ebook img

Lady Chatterley'in Sevgilisi - D.H. Lawrence PDF

472 Pages·2012·1.68 MB·Turkish
by  
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Lady Chatterley'in Sevgilisi - D.H. Lawrence

D. H. Lawrence Lady Chatterley'in Sevgilisi Çeviren: Akşit Göktürk Birinci basım: Can Yayınları (1981) İkinci basım: Can Yayınları (1982) Özgün adı, Leydi Chatterley’s Lover olan bu kitap. Akşit Göktürk tarafından, İngilizce aslından eksiksiz olarak Türkçeye çevrilmiştir. I Çağımız ister istemez içler acısı bir çağ olduğundan, onu acıklı görmekten kaçınıyoruz. Büyük yıkım gelip geçti, kalıntılar ortasındayız şimdi, küçücük yeni evler kurmaya, küçücük umutlar beslemeye başlıyoruz. Oldukça güç bir iş bu: geleceğe uzanan düz bir yol yok, ama engellerin çevresinde dönüp duruyoruz ya da üzerlerinden atlıyoruz. Yaşamamız gerek; yer gök yıkılmış olsa bile. Constance Chatterley’in durumu da buydu aşağı yukarı. Savaş, evini başına yıkmıştı. İnsanın yaşayıp öğrenmek zorunda olduğunu anlamıştı böylece. 1917’de Clifford Chatterley bir ay izinle yurda döndüğünde evlenmişlerdi. Balaylarının bitiminde kocası, altı ay sonra hemen hemen parçalanmış bir durumda İngiltere’ye getirilmek üzere, Flanders’a dönmüştü. O sıralar karısı Constance yirmi üç, kendisi de yirmi dokuz yaşındaydı. Clifford, olağanüstü bir yaşama tutkusu gösterdi. Ölmedi, gövdesinin darmadağın üyeleri yeniden birleşti. İki yıl doktorların elinde kaldı. Sonunda iyileştiğini; gövdesinin yarısı, yarı belinden aşağısı, ölünceye değin inmeli kalmak üzere, gene yaşayabileceğini söylediler. Bu 1920’deydi. Karı koca, Clifford’un evine, aile yurtluğu olan Wragby Hall’e döndüler. Babası ölmüştü, baronluğu alan Clifford, Sir. Clifford olmuştu şimdi, Constance de, Leydi Chatterley. Chatterleylerin oldukça ıssız kalmış yurtluğunda, az buçuk bir gelirle ev geçindirmeye, birlikte yaşamaya başladılar. Clifford’un bir kız kardeşi vardı, ama o da gitmişti. Bunun dışında hiçbir yakın akrabası yoktu. Ağabeysi savaşta ölmüştü. Ölünceye değin kötürüm kalmaya yazgılı Clifford, artık hiçbir zaman çocuğu olmayacağını bile bile, ailesinin adını elinden geldiğince sürdürmek üzere, gelip dumanlı orta İngiltere’ye yerleşti. Gene de pek yıkılmış değildi. Tekerlekli sandalyesiyle kendi kendini istediği yere taşıyabiliyor, küçük bir motoru bulunan hasta–arabasını yavaş yavaş sürerek bahçenin dört bir yanında, gerçekte sahip olmakla övündüğü, bununla birlikte sözünü ederken pek önemsemezmiş gibi göründüğü güzel, üzgün havalı park içinde dolaşabiliyordu. Bunca acı çekmiş olmakla, acı çekme yeteneği bir yerden sonra tükenmişti artık. Gene de garip, canlı, şen kalmıştı, sapasağlam görünen kırmızı yüzüyle, büyüleyici, parlak, soluk mavi gözleriyle cıvıl cıvıldı nerdeyse. Omuzları geniş, güçlü, elleri ise çok güçlüydü. Gösterişli giyinirdi, Bond Street’den alınma göz alıcı boyunbağları takardı. Bütün bunlarla birlikte, yüzünde sakat bir adamın sakıngan bakışı, hafif boşluğu sezdirdi. Ölümün öyle yakınından dönmüştü ki, şimdi kendisinde kalan eksik yaşam bile son derece değerliydi gözünde. Kaygulu gözlerinin parıltısında, geçirdiği büyük yıkımdan sonra yaşayabilmenin övüncü apaçık görülmekteydi, ama öylesine incinmişti ki, içindeki bir şey yok olmuş, birtakım duyguları susmuştu. Bomboş bir duygusuzluk çukuru açılmıştı içinde. Karısı Constance ise, yumuşak kara saçlı, gürbüz yapılı, ağır, az rastlanır bir enerjiyle dolup taşan, al yanaklı, köylü görünüşlü bir kızdı. İri şaşkın gözleri, yumuşak tatlı bir sesi vardı; görünüşte, doğup büyüdüğü köyden daha şimdi gelmiş gibiydi. Oysa durum bambaşkaydı. Babası, bir zamanların ünlü Güzel Sanatlar Akademisi Üyesi koca Sör Malcolm Reid’di. Annesi de geçmiş güzel günlerin pre–Raphaelite günlerinin seçkin Fabian’larından biriydi. Sanatçılarla bilgili sosyalistler arasında Constance ile kız kardeşi Hilda estetik yönden gelenek dışı denebilecek bir yolda yetişmişlerdi. Sanat havası alsınlar diye Paris’e, Roma’ya, Floransa’ya, öte yandan da Lahey’e, Berlin’e, konuşmacıların her uygar dili kullandığı, hiç kimsenin hiçbir şeyi şaşkınlıkla karşılamadığı, büyük Sosyalist kurultaylarına götürülmüşlerdi. Böylece iki kız da küçük yaştan beri hem sanatla hem de politik düşüncelerle içli dışlı olarak yetiştiler. Çevrelerinde buldukları doğal ortamdı bu. Bir yandan kozmopolit bir yandan da taşralıydılar, katıksız sosyal ülkülerle el ele ilerleyen kozmopolit taşracı sanat gibi. On beş yaşlarında, başka şeyler yanı sıra müzik de öğrenmek için Dresden’e gönderilmişlerdi. Çok güzel bir zaman geçirmişlerdi orada. Öğrenciler arasında özgürce yaşamışlar, erkeklerle felsefe, toplumbilim, sanat konularında tartışmışlardı. Bu konularda erkeklerden geri kalır yanları yoktu; belki onlardan üstündüler bile, çünkü kadındılar. Koltuklarında gitar taşıyan gürbüz delikanlılarla ormanlarda dolaşmışlardı. Wandervogel türküleri söylemişlerdi, özgürdüler. Kuşlar gibi özgür! Özgür! Büyük bir sözdü bu. Kırlarda, orman sabahlarında, ateşli, güzel sesli delikanlılarla birlikte, gönüllerince davranmakta –en önemlisi de– içlerinden gelen her şeyi konuşmakta özgür. En önemli şey konuşmaydı onlar içini; tutkulu bir söz alışverişi. Sevişmek ise küçük bir değişiklikti ancak. On sekiz yaşına vardıklarında, hem Hilda hem de Constance cinsel sevgiyi tatmışlardı. Öylesine tutkuyla konuştukları, birlikte türküler söyledikleri, ağaçlar altında özgürce kamp kurdukları delikanlılar aşk birleşmesini de istemişlerdi tabii. Kızlar ilkin kuşkuluydular, ama öyle çok konuşuldu ki bu konu, büyük önem kazandı birdenbire... Erkekler ise öylesine alçakgönüllü, öyle susamışlardı ki. Bir kız neden kraliçeler gibi davranamayacak, armağanını kendiliğinden bağışlayamayacaktı? Böylece her biri armağanını, en büyük incelikle, içtenlikle tartıştığı delikanlıya bağışladı. Düşünceler, tartışmalardı gerçekte önemli olan; sevişmek, birleşmek, bir bakıma ilkelliğe dönüş, düşülen bir karşıtlıktı biraz da. Birleşmeden sonra delikanlıya duydukları sevgi azalıyor, nefrete dönüşüyordu biraz, sanki gizli benlikleri, iç özgürlükleri çiğnenmiş oluyordu. Çünkü bir kızın bütün yüceliği, yaşamasının bütün anlamı, sonsuz, yetkin, katkısız, soylu bir Özgürlüğü gerçekleştirebilmesindedir. Nedir taşıdığı anlam bir kızın yaşamının? Eski aşağılık ilişkilerden, boyun eğişlerden silkinmek değil mi? Duyguculuğa boğulabilmekle birlikte, bu cinsel birleşme sorunu da en eski, en aşağılık ilişkilerden, boyun eğişlerden biriydi. Bunu yücelten ozanlar çoğunlukla erkekti. Kadınlar her zaman için, daha iyi, daha yüce bir şeyin varlığını sezmişlerdi. Şimdi iki kız her zamankinden daha bir kesinlikle anlamışlardı bunu. Bir kadının güzel, katkısız özgürlüğü, herhangi bir cinsel birleşmeden kat kat daha üstün bir şeydi. Ne yazık ki bu konuda erkekler kadınlardan çok geriydiler. Köpekler gibi, cinsel birleşmede direniyordu onlar. Kadın da buna boyun eğmek zorundaydı. Tutkuları bakımından, bir çocuk gibiydi erkek. Kadın, istediğini vermezse, bir çocuk gibi huysuzlaşıyor, başını alıp giderek çok tatlı bir ilişkiyi bozuveriyordu. Ama bir kadın erkeğe, özgür iç benliğini çiğnetmeden de boyun eğebilir. Aşktan söz eden ozanlarla konuşmacılar bu noktaya yeterince önem vermemişlerdir. Erkeğe boyun eğen bir kadın, kendisini gerçekten vermek isterse, tersine, bu cinsel bağı erkek üzerinde egemenlik kurmakta kullanır. Cinsel birleşme sırasında kendini tutarak, kendisi coşkunluğa varmadan erkeğinden tutkularının sona ermesini beklemekle kolayca yapar bunu; sonra birleşmeyi uzatarak kendi haz titremesine, coşkusuna varır, erkek ise bir araçtan öteye geçmez bu sırada. Savaşın patlak vermesiyle apar topar eve çağrıldıklarında, iki kız da cinsel sevgi yaşantısını tatmış durumdaydı. Sözle yakınlık kurmadığı, baş başa KONUŞMAYI içten dilemediği bir erkeğe ikisi de hiçbir zaman sevgi duymamıştı. Kafası gerçekten çalışan bir erkekle her saat, dönüp dönüp her gün, her ay tutkuyla konuşmanın o şaşırtıcı, derin, inanılmaz ürpertisi... denemezden önce hiçbir zaman düşünememişlerdi bunu! Cennete özgü: “Konuşabileceğin erkeklerin olacak!” sözü hiçbir zaman söylenmemişti. Daha onlar anlamını bile kavrayamadan, yerine gelivermişti verilen söz. Bu canlı, iç-aydınlatıcı tartışmaların uyandırdığı içten yakınlık sonucunda, cinsel birleşme kaçınılmaz bir şey olunca, boyun eğmek yerinde bir şeydi. Bir bölümün sona erişini belirliyordu bu sanki. Kendine özgü bir coşkusu da vardı bu işin: Gövdenin ta içerilerinde, garip türden bir titreşim, son bir kendini benimsetme ürpertisi; son söz gibi, heyecanlı, bir paragrafın sonunda, konunun, akışındaki bir kesintiyi belirlemek üzere konmuş yıldızlar gibi tıpkı. 1913’te Hilda yirmi, Connie on sekiz yaşındayken, yaz tatili için eve döndüklerinde, babaları ikisinin de cinsel yaşantıdan geçmiş olduğunu açıkça anlamıştı. Birisinin dediği gibi, “Aşk oradan geçmişti”. Ama, kendisi de bir serüven adamıydı, işi oluruna bıraktı. Son birkaç ayını bir sinir hastası olarak geçiren annelerinin ise tek dileği, kızlarının ‘özgür’ olması, ‘gönüllerince yaşaması’ydı. Kendisi hiçbir zaman bütünüyle kendi gönlünce yaşayamamıştı: bu hak esirgenmişti ondan. Nedenini Tanrı bilir, hem parası hem de seçilmiş belli bir yolu olan bir kadındı çünkü. Kocasını suçlandırıyordu. Ama gerçekte, kafasıyla ruhunu, pençesinden bir türlü kurtaramadığı geçmiş bir güçten geliyordu bu. Hıncın, sinirli, kabına sığmaz karısını dilediğini yapmakta özgür bırakan, öte yandan kendisi de bildiği yoldan yürüyen Sör Malcolm’ın bunda hiçbir suçu yoktu. Böylece hiç kimse ses çıkarmadı kızlara, gene Dresden’e, müziğe, üniversiteye, delikanlılara döndüler. Her biri, kendi erkeğini seviyordu, erkekleri de onları kafaca yakınlığın bütün tutkusuyla seviyordu. Erkekler, düşündükleri, dile getirdikleri, yazdıkları bütün güzel şeyleri kızlar için düşünüyorlar, dile getiriyorlar, yazıyorlardı. Connie’nin sevdiği delikanlı müziğe düşkündü, Hilda’nınki ise tekniğe ilgi duyuyordu. Ama, ancak genç kızlar için yaşıyorlardı. Kafalarında, düşüncelerinde hep genç kadınları. Bir yerde, birileri onları çekiştirmekteydi belki, ama bunu sezmiyorlardı bile. Aşkın, gövdesel yaşantının onlardan da geçtiği açıkça belliydi. Cinsel sevginin hem erkek hem de kadın gövdesinde ne ince, ne tartışma götürmez bir değişikliğe yol açtığı garip bir gerçektir: kadın daha bir dirileşir, yuvarlak çizgileri daha bir incelik kazanır, sivri genç çıkıntıları yumuşar, yüzüne ya kuşkulu ya da utkulu bir anlatım yerleşir: erkek ise çok daha yatışır, daha çok içine kapanır, omuzlarıyla kalçaları daha gösterişsiz, daha çekimser bir biçime bürünür. Birleşmenin gövdeleri içinde yarattığı cinsel ürperti karşısında iki kız kardeş, o garip erkek gücüne az kalsın yenileceklerdi. Neyse ki çabuk toparlandılar, cinsel ürpertiyi bir duyum sayarak özgür kalabildiler. Erkekler ise genç kadınlara, kendilerine bağışlanan cinsel yaşantıya bir karşılık olarak ruhlarını verdiler. Sonra da iki lira kaybedip de yirmi beş kuruş bulmuş bir adam durumuna düştüler. Connie'nin delikanlısı somurtuyordu, Hilda’nınki de alaycıydı biraz. Ama erkekler böyledir işte! İyilik bilmez, hiçbir zaman doymaz, yetinmezler. Onları istemezsiniz, istemediniz diye nefret ederler sizden; istersiniz, bir neden bulur gene nefret ederler. Tek neden bile yoktur ortada belki, gelgelelim erkekler yetinmez birer çocukturlar, elde ettikleri şey ne olursa olsun, kadın varını yoğunu ortaya koysun isterse, gene bildiklerini okurlar. Bu sırada savaş patladı, Hilda ile Connie hemen eve döndüler. Annelerinin ölümü üzerine mayısta da gelmişlerdi o yıl. 1914 yılının Noel’inden önce ikisinin de Alman sevgilileri ölmüştü: çok ağladılar, deli gibi sevdiler ölen delikanlıları, ama. için için unuttular. Onlar yoktu artık. İki kız kardeş de babalarının, –gerçekte annelerinin– Kensigton’daki evinde kalarak ‘özgürlüğü’ savunan, flanel pantolonlar, yakası açık flanel gömlekler giyen, görgülü türden bir duygusal kargaşalık içinde yaşayan, fısıltılı mırıltılı seslerle konuşan, davranışları aşırı duygulu Cambridge’li bir gençler topluluğuna katıldılar. Bununla birlikte Hilda, bu topluluğun yaşlıca üyelerinden, kendisinden on yaş büyük, oldukça paralı, fakat bir devlet işinde çalışan, aynı zamanda

Description:
Yayımlandığı günden itibaren çeşitli tartışmaların odak noktasında yer alan Lady Chatterley'in Âşığı, savaşta yaralanarak kötürüm kalan Clifford'ın genç karısı Constance ile koru bekçisi Mellors arasındaki aşkı anlatır. Romanın, kadın ihaneti olarak önyargılı biçim
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.