "Kaynaklar ve Yöntemler" derslerimi alan değişik "öğrenci kuşaklarından" tüm öğrencilerime Teşekkür Bu kitabın nüvesi bundan neredeyse 25 sene kadar önce ortaya çıktı ama böyle durumlarda hep olageldiği üzere bu nüvenin bir kitaba doğru evrileceğini ben o zaman bilmiyordum. Kuşağımdaki pek çok genç akademisyen gibi ansiklopedilere maddeler yazıyordum. Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi için yazdığım bir maddeden dolayı önce Türkçe bir kaynağa, sonra da İngilizce bir diğerine bakmam gerekmişti. Benzerlikler, benim gibi toy bir tarihçi için çok şaşırtıcıydı... Kartopu sonraları büyümeye devam etti. "Bir şeyler çıktıkça" bir tarafa not ettim ama kitap eleştirisi vadisinde hiç kalem oynatmadım. "Keşiflerimi" arkadaşlarımla paylaştığımda en çok duyduğum sorulardan biri "Sen bunu yazdın mı?" oldu. Bu soruya bir gün olumlu cevap verme arzusudur ki beni bu kitabı kaleme almaya itti. Tabii ki "keşif paylaşma" işi, kitabın 2005 yılında başlayan yazım sürecinde artarak devam etti. Gevezeliklerimi hoşgörüyle dinleyen dostlarım "Yok artık Hakan!" diyerek beni ne kadar teşvik ettiklerini bilemezler bile... Dolayısıyla her kitabın olduğu gibi bunun da teşekkür borçlu olduğu kişiler var. Kimin ne yaptığını tek tek saymaksızın, Tarih-Lenk'in epey bir kısmını benden sözlü olarak dinledikleri, sohbetleriyle ufkumu genişlettikleri, beni kaynaklara yönlendirdikleri, metni kısmen veya bütünüyle okudukları, eleştirilerde ve önerilerde bulundukları, bilerek veya bilmeyerek ilham verdikleri ve hepsinden önemlisi yazımını teşvik ettikleri için Ayhan Aktar, Mustafa Arslantunalı, Tülay Artan, Cem Behar, Murat Belge, Halil Berktay, Halil Beytaş, Tufan Buzpınar, Hülya Canbakal, Ebubekir Ceylan, Ahmet Davudoğlu, Selim Deringil, Edhem Eldem, Mehmet İpşirli, Hasan Bülent Kahraman, Yavuz Selim Karakışla, Asım Karaömerlioğlu, Cemil Koçak, Gülayşe Koçak, Erol Köroğlu, Özlem Kumrular, Metin Kunt, Gün Kut, Nadir Özbek, Azmi Özcan, Jale Parla, Akşin Somel, Işık Tamdoğan, Tosun Terzioğlu, Mehmet Tütüncü, Ahmet Yaşar ve Akın Yılmaz'a ve yukarıda saydığım şeylerin hepsini ve çok daha fazlasını yapan eşim Araks Şahiner-Erdem'e teşekkür ederim. Söylemeye bile gerek yok ki her türlü olası hata sadece benim dikkatsizliklerimin ve inatçılıklarımın sonucudur. Giriş Türkiye'de bir eleştiri kültürü eksikliğinden çok ciddi olarak söz edebiliriz. Sinemada, edebiyatta, genelde sanatta, hatta Türkolojide durum biraz daha iyi görünüyor ama söz konusu olan tarih metinleri ise bu eksiklik iyice dikkat çekiyor. O kadar ki tarih eleştirileri niteliği taşıyan metinlerin, üstelik komşu ve tarihe yardımcı disiplinlerde olanlarını sayarak geniş tutsak bile epeycesini bir çırpıda saymak işten bile değil. Merhum Orhan Şaik Gökyay'ın Destursuz Bağa Girenler'ini[1], Talat Tekin'in Türkoloji Eleştirileri'ni[2] merhum Şinasi Tekin'in, İştikakçının Köşesi'ni[3] hangi tarihçi zevkle ve yararlanarak okumadı ki? Başka? Edebiyat tarihçilerine hiç girmeyeyim ama özel konumundan dolayı Fuat Köprülü'yü atlayıp geçemeyiz gibime geliyor. Tarihe olan özel ilgisinden dolayı Murat Belge'yi de kesinlikle atlamamalıyız... Sonra? Hasan Bülent Kahraman'ın "tarihle kültürün kesiştiği noktaya" "çentik" atan Kültür Tarihi Affetmez'ini[4] de kaydedelim... Tabii, tarihçilerin kendilerinin yaptıklarını da unutmamak gerek. Ali Birinci'nin yıllara yayılan mesaisinin önemli bir kısmı kaynak değerlendirilmesine ve eleştiriye hasredilmiş olmasıyla hemen ön plana çıkıyor. Onun Tarih Uğrunda'sı[5] hatta kısmen de Tarih Yolunda'sı[6] bu meyanda aklıma gelen eserleri. Mertol Tulum'un Tarihî Metin Çalışmalarında Usul'ü[7] bu alanda gayet yararlı bir deneme. Tabii ki, Mete Tunçay'ın Eleştirel Tarih Yazıları'nı[8] da burada zikretmeliyiz... Burada kitap haline gelmiş metinleri sıralıyorum. Yoksa tek tek tarih metinlerinin kitap eleştirileri formatında eleştirilmesi tabii ki söz konusu ve bu eleştiri makalelerini üreten ve benim burada sayamayacağım nice meslektaşımız var. Bu eleştirilerin epeycesinin çıktığı eski Tarih ve Toplum ile şimdiki Toplumsal Tarih dergilerini es geçmesek iyi olur... Bu meyanda hemen, gayet ciddi ve tematik yayın yapan ve büyük oranda genç tarihçilerin emeğine dayanan Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi aklıma geliyor... Genel bir kitap ve eleştiri dergisi olmakla beraber sayfalarında tarih metinleri eleştirilerine sık sık yer veren Virgül'ü katiyen atlamayalım... Kitabiyat dergisi Müteferrika'da her zaman tarih metinlerine yer var... Peki, günlük gazetelerde tarih metinleri eleştirileri yapanları da eklersek, resim, tabii ki hâlâ eksik, ama oldukça berrak bir şekilde ortaya çıkıyor. Çok farklı duruşları ve çıkış noktaları olsa da bir zamanlar çeşitli gazetelerde bir "Zaptiye" köşesi olan Murat Bardakçı'yı ve bugünkü Taraf'ta "Okuma Notları"nı yazan Halil Berktay'ı örnek vereyim... Ama bakın, bir nokta geliyor ve hakikaten tıkanıyoruz. Ola ki bu benim kişisel bilgi eksikliğimden veya sığlığımdan kaynaklansın, o zaman lütfen kendinize sorun; nerede o eleştirel tarih yazıları? Veya şöyle çevirip sorayım; Türkiye'de böyle tür oluşturacak kadar bir külliyat var mı? İşte, her türlü muhtemel atlamama karşın ben bu soruya olumlu bir cevap vermekte zorlanıyorum. Ne tarafından bakılırsa bakılsın bu durumun sağlıklı olduğunu söylemek güç. Eleştirilmeyen, değerlendirilmeyen ve yanlışları irdelenmeyen, tartışılmayan, düzeltilmeyen metinler eğer bir kez daha basılacak kadar ilgi çekmiş cinsindense yine aynı yanlışlar, aynı sakatlıklarla ortaya çıkıyor, meğer ki yazarının kendisi insaf sahibi biri ola. İşte o zaman yazarın, kendi gözünün gördüğü eksiklikleri gidermesi veya eş dost meclislerinde kulağına gelen ufak tefek noktaları düzeltmesi gündeme gelebiliyor. Fakat genelleme yaparak söylüyorum, kamuya açık, kamunun erişebileceği bir şekilde metinler üzerinden yazılı bir şekilde tartışma alışkanlığımız pek gelişmemiş. Tarih alanında durum o merkezde ki yazan, genelde yazdığıyla kalıyor. Dolayısıyla bir yandan yanlışları, hataları bazen kuşaklar boyunca yeniden üretip duruyoruz, tarih yazımcılığı gelişemiyor, diğer yandan çok değerli metinler bile eleştirilmedikleri, eleştirinin şefkatli ilgisinden yoksun kaldıkları için eninde sonunda bir şekilde entelektüel açıdan kavruklaşıyorlar, etkisizleşiyorlar. Bunları bir zincirin birbirlerini "gören ve duyan", yani tutarlı olarak izleyen fakat her biri kendi özgün karakterine sahip irili ufaklı halkaları olarak görmek imkânsızlaşıyor. Metinleri üreten yazarlar ise, tam tersine, eleştiri pireleri tarafından ısırılmamanın huzuru ve rahatı içinde irileşiyor, irileştikleri oranda hantallaşıyorlar. Hiçbir bilimsel ölçüte dayanmadan sadece kişisel ve sübjektif bir gözlem olarak söylüyorum, bana öyle geliyor ki ülkemizdeki çoğu tarihçinin en iyi çalışması doktora tezleri! Neden mi? E, doktora tezi, tanım gereği öncülü olan yüksek lisans tezinden daha derinlikli, daha kapsamlı, daha olgun bir metin. Bu bir. İkincisi ve daha önemlisi ise şu; doktora tezi iyi kötü, bir hoca, eğer kurallar hakkıyla çalışıyorsa bir tez izleme komitesi ve nihayet bir jüri tarafından akademik olarak denetlenen, evet, buradaki bağlamda söyleyeyim, iyi kötü eleştirilen ve bu eleştirilerin yazarın yüzüne karşı söylendiği tek çalışma türü de ondan! Ondan sonrası, kişinin kendi çevresinin övdüğü, başka çevrelerin ya ilgisizce karşıladığı veya lisanen sövdüğü ama yazılı olarak eleştirmediği metinler üretmekle geçiyor. Dolayısıyla, başka ülkelerde pek olmayan bir şey oluyor, insanın çıraklık dönemi eseri oluyor mu en kayda değer eseri? İşte bu yüzden ortalığı istila eden "pulp-tarih" metinlerinden bir şekilde, hepimizin sorumlu olduğunu, işimizi tam yapmadığımızı düşünüyorum. Bakın, eleştiri eksikliği konusundaki yakınmamı Mete Tunçay daha önce dile getirmiş, sözü uzatmadan alıntılayayım: Özgürlük, eşitlik, dürüstlüğe inandığım için, yapmaya çalıştığım incelemelerde hep eleştirici oldum. Genellikle kendi çevremden övgüler aldım, başkaları da bana saygı gösterdiler. Ne yazık ki, benim çalışmalarımı çok az kişi eleştirdi. Bir istisnayı burada memnuniyetle anmak istiyorum... Evet, Tunçay böyle söylüyor ve kendisine yöneltilen eleştirinin "çoğu savlarını haklı ve düşündürücü" bulduğunu söyleyerek araştırmalarını eleştiren adaşı Mete Çetik'e teşekkür ediyor.[9] Böylesi bir ortamda kim gerçek bir katkı yapmış, tarih bilgi birikimini bir adım daha ileriye götürmüş, kim özgün düşünce fukarası bir tembel, sırtüstü yatmış, gerçekten de ne belli oluyor, ne de kimsenin umurunda. Bizden önce yapılanı eleştirmek yerine, yani yukarıdaki zincir metaforuna dönersem, zincirin eski baklalarını görmek ve duymak yerine sessiz sedasız kendi halkamızı üretme yolunu seçiyoruz. Belki daha kolay, daha zararsız. Kimseyi üzerinize sıçratmazsınız. Üstelik belki bu halkayı bilezik olarak kullanacak birileri, almaya hevesli bir müşteri bulunur! Veya siz zevkleri yerleşmiş, oturmuş bir pazara giriyorsanız, o pazar için ustanın ürettiği halkanın aynısını üretir, rahatça satarsınız. Peki, bu neden böyle? Bugün etrafımızda gördüğümüz ve kolay kolay anlamlandıramadığımız pek çok şey gibi kökleri geçmişte bir yerlere giden
Description: