Locus Solus Raymond Roussel Çeviren: Tahsin Yücel Yapı Kredi Yayınları Yapı Kredi Yayınları - 421 Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi - 16 Locus Solus / Raymond Roussel Çeviren: Tahsin Yücel Redaksiyon: Enis Batur Kitap editörü: Hülya Tufan Düzelti: Turgay Fişekçi Kapak tasarımı: Mehmet Ulusel Baskı: Bilnet Matbaacılık Biltur Basım Yayın ve Hizmet A.Ş. Yukarı Dudullu Organize Sanayi Bölgesi 1 Cadde No: 16 Ümraniye / İstanbul Sertifika No: 15690 Çeviriye temel alınan baskı: Gallimard - l’imaginaire, 1963 1. baskı: İstanbul, Aralık 1994 ISBN 978-975-363-340-8 © Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. 2012 Sertifika No: 12334 Bütün yayın hakları saklıdır. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. Yapı Kredi Kültür Merkezi İstiklal Caddesi No. 161 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: (0 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (0 212) 293 07 23 http://www.ykykultur.com.tr e-posta: [email protected] İnternet satış adresi: http://alisveris.yapikredi.com.tr Kızkardeşim düşes d'Elchingen'e içten sevgilerle. R. R. “Bütün çağların en büyük büyücüsü”: Breton böyle tanımlar Raymond Roussel’i. “Tek bir kitap seçecek olsaydınız, yangından korumak için, hangisi olurdu bu?” sorusuna Dali’nin yanıtı: Locus Solus. Çağımızın özgün yazarlarından, etnolog Michel Leiris’in gözünde en büyük kılavuz. Michel Butor için modern yazının doğum yeri. Alain Robbe-Grillet’ye göre ilk, belki de en önemli “yeni romancı”. Üzerine bir kitap yazan Foucault için ise insan aklının işleme fonksiyonlarını en iyi gösteren yazar. 1933’de, başlangıçta hayli esrarengiz koşullarda gerçekleştiği için polis soruşturmalarına konu olan (olayı bir İtalyan gazetesi adına çok yakından Leonardo Sciascia izlemiştir) intiharı ile son bulan hayatında sayısız karanlık nokta var. Çok zengin ve soylu hısımlıklar barındıran bir aileden geliyor: olağanüstü saygı duyduğu Jules Verne’i izleyerek, bütünüyle özel bir araba yaptırıp dünyayı geziyor (İstanbul’a da uğradığını biliyoruz); şiirler, tek bir roman, birkaç oyun, öyküler ve ‘tuhaf’ metinler bırakıyor arkasında ve intiharının tanığı Charlotte Dufresne’e adanmış ürkütücü bir belge: Bazı Kitaplarımı Nasıl Yazdım? başlıklı bir yazınsal vasiyetname. Yüzyıl başının ünlü psikiyatrlarından Pierre Janet, İç Sıkıntısından Vecde başlıklı kitabında, adını vermeksizin Roussel “vaka”sını aktarır: 19 yaşında kendi dehasını keşfeden ve altı ay boyunca neredeyse hiç uyumadan (ama yorulmadan) “kan” ile binlerce mısra düşen bir aykırıdır bu. Sonradan, yazma yöntemlerini açığa vururken, belli-belirsiz o “özel dönemi” de yansıtacak, kitaplarının nasıl ıskalandığını bir bir gösterecektir. Locus Solus, gerçek anlamıyla öncesi/öncüsü olmayan bir yapıttır. Biricik yanını Roussel, alabildiğine yalın biçimde okurun önüne koyar: Bütün dünyayı gezmiş olduğu halde, gördüklerinden hiçbir şeyi katmadığı romanı baştan uca imgelem ürünüdür. 1950 sonrasında, Yeni Roman’cıların ana düsturu sayılacak olan “bir serüvenin yazısı değil, bir yazının serüveni” yaklaşımının tohumu burada, Raymond Roussel’dedir.. Bergamalı cücenin kan revan öyküsü, belki de bir otoportre denemesidir. Locus Solus’a gelince: Harikalar diyarından gelme 1001 gece 1001 gün masalıyla dopdolu bu roman bir gün Türkiye’ye de gelecektir.. Enis Batur I Nisan başlarının bu perşembe günü, bilgin dostum üstat Martial Canterel, birkaç yakınıyla birlikte, Montmorency’deki güzel villasını çevreleyen uçsuz bucaksız bahçeyi gezmeye çağırmıştı beni. Locus Solus -mülkün adı böyledir- sakin bir köşedir, Canterel çeşitli ve verimli çalışmalarını burada dingin bir kafayla sürdürmekten hoşlanır. Bu ıssız yer’de Paris’in çalkantısından yeterince uzaktır -gene de, araştırmaları bir süre şu ya da bu özel kitaplığa uğramasını zorunlu kıldığı ya da bilim dünyasında herkesin dinlemeye şaşılacak ölçüde can attığı bir konuşma aracılığıyla şu ya da bu olağandışı bildiriyi iletme günü geldiği zaman, çeyrek saatte başkente ulaşabilir. Canterel nerdeyse bütün yılı Locus Solus'ta, ardı arkası gelmeyen buluşlarına tutkulu bir hayranlık duyan, yapıtının tamamlanmasında kendisine büyük bir bağlılıkla yardımcı olan öğrencileri arasında yaşar. Köşkte örnek laboratuvarlar biçiminde düzenlenmiş birkaç oda vardır, bunlara birçok yardımcı bakar, üstat da tüm yaşamını bilime adar, bu arada, yükümlülükten uzak bir bekârın büyük servetinin desteğiyle, tutkulu çalışması sırasında benimsediği değişik amaçların yol açtığı tüm özdeksel zorlukları hemen çözümleyiverir. Saat üçü yeni vurmuştu. Hava güzeldi, nerdeyse her yanı dupduru bir gökyüzünde güneş ışıldıyordu. Canterel bizi köşkünün yakınlarında, açık havada, gölgeleri değişik hasır iskemleler içeren rahat bir oturma yerini çevreleyen yaşlı ağaçların altında karşıladı. Son çağrılının da gelmesinden sonra, üstat yürümeye başladı, topluluğumuza öncülük etti, biz de kendisine uysalca uyduk. Canterel, açık, düzgün yüzlü, iri, esmer bir adamdı, ince bıyığı, eşsiz aklının ışıltısını yansıtan canlı gözleriyle, kırk yaşını ancak belli ediyordu. Sıcak ve inandırıcı sesi sürükleyiciliği ve açıklığı kendisini bir söz ustası yapan büyüleyici konuşmasına büyük bir çekicilik vermekteydi. Kısa bir süredir çok dik bir biçimde yükselen bir ağaçlık yolda ilerliyorduk. Yokuşun ortasında, yolun kıyısında, oldukça derin bir taş yuvanın içinde, ayakta, oldukça çekici bir biçimde, gülümseyen bir çıplak çocuğu canlandıran, karaya çalan, kuruyup katılaşmış bir topraktan yapılmışa benzeyen, şaşılacak ölçüde eski bir heykel gördük. Kolları bir sunu devinisiyle öne uzanıyor, iki eli yuvanın tavanına doğru açılıyordu. Sağ elin ortasında, ufacık ve eski mi eski bir kurumuş bitki yükselmekteydi, bir zamanlar bu elin ortasında kök vermiş bir bitki. Canterel, dalgın dalgın yolunu izliyordu, ortak sorularımızı yanıtlamak zorunda kaldı. “Tombuktu’nun ortasında İbni Batuta’nın gördüğü solucan düşürücülü Federal”, dedi heykeli göstererek, sonra da kökenini açıkladı. Üstat, ünlü gezgin Echenoz’u yakından tanımıştı. Echenoz, ilk gençlik dönemine dek uzanan bir Afrika gezisi sırasında, ta Tombuktu’ya dek gitmişti. Yola çıkmadan önce, kendisini çeken bölgelerin tam kaynakçasını iyice sindirdikten sonra, XIV. yüzyılın Marco Polo’dan sonra en büyük gezgini sayılan ünlü Arap tanrıbilimci İbni Batuta’nın bir yolculuk öyküsünü birkaç kez okumuştu. İbni Batuta, unutulmaz coğrafyasal buluşlarla dolu yaşamının sonunda, ününün tadını haklı olarak dinginlik içinde çıkarabileceği bir dönemde, bir kez daha uzaklarda bir geziye çıkmaya kalkışmış ve gizemli Tombuktu’yu görmüştü. Okuma sırasında Echenoz’un dikkatini hepsinden çok aşağıdaki oluntu çekmişti. İbni Baruta tek başına Tombuktu’ya girdiği zaman, kent sessiz ve büyük bir üzüntü içindeydi. O sırada, tahtta bir kadın, kraliçe Duhl-Seroul oturmaktaydı, daha yirmi yaşında olduğundan, henüz bir eş seçmiş değildi. Duhl-Seroul zaman zaman korkunç aybaşı bunalımları geçiriyor, bunun sonucunda da beyine ulaşarak taşkın delilik nöbetlerine neden olan kanamalar doğuyordu. Bu bunalımlar yerlilere ağır zararlar vermekteydi: kraliçe saltık erki elinde bulundurduğundan, bu dönemlerde hemen anlamsız buyruklar vermeye başlıyor, nedensiz yere ölüm cezaları yağdırıyordu. Bir devrim patlak verebilirdi. Ama Duhl-Seroul bu sapınç anları dışında halkını en bilge iyilikle yönetmekteydi, öyle ki halk böylesine iyi bir yönetimi çok seyrek tatmıştı. Hükümdarı devirerek bilinmedik bir serüvene atılmaktansa, uzun gönenç dönemleriyle ödünlenen bu geçici sıkıntılara sabırla katlanılıyordu. O zamana dek kraliçenin hekimleri arasında hiç kimse durduramamıştı hastalığı. İbni Batuta’nın geldiği zamandaysa, öncekilerin hepsinden daha güçlü bir bunalım Duhl-Seroul’u yiyip bitirmekteydi. İkide bir, bir buyruğu üzerine, pek çok suçsuzu idam etmek, koca harmanları yakmak gerekiyordu. İnsanlar, yılgı ve kıtlığın yumruğu altında, günden güne, akıllara durgunluk verecek ölçüde uzayıp durumu katlanılmaz kılan nöbetin sonunu bekliyorlardı. Tombuktu’nun alanında, halkın inancına göre büyük bir gücü bulunan bir tür put yükselmekteydi. Tümüyle koyu renk topraktan oluşan ve eskiden ilginç koşullar içinde Duhl-Seroul'un atası kral Forukko tarafından dikilmiş olan bir çocuk heykeliydi bu. Forukko, olağan zamanlarda şimdiki kraliçede de görülen anlayış ve iyilik niteliklerini taşıyor, yasalar çıkarıyor, canla başla çalışıyordu, böylece ülkesinin gönencini çok yükseklere çıkarmıştı. Bilgili bir tarımcı olarak, ekim ve harmana ilişkin gününü doldurmuş yöntemlere pek çok yararlı iyileştirmeler getirmek amacıyla, tarım etkinliklerini doğrudan kendisi denetlemekteydi. Sınırdaş boylar, bu duruma hayran kaldılar, her biri isteyince tam bağımsızlığa geri dönme hakkını elinde bulundurup özerkliğini korumakla birlikte, karar ve görüşlerinden yararlanmak için Forukko’ya katıldılar. Bir boyun eğiş değil, bir dostluk antlaşması söz konusuydu