ebook img

Martin Heidegger ve Nurettin Topçu Üzerine Düşünceler PDF

46 Pages·2017·0.52 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Martin Heidegger ve Nurettin Topçu Üzerine Düşünceler

© Beytulhikme Philosophy Circle Beytulhikme Int Jour Phil 7 (2) 2017 Research Article: 257-302 ___________________________________________________________ Varlığın Çobanı ya da Varlığın Duacısı: Martin Heidegger ve Nurettin Topçu Üzerine Düşünceler ___________________________________________________________ The Shepherd of Being or the Prayer of Being: Some Remarks on Heidegger y and Nurettin Topçu h p o MEHMET BİRGÜL s o Uludağ University l i h P f Received: 01.12.2017Accepted: 30.12.2017 o l a Abstract: Although there are radical differences between two philosophers, n Martin Heidegger (1889-1976) and Nurettin Topçu (1909-1975), both are united r u in not to have a modern way of thinking. When one looks carefully, it appears o J that the main concern of both thinkers is the question of being. The parallel- l a ism between two ideas, the one is Heidegger’s criticism of the Western meta- n o physical tradition expressed “forgetfulness of being” and the other Topçu’s crit- i t icism of the Eastern thought “forgetfulness of truth”, exposes serious similari- a n ties especially critics on epistemologies and ontologies produced by the modern r e way of thinking. Heidegger sees roots of the way of thinking forgets being in t n Plato. Turning to equalize truth and right, and reducing being to an idea, this I approach constitutes the beginning of humanism. Despite thinking on a Pla- n A tonic base, Topçu identifies poverty of the thinking advances in the antinomy e of rationalism and empiricism, even desperate consequences expose humanity. m k Keywords: Heidegger, Nurettin Topçu, metaphysics, criticism, modern episte- i h mology, ontology. l u t y e © Birgül, M. (2017). Varlığın Çobanı ya da Varlığın Duacısı: Martin Heidegger ve Nurettin Topçu B Üzerine Düşünceler. Beytulhikme An International Journal of Philosophy, 7 (2), 257-302. ___________________________________________________________  Mehmet Birgül, Doç. Dr. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü 16140, Nilüfer, Bursa, TR[email protected] 258 Mehmet Birgül Medhal Bu metin, Martin Heidegger (1889-1976) ve Nurettin Topçu (1909- 1975) etrafında ilerleyen ve daha ilk cümlesinde mütevazılığını itiraf eden bir mütalaa tecrübesidir. Mamafih iki filozofun ismini zikretmesi bakı- mından, tevazuuna eklenmesi gereken başka bir hususiyete daha sahiptir. Eğer felsefe, Hegel’in deyişiyle, ‘tersine çevrilmiş dünya’ ise ve biz, iki y h filozofun düşüncelerinden söz ediyorsak; metnin içindeki konuşmanın, p o birbirlerine tedahül eden ve büyük ölçüde önceden belirlenmiş veçheler s o üzerinden gelişen karşılaştırmalar eşliğinde yürüyeceği beklenebilir. Ayrı- l i ca okuyucu, -hep alışkın olageldiği ‘bilimsel objektivite’ gereği- karşılaş- h P tırmanın ardında duran şeyin, sadece filozofların söyledikleri olması ge- f rektiğini düşünmekte de kesinlikle haklıdır. o l Ne var ki, her iki filozofun ‘düşünme’sinin zuhurundan ibaret olan a n sözleri, bizi, alışageldiğimiz bilimsel ve akademik mukayeselerin dışına r u çıkmaya zorlayacaktır. Bunun temel sebebi, onların düşüncelerinin sıklet o J noktasını teşkil eden ve dolayısıyla sözlerinde zuhur eden fikirlerin, şüp- l a hesiz her birinin kendisine has biçimde, özellikle bugün iktidarının zirve- n o sindeki ‘modern düşünme biçimi’nden –üstelik öz bakımından- taşıyor i t olmasıdır. Bu nedenledir ki, mezkûr iki filozofu birlikte düşünmek isteyen a n bir düşüncenin, ne kadar samimi bir tevazua bürünmüş olursa olsun, bu r e iki filozofun sözlerini zahir kılan düşünme biçimlerine –elbette gücü yet- t n tiğince- iştirak vazifesini yüklenmesi gerekecektir. O halde, okuyucu, her I iki filozofun da son kertede soğuk durduğu, özne-nesne ayrımı temelinde n A ilerleyen ‘analitik’, ‘sentetik’ ya da ‘diyalektik’ten ayrık durmaya çalışan e cümleler işitmeye hazırlıklı olmalıdır. m k Niçin Heidegger ve Topçu? i h Her iki filozof arasında kategorik farklar bulunduğu tartışma götür- l u mez; fakat bu farkların mahiyeti hakkında konuşmanın, maksadımız ba- t y kımından bir faydası yoktur. Belki sadece, her iki filozofun içinde var- e B olduğu zamanın, bu iki şahsiyete ilişkin şu tespiti haklı kıldığı ileri sürüle- bilir: Heidegger Katolik olarak doğup büyüyen, nihayetinde Tanrının ölümüne şahitlik eden bir Almandır; Topçu ise Müslüman bir Türk. Do- layısıyla -buhran kazanında dahi olsa- kendine özgü canlılığı içinde kayna- yan ve bizzat kendisinin de kullandığı terimle ‘Batı Geist’ı içinde ve Al- B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 259 Varlığın Çobanı ya da Varlığın Duacısı: Martin Heidegger ve Nurettin Topçu Üzerine… manca ile tefekkür eden Heidegger’in felsefe yapma imkânları ile Top- çu’nun deyişiyle ‘kendi ruhunu kaybetmiş’, bu nedenle de Blondel’in “Şark’ta daha yüz yıl felsefe olmaz” tespitini haklı çıkaran bir ortamda ve üstelik kolu, kanadı kırılmış çağdaş Türkçe ile tefekkürünü dile getiren Topçu’nun felsefe yapma imkânları, elbette kâbil-i kıyas değildir. Ne var ki, tefekkür, daima tefekkürdür ve bu bakımdan, hem kendi y içindeki birliğinde hem de kendi dışındaki çokluğunda daima ve bir bi- h p çimde zahir olur. Çünkü bir filozofu samimi bir biçimde dinlemek, felsefî o s düşüncenin ilk basamağıdır. Dolayısıyla Heidegger ile Topçu’ya kulak o l vermek ve dinlemek, sadece bu iki filozofun tefekkürüyle temas etmek i h anlamına gelmez; öncelikle ve bizzat bir tefekkür denemesine girişmek P manasını taşır. f o Fakat bu, kendiliğinden gerçekleşecek tefekkür denemesinin yönel- l a diği şey ne olacaktır? Bu sorunun cevabı, her iki filozofun tefekkürlerini n r birlikte düşünmeyi cazip kılan temel hususu dile getirmeyi de mümkün u o kılmaktadır. Heidegger’in -Batı metafizik geleneğini kasteden ‘varlık unu- J tulmuşluğu’ eleştirisi ile Topçu’nun Doğu’ya yönelen ‘hakikat unutulmuş- l a luğu’ tenkidinin ardında duran ‘varlık’ endişesi, her iki filozofu zikredecek n o her araştırmanın yöneldiği temel mesele olmak zorundadır. Şu halde “Ni- i t a çin Heidegger ve Topçu?” sorusunun cevabını anlamlı kılacak zemini, n daha açık biçimde dile getirmek de mümkün olmaktadır: Bütün saflığı r e içinde ve sadece varlığa yönelmiş, ihtiraslı bir endişeden doğan, bu, her iki t n tefekkürü birden düşünme çabası vesilesiyle, aynı niteliğe sahip bir tefek- I n küre uzanabilecek yolda, küçük de olsa bir taş parçası olabilmek ümidi… A Mamafih Heidegger ile Topçu arasında bir soruşturmayı ilginç kılacak bazı e m teknik nedenler de söz konusudur. Nurettin Topçu’dan intikal eden kitaplar k arasında, Heidegger’in, bizzat Fransızcaya çeviren dostu Henry Corbin tara- i h fından “mütercimin samimi saygılarıyla” Topçu için imzalanmış 1938 basımı lu Qu’est-ce que la Métaphysique adlı ünlü eseri de bulunmaktadır. Heidegger t y e ile yakın dostluğu bulunan Corbin, -büyük ihtimalle Paris’ten- Topçu’nun da B tanışığı idi ve 1939 yılında İstanbul’a geldiğinde, Topçu’nun evinde de ağır- lanmıştı (Birgül, 2013: 17-75 ). Topçu’nun Heidegger’e aşina olduğu, yaptığı atıflardan anlaşılacağı üzere, kesindir. Fakat takdirkâr ifadeler içeren bu atıflar, oldukça kısa ve geneldir. Topçu, Heidegger’i -tevarüs bakımından- özellikle Kierkegaard B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 260 Mehmet Birgül ile1 çağdaşları arasında ise Scheler ve Sartre ile ilişkilendirir. Mamafih Scheler ile ‘varoluşun aslî zemininin ruhaniliği’ açısından parallelik söz konusudur2; ama Sartre, Heidegger’in felsefesini tekrarlayıp tefsir eder- ken, ateizmi gereği, varoluşun aslî zemininin, ruhî realitenin ardındaki biyolojik realite olduğunu kabul ederek ayrışmakla eleştirilmektedir.3 Heidegger isminin -yine Scheler ile birlikte geçtiği- en ilginç yer ise, y h Topçu’nun, öğrencisi Ali Birinci’ye yazdığı 1969 tarihli mektuptur. İç p o dünyasına dair sıkıntılarından bahseden Birinci’ye yönelik olarak Topçu, s o kendi kavramı olan ‘samimiyet buhranı’ teşhisini koymakta, kısa fakat l i önemli bir takım açıklamalar yapmaktadır. Mektubun sonunda, talep h P edilen kitap tavsiyesine karşılık şöyle demektedir Topçu: “Ruhçu egzis- f tansiyalizm felsefesi, sizin varlığınızı tastamam aksettirecek aynadır. La- o kin Martin Heidegger ve Max Scheler’in eserleri çok ağırdır, anlaşılması l a n r 1 Topçu şöyle der: “Asrımızın başında Martin Heidegger, Kierkegaard gibi, subjektif olanı u hakikatin kendisi gibi kabul etti. Düşüncesinin esası olarak, herhangi bir varlığa değil de o varoluşa bağlı bulunan şu temel duyguları aldı ve onların içinde hakikati aradı: Sebepsiz J merak ve sıkıntı (inquiétude), şüphe, içsel merak (angoisse) ve keder, can sıkıntısı, yalnız- l a lık, hayret ve ünsiyyet. Dünyanın özünü bize tanıtacak olan bu gibi duygulardır. Varlığın n asıl tanıtıcısı, dışsal olarak tanıdığımız eşyanın bilgisi değildir; belki var olan şeylerin, daha o doğrusu bütün halinde varoluşun içinde bulunduğumuzun hissidir. Ona göre bilgi mesele- i t si, varlık meselesinden ayrılmamaktadır.” (Topçu, 2011c: 18). Topçu’nun Heidegger hak- a kındaki en uzun pasajı, budur. Topçu, Din Psikolojisi notlarında da, şüphesiz ‘hakikatin n sübjektivitesi’ hususu üzerinden Heidegger’i, Kierkegard’ın din felsefesinin varisi olarak r e görür: “Asrımızın başında Almanya’da Heidegger, Kierkegaard’ın din felsefesini benimse- t di.” (Topçu, 2011b: 193). Gadamer, Varlık ve Zaman’ın 1927’deki yayımından hemen sonra, n ilk olarak, bu eserde -her şeyden önce- ‘ölümle doğal bir bağlantıya çağrı’ bulan teologlar I üzerinde etkili olduğunu, böyle bakılınca da, sayfaları içinde Aristotelesçi tınılardan çok n Kierkegaard’ın yankısının seçildiğini anlatır (de Towarnicki, 2008: 23). Açıkçası Top- A çu’nun Heidegger ile Kierkegaard ilişkilendirmesi, otuzlu yıllardaki teolog-felsefeci çevre- e nin yorumunu yansıtıyor; bu bakımdan Fransa’daki tahsili sırasında (1928-34) Heidegger’e, m üstelik teoloji çevresiyle münasebeti çerçevesinde aşina olduğunu ima ediyor. k 2 Tabii, Scheler de Kierkegaard ile münasebette müşterektir: “Birinci Cihan Harbi’ndeki i şehitlerinin arkasından Almanya’da ve Germen âleminde Max Scheler, Heidegger ve Ki- h erkeggard’ların ruhun arayıcı varlığına, “o bütün kâinattır” diye bağlanan muazzam bir fel- l u sefe doğdu.” (Topçu, 2011d: 304). Topçu, bir başka yerde savaşın yıkımı ardından felsefî t çözüm arayan Scheler ve Heidegger’i, Almanya’da egzistansiyalizmin kurucusu olarak se- y lamlamaktadır: “Asrımızın başında Birinci Cihan harbinden sonra, bu harpte yenilen Al- e B manya’da ise, Max Scheler ve Heidegger gibi filozoflar, gerçek varlıklarla realiteyi kuvvetle birleştiren ve onların birlikte bilgisini elde etmemizi sağlayan existentialisme felsefesini ortaya koydular.” (Topçu, 2002: 30). 3 Topçu şöyle demektedir: “Ancak II. Cihan Harbi sıralarında Fransa’da Jean-Paul Sartre, Heidegger’in felsefesini benimsemekle beraber, varoluşu sırf ruhsal realitede değil, ruhsal yapının da gerçek zemini olan biyolojik realitede aradı. İnsanın bio-psişik yapısından işe başlayarak bütün gizli ve yaşanmamış isteklerin değer ve yerlerini belli etmek suretiyle, Freud’ün complexus dediği karanlıkta barınan gerçekleri meydana çıkardı.” (Topçu, 2011c: 18). B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 261 Varlığın Çobanı ya da Varlığın Duacısı: Martin Heidegger ve Nurettin Topçu Üzerine… imkânsızdır.” (Hece, 2006: 472). Bu manzara gösteriyor ki, Topçu’nun bir Heidegger incelemesi ya da yorumundan söz edilemez. Topçu’nun, Hei- degger’den etkilenmesi de söz konusu değildir. Şurası açıktır: Onun aslî endişe olarak ‘varlık’a yönelmiş tefekkürünün kendisine yol bulduğu men- fez, şüphesiz Heidegger’den -kelimenin hakiki anlamıyla- farklıdır. Ne var ki, bu durum, her iki filozofu birden düşünmeyi ne men eder ne de tatsız- y laştırır; bilakis daha cazip kılar. Çünkü her iki filozofun temel ortaklıkları h p yani içinde oldukları hâlihazır hakkında derinden rahatsızlık ve tatminsiz- o liklerinin, nasıl olup da bir tefekküre tahavvül ettiğine şahitlik imkânı s o sağlar. Bugün ve burada yaşayan, büyüyen çölün yuttuğu Türk aydınının l i h hakikaten muhtaç olduğu şey de, yalnızca bu tür bir şahitliktir. P Bu hususta daha fazla konuşmaya gerek yok; zira maksadımız, Top- f o çu’nun Heidegger hakkındaki görüşlerini araştırmak değil; her iki filozo- l a fun tefekkürünü birden düşünmeye çalışmaktır. n r I u o J Öncelikle, metnin maksadını ifadeye çalışırken zımnen dile getirdi- l a ğimiz, Heidegger ve Topçu’nun tefekkürlerindeki merkezî bir ortaklığı n o tasrih edelim: Demiştik ki, her iki filozofun düşünme biçimi, iktidarının i t zirvesinde olduğu için yegâne genel-geçerlik iddiasını taşıyan, -belki de a n genel-geçerlik iddiasına ikna edebildiği için iktidarının zirvesinde olan- r e ‘modern düşünce’den -özleri gereği- taşmaktadır. Bu tespitin anlamı şu- t n dur: Heidegger de Topçu da, modern düşünceyi kavrarlar; ama modern I bir düşünme biçimi, bu iki filozofun tefekkürünü asla tam olarak kavra- n A yamaz; anlayamadığı eksik bir şeyler kalır. Bizi, kendisine temasa ya da en e azından yaklaşmaya kışkırtan husus da işte bu, ‘modern düşünce’ olan için m eksik olan düşüncedir. Öyleyse söze, -elbette her iki filozofun kendine has k i biçimde- ‘düşünmek’ hakkında moderniteden derin farklılıklarına yol h l gösterebilecek bir soruyu ortaya atarak başlamak yerinde olur. u t y Şu halde, şimdi kendimize soralım: “Düşünmek nedir?” Bu soruya e B karşılık verilen cevapların en geneli olduğundan en sahih olarak görüleni - çünkü bir yargı ne kadar genel-geçerse o kadar sahih kabul edilir ve dola- yısıyla iktidar kazanır- epistemolojinin daha iptidasında öğretilen şu izah- tır: “Düşünmek demek, birleştirmek, ayrıştırmak ve karşılaştırmaktır”.4 4 Bu temel soru hakkında genel epistemolojinin bakış açısını yansıtan mükemmel bir müta- B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 262 Mehmet Birgül Ne var ki, buradaki ‘birleştirme’, mesela Güneş sistemini oluşturan geze- genlerin bir araya gelmesi ya da ‘ayrıştırma’, bir yıldız olması bakımından Güneş ile etrafında yol alan gezegenlerin başkalıkları ile bizatihi aynı an- lamda mıdır? Düşüncedeki ‘birleştirme’ ya da ‘ayrıştırma’, var-olanların birbirleriyle ‘birliğini’ ya da ‘ayrılığını’ hakiki olarak kavrayabilir ve ifade edebilir mi? Zihinden bağımsız bizatihi var-olanlar arasında birlik, ayrılık y h vardır da, zihin bunları keşfetmekte midir? Yoksa var-olanlar arasındaki p birlik ya da ayrılıklar, kendilerinde nasıl olduklarıyla ilgilenmeksizin, zih- o s nin kurgusu mudur? Bu sorulara verilecek olumlu ya da olumsuz cevapla- o l rın teminatı nedir? i h P Her hâlükârda, bu üç eylemi üstlenen ‘düşünme’, fenomenal dünyada f değil -ama onun tarafından tamamen kuşatılmış- insanın iç âleminde ger- o çekleşmekte ve -dış dünyadakinden farklı olarak- birbirinden ayrılmaz bir l a bütün oluşturmaktadır: Birleştirmek, aynı zamanda, birleştirilen şeyleri n r başka şeylerden ayırmaktır ve ayrıştırmak da ayrıştırılan şeyleri kendile- u o rinde birleştirmek demektir. Karşılaştırmaya gelince, hangi yöne doğru J l ilerlerse ilerlesin, her türlü birleştirme ve ayrıştırmaya doğrudan katılan a n ‘veçhe’ olarak, bu anlamdaki her türlü düşünmenin tam merkezinde ve o i eriyik halde bulunmaktadır. Karşılaştırma, birleştirilenlerin neden birleş- t a tirildiğini ve ayrıştırılanların neden ayrıştırıldığını düşünebilmeyi, dolayı- n r sıyla da birleştirme ve ayrıştırmayla beraber ‘düşünme’nin bizatihi kendi- e t sini düşünebilmeyi temin eder. O halde karşılaştırmanın ardında duran n I şey, mutlak olarak düşünceyi değil ve fakat onun yönünü -dolayısıyla var- n dığı durakları- da belirler. Ne var ki, karşılaştırma da ancak -tıpkı diğer iki A eylem gibi, kendi başına değil- birleştirme ve ayrıştırma ile vardır. Acaba e m düşüncenin birleştirmesi ya da ayrıştırması mı karşılaştırmayı belirler, k yoksa tersi mi? Düşüncenin neleri birleştirip ayrıştıracağına, birleştirip i h ayrıştırdığı şeyler mi karar vermektedir yoksa düşüncenin kendisi mi? l u t Her ne olursa olsun, elimizde, tartışma götürmez bir gerçek bulun- y e maktadır: En temelde ‘Birleştiren, ayrıştıran ve karşılaştıran’ olarak belir- B lenen bir ‘düşünme’, -yalnızca böyle bir düşünme- kendisini konu edinebi- lir; yani ‘düşünmek’ üzerine düşünebilir. Çünkü -bizatihi kendisi kaldığın- da- asla parçalara ayrılamaz olan ‘düşünme’yi, ‘birleştirme’, ‘ayrıştırma’ ve laa için bkz. von Aster, 1994: 11-18. B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 263 Varlığın Çobanı ya da Varlığın Duacısı: Martin Heidegger ve Nurettin Topçu Üzerine… ‘karşılaştırma’ hatlarına bölen ve bu eylemleri ayrıştırmakla, düşünmeyi de bir konu haline indirgeyebilen, ancak bu mahiyette belirlenmiş - dolayısıyla sınırlanmış- bir düşünmedir. Böylece düşünebildiği her şeyi bölüp birleştirebilen düşünce, tahlil ve terkip edebilme ile tanımla- nan/sınırlanan kendisini tahlil ve terkip edebilir. Düşünmek üzerine düşünmüş hemen herkesin malumu olan bu süreç y içinde, son derece önemli bir husus bulunmaktadır: Düşüncenin kendisini h p konu alabilmesini teminat altına alan şey, ‘bu üç eylemin, düşünme ile o s birlikte asla ayrıştırılamaz tek bir eylem olduğu’ hakkındaki kesin bilgiyi o l şimdilik bir kenara bırakmak, belki daha doğrusu ‘düşünmek üzerine dü- i h şünüldüğü sürece’ göz ardı etmek, hatta unutmaktır. Aksi halde, yani P ‘parçalanamaz parça’ olarak ‘düşünme’ kaldığı sürece, ‘birleştirme’, ‘ayrış- f o tırma’ ve ‘karşılaştırma’ işlemlerinin müstakil olarak incelenmesi mümkün l a olamaz. Oysa düşünme içinde var-olan ‘birleştirme’ kendi başına olduğun- n r daki birleştirme olamaz ve elbette aynı durum ‘ayrıştırma’ ve ‘karşılaştır- u o ma’ içinde geçerlidir. J Her ne olursa olsun, biz, yine de düşünme üzerine düşünürüz; hem l a de çok uzun zamandan beri. Çünkü düşünmeyi, onun işleyişini tahlil eden n o düşüncemiz, vaz geçemeyeceğimiz bir bilimi ortaya koyar. Bu bilim, kate- i t a gorilerden kavramlara, tanımlardan önermelere, nihayet akıl yürütmenin n incelikli işleyişine kadar pek çok konuyu ve sorunu içeren, en temele r e kadar inerek kendi ilkelerini belirleyen ve ‘düşünmenin bilimi’ olarak t n tanımlanan ‘mantık’tır. I n Heidegger ve Topçu, kuşkusuz kendilerine özgü biçimde, ‘mantık’tan A belki daha doğrusu mantık ile yürüyen düşünceden rahatsızlık duymakta e m birleşmektedirler. Nitekim Heidegger, ‘düşünmek nedir?’ sorusuna dair k cevap arayışının daha başında şöyle der: i h l ‘Düşünmek ne demektir?’ sorusunu, düşünme üzerine kavram belirlemeyi, u t tanımlamayı öne alıp muhtevasını itinayla genişleterek asla cevaplayamayız. y e Biz burada düşünmek üzerine düşünmüyoruz. Biz, bu, düşünmeyi kendi nes- B nesi yapan saf refleksiyonun dışında kalıyoruz… Düşünme üzerine düşün- mek, Batı’da mantık olarak inkişaf etti. Mantık, düşünmenin belirli bir tarzı üzerine hususi bilgileri bir araya getirdi. Mantığın bu bilgileri çok yakın bir geçmişte bilimsel anlamda, üstelik kendini lojistik olarak isimlendiren istis- nai bir bilim çerçevesinde verimli hale getirildi. Bu bilim dalı hususi bilimler B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 264 Mehmet Birgül içinde en hususi olanıdır. Günümüzde lojistik birçok yerde, bilhassa Anglo- sakson ülkelerinde şimdiden, katı felsefenin biricik mümkün biçimi olarak geçerlilik kazanmıştır, çünkü onun neticeleri ve metotları, teknik dünyanın inşasında doğrudan güvenli faydalar sağlamaktadır. Bu sebeple lojistik bugün, Amerika ve diğer ülkelerde, geleceğin biricik felsefesi olarak ruhu tahakkü- mü almaya başlamış bulunmaktadır. Lojistiğin kendini uygun bir tarzda mo- y h dern psikoloji, psikanaliz ve sosyoloji ile kaynaştırması dolayısıyla, gelen fel- p sefenin birleşik iktidar yapısı kusursuz olmaktadır. Fakat bu muhasara, asla o s insanın eseri değildir. Bu disiplinler daha çok, geçmişi eskiye uzanan ve belki o l de Yunanca (poesi) ve (teknik) kelimelerine uygun düşen bir iktidarın maha- i h P retiyle kaim oluyorlar, farz edelim ki, biz düşünenlere düşünülmesi gereken f şeyi isimlendiriyorlar (Heidegger, 2009a: 15). o Bu pasajda Heidegger, bize, üç şey söylüyor: Öncelikle düşünmenin l a ne olduğu sorusunu, asıl ve yegâne amaç olarak ‘tanım’a ulaşmayı hedefle- n r yen ‘kavramak’ merkezli bir düşünce ile düşünmeyi reddetmek gerekir. u o Neden? Böyle bir düşünme, düşüncenin ne olduğunu cevaplayamaz. Ken- J l dini konu edinen düşünmenin (refleksiyon) vardığı son safha, nasıl düşün- a n düğümüz sorusuna cevap olarak ürettiği muazzam ve sistematik bilgi yığı- o i nı aracılığıyla, ‘isimlendirme’ kudretini kullanarak neyi düşünmemiz ge- t a rektiğini belirlemekte ve biz düşünenlere dikte etmektedir. Refleksiyo- n r nun düşünmenin ne olduğuna dair verdiği cevap, aslında düşündürmeyen, e t düşünmeye izin vermeyen bir cevaptır. Bu, aslında refleksiyonun düşün- n I mediğini göstermez mi? n Kökü antik çağa dayanan ‘mantık’, Batı’daki inkişaf sürecinin sonun- A da, artık -özellikle Anglosakson kökenli/destekli- lojistiğe ulaşmış ve esa- e m sen kaynağı olduğu modern bilimlerle tamamen kaynaşarak ortaya çıkar- k i dığı teknik dünyanın temel düşünme metodu niteliğiyle, aynı zamanda bu h l teknik dünyanın teminatı olmuştur. Lojistik böylece, yalnızca bugünün u t değil, geleceğin de biricik felsefesidir. y e Heidegger, son olarak, kısaca tasvir ettiği bu süreç içinde kendisini B derinden rahatsız eden şeyi dile getirmektedir. Mantık, aslında belirli bir tarzdaki düşünmenin yani bilimsel bilgiyi üreten düşünmenin ‘hususi’ yani sadece kendi amacına odaklanmış bilgilerini sistemleştirmiştir. Böyle bir düşünme, Heidegger’in aradığı düşünme olamaz elbette; çünkü bu dü- şünme, ruhu özgürleştiren değil, tam tersine ‘ruhu tahakkümü altına alan’ B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 265 Varlığın Çobanı ya da Varlığın Duacısı: Martin Heidegger ve Nurettin Topçu Üzerine… bir düşünmedir. Kendisini - her biri sadece insanı konu edinen- modern psikoloji, psikanaliz ve sosyoloji ile kaynaştıran lojistik, tahakkümüyle ‘insan’ı muhasara etmiştir; fakat bu muhasara, insanın eseri de değildir. Fakat eğer biz, ulaştığı sonuçlar ve uygulamalarının kudretini apaçık biçimde gördüğümüz böylesi bir düşünce ile düşünmeyeceksek, nasıl dü- şüneceğiz? İnsanın eseri olmayan ve fakat böyle bir düşünmenin sonucu y olarak -düşünen tek varlık insan olmasına rağmen- insanı muhasara eden h p nedir? Ve nihayet, Heidegger, iktidarı ile herkesi teshir eden düşünme o s biçiminin neyi kaybettiğini keşfetmiştir ki, antik çağdan bugüne süregelen o l filozof katarlarından köklü biçimde ayrılmayı göze alarak, gözden yitirile- i h ni düşünebilmek için başka bir düşünme biçimi aramaktadır? P f II o l Nurettin Topçu’nun, Heidegger’den farklı bir mevkide durduğu şüp- a n he götürmez. Fakat onun, kendi tefekkürünü dile getirdiği metinlerindeki r u ‘düşünmek nedir?’ sorusuna dair araştırmalarına dikkatle kulak verilirse, o J en derine inmek hususunda ‘mantık ’tan duyduğu rahatsızlık kolayca anla- l a şılabilir. Mesela, samimi bir iç düşünmenin yansıması olarak, şöyle diyor: n o Mantık dilinde düşünmek, şuur ile eşya arasında münasebet kurmaktır. Ay- i t nada görünen hayâl gibi eşya ve olayların şuurda tasavvur halinde tekrarlan- a n masıdır. Dış dünyanın iç âlemimizde bir nevi devamıdır veyahut sebeplerle r e sonuçlar arasında münasebet kurmaktır. Nazariye yapan mantık, düşünmeyi t n böyle tarif ediyor. Lâkin insanın gerçeğini anlatan psikoloji, olayların böyle I cereyan etmediğini ortaya koymaktadır. Düşünmeden evvel hissediyoruz, dış n A dünyadan tesirler alıyoruz. Bu tesirler, bizim menfaatlerimize, zevklerimize e ve isteklerimize cevap oluyorlar. Bize faydalı bir zevk sunan görüşlere haki- m k kat elbisesi giydiriyoruz. Menfaatlerimizle zevklerimize aykırı fikirleri hata i h olarak itham ediyoruz. Önce hayatî bir ağaçtan ibaret varlığımızdan fışkıran l u iştihalar, türlü emeller ve parlak hayallerle süslenmiş olarak şuurumuzda t y hâkimiyetlerini ilân ediyorlar. Sonra onların bütün varlığımıza saldığı istekler, e B dış dünyaya çevriliyor ve kendi hesaplarına hakikat avcılığı yapıyorlar. Kendi- lerine uygun fikirlere hakikat damgasını basıyor, aykırı görüşleri hakikat dışı yapıyorlar. Böylece bir fikrin hakikat oluşu, herkes için müşterek ve kendi kendisinin ayni olan bir realitenin değil, bizim istek ve iştihalarımızın emriy- ledir. İnsanlığın düşüncesine hâkim olan hakikat ölçüsü, insanın kendi hayatî B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7 266 Mehmet Birgül menfaatleri, şahsi hesapları ve istekleridir; zevkleri veya alışkanlıklarıdır… Görülüyor ki, düşünmek, kendimizi eşyaya değil, eşyayı kendimize uydur- maktır. Şuurumuzu olaylara irca etmekten uzak, olayları hep kendi iştihala- rımızla isteklerimizin emrine vermektir. Bu sebepten kendimizden müstakil olan bir realiteyi tanımıyoruz. Mahiyeti bizi ilgilendirmeyen bir realiteden kendimize doğru bir takım basamaklar sıralıyoruz. Böylece kendimize uydu- y h rulan eşya ve olaylar, kendi zevklerimize, iştihalarımıza ve kendi menfaatle- p rimize göre hükümler giyiyor (Topçu, 2012: 28). o s o Topçu, elinden geldiğince basit biçimde konuşmaktadır; söyledikleri l i bu yüzden ilk bakışta sıradan görülebilir. Düşünmenin bilimi olan -ve h P zaten bu bilimsellik sıfatıyla nazariye yapabilen- mantığın tarifine göre f ‘düşünmek’, şuur ile eşya arasında münasebet kurmaktır. Hepimiz, - o hatırlama imkânımız olmayan- bilincimizin ilk basamaklarından itibaren, l a bu anlamda düşündüğümüzü kabul ederiz. Şuur ile dış dünyadaki gerçek- n r lik içinde var-olan nesneler arasındaki münasebet, duyularımızın, hafıza- u o nın ve bizzat zihnin yardımı ile işler; soyutlamalar yaparak dış gerçeklik- J l teki var-olanlara karşılık ‘kavram’ları kavrayan zihin, düşünmeye başlar. a n Bu genel-geçer tanıma kim, nasıl itiraz edebilir? o i Fakat biz, Topçu’nun sözlerine dikkatle baktığımızda, ifadenin basitliği için- t a de önemli bir derinlik keşfediyoruz. Düşünme hakkında aslında bir değil, iki n r tanım naklediyor Topçu: ilkine göre düşünme, ‘dış dünyanın iç âlemimizde e t n bir nevi devamıdır’. Bu tanım, empirist mahiyettedir; çünkü insan zihnini - I empiristlerin de sıkça telaffuz ettiği- bir ‘ayna’ ve dolayısıyla tabula rasa ka- n A bul ettiği için, düşünmeyi, kendinden bir şey katmaksızın ‘gerçekliğin temsi- li’nden ibaret görmektedir. e m ‘Veyahut’ bağlacıyla anlamsal ayrılığına işaret edilen ikinci tanım, ya- k i ni ‘sebeplerle sonuçlar arasında münasebet kurmaktır’ cümlesi ise rasyona- h l list mahiyettedir. Zira nedensellik, duyularla idrak olunamaz; fakat dü- u t şünme, zihnin kendinde sahip olduğu işleyişle dış dünyadaki gerçekliğin y e işleyişi arasında bir eşitleme olarak görülünce, ‘ratio’nun hem akıl/düşünce B hem de ‘neden’ anlamına gelmesiyle uyumlu biçimde, fenomen olmayan nedensellik, fenomenlerde kavranır. Topçu, daha 1934’te Sorbonne’da savunduğu Conformisme et Re- volté’ten beri farkında olduğu, fakat doğrudan ve apaçık dile getirmediği bir hususu işaret ediyor: Modern epistemolojinin iki ucu olan Rasyonalizm B e y t u l h i k m e 7 ( 2 ) 2 0 1 7

Description:
Bu metin, Martin Heidegger (1889-1976) ve Nurettin Topçu (1909- fından “mütercimin samimi saygılarıyla” Topçu için imzalanmış 1938 basımı.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.