ebook img

MEB İslam Ansiklopedisi 3 PDF

700 Pages·1979·58.26 MB·Turkish
by  MEB
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview MEB İslam Ansiklopedisi 3

|LA. [ Bk. CEBELE.] burası Salim ( ölm. 519 = 1125 ) ’in ahfadı elin­ İR. [Bk. CÂBER. ] de kaldı. [ Salim’den sonra ‘İzz al-Din Sayf ‘‘İtiYA. [ Bk. CEBERİYE.J al-Davla Abu ’1-Lîasan ‘Ali zamanında 1146 'KA Bk. CEBERT.] (541) senesinde Musul ve Halep emîri ata- p |^ p :;^ Yl. [ Bk. CE8ERTÎ,] beg Zengi burasını şiddetli bîr muhasara altı­ «'R U T. [Bk. CEBERUT.] na aldı, fakat 15 eylülde kölelerinden biri ta­ i [ Bk. CEBBÂR.] rafından öldürülmesi üzerine, ordusu dağıldı­ li. [ Bk. CEBBÜL.] ğından, kale yine eski sahibinin elinde kaldı 1. İ0‘c . [ Bk, CEBBÛL.] ‘ Nihayet 564 (1163/1169 )‘te bu Şihab al- •• ■ CA'BAR veya Ca'bar-KalesÎ §ı- Din Mâlik b. ’AH kaleyi Nur al-Din Mahmud : "de fırat nehrinin orta mecrasının b. Zengi ’ye, Suruç şehrini almak mukabilinde, e, Şiffia’in hemen-hemen karşısın­ teslim etti. [ ‘Ukayl-oğuliarının bu kaledeki hâ­ la jharâbesidir. islâmiyetten evvel ve kimiyetleri tam 83 sene sürmüştür. 589 ( 1193 ) || İlk zamanlarında, bu mahalle Dav- 'da Câber’1 yeğeni Malik al-Zahir al-GâzPnin i^duly-Wissowa, IV, 2234) deniliyordu, elinden almağa muvaffak olan Malik al-‘Adil fyfyacılan Davsar dedikleri bu ma- Abu Bakr b, Ayyüb burasının tahkimatını art­ ,;kka ’dan Bâlıs ’e giden ( krş, İbn Hur- tırmış ve hâzinesini burada saklamıştır. Malik >;:• 74; Taban, IH, 220) yol üzerinde, al-Hâf>z Nür al-Din Arslan Şah ( 598 = 1202 ) olduğunu kaydederler. Memlûkler ’ın emareti uzun sürmüş ve onun zamanında rîumş ’tan, Salamya, Buğaydid ve Hvarizmliler Ca'bar havalisini yağma etmişler­ ' 'Hyş) tarîki ile, Ra’s ai-'Ayıı’a gi- dir. Malik aî-Hifiz ile oğlu Tak* al-Din Mas- ?*-£.-■ t yolu Fırat’ı Ca'bar mevkiinde kes­ ‘ûd ’un arası açılmış ve Mas'üd, Ca'bar kale­ fi^ ' ' . sinde servet ve emvalin çokluğunu HvârİzmIi- Sri ¿asa istinat etmeyen bir arap ah- ier ’e haber vererek, onları bu kalenin zaptına İSİföeski isnii al-Nu'min b. al-Munzir teşvika başlamıştı. Malik al-Hifîz safer 63S aâl Davsar ’in isminden iştikak., ettirir. (eylül 1240)’de Halep hükümdarı olan hem­ Ijnanlar Numayr kabilesi elinde kalan şiresi Safiye Hatun ile yeğeni al-Maiik al-Nâ- İC140 tarihlerine doğru Mısır Fatımî şir Şalâh al-Din Yusuf’a haber göndererek, ¡linin Suriye kumandanı Anüştigin Ildız- muayyen tahsisat mukabilinde, Ca'bar’i ona ,eline geçmiş ise de, onun ölümünden teslim eylemiştir. 1260 ’ta Ca'bar Hulagu ’ya §§çç kabilenin reisleri olan ‘Utayr ailesi teslim olmuş ve kale tahrip edilmiştir. Git­ ân geri alınmış ve daha sonra ICuşayr gide büsbütün harap olan bu kale arap aşiret­ in eline geçmiştir ]. Ca’bar ismine ge­ lerine yaylak ve türkmen oymaklarına da kış­ le Selçuklular devrinde burasını alan lak olmağa başlamıştır. ;fierden Sâbik al-Din Ca'bar’den geldiği Âşık Paşa-zâde ( İstanbul, 1332, s. 3 ) başta Bu zat ve oğullan Malikşâh b. Alp- olmak üzere, eski osmanlı vak’anüvisierinin bir fkaleyi alıp da Halep 'Ukaylilerinin so­ kısmı tarafından nakledilen bir hikâye ve yine Si lü olan Salim ’e, eski ülkesine karşılık onlar tarafından „türk mezarı“ tesmiye edilen üzere, terkedinceye kadar ( 479 =sr 1086/ mezar, emîr Zengi ’nin buradaki meşhedinin ■ m bu civarda yol kesicilik ettiler ve sul- türkmenler arasında bırakmış olduğu hâtıra ile âlikşah tarafından öldürldüler. Frenk- Anadolu türk devletinin kurucusu Süleyman uvakkat süren işgali hâriç olmak üüzere, Şah b, Kutulmuş ’un 5 haziran 1086 tarihinde í CİBER - CÂbÎIL Halep civarındaki şahadetinin hâtırasının ka­ 167 ); G. L. Bell, Amurath io Amarath, s. rıştırılmış olmasından teşekkül eden bir riva­ 48—51; 'İzz al-Din b. Şaddâd, al-A'lâk al- yete zemin olmuştur. Bu rivayete göre, „türk kazira fi umara’ al-Şâm va ’l-Cazira, II mezarı'* osmanlı devletinin müessisi Osman (Berlin kütüp., arap. yazm., nr. 9800, mad. Bey’in büyük babası (?) Süleyman Şah’m CA'BAR, var. 20—22 ) ; Makrizi, alSulük (Mı­ Fırat’ı geçerken, boğulup, defnolundugu yer sa­ sır, 1934). (M. Hartmann.) yılmaktadır. Hattâ bu mezar Abdülhamid îl. Bu makale Mükrimin Halil Ymanç tarafın­ tarafından, mükemmel bir surette, yeniden yap­ dan tevsî edilmiştir. tırılmıştır ]. CABÎR. [ Bk. câbİr.] Abu M-Fidâ’ ’nın anlattığına göre, kendi za­ CÂBİR. CABÎR b. A flah, A bu Muhammed, manında kale harabe hâlinde idi; Muhammed orta çağda garpta Geber adı ile tanınmış bir al-Nâşir b. Kala’ün ’un hâkimiyeti sonlarına heyetşinastır. Bu zatı, tam ismî Abü doğru tâmir görmüştür. [ Memlûkler zamanında 'Abd Alİâh Câbir b. HayySn al-Şüfi olan e i - Halep nâipliğine bağlanan Ca’bar ’i, türkmen kimyacı Geber ile, ekseriya karıştırırlar. Döger ulusunun bir boyu işgâl etmiş, bu boyun Câbir b. Aflajj Sevilla ’da doğmuştur; yaşadığı reisleri tarafından bir emâret kurulmuş ve DÖ- tarih kat’î olarak bilinmiyor. Bununla beraber gerli beyleri, gerek Memlûk saltanatının ve ge­ XII, asır ortasında vefat etmiş olacağı, oğlu­ rekse Osmanlı imparatorluğunun devamı müd­ nun yahudi feylesof îbn Maymun ( öl m. 1204 ) 'u detinse, buraya hâkim olmuşlardır. şahsan tanımış olması keyfiyetinden çıkarıla­ Zamanımızda Çapar, Bekmeşli, İîbegli, Kara- bilir. Ayrı iki isimle hâlâ mevcut olan bir şeyhli, Çadırlı, Güllü, Güvenç ve Saygül gibi, hey’et eseri yazmıştır; Kitâb al-kaya namında Döger ulusunun muhtelif oymakları Ca'bar et­ biri — Escurial’de ve Islak al-macistî ismi ile rafını kışlak ittihaz ettikleri gibi, Viide adın­ diğeri de — Berlin ’dedir ; müellif Batlamyus 'un daki arap bedevî aşireti de yazın bu kale bâzı görüşlerini şiddetle tenkit ediyor; bilhassa harabesi civarında konaklar. Osmanlı devleti güneşe takriben 3' ’İlk bir „ihtilâf-1 manzar" zamanında Ca'bar Rakka kazasına bağlı bir (sath-ı arz üzerinde duran bîr müşahidin gö­ nahiye merkezi idi. 1918 senesi son baharında zünden her hangi bir yıldıza giden hat İle ar­ bu havâli İngiliz kuvvetleri tarafından işgâl zın merkezinden o yıldıza giden hat arasındaki edilmiş ve müteakiben ecıniyet-i akvam tara­ zaviye) atfettiği hâlde, arza güneşten daha fından, Fransa ’nın mandası altına konularak, yakııı olan Zühre ve Utarid seyyârelerinde hiss- Suriye ’nin hudutları içinde kalmıştı. 20 teşrin olunacak kadar ihtilâf-ı manzar bulunmadığı I. 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi hakkmdaki iddiasını, haklı olarak, cerhedİyor. hükümeti ile Fransa arasında imzalanan Ankara Bundan başka bu eser, hey’et kısmından evvel, itilâfnâmesinin müzakereleri sırasında, „türk müsellesata dâir, hususî bir faslı ihtivâ etmekle mezarı" âbidesinin orada bulunması dolayısı temeyyüz eder ( bk. mad. ABU T.-VAFÂ’). Küre- ile, bu muahedenin 9. maddesi hükmüne göre, vî müsellesata dâir düstûrlarından netice ihracı Türkiye hududundan 100 km. kadar uzakta, için, esas olarak „4 bu’ut kaidesini" kullanıyor Suriye arazisi dâhilinde olmasına rağmen, orası ve ilk defa olarak zâviye-i kaimdi müselles türk toprağı sayılmış ve burada muhafızlar için, beşinci esas düstûru vazediyor ( kos A = bulundurmak ve bayrak çekmek hakkı Türkiye kos a. sin B.). Müstevî müsellesâtta da Bat­ ’ye verilmiştir. Bugün bu mevkide, Fırat nehri lamyus usûlüne göre hareket eder, yâni sinüs vadisine hâkim bir tepe çıkıntısı üzerinde bir ve kosinus müsellesât tabilerini kullanacak yer­ çok kısımları henüz sağlam duran Ca'bar kalesi de, yeterlerin yardımı ile meselelerini hâll­ ile etekte „türk mezarı“ ’m ihtiva eden bir küm­ eder. — Bu eser, Gerardi de Cremona tara­ bet ve’ Türkiye cünihuriyeti hükümeti tarafın­ fından, lâtinceye tercüme edilmiş ve bu ter­ dan yapılmış bir jandarma karakolu bulun­ cüme Gebri filii Affla Hispalensis de astro­ maktadır]. nomía libri IX, in quibus Ptolemaeum, alioqui Bibliyografya'. YSljüt, Mu cam, II, doctissimum, emendavit v.s, adı ile, Petrus Apİ­ 84; Abu ’I-Fidâ’ (nşr. Reinaud), s. 269 ve anus tarafından, 1534 ’te Nürenberg ’de neşr­ 276 v.d.; İbn Fazl Allah al-’Omari, Tarif olunmuştur. Uiûm-i gaybiyeden bâhis, Sefer (Kahire, 1312), s. 176 ve 180; Kalkaşandi, ka-iamar adlı, ibrânîce bir eserin Câbir b. ¿av al-şubh (Kahire, 1324 = 1906), s. 300; Aflah’a âit bir eserden tercüme olup-olmadığı G. le Strange, Palestine under tke Moslems, belli değildir; bu eserin müellifi de İbn Aflajı s. 417; ayn. mil., Eastern Caliphate, s. 102; değil, Abü Aflah al-Saralç:osti adını taşımak­ Ritter, Erdkunde, X, 1074—1080; M. von tadır. Oppenheim, Vom Mittelmeer zam pers. Bibliyografya'. İbn a!-Kifti (nşr. Golf, II, 675 M. Hartmann, ( ZDPV, XXII, Lippert ), s. 319, 393 ; Kâtib Çelebi, VI, 506 ; CÂBİfL İ M. Steiııschneider, Zur pseudepigraphischen cudiyetini bile tehlikeye sokan bilgi ve itikat Litteratur ( Berlin, 1862), s. 14 v.dd. v. 70 sinkretism 'i mevzuubahstir. Câbir, şeriati fesh­ v.dd.; v. Braunmühl, Vorlesgn, über Gesch. edecek ve Kur'an 'ın vahiy yerine yunan fel­ der Trigonom. ( Leipzig, 1900 ), I, 8: v.dd.; H. sefe ve İlminin ışıklarını koyacak bir yeni ima­ Suter, Abhandlungen zur Gesch. der mathem. mın yakında zuhûr edeceğini ilân eder. Cc’- İPîss., X, 119, XIV, 174 ; Sâlih Zeki, Âsâr-ı ba­ pusun umdeleri, mümessilleri alevî imamlar kiye (İstanbul, 1326), I. ( H. SüTER.) olan bu tamamen saf vahiy ve ilhamın izahıdır. CÂBİR. CABİR b. Hayyân al-Azd! Dinî ıstılahlar bakımından, Câbir Karmati- AL-KOfî, şi’î imamlarının akıncısı Ca'far al- lere çok yakındır ( 260 ‘tan sonra faâliyete ge­ Şâdilf ( öim. 148 = 765 ) ’in talebesi olup, arap çen Karmatilerin Câbir’de bahsi geçer). İma­ müellefâtı, arasında kendisine atfedilen eserler ma, şâmit ’e zıt olarak, nâtik denir; suluk mevsuk değildir. Bunların mevcudiyeti hakktn- mertebeleri Karmati ve Fâtımî Ismâ'İlilerde da en eski deliller, bir taraftan elkimyacı İbn kullanılan tâbirler ile gösterilmiştir ( bâb, fıuc- Umayl (350 = 960 yıllarında) ve İbn Vahşıya ca, dâ'i mutlak, sâbik, tali, lâfyik v.b,), imama (350 = 960 yıllarında )'nin eserlerinde, diğer muhalif olanların akidesi dahi tafsil edilmiştir. taraftan İbn Nadim [ b. bk. ] ’in Fihrist ’inde Dünya tarihî, müteâkip ilhamlara göre, 7 mer­ bulunmaktadır. Fihrist ’te mevcut yazmalar ile haleye ayrılır; bunlardan Câbiri imamın ilhâmt tamamlanan malûmat ve bizzat Câbir 'in eserle­ sonuncusudur. Keza ‘A li’den, yeni imam İfâ’im rindeki kitablyat bahisleri, Câbir’in corpusunu 'e kadar teâkup eden müslüman imamlar yedi­ (külliyat) hemen-hemen tamamiyle, yeniden dir ; Haşan, Husayn, Muhammed b. al-Hanafiya tesblt etmeğe kâfidir. Corpus bir kaç kolleksi- ( böyle 1 ), ‘Ali b. yusayn, Muhammed a!-Bâkir, yona ayrılmıştır ki, en mühimleri şunlardır : 112 Ca'far al-Şâdik, İsmâ ‘il ( = Muhammed b. îs- kitap, elkimyaya dâir ( Zosimus, Demokrites, mâ‘il = yeni l£â’im). Karmatiya ve Ismâ'iliya Hermes, Agathodamon v.b.) bir çok malûmat ’nin aksine, 'Ali 7 imamdan biri sayılmamıştır ; ile birlikte, elkimya tatbikatı hakkında insi­ o nâtik ’m fevkinde, gizli bir ülûhiyet, bir camsız risaleler; 70 kitap, Câbir'in elkimya şâmit ’tir ve 7 imam, onun yer yüzünde teces- nazariyesinin sistemli tafsili; 144 kitap veya südüdür. Bu hususta Câbir 'İn mezhebi Nusayri kutup al-mavâzin, elkimya ile bütün ulûm-i [ b. bk.j mezhebine benzer. Keza onda da, Nu- gaybiyenîn nazarî ve hassaten felsefî esaslarına şayriler ile müşterek olarak, 'ayn ( = ‘A1İ), dâir ; 500 kitap, kutup al-ma<oâzîn 'in bâzı mim ( = Muhammed ), sin{ — Salman ) ’den ibâ- meselelerini derinleştiren münferit risâlelerden ret, 3 İlâhî uknum vardır; sin, Câbir ’de, mim ’in ibarettir. Bu 4 kolleksiyon, Câbir ’in nazariye­ fevkindedir. Bu sistemde, Câbir tarafından ilân sinin tekâmülünde ve külliyatın terkibinde, mü­ edilen ve Mâcid yahut Yat'im adını alan imam, teakip 4 merhaleyi gösterir. Buna el kimyadan 'ayn ’m doğrudan-doğruya bir sudûru olup, mim bahseden diğer küçük kolleksiyonları, Aristo ve sin ’e tekaddüm eder. Bütün şi’î ğulât ’ta ve Eflâtun 'un eserlerinin tefsirlerini, sonra fel­ ve bilhassa Nuşayrilerde olduğu üzere, burada sefe, astronomi (ilm-İ hey’et) ve astroloji (ilm-i da tenâsuh (tâbirleri: tanâsuk, advâr, akvâr, nücûm ), riyaziyat ve musiki, tıp ve sihir hak­ nash, fash, rask, mash) kabul olunmuştur. kında tetkikleri ve nihayet dinî yazıları ilâve Diğer cihetten Câbir ‘in yazıları, islâmda ilim­ edebiliriz. lerin tarihine temas eden meseleler vaz’eder. Cor­ Islâmın iktibas ettiği kadîm ilimlerin bütü­ pus şu ilim şûbelerinin tetkikine hasrolunmuş­ nünü ihtiva eden bu geniş müellefât, bir tek tur: elkimya (dâimâ ilk plândadır), tıp, ilm-i nü­ müellifin eseri olamaz ve hicretin If. (VII.) cûm, sihir ( telesmologie ), eşyanın husûsî hassa- asrının ilk yarısına da aslâ âit değildir. Bir­ ları nazariyesi (kavâşş) ve canlı varlıkların, birini tutan bütün vak’alar, corpusun III. (IX.) sun’î olarak, meydana getirilmesi ( takvin ). Ka­ asrın nihâyetinde veya IV. ( X.) asrın başlan­ dîm ilimde bunlara karşılık olan şûbeler hak­ gıcında yazıldığını gösteriyor, kında bizim ekseriya yanlış mâlûmatımız oldu­ Câbir ’in yazıları, evvelâ, bir din tarihi me­ ğundan, Câbir ’in yazıları, yunan ilminde kaybol­ selesi vaz’eder. Nasıl bizim bildiğimiz elkimya- muş telâkki edilen, enteresan tarafları te’sise cılar, hiristiyanî bilgiye teveccüh etmişlerse, müsaittir. Câbir ’in elkimyası, eski elkimyadan Câbir de aynı şekilde, ilimler sistemine müs­ bize kalan her şeyden esaslı surette ayrılır. Câ­ lüman bilgisini idhâl etmiştir. Bu bilgi itizâle bir ’in elkimyası ilk çağda Zosimus ’un ve diğer­ dâir eserlerin söylediği gibi, I. ve II. asır şi’î lerinin yazıları ile temsil edilen ve islâmiyette mahfillerinde teşekkül eden iptidaî bilgi de­ İbn Umayl, Turba Philosophorum, Tuğrâ’i, Cil- ğildir ; daha ziyâde, III. asrın nihâyetinde, müf­ daki v.b. gibi, elkimyacılardan bir çoğu tara­ rit şi’îler ( ğulöt) arasında yayılan ve ihtilâlci fından tekrar ele alınan, Hermes ( Mısır )’e siyasî temayüller ile birleşen ve islâmın mev­ affolunan remizlerden bile-bile içtinap eder. dÀBte. i .a us. Cabir ’in elkimyası, felsefî bir nazariyeye müs­ ’un ( Kitâb sirr al-hallka v.b.) gayr-i mevsûk tenit tecrübî bir ilimdir. eserleridir. Bu felsefî nazariyenin büyük bir kısmı, Aristo Câbir, ilminin kendisine, hocası Ca'far al- fiziğinden çıkar. Cabir ( ekseriya Hanaya b. Şâdik tarafından, ilham edildiğini beyan eder; ishâk ve yeğeninin tercümelerine güre ) Aristo bütün malûmatı bu „hikmet kaynağından“ gel­ 'ııun eserlerinin bütün kısımlarım ve Aphrodi- mektedir. Kendisi sâdece yazılan toplamakla siash Alexandre, Themistius, Simplieius, Por- iktifa etmiştir. Dinî mertebeler silsilesinde, phyrius ve diğerlerinin tefsirlerini bilir ve İmamdan hemen sonra gelir. Bundan başka zikreder. Bundan başka Eflâtun, Theophrast, Cabir, hocaları olarak, Harbi adlı bir Kim­ Calinus, Euclidis, Batlamyus ve Archimides’in yan 'yi, bir rahip ve Uzn al-Himâr namında, bir v.b. yazılarının adı geçer. Bu yazılar arasında adamı zikreder. Ca'far ’in muasırları arasında, yunanca ası İlan kaybolmuş bir çokları vardır. Câbir -in kendilerine kitaplarından. bir çoğunu Hiç bir İslâm elkimya kitabı, ilk çağ eserleri ithaf ettiği Bermekîlerden Hâlid, Yahya ve Ca'­ hakkında, Câbir ’in yazıları kadar geniş bir far ve şi’ı Yalftin ailesinin mensupları vardır. bilgiye şehâdet etmez ve bu kadar ansiklope­ Bütiin bu ifâdeler efsâne sabasına dâhildir dik değildir. Bu hususta bunlar, zâtön yine aynı ve yazılardaki iç deliller ile tenakuz halinde­ kaynaktan gelen, Ra$â‘il ihvan al-şafâ ’ya yak­ dir. Esasen şi’î müellefatınm hiç bîr yerinde, laşır. Ca'far ’in, Câbir b. Hayyân adlı bir talebesi . Câbir ’in kullandığı İlmî İstılahlar Hunayn görülmemiştir ve bu sırf bir uydurmadan iba­ b. îsçâk tarafından konulan tâbîratın aynıdır ret görünüyor. Asıl müellifin yazılarını, şi’î ki, bu da .eorpusun III. asır nihayetinden ev­ edebiyatında ekseriya yunan ilminin ve bil­ vel terkip edilmiş olamayacağını bir kere daha hassa ulûm-i gaybiyenin mümessili telâkki edi­ isbat eder. Câbir ’in ilminin aslî prensibi, mi­ len Ca'far ’in bir talebesine niçin isnat ettiği zan ’dır. Bu tâbir pek muhtelif nazarî fikirleri çok iyi anlaşılıyor. Bundan başka Ca'far, mez­ ihtiva eder ve Câbir ’in İlmî sinkretismini hep kitaplarında zuhûru ilân edilen 7. imam çok iyi gösterir : i. kesafet ( Archimedis ’e gö­ îsmâ'il in babası idî. re ) ; z. kadîm elkimyacılar, maddelerin karışma­ AI-Nadim, Fihrist ’inde, kendi zamanında bu sında ölçüyü ifâde için kullandıkları oîaDpoç ; yazıların mevsûk ¡yetinden şüphe eden şi'îler 3. dört aslî hassa ( sıcak, soğuk, yaş, kuru ) ile bulunduğunu söylüyor. Feylesof ve âlim Abü münasebetdar kılınan arap alfabesi harfleri hak­ Sulaymân al-Mantiki (ölm. 370), Ta'tîlçâl kında bir nazarî fikir. Bu mizan al-frurüf, yal­ ’ndaki bir kayıtta, Câbir 'e isnat olunan yazı­ nız ay altı âleminde bulunan bütün şeylere tat­ larının müellifini şahsen tanımış olduğunu söy­ bik olunmakla kalmaz, fakat zekâ, âlemin röhu, ler ki, bunun adı »1-Hasan b. al-Nakad al- madde, mekân ve zaman gibi, metafizik var­ Mavşili İmiş. Câbir ’in yazılarının, bir tek mü­ lıklara da tatbik olunur. Câbir bu sistemi bir ellifin eseri olmadığı ve hattâ eorpusun, bugün­ taraftan yeni-fisagorculuktan ve diğer taraftan kü şekline girinceye kadar, uzun bir tekâmül­ şj’î cafr nazariyelerinden almıştır ; 4. keza, mi­ den geçmiş olduğu kat’iyetle anlaşılsa bile, zan, tam mânası ile, metafizik prensiptir; Câbir bu malûmatın mevsûkiyetinden şüphe etmeğe ’in ilmi monizmin remzidir. Bu mânada o, hiç bir hakkımız yoktur. Yazıların en eski ta­ Mânî mezhebinin dualist prensibine zıttır. B i r rihi aş. yk. 330 {941/942) olacaktır. hakkında yeni-eflâtuneu nazariyeleriıı burada Cabir in yazılan muahhar arap elkimyasmın hiç te’sirsiz kalmadıkları görülüyor ; 5. nihayet inkişafına kuvvetle ie’sîr etmiştir. Sonraki bü­ mizan, rûz-i ceza mizanı hakkında Kur’an ’da tün müellifler onları zikrederler ve bir çoğu mevcut işaretlerin remzî bir izahından ( ia'vil ) onlara dâir şerhler te lif etmişlerdir. Corpusa neş’et eder. Bu nazariye İslâm iı-fâniye mezhe­ dâhil bir çok kitaplar latineeye çevrilmiştir. binde mevcuttur ve Câbir İlmî sistemini bu­ Bununla beraber Geber rex Arabızm ’a isnat nunla dinî1 umdesine bağlar. olunan meşhur yazılar, XIII. asırda yaşayan Câbir ’in yazılarının, Harran muhitinin âlim bir lâtiıı müellifinin muahhar bir tâdil ve tas­ paganizmi ile sıkı münâsebette bulunmuş ol­ hihinden başka bir şey değildir. ması muhtemeldir. Câbir, bâzı metafizik mese­ Bibliyografya'. Câbir ’İh neşredilen leler üzerinde, şâbi'a ’nın münakaşalarını tekrar kitapları için bk. O. Houdas ( M. Berthelot, ederek, açıkça onlara istinat eder. İlmî siste­ La Chimie atı Moyen Age, Paris, 1893, III ) ve minin doğrudan-doğruya kaynağı olan yazılar, E. J. Holmyard, The Arabic Works of Jâbir Muhammed b. Zakariyâ al-Râz! ’11in bir kay­ ibn ffayyân, I/ı (Paris, 1928). — 1927 tari­ dına göre, al-Ma’mün devrinde te’lîf edilen ve hine kadar tam bir bibliyografya için bk. Harran müellefâtını öğrenmek için, en kıymetli G. Sarton, Introduction to the History °t kaynak olan Tyanalı Ps. Apollonius (Balinâs) Science, I, 532. — Krş. bir de J. Ruska, Die CÂBİR - CÂBİYE. S sicbzig Biicher des Göbir ibn Hajjân ( Stu- him bir vesika gibi, müracaat olunur. Bu ieti- dien zur Geschichie der Chemie, Festgabe mâda hâzır bulunmuş olmak bir şeref sayılırdı. İür Edm. O. v, Lipptnann, Berlin, 1927); Bu içtimain ehemmiyeti, hadis ilminin izâfe ayn, mil., Zahl und Null bei Gâbir ibn Haj- ettiği ehemmiyeti bile geçmiştir; çünkü bu jân (Arch, /. Gesch. der Math., der Natur- meoliste dîvân ’m, yâni muntazam tahsisat mü- vnss, u. d. Technik, H (1929), 256 v.dd.); essesesinin, temeli atılmıştır. Havası çok sağlam J. Ruska ve P. Kraus, Der Zusammenbruch olan Câbiya, 'Amvâs vebası zamaıitnda, Filistin der Dschâbir-Leğende ( Dritter Jahresbericht ’de Şeri’a ( Ürdün ) Ötesi ’nde ordunun hastalık­ d. Forschungs-Instituts f. Gesckichte der tan kurtulan bakiyesine, bir nevi nekahat yeri ol­ Natuıvıissenschaften, Berlin, 1930) ; P. Kraus, muştur. Daha ilk zamanlarda burada bir câmi St'udien zu Gâbir ibn Hayyân {Isis, VIII, ile minber vardı ki, bunlar Câbiya ’yi, mişr, v.dd.). [ P. Kraus, Muhtar rasail Câbir b. yâni cund merkezi mertebesine çıkarıyordu. Ifayyân adı ile, Câbir 'e atfolunan eserlerden İbn Zubayr, kendini halife ilân ettirip, Eme- alarak, 1354 ( 1935 ) ’te Kahire’de bir eser vîleri Hicaz ’dan koğduğu vakit, Mu'âviya II. ’ye neşretmiştir; Câbir İbn jrlayyân, Kitâb al- bir halef tâyini için, Suriyeliler Câbiya ’de top­ Sdb'in (Bursa, Sultan Orhan kütüp., Hüseyin lanmışlardır. İçtimaa İbn Bahdal riyaset etmiş Çelebi, nr. 15 ]. ( P. KrAUS.) ( 684 ) ve Bani Cuzâm’larm reisi Ravh b. Zinbâ* CÂBİYA. [ Bk. CÂBİYE.] ’ın müdâhalesi üzerine, Marvân b. al-Hakam CABÎYE. CÂBİYA, Şam’ın cenûb-i garbi­ ’in hilâfeti ilân edilmiştir. Câbiya, Marvân sü­ sinde bir günlük mesafede bulunan Cavlan'da lâlesinin büyüdüğü yer olmuştur. Marc Râhit Gassânlı Cafnî emirlerinin makarrı olup, bu zaferi, Câbîye ’de kabul edilen kararların tat­ sebepten „emirler Câbiyesİ“ tesmiye edilmiştir. bikini te’min etmiştir. Kelimenin etimoloji bakımından „hazine“ yâni Halife 'Abd al-Malik’in iki büyük oğlunun semâhat mânasına telmih mâhiyetinde olan şa­ veliahd olarak tanıimaşı, Câbiya’de vukû bulan irane cemi şekli cavâbi (krş. Miskin al-Dârimi, son büyük siyâsî hâdisedir. Suiaymân 'ın devr-i Kitâb al-Ağâni, XVIII, 72, 5 ), burasının bir çok saltanatından itibaren, İstanbul ’â karşı yapılan tepeler üzerine kurulmuş olması ile alâkadar seferler, Câbiya büyük askerî merkezini Halep olsa gerektir. Geniş konak yeri, yarı yerleşik, şimalindeki Dâbik 'a naklettirdi. Câbiya, Şam ’a yari göçebe halkın yaşadığı yer, aralarında bir merbut bir bölge merkezî olarak, kaldı. Eme- hıristiyan manastırı bulunan binalar ile çadır­ vîlere düşman olan Abbâsîler zamanında bil­ ların karışık bir toplanışı olan burası eski be­ hassa ve araplar şehirlerde ikamete alıştıkça, devi Hira ( Hirthâ ) ’»in, bödiya ’nin tam bir ehemmiyeti tedricen azaldı ise de, ismi hadis nümûnesi idi. Orada gür bir kaynak ve civa­ ilminde devam etmiştir. İbn ‘Abbâs 'a göre, rında, hâlâ Suriye çölü bedevilerinin uğradığı, mü’minlerin ruhları Câbiya ’de ve kâfirlerin bol otlu mer’alar vardır. Şam ’da oraya müte­ ruhları ise, Hazramut’ta haşrolacaktır. ’ veccih kapıya Bâb al-Câbiya tesmiye olunu­ Bibliyografyam İbn ‘Asâkir, Târih yordu. İdrisi, Câbiya ’yi Şam 'm eski isimlerin­ Dimaşk ( Şam, yazm.), I, 136 a ; VI, Ravh b. den biri zannetmiştir. Zinbâ' ’m haşiyesi ; Yâküt, Mu'cam, II, 3 v.d, ; Arap istilâsı, Câbiya ’nitı ehemmiyetini daha Bakri, Mu cam ( nşr. Wüstenfeld ), s. 227 ; ziyâde arttırdı. Daha ilk zamanlarda orada bü­ İbn a!-Fakîh (nşr.'de Goeje ), s. 105; İbn tün Suriye ’niıı en beüi-başh ordugâhı kuruldu Huı-dâzbeh ( nşr. de Goeje ), s. 77 ; Mas'üdi, ve Câbiya uzuıı zaman Şam cund 'ünün umumî Murüc (nşr. Barbier de Meynard ), V, 198; karargâhı oldu. Sufyâni devrinde, askerî mer­ ayn. mil., Tanbih (nşr. de Goeje), s. 308; kez olarak, Şam 'ı bile geride bıraktı. Câbiya Tabari, Annales, II, 475 v.d. ; Ya'kübi, His­ adı Yarmük muharebesi ile alâkalıdır; bu ma­ toria ( nşr. Houtsma ), II, 304 v.d. ; Balâ- halde. bizansblar ile bir müsademe vukû bul­ zori, Futüh (nşr. de Goeje), s. 112, 129, 139, muştur. Hicretin 17. senesinde, yeni fethedilen 151; İbn Sa'd, Tabakât, IV, 1. kısım, s. 124; ülkelerin durumunu tanzim için, halife 'Omar V, 28 v.d. ; Fragm. histor. Arab, ( nşr. de ’in, 'Ali ’den maada, ashâb ile birlikte buraya Goeje ), s. 140 ; Dussaud, Mission dans les gelmiş olması da, Câbiya ’nin ehemmiyetini gös­ régions désertigues de la Syrie moyenne, s. terir. Bu, arap fütuhatının ilk büyük nümayişi, 444—450; Lammens, Etudes sur le règne du muzafferâne bîr seyahat olmuştur. O vakit ora­ calife Omaiyade Mo'âtcia I, s. 61, 253, 380; da bir meclis kuruldu ve bu meclise Suriye ayn. mil., La Bâdia et la Hira sous les Oma- ordusunun'bütün ümerası iştirak etti. Bu içtima, iyades ( Mèl. Fac. Or. de Beyrouth, IV, 91— „Câbiya giinü" adı ile meşhur olmuştur. ‘Omar 112); Hassânb Şâbit, Diiıân (nşr. Hirsch­ tarafından söylenen nutuka da hutba Câbiya feld ), V, 7; XIII, I, XXV, 3; Farazdak, derler. Hadîs ilminde bu hutbeye sık-sık, mii- Divân (nşr. Boucher), s. 25, 8; Kitâb al- 6 CÂBİYE - CÂFER. Ağani, IX, 146; XVH, 112 ; Nökleke, Ghassan. CÂDE. CA'DA B. Ka'b, Ma'addi ( İs- Fürsten, s. 47 v.d.; Caetani, Annali, II, 1129 mâ'ili) grubuna mensûp arap kabilesi - ve n3»; III, 937; ZDMG, XXIX, 79 v.d., d i r. Şeceresi şudur : Ca'da b. Ka'b b. Rabi'a 470; LV, 687. (H. Lammens.) b. ‘Amir b. Şa'şa'a b. Mu'âviya b. Bakr b. Ha- CABR. [ Bk. CEBİR.] vâzin. Kuşayrîer ile 'Ukayller Ca'daler ile kar­ CABRA’ÎL. [ Bk. cebrâ’îL.] deş kabîle idiler. Şâir NSbiğa .( al-Ca'di ) aslını CA'DA. [ Bk. CÂDE.] Ca'da b. Ka'b kabilesine götürmektedir. CÂDE. CA'DA ( 'Amİr ), cenup araplarımn Ca'da b. Ka'blar, Yamama d ¡yatındaki Falac bir kabilesi. Yaşadıkları yer bugün de arazisinde yaşarlardı. Kendilerine âit mevkiler ‘Amirler memieketi yabut Şafel tesmiye olunan, içinde bilhassa, Ukma, Guİğül, Malah, al-Şi- Yâfı'a ( Yemen-Aden hududu yakınında ) mem­ dâra ve al-Şucea (?) vâdileri ile kaynak ve leketinin garbında kâin ve kısm-ı âzami dağlık kuyuları meyanında, Atiuhâ, at-Gayl, 'İnan, bir memlekettir. Şimalde memleket mahsuldar al-Atlas ve al-Ru^âda isminde iki dere zikr- olup, hurma, bir az kahve ve tütüa yetiştirir. En olunur. Kaleleri arasında Murğim ile Kaşr 'Adi büyük suyu Nûra vadisinden akar ki, Zabâb ’nin adı geçer. deresi buna dökülür. Bu derenin yakınında, Al-'Alfilj: suyu yüzünden, Carmler ile müna üzerinde üç eski himyerî kalesi yükselen, Ce­ zaa hâlinde bulunan Ca'daler, gûya Peygam­ bel Ari Şavba bulunur. Merkezi, takriben 1000 bere müracaat etmişler ise de, Peygamber Carm- nüfuslu ( bunun takriben 100 ’ü yahudi ) ve bü­ lere hak vermiştir. 126 ( 744 ) senesinde K'ab b. yük bir çarşı ile müteaddit kaleleri hâvî Zala' Rabİ'a, ‘Ukayller ve Kmşayrler ile birlik olarak, ( diğer adı Blad Şafel ) ’dır. al-Falac emîri hanîfîlerden al-Mundalif b. İdris Ca'daler kadîm bir kabiledir. Daha Hamdani ’i öldürdüler ( bu hâdiseye al-Falac ’ın ilk gü­ ’nin Cazira adlı eserinde bile bu kabileden nü denilir); bunun üzerine hanîfîler, ‘Abd bahsedilir. Hamdani bu kabîienin bozuk bir Allah b. al-Nu'mân ’ın kumanda ettiği 1000 ki­ arapça konuştuğunu söylüyor. şilik bir kuvvet ile, Ca'daler ile müttefikleri Coğrafyacı al-Bakrî, Nacrân eyâleti dâhilinde üzerine yürüdüler ve onları büyük bir hezimete yerleşmiş Ca'da mensuplarının bulunduğundan uğrattılar ( al-Falac ’in ikinci günü ). Diğer mu­ bahseder. harebeler ( Yavm 'Alfama, Yavm Rakrahân Hamdani ’ye göre, cenubî Arabistan ’ın Ca‘- ve Yavm Şarahil) hakkında krş. Ağani, IV, dalerı esasen ‘Ayn ai-Kabr adlı küçük bir ka­ >34—*37> >39 v.d. bile idi; fakat Arabistan küçük kabilelerinin Bibliyografyam Hamdani, Cazira kendilerine büyük bir kabilenin ismini vermek (nşr. D. H. Müller), s. 90, 3—11,150, s, it— ve sonra menşelerini o kabileye ulaştırmak ıs, »59, 2, 20, 160, 24; Yakut, Mu cam ( nşr. âdetine tevfikan, bunlar kendilerine Ca’da adını Wüstenfeld), I, 311, 340, 344; II, 260, 433; vermek suretiyle, şimâldeki büyük Ca'da b. III, 374, 701, 734, 830, 908 v.d.; IV, 631; Ka'b kabilesine mensup olmak iddiasındadır­ al-Bakri, Geographisches Wörterbuch (nşr. lar. Bununla beraber, kadîm bir devirde Ca'­ Wüstenfeld ), s. 536; Ağâni, I, 167, 168, 172; da b. Ka'b’lerden bir kısmının Yamama’den II, 7, »5; XVII, 151; XX, 142; İbn al-Aşîr, oldukça yakın olan Yemen ’e hicret etmiş ve Chronicon (nşr. Tornberg), V, 226 v.d.; F. orada cenûbî Arabistan unsurları He karışarak, Wüstenfeld, Genealogische Tabellen der ara­ büyümüş olmaları ve bu suretle Yemen Ca'da- bischen Stämme und Familien (Göttingen, lerinin hakikaten şimalî Arabistan Ca'daleri 1852), 2. kısım: Ismä'ilitische Stämme, neslinden gelmiş bulunmaları da aynı vecihle tablo D. 17; A. Sprenger, Die alte Geographie çok muhtemeldir (Sprenger 'in de zannettiği Arabiens (Bern, 1875), s. 233—235 (§ 363— gibi; bk. Die alte Geographie Arabiens, s. 365 )> 372 (§ 407 )• (J- Schleifer.) 272, not. 1 ). CAdId . [ Bk. cedSd.] B i bliyografyam Hamdäni, CaziVa (nşr. CADÎS. [ Bk. CEDis.] D. H. Müller ), 78,5—10, 89,14—90, to, 134, 21—22; CADİZ. [ Bk. KADİZ.] ‘ . Bakri, Geographisches Wörterbuch ( nşr. Wüs- CADVAL. [ Bk. cedvel.] tenfetd ), s. 85, 120, 129, 266, 287, 574. 790; F. CADY. [ Bk. CEDİY.] Wüstenfeld, Register zu den genealogischen CA'FAR. [ Bk. CÂFER.] Tabellen { Göttingen, 1853 ), s. 175 ; v. Maltzan, CÂFER. CA'FAR yahut Mir Ca'far, Za- Reise nach Südarabien{ Braunschweig, 1873 ), TALl adı ile mâruftur. Dehli ahâlisinden, bâzı- s. 353—360, buradaki yer isimleri yanlıştır, ları farsça, bazıları da fars ve ordu dilleri karı­ doğrusu için bk. Müller tab., s. 89; A. Spren­ şık olarak kullanılmak suretiyle yazılmış man­ ger, Die alte geographic Arabiens, s. 73 ( § zum ve mensur mizahî eserler ile falnamelerin 84), 37b (§ 411), (J. Schleifer.) meşhur müellifidir, Eçdadı, hükümdar Hümâyûn CÂFER. zamanında, Hindistan ’a gelmiş ve ordudaki sa­ CÂFER. CA'FAR b. Muhammed. [ Bk, dıkane hizmetlerine mükâfaten, kendilerine ara­ EBÛ MÂŞER.l . zi verilmiş ve vergiden muaf tutulmuşlardır. Mir CÂFER. CA'FAR b. Muhammed (700 Ca'far Avreûgzeb in cülûsundan bir az sonra —765 ), lâkabı AL-ŞÂDİK olup, 12 imamın al- doğmuştur ( 1638 ). Hükümdar 'Alamgir ’in en tmcısıdır. Ca'far 80 ( 699/700) yahut 83 ( 702/ küçük oğlu Kâm-Bahş’m hizmetine girmiş ve 703) senesinde doğmuş ve babası Muhammed hükümdarın kızı Zeb al-Nisâ Begim ’den Zatali al-Bakir ’in yerine, imamete geçmiştir. Siyâsette ( „muzip“ ) lâkabını almıştır. Vefatı tarihi meş­ hiç bir rolü yoktur; fakat hadîste derin bil­ kûktür ; fakat 60 yaşından fazla yaşamış olduğu gisi ile şöhret kazanmıştır. Söylendiğine göre, zanriolunuyor. Tercüme- İ hâli, Muhammed Kâ­ astroloji, elkimya ve diğer ulûm-i gaybiye ile mil tarafından, Zar-i Cdfari (Lahor, 1890) de meşgul olmuş ise de, kendisine izâfe edilen İsimli bir eserde, „Hindustani Speculator“ müs- eserler sonradan yazılmıştır. 148 (765) 'de tear adı ile, yazılmıştır. Külliyatı bir çok defa Medine’de vefat etmiştir. İmâmiye mezhebin­ tabolunmuştur. (J. F. BLUMHARDT.) den olanlar, Ça'fer’e kadar gelen imamlar sil­ CÂFER. CA'FAR b. Abî Talíb ( ? — silesini kabulde müttefiktirler; fakat Ca'far’in 629 ), lâkabı AL-TaYYÂR olup, Peygamberin am­ halefi hususunda fikirleri birbirinden ayrılır; cazadesidir. Ca'far, islâmiyeti iik kabul edenler­ çünkü Ca'far ’in müteaddit oğulları vardı ve ara­ den biri olmuş ve Habeşistan ’a ikinci kafile larından en az dördü, Muhammed, 'Abd Aliâh, ile giden müslümanlar arasında bulunmuştur. Müsâ ve İsmâ'il, imamet dâvasında idiler. Bu­ Rivayete göre, muhacirlerin reisi imiş ve habeş nunla beraber oğlu Müsâ al-Kâzim, an’anelerin necaşisinin huzûruna çıkarak, kendisi ile gö­ bir çoğuna göre, imam olarak tanınmıştır. rüşmüştür. Bâzıları Badr muharebesine de işti­ B ib li yo grafy Ü : 'f'abari (nşr. de Go­ rak etmiş olduğunu söylerler İse de, Ca'far o eje), IH, 2509 v.d.; İbn Hallikân (nşr. Wüs­ zaman hâlâ Habeşistan ’da bulunuyordu. Ancak tenfeld ), nr. 130 (trc. de S iane, I, 300 v.d.); 7 ( 628 ) senesinde Haybar muharebesinin he­ Şahrastâni (nşr. Cureton ), s. 16,124 ; trc. Haar­ men sonunda Arabistan ’a dönmüştür. Ertesi brücker, 24, 187). (K. V. ZETTERSTEEN.) sene Peygamber bizanslılara karşı, Zayd b. CÂFER. CA'FAR B. Yahya BarmakI Hârişa kumandasında, 3.000 kişilik bir ordu ( ? —803 ). Ca'far, ailesinin vaziyeti dolayısiyle, gönderdiği zaman, Zayd ’in ölümü takdirinde hilâfet hanedanı ile münasebet te’min etmiş yerini almak üzere, Ca'far ’i ve Ca'far ’in de bulunuyordu; çünkü babası Yahya b. Hâlid b, Ölümü vukuunda onun yerine geçmek üzere, Barmak bir müddet, vezir ve nâzır olarak, hi­ ‘Abd Allah İbn Ravâha ’yı kumandan nasbet- lâfetin hakikî hâkimi olmuş ve kardeşi al-Fazl mişti. Lût gölüne yakın Mu’ta civarında düş­ b. Yahya, halife Hârün ’un süt kardeşi olması manla karşılaşıldı; Zayd, Ca'far ve İbn Ravâ­ dolayısiyle,halifenin itibarını kazanmıştı.Ca'far, ha birbirini takiben şehit düştüler ve Hâlid şahsî meziyetleri sayesinde, yükselmiş ve kud­ b. al-Valid firar hâlindeki müslümanları ancak retli Abbasî halifesinin gözdesi olarak, pek bü­ güçlükle durdurup, Medine 'ye götürmeğe mu­ yük bir nufuz ve iktidara sahip olmuştur. 176 vaffak oldu ( 8 = 629 ). Ca'far al-Tayyâr ’ın, ( 792/793 ) ’da Mısır valisi tâyin edildi ise de, yalnız müslümanlarca değil, hıristiyanlarca da ertesi sene azlolundu. Müteakiben Suriye ’de ziyâretgâh olan kabri Mu’ta civarında, bugün karışıklıklar çıkınca, oraya gönderildi (180 = hâlâ mevcuttur. Bu mevkideki câmi Eyyûbîler- 796/797 ) ve âsâyişi ıâde etti. Aynı sene Hora­ den al Malik al-Mu'azzam 'İsâ tarafından inşa san ve Şicistan valisi oldu; fakat 20 gün sonra, ettirilmiştir. yerine 'İsâ b. Ca'far geçirildi. Ca'far bir müddet Bibliyograf ya: İbn Sa'd, IV, 1. kı­ vezâret mevkiini de işgâl etmiştir. Bununla sım, s. 22 v.dd.; Tabari (nşr. de Goeje), beraber, siyâsî hayatta mühim bir rol oynama­ tür. yer.; İbn al-Aşir, Ckronicon ( nşr. Torn- mıştır; bilhassa Hârün üzerindeki şahsî nufuzu berg), II, 42, 59 v.dd., 163, 178 v.dd.; ayn. ile ehemmiyet kazanmıştır. Hârün bu zeki ve mil., Usd al-ğâba, I, 286 v.dd.; İbn Fiacar, münevver dostu ile ülfetten vazgeçmiyordu ve îşâba, I, 485 v.dd.; Müller, Der İslam im oğlu al-Ma’mün ’un terbiyesini de ona tevdî et­ Morgen- und Aberıdland, I, 150; Caetani, mişti. Harun’un genç .Barmak! ’ye karşı olan Annali deli' Islam, bk. índex ; Brünnov ve v. ve bâzı kötü tefsirlere bile sebebiyet veren bu Domaszewski, Die provincia Arabia, I, 105 ; fazla merbûtiyeti, en çok sevdiği hemşiresi Musil, Arabia Petraea, I, 61, 152; III, 287,330; ‘Abbâsa ’yi ona sûrî bir surette tezvic ettirecek Curtiss, Ursemit. Religión, s. 240 v.d.; JA, dereceye varmıştı. Bu izdivaç, Harun ’un emri 9. seri, IV, 280. (K. V. ZETTERSTÉEN.) hilâfına, alelade bir izdivaç şeklini alınca, 187 CÂFER. CA'FAR B. al-Fazl. [Bk. senesi muharreminin sondan bir evvelki gününde İBN AL-FURÂT,] ( 27 kânun II, 803 ) halifenin emri jle, Ça'fer ’ip 3 CÂFER - CÂFER ÇELEBİ. boynu vuruldu ( bk. road. ABBÂSE ]. Diğer Bar- yetişti. Hoca-zâde Muslihiddin (ölra. 893 = makilor de tevkif ve mallan müsadere edildi. 1488 ) Hatib-zâde Muhiddin ( ölm. 901 = 1496 ), Halifenin nedimine karşı bu ânî gazabının ha­ kazasker Kestelî Muslihiddin Mustafa (ölm. kikî sebebinin Ca'far ile ‘Abbâsa arasındaki 901 = 1496 ) ve bilhassa kazasker Hacı Hüseyin- münasebetler olup olmadığı meselesi tetkike zâde Muhiddin Mehmed Câmî (ölm. 911 = mubtaodır. Bu vezir ailesinin gittikçe kendi 1505 ) gibi, devrin en meşhur ilim adamlarından başına buyruk olması nihayet Harun ’un ta­ tahsil gördü ve bu sonuncudan mülâzemet rü- hammülünü taşırmış olşa gerektir. Barmakile- *ûsu aldı. Bâzı medreselerde ders vermek su­ rin bu aşırı nufuz ve kudretleri karşısında iki retiyle ilim ve İktidarını her kese tanıttıktan çıkar yol vardı : ya halifenin İşlerden elini sonra, Bayezid II. onu, günde 50 akçe ile, Mah­ çekmesi yahut Barmakil.erin toptan izâle edil­ mud Paşa medresesine müderris tâyin etti ve mesi. Bu hususta başka izahlar da görülmek­ bir müddet sonra da, birden divan-ı hümayu­ tedir. Msl. rivayet ediliyor ki, Ca'far, Hârün ’un na nişancı yaptı (904— 1498/1499). 'A li’ye müsaadesi olmaksızın, âsî Yahya b. 'Abd Allah ’ı göre (ayn. esr.,), padişah, ulemâdan irfan tahliye etmiş ve bu suretle halifenin gazabını sahibi ve münşi bir zatın, tuğra hizmetine tahrik eylemiştir. Her hâlde halife, Ca'far ’e, (tevkii ve nişancı) getirilmesini devlet erkâ­ şahsî bir sebepten gücenmiş olacaktır; yoksa, nına emretmiş, onlar da ittifakla Câfer Çelebi husûmeti âilenin reisi olan babasına teveccüh ’yi seçmişlerdi. Bundan sonra Câfer Çelebi, ederdi. Nihayet Faz] b. al-Rabi' ’m entrikaları zekâ ve iktidarı ile, Bayezid ’in teveccühünü da bu işte bir rol oynamamış değildir. Her kazanmış, „âyânın görür gözü ve selâtin-İ arap hâlde Hârün ’u Barmakîierin itibarını izâle et­ ve acem müraselâtmda nevk-i kalemi erkânın tu­ meğe sevkedan bir çok âmiller bulunsa gerek­ tar eli“ olmuştu (krş. Âşık- Çelebi, ayn. esr.). tir. Krş. madd, BERMEKÍLÉR ve ABBÂSE. Bu esnada kendisine paşalık unvanı da tevcih Bibliyografyam Tabari (nşr. de edildi ve teşrifatta sağ tarafta ve defterdara Goeje ), 111, bk. Índex ; İbn al-Aşİr ( nşr. Torn- takdim edilerek, oturmasına ve seferde, vezirler berg ), VI, 82—ı6ı; İbn Hallikân (nşr. Wüs­ gibi, otağ kurmasına müsâade edildi. Câfer tenfeld), nr, 13t (trc. de Slane, I, 301 v.dd.); Çelebi, Bayezid’in saltanatının sonlarına kadar, Weil, Gesch. d. Chalifen, II, 135 v.d.; Müller, bu vazifede kaldı. Ancak şehzadeler vak’asmda Der Islam im Morgen- und Abendland, I, 479 şehzade Ahmed tarafını iltizam edeceğini hiss­ v.d.; Bou vat, Les Barmécides d'apreés les ettirdiği için, Selim ’in tahta geçmesini arzu, kistoriens arabes ei Persans, Paris, 1912. ve bu yüzden isyan eden yeniçerilerin, bir gece, (K. V, Zetterstéen.) diğer erkân arasında Tâcî-zâde ’nin de evine CÂFER ÇELEBİ ( ? — 1515 ), Bayezİd H. ve hücum ederek, mallarını yağma etmeleri ve er­ Selim I. devirlerinde, nişancılık ve kazaskerlik tesi gün diğerleri ile birlikte azil ve tardını vazifelerini ifâ etmiş vé eserleri ile tanınmış bir istemeleri üzerine, Câfer Çelebi azil (918 = şahsiyet olup, Tâcî-zâde (Tâcî Bey-zâde ) lâkabı 1512 ) ve kendisine, tekaüdiye olarak, yevmî ite mâruftur. Babası Amasya ’da, Bayezid ’in şeh­ 100 akçe ('Ali’ye göre, 200 akçe) uiûfe tâyin zadeliği zamanında, „müdir-i umûr, yâni hassa olundu ( krş. ‘Âli, ayn. esr,, var. 158 ; Taşköprü- emini, namında bir mukarrebi“ ( krş. ‘Âli, Kanlı zâde, Şakaik al-nu mâniya, İstanbul, 1269, s. al-ahbär, Üniversite kütüp., nr. 2290/32, var. 335; Sâdeddin, Tâc al-tavârih, II, 190 v.d.). 204 ) olan ve Bayezid ’in tahta cülusundan sonra Câfer Çelebi, bu parayı kabulden istinkâf etmiş da bir müddet ( 887 = 1482 ’den sonra ) defter­ ise de, ilim erbabı hakkında büyük bir tevec­ dar veya nişancı bulunan şâir ve hattat Tâcî cüh besleyen ve Câfer Çelebi ’yi çok takdir Bey ’dir ( bâzı kaynaklara göre, Tâc Bey ’dir; eden Selim I., tahta geçtikten sonra, evvelâ krş. ‘Ali, ayn. esr.; Lâtifi, Tezkire, İstan­ İstanbul civarındaki bâzı kasabaların kadılığını bul, 1914, s. 117. Câfer Çctebi ’ye, Tâcî-zâde, da mansıbına zammederek, kendisini memnûn Tâcî Bey-zâde denildiği gibi, Tâc Bey-zâde, etmeğe çalıştı ve sonra tekrar nişancılığa aldı. Tâc Bey-oğlu, Tâc-oğlu lâkapları da veril­ Padişah, hazarda Câfer Çelebi ’yi dâimâ mec­ mektedir). Âşık Çelebi ye göre (krş, Tez- lisinde bulundurur ve seferde de onun fikir ve kire-i şıı'arâ, Üniversite kütüp-, T. Y., nr. 2406, mütalâasına müracaat ederdi. Nitekim Çaldıran var. 74 ), „Tâcî beyliler Rûm ‘da şeref ve câh galibiyeti ile neticelenen İran seferinde, Selim I. ile mârûf hanedan“ idi. Filhakika bunların ekseriya vaktini İdris Bitlisi, Halitnî ve Câfer Amasya ’da Hacı Bcy-zâdc adı iie mâruf mü­ Çelebi ’Icr ile geçirmişti (krş. Âşık Çelebi, him yerli bir aileye mensup bulunmaları ( krş. ayn. esr.). Bu sefere çıkıldığı esnada Şah İs­ Hüseyin Hüsameddin, Amasya tarihi, İstanbul, mail ’e gönderilen farsça mektuplardan bazıları 1927, III, 225—235 ) bunu isbat eder. Câfer ( İzmit ’ten, safer 920 ) Câfer Çelebi ’nin kalemi Çelebi, Amasya ’da doğdu ve babasının yanında ile yazıldığı gibi, Çaldıran muzafferiyetini mü- CÂFER ÇELEBİ. 9 teâkip her tarafa gönderilen (recep, 920 ) fe- Paşa, ölm. rebiülâhır 930 ), ihtimâl hem ken­ tihnâmeleri dt> 6 yazmıştır ( krş. Feridun Bey, dini kurtarmak, hem de’* göze girmek için, İs­ Munşa'at al-ialSfin, î, 379, 403; Bayezid II. kender Paşa ve seğban-başı Balyemez Osman devrinde Motoh, Koron ve İnebahtı zafernâme Ağa ile birlikte, Tâcî-zâde'ye de iftira ve bu lerini de o yazmıştı; bk, Ham'mcr, Devlet-i hususta bir kaç yeniçeriyi işhad edince, padişah, osntaniye tarihi, trk. trc., IV, 149). Çaldıran İskender Paşa ve sekbaa-boşıyı derhâl, fakat harbinde Şah İsmail’in zevcelerinden Taçlı Ha­ Câfer Çelebi ’yi, kendisine: — „İslâm askerini nım da esirler arasında idi. Diğer kadınlar isyana sevkeden adamın cezası nedir ?" tarzında serbest bırakılıp, kocalarına iâde edildikleri sorduğu suale : — „Sabit olursa, katildir“ — ce­ hâlde, yalnız bu hanım, orduy-u hümayunda vabını aldıktan ve bu suretle devrin bu büyük alıkonulmuştur. Sonra kendisi, iranhlatın ni* ilim ve devlet adamını, kendi sözleri ile mahkûm kâhlarınm ohl-i sünnetçe sahih ve makbul ol­ ettikten sonra, idam ettirdi. Bu hâdise hakkında mayan bir usûle dayandığı göz önünde tutula­ bütün tarihî kaynakların ittifakla verdikleri bu rak, ulemânın tecvizi ve padişahın müsaadesi mâlûmata mukabil, ‘Âli ( ayn. esr.) daha zayıf ve ile, henüz tevkii bulunan Câfer Çelebi ’ye tez- ihtiyatla kaydedilmesi lâzım gelen başka bir vie edilmiştir (Feridun Bey, ayn. esr.-, Mchmed sebep göstermektedir. Nişancı Celâl-zâde 'den Mazhar Fevzi, Haber-i sahih, İstanbul, 1291, IV, kendisine nakledildiğini işaret ettiği bu kayda 275 ). Ordunun, padişahın arzusu hilâfına, Kara- göre, Selim I. 'in, şehzade iken, Çorlu civarında bağ ’da kışlamayarak, avdeti esnasında Pasinler (Karıştıran sahrasında ) babası ile vukû bulan ovasında devlet erkânı arasında bâzı tebeddülat karşılaşmast ve askeri ile firarı münasebeti ile yapılarak, bu meyanda defterdar Pirî Çelebi yazılan bir hicviyeyi, sonradan bâzı garezkârlar 'ye de vezaret tevcih edilirken, tevkii Câfer Câfer Çelebi ’ye isnat ettikleri için, onun ,,mec- Çelebi de, Rumeli kazaskerliğine tâyin edilen lis-i hümayunda bulunmasının namûs-u devlete“ Zeyrek zâde Rükneddin ’in yerine, Anadolu ka­ uygun düşmemesi, idamının başlıca sebebini teş­ zaskerliğine terfi ettirildi (23 şâban 920 = 13 kil etmiştir. Mamafih Aşık Çelebi, Alî, Sâdeddin teşrin I. 1514 ), Bundan sonra da padişah nez» ile diğerlerinin ifâdeleri karşılaştırılırsa, her iki dinde itibarını muhafaza eden kazasker Câfer rivayette de bir az hakikat bulunduğu anlaşılır. Çelebi, kışı onunla ve ordu ile birlikte Amasya Vefat tarihi hakkında şuara tezkirelerinde ve ’da geçirdi; fakat bu esnada vukû bulan bir onlardan naklen bâzı tetkiklerde gösterilen kay­ hâdise, daha sonra Câfer Çelebi ’nin sukutuna da ( •». ıS-uy'»D = 920) rağmen, ida­ ve idamına sebep oldu. Padişahın çok alâkadar mı 8 recep 921 ( 18 ağustos 1515 ) ’dedir. Kardeşi olduğu ve İstanbul ’a döndükten sonra da tah- Sâdi Çelebi, cesedini evvelce Balat'ta iıişa et­ kiktndan geri durmadığı bu vak’a şöyle ol­ tirdiği mescid hazîresiııe defnettirdi. Şehâdeti- muştu ; Bayezid H. zamanında yalnız saraylı nın kendisine önceden mâlûm olduğu hakkında, devşirmelere has olduğu bir fermanla bildirilen şuarâ tezkireleri bâzı fıkralar naklederler. vezâretin Pirî Mchmed Çelebi ’ye tevcihini usûl Selim I-, Câfer Çelebi ‘nin idamından sonra, ve teamüle aykırı gören ve bundan müteessir pişman olmuş ve bir kaç gün sonra ( 25 ağus­ olan yeniçeriler ile ocaklılar, evveli müracaat tos »515) Çenberlitaş civarında (Bezzazıstan, ettikleri yeniçeri ağası İskender Ağa ( Paşa ), Tavuk-Pazarı çarşısı) Atik Ali Paşa evkafın­ Câfer ve Halimî Çelebi ’lerden padişahın emir­ dan bâzı ev ve dükkânların yandığı esnada, yan­ lerine karşı itiraz etmemeleri yolunda nasihat gın yerinde rastladığı sadrâzam Sinan Paşa almalarına rağmen ( krş. Hüseyin Hüsâmcddin, ’ya: — „Bu yanıp yakılmaklar Câfer Çelebi ayn. esr., s. 275 v.d.), 28 muharrem 921 ’de Pirî ’nin şerâre-i âteş-i âh-ı bî- günahıdır“ — diye Paşa ile Halimî ve Câfer Çelebi ’lerin evlerini teessürünü bildirmiştir. Yine onun, cülusu es­ yağma ve adamlarından bazılarını katletmiş­ nasında devlette iki kişi bulunduğunu, banlar­ lerdi. Derhâl yapılan bir tahkikatta yeniçeri­ dan birinin o zaman ihtiyar olan Müeyyed- lerin, Dukakîn-zâde Ahmed Paşa tarafından zâde, diğerinin de hiddetine kurban giden Câ­ tahrik edildiği anlaşılınca, Selim I., kethüdası fer Çelebi olduğunu, her fırsatla söylediği ri- Haşan Ağa ile birlikte, onu astırmış ( Dukakîn- vâyet olunur. zâde ’nin Duîkadır-oğîu Alâüddcvle ile olan Devrinde kuvvetli bir münşi olarak tanınmış gizli muhaberesinden dolayı idamı hakkında olan Câfer Çelebi 'nin bütün tezkireciler nes­ bk ..Haber-i sahih, IV, 278), fakat İstanbul'a rini nazmına, kasidelerini gazellerine tercih avdetinden ( 14 cemaziyelevvel, 921 ) sonra da eder ve farsça yazılarının da türkçe yazıların­ ocak zabitlerini sıkıştırarak, gerek Karabağ dan daha iyi olduğunu söylerler. Ancak Müey- ’da, gerek Amasya ’da askerin gösterdiği uy­ yedzâde’nin, Câfer Çelebi’nin farsçasını be- gunsuz hareketin sebebini öğrenmek istemişti. ğenmeyip : —„Tâcî-zâde "nin fârisîsi e n g û r î Kapı kethüdası Ahmed Ağa (Hâin Ahmed fârisîsidır“ — dediğini de ilâve ederler. Bu­ 10 CÂFER ÇELEBİ - CAGBÛB. nunla beraber, lisana hâkim ve kuvvetli bir bir meseid, bir medrese, Bursa’da bir mescid muhayyileye sahip bulunan Câfer Çelebi’yi, ve Simav kazasında ( Kütahya vilâyetinde ) bir gfiîzel kasîde ye gazelleri ile ve bilhassa ori­ mescidi vardır, (M. TayyİB GÖkbİlgİN.) jinal bir eser olan Heves-nâme. 'si ile, zamanın CAFR.J Bk. ce.FR.1 , değerli şâirleri arasında zikretmek lâzımdır. CAĞBÜB. [ Bk. CAGBÛB.] Bir çok nazire mecmulannda şiirlerinin kayıtlı CAGBÛB. CAĞBUB, Senûsî tarikathıin z â- bulunması, Mesîhî ve Makalî gibi, bâzt şâir­ v i y e s i olup, Trablusgarp ve Mısır hududun, lerin onun hakkında kasideler yazmış olmaları da, Bingazi 'nin cenubunda, Akdeniz kıyısındaki bunu isbat edecek mâhiyettedir. Yalnız Alî Bardia limanına 200 km. mesafede ve vâdi-i onu beğenmez, şiirlerini değersiz bulur ve Câfer Si va'nin şimâl-i garbisinde 2 günlük yolda Çelebi 'yi, „namı zâtına galip bir devletlü“ bulunan Faredğa vadisinde kâindir. Coğrafî addederek : — „Tezkire müelliflerinin şiir ve in­ mevkii 290 45’ şimâl arzı, 240 31' şark tülü şası hususunda mübalâğa ettiklerini“ söyler ve olup, deniz seviyesinden olan irtifaı 20 m. ’ye hattâ Heves-nâme 'yi „nazm-ı bî-nemek“ olarak kadar düşer. Senûsî tarikati müessisi Şeyh Si- vasıflandırır (krş. Âlî, ayn. esr.). Diğer taraf­ di Mohammed b. 'AH al-Senüsi, Mekke ve tan Âşık Çelebi de, şiirlerinde aşk mefhumun­ Kahire’de ikamet ettikten sonra, 1855 ’te, yer­ dan eser olmadığına ve buna delil olarak, leşmek üzere, geldiği zaman, burası meskûn Selim I. ile bu mevzu üzerinde aralarında ge­ değildi. Şeyh, vahaya hâkim kayalık üzerinde çen bir münakaşaya işaret etmektedir. Kardeşi bir zaviye inşa ettirdi, kaya içinde sarnıçlar Sâdî Çelebi’nin san’atta ağabeyinden daha kud­ kazdırdı, bahçeler ve bir hurmalık vücuda ge­ retli olduğu kabûl edilmekle beraber (krş. tirdi. 1839 ’da vefat edince, oraya gömüldü. Haşan Çelebi, ayn. esr.) fârisî gazelleri ve Oğullarından, 27 ramazan 1313 ( 12 mart 1896) arapça kasideleri emsalsiz olan ( Şakaik al-nu- ’te vefat eden Sidi Muhammed Şarif de oraya mâniya, gost. yer.) Câfer Çelebi.’nin, devrinin defnedilmiştir. Zâviyenin önce oldukça yavaş münşileri arasında, en büyük mevkii işgal eden inkişaf etmiş olduğu anlaşılıyor. 1874 ’te orada değerli bir şahsiyet olduğu da dâimâ tekrar bir kaç talebe ile bir kaç köleden başka hiç olunur. kimse yoktu. Fakat bu tarihten sonra zâviye Heves-nâme, Câfer Çelebi ’nin mesnevi tar­ sür’atle inkişaf etti. Duveyrier ’ye göre, burada zında yazdığı en meşhur eseridir. Mevzû iti­ 1881 ‘de 750 talebe ile 2.000 köle bulunuyordu. barı ile tamamiyle orijinal, tertip, üslûp ve Zaviyede dinî binalardan başka, çeşit-çeşit nazım tekniği bakımından da, çok güzel olan tezgâhlar ile bir silâhhâne vardı. Burası, tari­ bu eserde (yazılışı 399 = 1493) Tâci-zâde bir kat müessisinin oğlu ve halefi Şeyh Sidi Mu­ çok şâirleri tenkit eder. Eser münacaat ve na’at hammed al-Mahdi ’nin idaresi altında bir pro­ ile başlar, sonra Ayasofya, kasırlar, Fatih ca­ paganda merkezi oldu ; İslâmiyet! ve Senusî mii, darüşşifa, Yedikule, imaretler ve Kâğıt- akidelerini neşretmek için, oradan bütün mer­ hâne gibi, İstanbul ’un muhtelif yerlerini tas­ kezî Afrika’ya ve bilhassa Vadây’a dâ’îler gi­ vir eden kısımlar gelir; daha sonra bâzı hasb-i derdi. Belki bu memlekete yaklaşmak ve aynı hâller, hitaplar, cevaplar ve şâirin sergüzeştleri zamanda müntesiplerİni Avrupa te’sirlerınden vardır. Arada tercî-i bend ve gazeller de gö­ ve türk nufuzundan uzak tutmak için, şeyh, rülmektedir (Nuruosmaniye kütüp., nr. 437 3; 1895 ’te Cağbüb ’u terketti ve Kufra vadisinde krş. Fuad Köprülü, Divan edebiyatı antolojisi; Bilâd al-Cüf’a yerleşti. Cağbüb, Senûsî ta­ Sâdeddin Nüzhet Ergun, ayn. esr.). Bundan rikati zâviyelerinin en mühimi .olarak kaldı. başka 3.382 beyit ihtiva eden bir divanı, Burası bir ziyaretgâh, 300 ile 400 talebenin zamanın mühim vukuatını bildiren münşeatı devam ettiği bir tahsil merkezi idi ve şeyh al- (krş. Hâlis, TOEM, ilâve), Mahrûsa-i İstan­ Haşâ’işı 'ye göre, takriben 8.000 eildlik bir kü- bul fetihnamesi, farsçadan yapılan Anîs al- tüphânesi de vardı, f Cağbüb Avrupa kaynak­ 'arifin tercümesi (Süleymaniye kütüp., Esad larında Carabub, Cerebub, italyanlarca Giara- Efendi kısmı, nr. 1825 ve Üniversite kütüp., bub, ancak 1926 senesinde, yâni Bingazi sahil­ T.Y., nr. 834 ) ve mizahî bir eser olan Kûs-nâme lerine çıktıklarından 13 sene sonra, İtalyan (bugün nüshalarına tesadüf edilmemektedir; kuvvetleri tarafından işgal edilerek, ikinci, ci­ krş. Sâdeddin Nüzhet Ergun, ayn. esr.) vardır. han harbine kadar onların elinde kaldı. Vaha­ Diğer taraftan Câfer Çelebi, meşhur bir hat- nın senûsî halkı, İtalya işgâli sırasında dağıl­ tât idi ve bu sahada gösterdiği iktidarı, mün- mış olduğundan, bu şırada burada ancak bir şîliği derecesinde bulanlar da vardır. Hattı kaç yüz yerli nüfus kalmıştı]. Şeyh Hamdullah Âgâh ’tan öğrenmişti (krş. Bibliyograf yat Roblfs, Van Tripolis Müstakim-zâde, Tuhfat al-hattâiin, İstanbul, nach Alexandrien (Bremen, 1885 ), s. 81 v.d.} 1928, s. 149 v.d.). Câfer Çelebi ’nin İstanbul ’da H. Duveyrier, La Confrérie musulmane de

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.