ebook img

MEB İslam Ansiklopedisi 10 PDF

807 Pages·1979·60.01 MB·Turkish
by  MEB
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview MEB İslam Ansiklopedisi 10

İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ • A A. * İ S L A M A L E M İ TARİH, COĞRAFYA, ETNOGRAFYA VE B İY O G R A F Y A LÜGATİ ■nr^rrı-Tsr^'MCETC*^.--feJi:.5a MÎLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞININ KARARI ÜZERİNE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİNDE [A. ADIVAR v. 1955, R. ARAT v. 1964, A. ATEŞ v. 1966.] î. KAFESOĞLU, T. YAZICI, N. M. ÇETİN TARAFINDAN y LEYDEN TAB’I ESAS TUTULARAK telif, tâdil, ikmâl ve tercüme sureti île NEŞREDİLMİŞTİR X Ö . C İ L T /VvVAVWvWvvMA sâ — su f r û y İSTANBUL MİLLÎ EĞİTİM BASIMEVİ SÂ. S”, arap alfabesinin^ harfi­ Bir de, mudd veya şa' bulunmadığı vakit, za­ nin adı olup, adedî değeri $00 ’dür. İki ucu kât at-fitr çok defa ters çevrilmiş, orta dere­ içeriye doğru bükülmüş ve üzerine üç nokta ko­ cede açık iki avncun yan-yana getirilmesi ile 5 nulmuş ufkî bir çizgi şeklindedir. Bu üç nokta Ölçülmektedir. Bu âdet dışında ş ' veya mudd onu, alfabenin üçüncü harfi olan ve yalnız iki al-nabî ölçekleri ayrıca şu dinî vecîbeler için nokta taşıyan tet [b. bk,]*dan ayırır. Bu ben­ de kullanılmaktadır : a. Öşürlerin ( zakât ) hesap­ zeyiş si? *nın alfabede hemen tS ’dan sonra ge­ lanışında, b. küçük temizlik ( vuia ) ve büyük len yerini izâh eder. temizliklerde (ğusl ) gerekli en az su raıkda- Diğer sâmî alfabeler arasında yalnız cenûbı- rmın teshilinde ( ilkinde I mudd ve sonuncu­ arap alfabesi bu ş sesi için husûsî bir şekle sunda 1 şö‘ ). sahiptir. Bibliyografga\ Arapça lügatler, İştikak bakımından şef, ken’ânî £’, ârâmî f) bilhassa Muhil al-muhif ( Beyrut, 1870 ), II, ( eski ârâmî (p ), âsûrî ş ve habeşçe ft' harfine 1221, sin. i; fıkıh ve hadîs mecmuaları; tekabül eder. Arapçada bu ses çok defa / ile Alfred Bel, Note sor trois anciens vases değişir. _ (A. J. WeNSINCK.) en cuivre gravé, trouvés à Fès et servant à SA’. ŞA‘ (ŞUVÂ'; ar. müzekker veya mü- mesurer l’aumône légale du Fiir {Bull. ennes), hubûbat ölçeği olup, „Medine Archèolog,, Paris, 1917, s. 359—387, resimli), ’de kullanılan şekline göre --- 4 mudd [ modius ]" diğer eserler burada gösterilmiştir. (Lisân). Gerek şa‘ ’ın, gerek mudd ’ün ticâret­ (Alfred Bel.) teki hacmi muhtelif şehir ve bölgelerde birbi­ ŞÂ’. [ Bk. SÂ’.] v rinden farklı idi; fakat şeker bayramının (‘Id ŞA\ [ Bk. sâ.] ' al-fi(r) menâsiki hicretini, yılında Peygamber SA‘A. t Bk. SÂAT.] tarafından tesbit edilirken, bu ölçeğin şer’î SA'ÂDA. [ Bk. sââdeT.] değeri de tâyin edilmiştir. Böylece zakât SA'ADAT. [ Bk. saâdet.] al-fitr, âilenin her ferdi için, bîr şö' hubûbat SAÂDET. SA'ÂDA (a.), saâdet. s-'-d olarak kararlaştırılmıştır. Tabi’îdir ki, bunun kökü ve onun bir kısım müştakları, muhtelii için Medine ’de kullanılan şa esâs tutulmuştur : bakımlardan İslâm öncesi arap düşünüş tar­ o günden itibâren Medine mudd ’üne mudd al zına bağlanır. Kendisine „kurtuluş vesilesi, nabî denilmiştir. uğur" ( g-m-n, zıddı n-h-s ) gibi, umûmî bir Bu ilk sünnî-islâm mudd ’ünün aacmi Zayd ■ mâna verilmektedir. Has isim olarak Sa'd ( mü- Sabit tarafından kaydedilmektedir. Daha sonra ennest: Su'âd; krş, mad. SA'D ), Bünyamin ve lan dinî maksatlar ile imâl edilen mudd ve si , .Gad gibi, îbrânîce isimlerin müteradifi olabil- ’lar da bu örneğe göre yapılmış olmalıdır. Mag 1 mektedir. Sa'd ilâh ismi olarak da görülür; Weil- rlb ile ilgili muhtelif vesikalarda bunun böyle hausen ( Reste arabisehen Heidentums2, s. 65 ) olduğunu tesbit etmek mümkündür, Buna göre, al-Sa'ida (araplarm ibâdet için etrâfında dön­ resmen muddal-nabî =0,751., sâ' ise 31. hac­ dükleri bir ev) aslında al-'Uzzâ’mn bir lekabı idi. minde idi. Bundan başka, muzâfün-iieyh mevkiinde bu­ İslâm fıkhında da, esâs olarak, bu hacim ka- lunan bir kelime ile tâkip edilen Sa'd ’e, sık- bûl edilmiştir. Burada şâ'=2Ğ f ri(l; ritl^ızz sık yıldız ismi [ krş. bir de madd. sa'd, AL-SA'- Mekke dirhemi ve dirhem de = 50$ arpa DÂN ] ve kabîle ismi olarak da rastlanır. tanesi hesaplanmaktadır. Böyle bir ölçeğin Talbiya ( husûsiyle hacc esnasında, aynı za­ her yerde birbirinin aynı olmayacağı tabiîdir manda şalüt *ta ; krş. mad. TALBİYA )’deki sa'- i SAÂDET - SÂAÎ. dagka şekli, kökün ( = y-m-n ) mânası ile sıkı bu islâhâtı hararetle tasvip etmiş iken, sonrs sıkıya bağlı görünmektedir. Bununla beraber bunu kabûl etmek istememiş ve ancak 1801 krş. arap lügatlerinde mad. s--d. ;yılında Lucknow anlaşmasını imzalamak zorun­ Sa'âda ( ve Sa'âda t-'AIİ-Hân has isminde d■ a kalmıştır. Bu ınlaşmaya göre, şirketin ordu bir oedel ile takıp edildiği vakit ; krş. mad. masraflarını karşılamak üzere, altı küçük idâri Sa'ÂDAT-'alÎ-hân ), bilhassa İslâmî bîr tâbir bölge şirkete terkedilmiş ve buna mukabil nav olarak görünmektedir ( zıddı $akâva ). Bu ke- v■ âb ’m şirkete karşı bütün mâlî mükellefiyet­ Üme Kur’an ’da geçmemektedir. Hadîste âhi- leri kaldırılmıştır. Navvâb bundan başka, te- retle ilgili bir mâna taşımakta olup ( krş. yavm beasımn geçimini kolaylaştıracak ve memle­ t '-sa'âda „kıyamet günü", Dozy, Supplément, bfc. ketin gelir kaynaklarını te’minat altına alacak SA'ÂDA), bilhassa kader ile alâkalıdır. Msi. sa'âda bir idâre usûlünün tatbiki İle de mükellef tu­ ehli sa'âda ’nin amelleıini tamamlamak hususun­ tulmuştur. Sa'âdat-'Ali-Han bu anlaşmayı o da Tanrı tarafından yardım görmüştür (al-Buhâ- kadar müessir bir şekilde tatbik etmiştir ki, ri, Canâ'iz, bâb 83 ; Muslim, Kadar, hadîs 6 ; sonraları Oudh bölgesini idâre edenler arasın­ al-Tirmizi, Kadar, bâb 3 ). Vahdaniyeti kabûl da en akıllı ve en kuvvetlisi olarak tanınmış­ eden dinlerin hepsinde görülen bir tekâmüle tır. Sa'âdat-'Ali-Han 1814 yılında ölmüş ve göre, bu kelime ahi al-saâda müslümanlar yerine ikinci oğlu Ğâzi al-Din Haydar geç­ ( krş. Dozy, göst. yer. ) tâbirinde daha dar bir miştir, mâna almaktadır. Saray dili üslûbunda haş­ Bibliyogra f ya: Sayyid Guİâm 'Ali, metli, haşmet-meâb mânasına gelmekte olup, dür '¡mad al-saâda ( Lucknow, 1897 ), s. 169—174; al-sa'âda „saray" demektir { krş. Dozy, göst, Durgâ Prasâd, Bâstân-i Avadh (Lucknow, yer, ). Der-Saâdet tâbiri İstanbul için kullant- 1892 ), s. 99—109 (resmi ile); C. U. Aitchı- Iır ve saâdetlü tâbiri türk resmî dereceler sil­ son, Collection of Treaties relating to India silesinde yer alır. (A. J. WENSÏNCK. ) (Kaiküte, 1909), I, 118—137; John Malcolm, SAÂDET-ALÎ-HAN. SA'ÂDAT-'ALİ-HAN The Political History of India from 1784 to (?—1814), Oudh nevvâbı. Âşaf al- 1823 (London, 1826), I, 170—177, «73—283; Davla’nin eylül 1797’de Ölümü üzerine, onun A Selection from the Despatches of the Mar­ sözde oğlu olan, fakat evlâtlığı hiç bir zaman quess Wellesley ( nşr. S. j, Owen ), Oxford, tam olarak resmiyet kesbetmemiş bulunan ve­ 1877, s. 188—207; H. C, irwin, The Garden zir 'Ali-Han kendisine halef tâyin edildi. Fakat of India, or chapters on Oudh kistory and bu zât 4 ay sonra, idaresizliğinden- dolayı, affairs (London, 1880), s. 100—m . Daha işinden uzaklaştırıldı. Bunun üzerine umûmî vali şu kaynaklara müracaat edilebilir: Harsukh Sir John Shore, onun yerine, Aşaf ai-Davla Râe, Maemd al-ahbâr (Brit. Mus., Or. 1624); ’nin kardeşi olup, 1776 ’dan beri Benâres ’te Muhammed Muhtaşim Han, Târih-i Muhta- İngiliz himâyesinde yaşamakta olan Sa'âdat- şim ( Bankipore Public Library, nr. 60S )• *A!i-Han’ı tâyin etti, Sa'âdat-'Ali-Han ’ın ida­ ŞA'ALİBÎ. [Bk. SEÂLİBÎ.] resi zamanında Oudh bölgesinde İngiliz nufûzu SÂÂT. SÄ'A ( A.), ( muayyen bir zaman hissedilir derecede genişlemiştir. Bu bölge 1775 fasılası ve bilhassa tesbit edilmiş bir baş­ yılında, navvab ile yapılan bir anlaşma netice­ langıca göre, her hangi bir anda zamanı sinde, şarkî Hindistan kumpanyası himayesine gösteren âlet olup ], yunan hey’et âlimle­ girmiş ve yıllık muayyen bir tazminat muka­ rine imtisâlen, aynı zamanda mustaviya de de­ bilinde, bölgenin müdâfaası te’minat altına nilen ve yıldızlar semâsının 15 derecelik dönme­ alınmış idi. 1798 yılında yapılan yeni bir an­ sine tekabül eden müsâvî veya nücûmî sâat, sâ‘a laşma ile bu tazminat 76 lek ’o çıkarılmış ve falakiya ile, gündüzü ve geceyi 12 saate böl­ aynı zamanda Allâhâbâd müstahkem mevkii mek sureti ile, elde edilen ve bu sebeple de de şirkete, silâh deposu olarak, verilmiştir. mahallin arz dâiresine ve mevsimlere göre deği­ Buna mukabil, bölgenin iç ve dış düşmanlara şen, bununla beraber zaman süresini belitten ve karşı müdâfaası için, şirket 10.000 kişilik bir zamanı ya de denilen gayr-i müsâvî sâat, mu’vac- askeri kuvvet bulundurmağı taahhüt etmiştir. ca, arasında bir tefrik yapılmıştır. Bu ikinci târif Navvab ’m askerlerinin isyankâr tavırları üze­ ite verilen sâatin yüksek arz dairelerine tatbiki rine, yeni umûmî vâli Marquis Wellesley mümkün değildir. [ Güneşin semâda zâhirî ha­ (1798—1805) bu lüzumsuz ve tehlikeli olan, reketi sırasında zamanı belirten en uygun bir Sa'âdat-'Ali-Han'ın kendi ifâdesine göre de, gök cismi olması sebebi ile, hey’et âlimleri za­ ancak düşmanlarına faydası dokunan askerî manı dâima güneşin hareketi ile târif etmişlerdir. birlikleri lâğvedip, yerine şirketin kuvvetlerini Her hangi bir mahalde güneşin batış âm bir za­ kulianmağı teklif etti. Şahsına karşı yöneltilen man mebdei olarak alınmış ve o anda sâatin la tehlikelerden korkan Sa'âdat-'Ali-Han önceleri olduğu ve ertesi günü güneşin batma ânına ka- SÂAf - SABIK. I dar iki i 2 sâai geçtiği kabûl edilerek, ezâui sâat gul olmuşlardır. Saatler hakkında en mühim tarifi yapılmıştır. Bilhassa saatlerin ayar edilme­ eser İsmS'il b. al-Razzaz al-Cazari’nin 60i si kolay olduğundan, memleketimizde ezânî sâat (1205/1206) senesinde yazmış olduğu Kitab fî çok taammüm etmiş, fakat bu asrın başlarında ma'rifat al-hiyal al-handasiya adlı kitabıdır. vasati saatin Türkiye ’de umumileşmesi ve niha­ Bu eserde müellif, gayet mâhirâne bir tarzda yet resmî sâat olarak kabâlü neticesi artık imâl edilmiş ve bilhassa şekillerine göre, ad­ kullanılmaz olmuştur. Vasatı zamanın mahal­ landırılmış (maymun, fil, cellât, muharrir ve lin tûl dâiresine bağlı olması bir çok güçlük­ davulcu sâati gibi) saatlerin yapılışını, bütün ler husule getirdiğinden, bütün dünyâya şâmil teferruâtı ile, yazmaktadır. Diğer mübim bir bir zaman sisteminin' ihdası gerekmiş ve bu­ eser de, Rızvân b. Muhammed ai-Horâsâni ’nin nun neticesi olarak da, bir çok memleketlerin Şam ’da Gayrün kapısında bulunan bir sâat saatleri Ingiltere’de Greenwich rasathânesinin hakkında yazmış olduğu kitaptır (krş. Suter, tûl dâiresi ile tarif edilen Greenwich saatine s. 136 v.d., nr. 343). Şarka ilk olarak XVI. asır­ (G. M. T.) bağlanmıştır ], Dinî tâbir olarak, da gelen çarklı saatler hakkında, Taki al-Din .•>a a aynı zamanda Ölüm ve kıyâmet ânı mâ­ ’in 1552/1553’te yazdığı bir eserde malûmata nasına da gelir [ bk. mad. KIYÂMET ]. Gündüz tesadüf ediyoruz. Kastİlya kıralı Alphonse'un ve gece saatlerinin geçişini ölçmek için, za­ saatleri mükemmeliyetlerini İslâm medeniyetine manı ölçen âletler (hl3t al-sâ'St) kul­ borçludur. lanılır. Horologium (sâat) kelimesi yanında Bibliyografsa: E. Wiedemann, Bei- kora (yunanca &ça ) ’dan gelen almanca Uhr trage (SBPMS Erlg., 1905, IH, 255; 1905, kelimesi gibi, arapçada s'ü 'at ve sö'a da aynı V, 408; 1906, VI, 11; 1906, X, 348; 1907, zamanda zaman ölçen âlet mânasına gelir. XII, 200; 1914, XXXIV, 17; 1918-1919, LIX, juva|’dan gelen binkam veya pingân, payyavov 272); E. Wiedemann ve F. Hauser, Uber die ’den gelen mangSna gibi bir takım kelimeler . Uhren im Bereich der islamischen Kultur şekil değiştirmiş veya xXrtimSga ’dan sarr&kat ( Nova Acta Abh. d.... Deutsch. Akad. d. al-mâ' gibi tercüme edilmiş yunanca kelimeler Natar for seher, Halle, 1915, C, nr, 5); ayn. olmalıdır j targahâra ( krş. tarkihar—-\al. pate­ mil., Uhr des Archimedes (Nova Acta, CHI, na} gibi bâzı kelimeler de irânî menşe’lidir. nr. 2); E. von Bassermann- Jordan, Die Ge­ Nücûmî zaman tâyininde rubu’ tahtası ve us­ schichte der Zeitmessung und der Uhren', , turlab kullanıldığı malûmdur. Ancak ister ufkî, (al-Tahânavi, Kaşşâf iştilâhât al-funân (Kal- ister şakulî olsun, muhtelif şekillerinde, güneş küte, 1862), s. 675 v.d]. (J. Ruska.) [ saatinin veya basîtenin kullanılışı hakkında fazla Bu madde T, Gökmen tarafından ikmâl bir şey söylemeyeceğiz. [ Zamanı gösteren âlet edilmiştir ]. olarak, saatlerin en iptidaî şekilleri milâddan SAB’, SAB'A, [Bk. SEB’, seb’a.] asırlarca önce Mısır ’da, Elcezîre *de, Hindis­ SABA'. [ Bk. sebâ.) tan 'da ve Çin ’de kullanılmıştır ]. Sâat kelimesi SABAB. [ Bk. sebeb.] ile dar mânada kasdedilen şey, eski zamandan SABANCA. [ Bk. sapanca.] beri malum olan kum ye su saatleri ve benzeri SABBÎH. [Bk. sebbİh.] makinelerdir, Bizanslılar dikkatsiz bir kimsenin SABIR. ŞABR (a.) mefhûmunun muhte­ bile zamanın geçişini bildirmesi için, bunlara gül­ vası, aşağıda görüleceği gibi, garbî Avrupa lelerin düşmesini, çan çalmasını, lambaların i dillerinde bir tek kelime ile güç karşılanabilir. sönmesini, hareket eden şekillerin ve mnsikîli Arap lügat âlimlerine göre, masdarı şabr olan makinelerin işlemesini te’min ile uzaktan gör­ ş-b-r kökü „alıkoymak" veya „bağlamak" mâna­ me veya duymayı mümkün kılacak tertibat ilâ­ sına gelmektedir; buradan katalahu şabr”” „onu ve etmişlerdir. Müslüman şarkta imâl edilmiş sıkıca yakalayarak, öldürdü“ gelir. Buna göre, san’aikârâne bir sâat hakkında en eski izahat kâtil ve maktule, sırası ile, şöbir ve maşbBr Einhardt ’m Annales ’inde bulunmaktadır. Bu denilmektedir. Bu tâbir işkenceye mârûz kalan tarihçi, büyük Kar) ( Charlemagne) ’m elçisi şehidler ve katledilen harp esirleri için kul­ Radbert ‘in, 806/807 ( m.) senesinde, halîfenin lanılır; hadîste, İslâm ahkâmına göre değil de, sarayından dönerken, öldüğünü ve bu sırada, bunun aksine eziyet edilerek öldürülen (rosl. „İran hükümdarı", yâni halîfe Hârün ai-Raşid at-Buhâl'İ, gabâ’ih, bâb 25; Muslim, Şayd, ha­ ’in elçisi Abdelîaf'Abd Allah ]*mn kudüslü dîs 58; Aljmed b. Hanbaİ, Mumad, III, 171) keşişler ile birlikte geldiğini ve beraberinde de hayvanlar için geçer. Salahiyetli makamlar ta­ fevkalâde bir sâat getirdiğini naklederek, bu rafından icbâr edilen Ve bu sebeple cebren sâati tasvir eder. E. Wiedemann ve F. Hauser edilen bir yemini ifâde eden yarnin’* şabria bu mes’ele hakkında arap kaynaklarının mey­ tâbirinde görülmektedir. Husûsî bir ıstılah dana çıkarılması ve izahları ile bilhassa meş­ olarak ( mst. al-Buhâri, Manâkib - al~ansört 4 SABIR. bâb 27; Ayman, bâb 17; Müslim, İman, ha­ kanûn ile havale edilmiş olan işlerin tamamlan­ dîs 176). masında sabır j 3, men’edilmiş olan fiilleri terk- Kar’an 'da çok defa ük nazarda sabırlı etmekte sabır; 4. musibet v.b, hâllerde teslimi­ olmak mânası ile ş-b-r kökünün müştak­ yet göstermek. Ona göre, maşâbara, sabrın lar»- ¿ulanmaktadır. Peygambere kendisinden hemcinsine ( msl. komşularına ve kendisi ile aynı önae gönderilen resuller gibi, sabırlı olması ih- kitap ehlinden olanlara) tatbiki, intikamın terki, târ edilmiştir ( XXXVIII, 16 ; XLVI, 34 5 „zira amr bi ’l-ma'râf va ’l-nahy ‘ani ’l-munkar v.b. Allahın tehditleri gerçekleşir“, buna bir de Şabr ’ın en büyük değeri Allahın bütün esmâ-i XXX, 60 ilâve olunmuştur); sabredenlere iki hüsnâsı arasında şabâr isminin de yer almış ol­ kat mükâfat vâdedılmiştir (XXIII, 113; XXVIII, masında görülür. Lisân ( bk. mad. ş-b-r) ’a göre, 54; krş. XXV, 7S )• Hattâ XXXIX, 16 ’da, şâbi- şabar (¡alîm ’in müterâdifidir; şu farkla ki, gü­ rün’un, hîsâb (bu kelime burada ölçü, tahdit nahkâr, (ıalim ’den hiç bir ceza beklemediği mânasında kullanılmıştır) görülmeden, mükâ­ hâlde, şabar ’un böyle bir harekette bulunaca­ fatlarını elde edecekleri bildirilmiştir. ğından emin değildir. Hadîste Allahın sabrı, Bu mefhûm, c i h â d hakkında (msl. III, 140; işittiğinden dolayı hissettiği ezâya karşı hiç VIII, 66) husûsî bîr şekilde kullanılmıştır. Bu kimse onun kadar sabırlı değildir (Buharı, Tav­ nevîden bir siyakta mefhûm] s a br ve s e b â t hid, bâb 3) şeklindeki ibâresinde en yüksek kelimeleri ile karşılanabilir. ifâdesini bulmuştur. Bu kelimenin sonra, msl, Yûsuf sûresinde Hadîste şabr, her şeyden önce, umûmî mâ­ {XII, 18 ), oğlunun Ölümünü öğrenmesi üzerine nadaki metinlerde geçer; kendini şabr ’a vere­ Ya'lfüb’un; „Artık bana düşen—kadere rızâ ne Allah şabr ihsanında bulunacaktır; zîra şabr ve teslimiyet (fa-sabrm camii»’1)“— dediğini en büyük Intuftur (al-Buhâri, Zakât, bâb 50; bildiren âyette şabr ’m tevekkül; rızâ ve Rikâk, bâb 20; Ahmed b. Han bal, III, 93). Bu­ teslimiyet mânasında kullanıldığı görül­ rada da şabr, cihâdida sabır ve sebata delâlet mektedir. Şabr bâzan şalât {II) 45,153 ) ile bir­ etmektedir. Bîr adam Peygambere: — »Şah­ likte zikredilir. Müfessirlere göre, bu âyette sım ve servetimle cihâda iştirak eder, dâimâ kelime oruç mânasındadır. Onlar buna delîl ileri atılır, sırtımı çevirmez ve şâbir«» ölür, olarak da ramazan ayı için kullanılmış olan teslimiyet gösterirsem, cennete girer miyim?“ şahr al-şabr sıfatım gösterirler. — diye sorduğu zaman, Peygamber: —„Evet“— Kur'an ’da, şakBr (XIV, 5 v.b.) ’e bağlı ola­ diye cevap verdi (Ahmed b. Hanbal, Musnad, rak kullanılmış olan şabbâr sıfatına rastlanır; III, 325). Msl. cemâat baskısına tahammül krş. al-Tabari, Tafsır: „Kendisine felâket isa­ etmek mânası ile de bu kelimeye rastlanmak- bet ettiği vakit teslimiyet gösteren ve mağ­ tadır. ölümden sonra bir çok tecrübelere tâbî firete nâil olduğu vakit de şükreden kula ne tutulacaksanız da, semavî havuzun yanında mutlu“ ve Muslîm, Zufıd, hadîs 64; „Mü’mi- bana mülâki oluncaya kadar sabrediniz (havi; nin vaziyeti hayranlık vericidir ; her şey ken­ al-Buharı, Rilçâk, bâb 53; Fitan, bâb 2; krş. disine hizmet eder; kendisine iyi bir şey isâ- Ahkâm, bâb 4; Müslim, imâra, hadîs 53, 56 bet ettiği vakit, şükredici olur ve onun iyili­ v.b.). Umûmiyetle kelime şu darb-ı meseldeki ğine hizmet eder ve musibet isabet ettiği va­ gibi teslimiyet mânasındadır: ( hakikî) şabr kit, teslimiyet gösterir ve bu da onun iyili­ ilk darbededir (innama ’l-şabr ‘inda ’i-şadmati ğine hizmet eder." 'l-âlâ veya avvali şadmati” ve yahut avvali Mefhûmun muahhar gelişmesi Kur’an tef­ şadmati, aI-Buİ}Sri, Cana'iz, bâb 32, 43 ; Müslim, sirlerinde görülmektedir; bu tefsirlerin Kur­ Canö’iz, hadîs 15; Abu Dâ’üd, Cana iz, bâb 22 ’an dilinin kullanılışına ne dereceye kadar dâ­ v.b.); fakat şu sar’ah bir kadının başka bakım­ hil bulunduklarını söylemek güçtür. Her hâide dan dikkate şâyan hikâyesidir: saralı kadın, bütün mâna farkları ile mefhûm aslen yunanı­ iyileşmesi için, Peygamberden kendisine dua­ dır; zîra o reva kî ’atapa^-'a hıristiyânî sabır da bulunmasını niyaz eder. O da ona isteğin­ nefse hâkimiyet ve zühdı teslimiyeti içine al­ den vazgeçip, sabrederse, cennete gireceğini maktadır (aş.-bk.). Tefsirlsrin çok sayıdaki söyler (ai-Buhâri, Mariâ, bâb 6; Müslim, al-Birr izâhları üzerinde durmaksızın,sâdece Fahr al- va 'l-şila, hadîs 54). — Çok defa bu kelimeye Din at-Râzi (Mafatih al-ğayb, Kahire, 1278; teslimiyete has tâbir olan iljtişâb (msl. al-Bu­ III, 200 âyeti hakkında ) ’ninkini zikredelim. hâri, Ayman, bâb 9; Müslim, Canâ’iz, hadîs Fahr al-Din al-Râzi dört şabr tefrik etmek­ 11 ) ile birlikte rastlanmaktadır. Bununla şu tedir: 1. nassî mes’elelere, msl. tavhid, ‘adi, hadis kudsi karşılaştırılabilir: — „Eğer kulum, nubııvva, ma'âd akidesi ve diğer ihtilaflı nok­ iki gözünün ışığından mahrûm kalırsa, buna talara muzâf, yorucu zihnî çalışmalarda sabır mukabil ben ona cenneti vereceğim" (al-Buhâri, ve sebât; 2, yapmakla mükellef bulunulan veya Maria, bâb 67; Ahmed b. Hanbal, III, 283). SABIR. S Nihayet ahlâkî-zübdî tasavvufta çok büyük mefhûmlar meydana getiriyordu. aİ-Şibli bir bîr ehemmiyeti olan „terk" mânasına salıîh ha­ adama; — „Sabredene en güç gelen hangi sa­ dîste çok nâdir rastlanır (yk.-bk., 11, 42, 148 bırdır ? "—diye sorar. O da: -„al-Şabr fi 'ilâh“ âyeti münâsebeti ile ). al-Buhâri ’nin Kitab al- — diye cevap verir. Bunun üzerine, ai-Şİbli: rikâk (d:ger hadîs mecmualarında zuhd babı — „Hayır" — der. Bu şahıs : — „al-Şabr ti 'ilah" olarak geçen bu bâb bu temayülün islâmdskî — der. al-Şİbli: — „Hayır" — der. Bunun üze­ 7 en eski merhalesini belirtir) ’ın «o. bâbı ar- rine bu şahıs: — ,,a[~Şabr ma'a’llâh“ — der. cama ’de şöyledir; ... ‘Omar: — „Hayâtımızın al-Şibli: — „Hayır"— der. Adam : —„O hâlde en iyi şeyini sabırda bulduk." — Burada, yunam hangisi ?"—diye sorar. al-Şibli de ona: —„Şabr te’sir hissedilir kî, ona göre, terk, hakikî insan, 'ani *ilâh" — diye cevap verir ve hemen-hemen bakîm ve şehide yaraşır bir tavırdır. muhâtabınıu aklını başından alacak bir izâh ilâ­ Kur’an ve hadîsin şabr’a dâir söyledikleri ve eder (ai-Kuşayri, RisSla, s. 100,9). kısmen ahlâkî ve tasavvufî edebiyatta tekrar­ a 1-Ğ a z z S1 i, şabr ’dan Ih ya' ’nm ikinci ki­ lanmaktadır; fakat bu ketime burada bir nevî tabının, selâmeti te’min eden fazîletleri tasvir ifmî ve hattâ daha üstün derecede bir tâbir ol­ eden, 4. kısmında bahseder. Daha önce Kur’an muştur ; zîra şabr, bu tasavvufî fikrin ifâdesi ’da şabr ve şakr ’ün bîri birleri ne bağlanmış bu­ için, esâs faziletlerden biridir. Diğer aslî mef­ lundukları 111 gördük. al-Gazzûii, II. kitapta, ayrı- hûmlar (krş. Niekolson, JRAS, 1906’da sûfî ayrı ve fakat aralarında içten bir bağ kurarak, ve sûfîliğin türlü tarifleri) gibi, şabr ’ın da bir iki mefhûmdan bahseder. Bununla berâber, on­ çok tarifleri vardır ki, bunlar, mefhûmu tami­ ların imtizacını Kur ’an ifâdesi tarzı üzerine miyle izâh ve ifâdeden ziyâde, manevî zenginliği değil, hikmet üzerine binâ eder; îmân—biri ortaya koyar; çok kıymetlidir; zîra mefhûmu ânî şabr, diğeri şukr olan ilet yarımdan terekküp şimşekler gibi aydınlatmağa yarar. Kuşayri, eder. Bu şu hadîse dayanmaktadır: „Şabr — RisSla ( Bulak, 1287, s. 99 v.d.)’sinde şu nümû- îmânın yarısıdır" ( krş. şabr ve şukr ’ü de bir­ neleri vermektedir: —„Acı şeyleri, kaşlarınızı leştiren daha yukarıda nakledilmiş olan ha­ çatmadan, yutunuz" (Cunayd).—„Men’edilmiş dîsler ), şeylerden uzak durunuz, kaderin darbelerine al-Ga2zâli, şafcr’1 târif etmek için, onu şu tahammül ederek, susunuz; fakirlik üzerinize bakımlardan mütâiea etmektedir: I. şabr ’m çöktüğü vakit, zengin görününüz“ —„Kade­ fazileti; 2. mâhiyeti ve mefhûmu ; 3. şabr ’m rin darbelerine lâyık bir şekilde (kasn al­ îmânın yarısı oiduğu; 4. şabr ile müter&dif tâ­ , adab) sabr u sebat gösteriniz" (İbn ‘Atâ’). birler; 5. kuvveti ve zayıflığı bakımından, şabr — „Konuşmaksizm ve şikâyet etmeksizin, dar­ çeşitleri ; 6. şabr ’m lüzumu hakkındaki fikirler be altma eğiliniz“. —„ŞabbSr — men’edilmiş ve insanın ondan nasıl vazgeçemediği; 7. şabr şeyîer île birden-bire karşı-karşıya bulunmağa ’ın sıhhat bulması ve bunun çâreleri. — Bu tak­ alışmış kimsedir" (Abü'Ogmân).—„Şabr — sim, bütünü ile Bar Hebr&eus tarafından, M‘- sanki sıhhatmiş gibi, dert ile kaynaşarak yaşa­ saı/berânnütâ ( krş. A. j. Wensitıck, Bar Hebrae- maktan ibârettİr". —„Tanrının yanında müte­ 113’s Book of the Dove, Leiden, 1919, s. CXVIİ vekkil olunuz, kaş çatmayınız ve gücenmeksi- —CXIX) için, Ethikon ’unda tekrar edilmiştir. zin onun darbelerini karşılayınız" (‘Amr b.'Oş- Bu bölümlerden ancak şunlar zikredilebilir, mân). —„ Kitâb ve sunan *in emirlerine muta­ Şabr, bütün dinî makâmât gibi, üç kısımdan te­ vaat "(al-Havvaş). —„Sûfîlerin (harfiyen : âşık­ rekküp eder ; ma'rifa, lıâl ve ‘amal. Ma'arif— ların) göstereceği şabr zâhidferinkinden daha ağaca, afyvâl — dallara, a'mâl ise — meyvalara güçtür" (Yahya b. Mu'âz).—„Her türlü şikâ­ benzer. Üç çeşit varlık arasında sâdeee insan yetten sakınma" ( Ruvaym ). —„Allahtan yar­ şabr'a sahip olabilir; zîra hayvanlar tamâmiy- 1 dım bekleme" (Zu ’-Nün). —„ Şabr adı gibi­ le arzû ve sevk-i tabi’îlerinin hâkimiyeti altın­ dir" (Abu 'Ali al-Dakkâk ). —„Üç türlü sabır dadır; melekler, bunun aksine, tamâmiyle Allah vardır: mutaşabbir ’ların, şabir ’ların ve şabbâr sevgisi ile doludur; o suretle kİ, hiç bir arzû ’lann şabr ’ı (Abü ‘Abd Allah b. Hafif). —„Şabr onları hükmü altına alamaz ve binâenaleyh on­ asiâ sürçmeyen bir attır" ('Ali b. Abi Tâlib). lara galebe çalmak için, şabr ’a İhtiyaçları yok­ — Şabr, iyi ve kötü hâl arasında fark gözet­ tur. Aksine insanda iki sevk-i tabi’î (bâ’ig) bir­ meksizin, her İkisinde de ruh huzûrunu muhafa­ biri ile savaş hâlindedir: haz alma sevk-i tabi’- za etmektir; taşabbur, ağır bir felâket hissedil­ îsi ve din sevk-i tabiîsi. Birincisi şeytan ta­ diği vakit, darbeler altında sükûnet bulmaktır" rafından ve İkincisi ise, melekler tarafından tah­ (Abü Muhammed al-Curayri; krş. âtaça|£«). rik edilir. Şabr, nefsânî sevk-i tabi'înin aksine, Bu edebiyat sâdece kelime oyunlarından ve dinî sevk-i tabi’îye sadâkati gösterir. tariflerden hoş’.anmakla kalmıyor, aynı zaman­ Şabr iki türlüdür: a. ctsmânî, zahmetli işleri da, harf-i çerler vâsıtası ile biribirinden farklı İcradaki faâl şabr veya darbelere (felâketlere) 6 SABIR - SÄBI. tahammül etmekteki âtıl şabr ; bu çeşit şabr origines,., de la mystique musulmane { Paris, 3 vülm?ğe değer ; b. mânevi mal. tabi’î arzu­ 1922 ), fihrist. ( A. J. WeNSINCK.) lardan vazgeçme. Yerine göre, şabr mefhûmu SABIR. ŞABİR veya ŞAER, sarı-sabır, 'iffa, tabf al-nafs, şuçaa, hilm, saat al-şadr, zambakgiller gurubuna dâhil bir Afrika sarı­ kitmân al-sirr, zukd ve kana’a gibi, müte- sabır çeşidinin yapraklarından elde edilen ku­ râdı'fler ile ifâde edilmiştir. Mefhûmun bu ge­ rutulmuş hulâsa. Dioskurides ’te de bahsi ge­ niş teşmili, imân husûsunda ısticvâb edilmiş çen, arap tıbbında çok ehemmiyet verilen, acı olan Peygamberin : — Jmân sabırdır" — şek­ ve kuvvetli bir müshil ilâcı. Bugün So- linde cevap verdiğini bize anlatmaktadır. Bu- katrâ san-sabın bu maddenin en iyi cinsi ola­ çeşit sabır tamâmiyle medhe değer (mahmâd rak kabûl edilir. al-Dimaşk;i nebâtm iyi bir tâmm ). tasvirini veriyor ( Nuhbat al-dahr, nşr. Meh­ Sabırlarının kuvvetinin az veya çokluğuna ren, s. 8 ı ). Reçine istihsâli için bk. al-Nuvay- göre, üç sınıf kimse tefrik edilir ; a. kendilerin­ ri ve lügatler (bk. Lane, Lexicon, II, 1645). de sabrın devamlı bir hâl olduğu çok az sa­ Bibliyografya'. O. Warburg, Die yıda kimseler ( şiddikun, mukarrabün ) ; b. Pflanzenwelt, III, 448 ; I. Low, Die Flora kendilerinde hayvani sevk-i tabi’ilerin hüküm der Jaden, II, 148 v.dd. ; Abü Manşür al- Mu­ sürdüğü kimseler; c. kendilerinde iki sevk-i vaffak, Kitâb al-abniya 'an hakaik al-adoiya tabi’î arastada dâimi bir mücâdele bulunan kim­ ( nşr. Seligmann ), s. 164 ( tre. Abdul-Chalig seler ( mücâhidim ) ; belki Allah onlara tevec­ Aehundow ), Halle, 1893, s. 227 ; İbn al-Bay- cüh edecektir. al-Gazzâli bize irfânîlerden bi­ tar (tre. Leclerc), II, 361—367; E. Wiede­ rinin üç türlü şâbirün tefrik ettiğini söyle, mann, Beiir., XLIX; SBPMS, 19*6, s. 20. mektedir: nefsânî hevesler ini terkcdenler ( tâ- _ . (J. Roska.) 'ibSn)i emr-i İlâhîye (decretum divinum ) baş SÂBİ. AL-ŞÂBİ’, S â b i î mezhebine 5 eğenler (z kidün ); Allahın kendilerine gönder­ mensûp yedi şahsiyetin adı. diklerinden sevinç duyanlar ( şiddikân ), i. AL-ŞÂBi’, Abü İshâk İbrahim (925— at-Ğazzili, 6. bölümde mü’minin her türlü 996) B. HİLÂL B. İBRÂHÎM B. ZAHROn AL- ahvâlde şabr ’a nasıl mû dac olduğunu göster­ HaRRÂNÏ, s â h i î [b. bk.] mezhebine men­ mektedir ; a. sıhhat ve refahta ; burada şabr ve sûp olup, torunu Hilâl ’in mevsuk bir kay­ şakr ’ün sıkı bir birleşmesi göze çarpar ; b. şe- dına göre, 5 ramazan 3x3 (24 teşrin II. 925) rîatin emirlerini icrada, men’edilmiş şeylerden ’te doğmuştur ; fakat Fihrist 'te, çok geç oldu­ kendini korumakta, ister yakınımız tarafından, ğu muhakkak olan 320 (932) yılı gösterilmek­ ister Allahın bir emri ile olsun, irâdemizin ak­ tedir. 324 {935/936 )’te ölen babası Hilâl, Tü- sine meydana gelen vakıalar esnasında. zün’ün hizmetinde bâzık bir tabip idi. İbra­ Şabr, sâdece iki sevk-i tabi’inin arasındaki him tıp, hey'et ve hendese ilimlerinde ge­ mücâdelenin bir alâmeti olduğuna göre, te’min niş bilgi sâhîbi olan âilenîu diğer âzası gibi, ettiği şifâ dinî sevk-i tabi'îyi kuvvetlendire- aynı ilimleri öğrenmiş idi. Onun Büveyhı hü­ bilen ve hayvânî sevk-i tabi’îyi zayıflatabilen kümdarı ‘Azud al-Davla ’nin veziri ai-Mutah- bar şeyde mevcuttur. Hayvânî sevk-i tabi’î, ri­ har b. 'Abd Allah için, gümüş para büyüklü­ yazet vâsıtası ile, bu sevk-i tabi’îyi canlandıran ğünde bîr usturlap İmâ! ettiği söylenir. Bunun­ îıer şeyden sakınarak, kezâ İnziva ( 'azla ) veya la beraber bu sabadaki çalışmalarım erken terk- müsâade edilen şeyi {meselâ evlenmenin tatbiki ) ederek, divâna kâtip oldu. Orada Büveybî yapmakla zayıflar. Dinî şevk-i tabi’înin takvi­ Mu'izz al-Davla (ötm. 356=966/967 ) ’nin, bi­ yesi, a. bize mucâhada 'nin meyvalarını şiddet­ lâhare 'İzz al-Davla unvanı ila hükümdar olacak le isteten arzûnun meselâ velîlerin ve Peygam­ olan şehzade Bahtiyar’a Kirman valisi Muham- berin bayatlarını okuma yolu ile tenbihi ile; b. med b. tlyâs ’m kızını istenmek üzere, bu valiye bu sevk-i tabi'îyi üstünlük şuûru zevk almakla hemen bir mektup yazılması için vezir al-Muhal- bitecek şekilde gît-gide hasrmua karşı mücâ­ labi ’ye bîr haberci göndermesi münâsebeti ile, deleye alıştırmak sûreti ile mümkün olur. dikkati üzerine çekti. Vezirin dostları ve kâ­ Bibliyografya : Makalede zikredi­ tipleri ile işret meclisinden çıktıkları bir sıvada lenlerden başka, krş. bir de Dtct. of the istenilen mektubu yalnız İbrahim al-Şâbf ha­ ■ Techn, Terms, 1, 823 v.d. ; M. Asîn Palacios, zırlamağa muvaffak olmuş idi, O bilhassa 349 La mystique d’ al-Gazzali {Mil, F. O. Bey­ (960/961 1 'da, Abu İshâk İbn Şavâba ’nin ölü­ routh, VII, 75 v. dd.); R, Hartmanu, al-Ku- mü üzerine, kendisini inşâ divânı birinci kâtibi schairîs Darstellung des Şûfîtums ( Türk, tâyin eden Mu'izz al-Davla tarafından mümtaz Bİbl., Berlin, 1914, XVIII, fihrist); L. Mas- bir duruma yükseltilmiş idi. Hükümdar onu ih­ signon, al-Hallaf martyr mystique de l’Islam tida ettirmek için, mükâfat olarak baş-vezirlik Paris, 1922 ), fihrist; ayn. mil., Essai sur les 1 makamım da teklif etmek sûreti ile büyük gay­ sAbi. 1 retler sarfetmiş, fakat o bunu kabâ! etmemiş Add. 19410). Bagdad’a Şünizi mezarlığına ve Ölünceye kadar kendi dinî kanâatlerine sâ­ gömüldü. al-Razi ’nin mersiyesi uzun ve sami­ dık kalmıştır. Bununla berâber münevver bir mî bir dostluğun delilidir ve bir gayr-i mü’mi- adam sıfatı ile, müsiümanlarm âdetlerine müm­ ne ağlanmış olduğu hakkuıdaki serzenişi de kün olan ölçüde intibak ediyor ve ramazan 1 müellif onun şahsî meziyetleri için ağladığı devâmmea araç tutuyordu. Kuran ’a olan vu­ şeklinde cevaplandırmıştır. Bu şiiri Şa'alibi 11 kufu mükemmel idi ve resmî tahrîrâtında sık-sık tam olarak Yatima (Şam tab., , 8ı—85) âyetler zikredendi, Mu'izz al-Davla ’den sonra ’sine nakletmiştir. İbrahim ’in eserlerinden Ki- oğlu 'İzz al-Davla zamanında da divândaki mev­ tâb al-tâcı kaybolmuş ise de, muahhar ta­ kiini muhâfaza etti ve 364 (974 975 )’te ‘İzz rihçiler tarafından fırsat düştükçe zikredil­ al-Davla ’nın amcası.‘Azud al-Davla Bagdad’a miştir. MsL Mirhvând, Raviat al-şafa (Ge- geldiği zaman, İbrahim onların karşılıklı duru­ sckichte der Sultane aus dem Gescklecht der munu dostâne bir şekilde tanzim eden bir mu­ Büjek adı altında, Wiicken tarafından, kıs­ kavele hazırlamakla vazifelendirildi. ‘Azud al- men neşredilmiştir; Berlin, 1832), fars. metin Davla önceleri hakkında büyük bir teveccüh s. 13; îbn Miskavayb tarafından, isim veril­ beslediği İbrahim’i Şîraz ’a dâvet etti ise de, meksizin, zikredilmiştir: arap. metin,II, 21 v.dd., İbrahim bunu reddetti; zîra kendisinin gay- 53, 59, 86 v.d., 404. Mirhvând tarafından zikr­ bûbetİ esııâsında ailesinin ihtida etmesinden edilen Büveyhîler şeceresi (göst. ger.) İbra­ korkuyordu. 'Azud al-Davla ’ye gönderdiği mek­ him ’in verdiği malûmatı te’yit eder görünmek­ tupta bâzı beğenilmeyecek kısımlarda var idi. tedir. İbn Abi Uşaybi'a (I, 204, 12) Kiiâb al Bilhassa Mu'izz al-Davla’nin yerine oğlu ‘İzz tâci ’yi yanlışlıkla Sinan b. Sabit ’e atfeder. al-Davla ’yi daha lâyık görmekte idi. Böylece İbrahim ’in diğer eserleri şunlardır s 2, ken­ o, kendisine karşı ‘Azud al-Davla’nin kinini di ailesinin tarihi (kayıptır). 3. Ken­ tahrik etti. Amca ile yeğen arasındaki mücâ­ disine bilhassa şöhret sağlayan Rasail (res­ dele İbrahim için felâket oldu: ‘İzz al-Dav­ mî mektuplar olup, bir araya toplanmış ve za­ la 367 ( 977/978 ) ’de öldürülüp,‘Azud al-Davla manımıza kadar gelmiştir; yazmaları için bk. Bagdad’a girince, s6 zilkade (5 temmuz 978) cu­ Leıden, nr. 345, Paris, nr. 3314}. Bunlardan bir martesi günü yakalandı. 'Azud al-Davla onu çok bölümler Yatima ’de, Yâljüt’un Irşâd ’ında, fillerin ayakları altında erdirmeğe yemin et­ Kaikaşandi ’nin Şubh al-a'şâ ’s m da ve Ma'âhid miş olmakla berâber, aralarında vezir al-Mu- al-tanşiş ’ta nakledilmiştir, Butılar hilâfetin çö­ ^ahhar b. ‘Abd Allah ’ıtı da bulunduğu ileri ge­ küşü devrine âit mâlik olduğumuz vesaiki ta­ len bîr çok şahsiyetin müdâhaleleri neticesin­ mamlamakta olduklarından, tarih bakımından de, hapsedildi ve bir kaç sene hapiste kaldı. çok büyük ehemmiyeti hâizdir. Mektuplarında Hapishanede iketı, ‘Azud ai-Davla ’nin 1 tekrar farsçanm te’siri olmakla berâber, devrinin di­ teveccühünü kazanmak imkânım hazırlamak ğer nümûnelerine nazaran' daha side ve vâzib üzere, kendisine Büveybî hânedânınm bir ta­ bir üslup kullanılmıştır. 4. Yukarıda adları ge­ rihini yazmak vazifesi verildi. Bu eser 'Azud çen eserlerde ve bir çok naüntehabât kitapların­ al-Davla’nin iâc aRmilla olan yeni unvanına da geniş ölçüde yer almış bulunan şiirleri var­ izafeten Kiiâb al-iaci adını taşıyordu. Sabite­ dır. Bu devrİD diğer şâirlerinin şiirlerinden fark­ ler yazıldıkça, hükümdar okuyor ve kendi ar­ lı olmayan bu şiirlerde, vezir al-Muhalîabi (Ölm. zu ettiği tashihlerin yapılması ile de bizzat 358 — 968/969‘Azud al-Davla’nin vezîri al-Mu- meşgül oluyordu. İbrahim bundan mütees­ tahhar b. ‘Abd Allâh ( ölm. 369 = 979/980 ), sir idi ve eserin ne durumda olduğunu so­ ‘Azud al-Davla, Bahâ' al-Davla ’nin vezîri Sâbür ran bir arkadaşına yazdıklarının yalan ve saç­ b. Ardaşir ( 381=991/992 *de azledilmiş idi), madan ibâret olduğunu söylemek ihtiyatsızlı­ Sâbûr ’un '--alefi ‘Abd al-'Aziz b. Yûsuf, Şams ğında butundu. Bu sözler 'Azud al-Davla ’ye in­ al-Davla ( 372—388= 982—998 arasında hüküm tikal ettirildi ve ancak hükümdarın ölümü İb­ sürmüştür) v. b. gibi, devrİD ileri gelen şah­ rahim ’i cezadan kurtardı. Şaraf al-Davla ’nin siyetlerinin medhine dâir mısrâlar vardır. Mer­ tahta geçmesini müteakip (20 cemâziyelevvel siyelerinden biri oğlu Sinan içindir. 371 =i3i teşrin II. 981 \ hapishaneden çıkarılan B ibli g o g r a j g a\ Fihrist ( nşr. Flü­ 1 îbrâh im ömrünün geri kalan kısmını inzivada gel), , 134; Şa'âlibî, Yofimır (Şam.), II, 23— geçirdi ve 71 yaşında Öldü. Bâzdan yaşının 91 86,1, 14, 69, 187 v.d., 190, 528; ibn Hallikân ‘e ulaştığını iddia ederlerse de, hem ölüm ta­ (nşr. Wiistenfeld ', nr. 12 (Kahire, 1310), 1, rihi, hem yaşı hakkında verilen rakamlar, ölü­ 12; Yakut, Irşâd (nşr. Margoliouth \ I, 324 mü dolayısı ile, Şarif al-Razi ’nin yazdığı mer­ —358; İbn al-Aşır, al-Kâmil (nşr. Tornberg), siyenin başlığı ile te’yit edilmektedir (Beyrut VIII, 397; IX, 11,74, 226; Abu 1-Fidâ’ (İs­ tab., I, z74;Brîtish Museum, Add, 25750 ve tanbul tab. 1,11,136; Hilâl al-Şâbi’, K:‘âb al- î SÂBİ. vuzari?, ili; İbn al-Kifti, Târih al-hakamâ ihtiva ettiğini söylemektedir. 3. Ğarar al-ba- (nşr. Lippert), s. 75 v.d.; Bakir, Ravzat ni­ lâğa fi 'l-rasâ'it, kendi husûsî mektuplarının çin ân (Tahran tab.), s. 45, 141 î Barhebraeus, mecmûasıdır. 4. Kitâb risâlât *ani ’l-mulûk va’l- Muhtasar Târih al-duml ( nşr. Şâîihâni), s. vuzarâ’, dedesininkiieri hatırlatan kendi resmî 307; Nuvayrı, Nihâyat al-arab (Kahire tab.), mektuplarının mecmûasıdır. 5. Kitâb rasnrn I, 4o; Ma'âhid al-tansîş (1316 ), î, 53, 154— dar al-kilâfa muhtemelen Bagdad 'daki çeşitli 161, 174, 227, 257; il, 114 v.d.; Wustenfeld, me’mûriyet ve makamların bir tavsifi idi. Geschichtsschreiber, s, 149; Chwolson, Di e 6, Kitâb ahbâr Bağdâd, Bagdad şehrinin ta­ SsabieP' -'(Petersburg, 1856); Brockelmann, rihi. 7. Kitâb ma’âşir ahlihi, kendi ailesinin 1 GAL, ,96; Casiri ( MSS. in the Eacorial, I, tarihidir. 8. Kitâb al-kuttâb, ihtimâl al-Şüli 405); Nişâm al-Din, Intraduciion to the Ca­ ’nin aynı addaki eser! örnek alınarak, kâtip­ va mi' al-HikaySt of Muhammad ‘Avfi (tez, ler için hazırlanmış el kitabıdır. 9. Kitâb Univers, Lib., Cambridge). al-siyâsa. a. AL-ŞÂBİ’, Hîlâl B. AL-MutlASSİN (970 — Bibliyografya', Kitâb al-vuzarff, 1056 ), İbrahim b. Hilâl ’in torunu olup, 359 şev­ giriş, s. S v. dd., 13; al-Ha^ib, Târih Bağ­ valinde ( 970 ağustos/eylûl) doğmuştur. Aile­ dâd (yazm. B. M.); İbn al-Kifti ( nşr. Lip­ nin diğer âzası gibi, sâbiî idi. Annesi tabip ve pert), bk. fihrist; İbn Kailikân (nşr. Wüs­ tarihçi ŞSbit b, Sinan b, Kurra ’nin hemşiresi tenfeld, ur, 756), Kahire, 1310, H, 202; îbn idi. Ailesi efradından ilk defa eski dinini terk- IjKcca, Samarât al-avrâk (Kahire, 1304), ederek, muslüman olan Hilâl al-Şsbi’ olmuştur. I, 76; JRAS, 1901, s. 501, 749î v. Kremer, Fahr al-Mulk Abu ĞSlib Muhammed b. Halaf’in Das Einnahmebudget des Abbâsidenreiches kâtibi bulunuyordu. Bu zât ölümünde ona 30.000 (D, Ak. Wien, phil-hist. CI, XXXVI, 283­ dinarlık bir meblâğ bırakmış idi. Hilâl, vezir Mu- 362); Wüstenfeld, Geschichtsschr., nr. 198; ’ayyid al-Mulk al-Hasan al-Ruhhaci (Sim. 430= Brockelmann, GAL, I, 323; Suppi,, I, 556 v.d. 1038/1039 ) ’nin müdâhalesinden korkarak, bu Bu Silenin diğer âzası, şecere sırasına göre, parayı sarfetmekten çekindi. Fakat vezir bunu şunlardır: öğrendiği zaman, paranın Hilâl ’de kalmasına Zahrûn müsâade etti. Bununla berâber Hilâl, kendisi İbrahim (ölm. 309=921); bk. nr, 3 devletten maaş almakta olduğu için, parayı kendi oğlu Gars al-Ni'ma ’ye bıraktı. 17 rama­ zan 448 (28 teşrin 11. 1056) salı günü öldü. Sabit ( ölm. Hilâl; bk. nr. 4 Yazdığı 9 eserden ancak, H. F. Aroedroz tara­ 365=976 );bk.nr. 5 _ | fından, Leiden { 1904 )’de neşredilen parçalar İbrahim (ölm. 384— 994 ); bk. nr. kalmıştır. Eserleri şunlardır:.!. Târih, dayısı Sabit b. Sinan’ın tarihine zeyil olup, 360—447 (970 al-Muh.assin (399=998/999 Sinân; bk. nr. 1 —971 = 1055—Î056) arasındaki vak’aları ih­ ’da hayatta idi); bk, nr. 6 sonunda tiva eder. Neşredilen parça yalnız 389—393 Hilâl (ölm. 448=1056/ (998—999 = 1002—1003 ) yılları vekayiidir ve bu 1057); bk. nr. 1 parça diğer kısımların kaybolmasına açındı­ racak mâhiyettedir. Eserinin son bölümün­ Muhammed Ğars al-Ni’ma (ölm.480=1087/1088 ); de, uzun seneler en ehemmiyetli vesikaları bk. nr. 7 görmek imkânına sahip bulunmuş olan dede­ sinin verdiği mükemmel malûmattan istifâde 3. al-ŞâbI’, Abu İshâk İbrâhÎm b. Zahrûn, etmiştir. 2. Kitâb al-vuzara, al-Şüli ’nin ve hâzik bir t a b î p idi. ai-Rakka ’dan Bagdad ’a al-Cahşiyâri ‘nin eserlerinin devamıdır. Bundan gelmiş ve orada 20 safer 309(30 haziran 921) bize ancak basılmış olan başlangıç kısmı kal­ ’da ölmüştür. Krş. İbn Abi Uşaybi’a, *Uyun mış, büyük vezirlerin hâl tercümelerinden bâ­ al-anbS (nşr. A. Müller), I, 227; İbn al-Kifti, zdan kaybolmuştur. Eserin daha sonraki bir bö­ Târih aî-hukamS (Kahire, 1326, s. 55=nşr, lümünden parçalar mahfûz bulunmaktadır. Ba­ Lippert, s. 76). da'f al-badâ'ih ’te, hu son eserin müellifi İbn ZS- , 4. AL-ŞÂBf, Hilâl b. İbrâhÎm b. Zahrûn, fir tarafından, Kitâb al-a'yân va ’l-amşâl adı ile Abu’L-HuSAYN, İbrahim’in babasıdır. Emîr zikredilen Kitâb al-vuzarâ’ ’yi İbn Kallikân, da­ Tüzün’ün hizmetinde bulunmuş, bilgin bir ha uzun bir isim altında, Kitâb al-amâsil va tabîp idi (İbn al-Kifti, ¡dukama’, Kahire, s. 'l-a'yün va mutanadda ’l-avâiif va ’l-ihsân 229=nşr. Lippert, s. 350).' olarak göstermekte ve eserin bir cild olduğu­ 5. AL-ŞÂBf, ŞâbIt b. İbrâhÎm b. Zahrûn, nu. eğlendirici hikâyeler ve nâdir malûmat 27 zilkade 283 (5 klnûn II, 897) ’te al-Rakka ’da SÂBİ — SÂBİÎLER. 9 doğmuş olup, o da bir tabîp idi; *Azud al- Kur’an ’da üç defa yahudi ve hıristiyanlar Davlâ 364 (974/975 )’te Bagdad’a geldiği za­ arasında „kitab ehli“, yâni vahyedilmîş kitaba man, artık ihtiyarlamış idi. önceleri iyi bir ka­ sâhip kimseler olarak gösterilen sâbiîier açık bul görmemiş olmakla beraber, sonraları ken­ bir şekilde mandeîlerdır. İsim ş-b- (ibrânî) disine maaş bağlandı ve 11 zilkâde 365 (11 „batırmak, daldırmak" kökünden, 'ayn ’ın düş­ temmûz 976)’te Öldü (İbn Abı Uşaybi'a, I, mesi ile türemiş ve „vaftiz edenler, daldırmak 227—230; İbn al-Kifti, nşr. Lippert, s. III; sûreti ile vaftiz ameliyesini yapanlar" mâ­ Yakut, îrşâd, I, 341). nasına gelmiş olmalıdır. Bu menâsiki hiç ta­ 6. al-Şâbİ1, al-Muhassîn b. İbrâhTm Abü nımayan müşrik sabitler, Kur’an ’ın yahudi *AlI, Sinan b. Şâbit b. Kurra ’nin kitaplarının ve hıristiyanlara gösterdiği müsamahadan isti­ bize intikalini sağlamıştır. Krş. İbn Abı Uşay- fâde edebilmek için, bu ismi ihtiyaten almış bi‘a, I, 224—227 ; İbn al-Kifti (nşr. Lippert), olabilirler. bk. fihrist; Yâküt, îrşâd, I, 339 v. dd. Arap müellifleri, IV. (b.) asırdan beri, Harran 7. al-Şâbİ1, Muhammed b. Hilâl Abu ’l- sahillerinden dâimâ alâka ile çok sık bahset­ Hasan Gars AL-NFmA, tarihçi Hilal ’in oğlu­ mişlerdir. al-Şahrastâni onlara çok uznn bir dur. 416 (1025/1026) ’da doğmuş ve babasının bölüm ayırmış olup, burada akidelerini izâh ölümünde 12.000 dinar kıymetinde ehemmiyet­ ve beyân etmekte ve bunları rûhânî cevherleri li bir emlâk tevarüs etmiş idi. Sâkin bir ha­ kabul edenler, al-rühâniyân, bilhassa yıldızla­ yat yaşamış, servetini arttırmış ve 480 (1087/ rın büyük râhiarım kabûi edenler arasına sok­ 1088)’de öldüğü zaman, 70.000 dinar bırakmış­ maktadır. Menşe’de, onların üstâdları olarak, tır. Oğulları az sonra bu serveti yiyip-bitir- iki peygamber-feyiesûf, ‘Azimün (agathodai- mişlerdir. Ailenin şerefi kendisi ile nihayete mon, yâni iyi demon= şeytan) ve Hermes’i ta­ ermiş olan Gars al-Ni'ma 400 ciîdlik küçük bir nır ki, bunlar sırası ile, Şiş ve Idris peygam­ kütüphane te’sis etmiş idi. Bunun hâfız-ı kulü­ berler ile aynı sayılır. Orpheus da onların pey­ bü de İbn al-Aksasi idi. Fakat haysiyetsiz çı­ gamberlerinden biridir. Bunlar hakim, mukad­ kan bu adam kitaplarının çoğunu sattı. Gars des, muhdes olmayan, celâl ve azametine ula­ al-Ni‘ma bir müddet halîfe af-Kâ’im’in divâ­ şılması imkânsız, fakat ruhlar vâsıtası ile ken­ nında bulundu. Babasının tarihini devâm ettir­ disine yaklanılabilen bir yaratıcıya inanırlar. meği denedi ise de, ancak, ihtimâl söylemek Rûhlar cevherde, hareket ve durumda, temiz istediklerini tamamen yazmağa cesaret edeme­ ve azizdirler. Cevher olarak, cismânî madde­ diği için, sonuna doğru fevkalâde muhtasar kü­ lerden ve cismânî melekelerden münezzehtir­ çük bir cild yazabildi, al-Şafadi ’nin iddiasına ler ; mekân içinde hareketleri, zaman içinde göre, Hibat Allâîı b. al-Mubârak Gars al-Ni‘ma değişmeleri yoktur. Bunlar efendi, ilâh ve en ’yi, eserini bir çok yalanla doldurmuş olmakla, yüksek ilâhın nezdinde şefaatçidirler; rûhu te­ itham eder. Bütün eserleri kaybolduğundan bu mizlemek, ihtirasları yenmek ve ezmek sûreti hususun tahkikine imkân yoktur. Diğer eserle­ ile, bunlarla münâsebete girilir. Fiilde bunlar ri şanlardır : 2. al-Hafavât al-nâdira min al­ eşyayı meydana getirir, yenileştirir ve bir hâl­ mağa/filin al-mahzâzin va ’[-sakatat al-bâri- den diğer hâle değiştirirler; İlâhî azametin da min al-muğaffalin al-malknzin, tarihi hi­ kuvvetini süfli varlıklara doğru akıtırlar ve kâyeleri ihtiva ediyordu. 3. Kitâb al-rabV, al- bunların her birini başlangıcından itibaren ke­ Tanâhi ’nin Nişvâr al-mulıâiara ’sı örnek tu­ mâline kadar sevkederler. 7 seyyarenin idare­ tularak hazırlanmış idi (krş. İbn Hallikân, cileri bunlardan olup, seyyareler onların mâbed- Kahire, 1310, II, 202; İbn al-Çifti, HakamS, ieri gibidir. Her rûhun bir mabedi, her mabedin Kahire tab, s. 77=nşr. Lippert, s. 294, 19 ; al- bir küresi vardır ve rûb, rûhun vücutta bulun­ Şafadi, Vâfi ’l-vafayât, Brit. Muss., Ms. Or. ması gibi, mabedinde bulunur. Bâzan seyyare­ 5320, 110L). (F. KrENKOW.) lere — baba ve unsurlara — anne derler, işleri ŞABİ’. [ Bk. SÂBİ.] bn küreleri hareket ettirmekten, onlar vâsıtası ŞABÎ'A. [ Bk. SÂBİÎLER.] ile unsurlar ve madde âlemine de te’sir etmek­ SÂBİÎLER- AL-ŞABİ’A, bu isim çok ay­ ten ibarettir; mürekkebâttaki karışmalar ve rı iki dinî fırkaya delâlet eder: 1. sonra cismânî kuvvetler bundan meydana çıkar. mandeîler veya subbaler olup, £1- Külli varlıklar külli ruhlardan, eüz’î olanlar da eezîre’nin Yahyâ yahudi-hıristiyan (vaftizci cüz’î ruhlardan hâsıl olur; nitekim umfimiyetle Yahya hıristiyanları) fırkası; 2. Harran s â- yağmurun bir meleği, bir muekkel rûhu ve her bitleri ki, uzun zaman İslâm hâkimiyeti al­ yağmur damlasının da bir meleği vardır. Dün­ tında yaşamış müşrik bir fırka olup, akidesi ya hâdiselerini, rüzgârları, fırtınaları, zelze­ itibârı ile dikkate değer ve yetiştirmiş olduğu leleri onlar idare eder ve her varlığa kuvvet âlimler bakımından mühimdir. ve kanûnlanm onlar dağıtırlar; mevcûdiyet-

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.