ebook img

Kızıl Tuğ - Abdullah Ziya Kozanoğlu PDF

331 Pages·2003·1 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Kızıl Tuğ - Abdullah Ziya Kozanoğlu

KIZIL TUĞ Abdullah Ziya KOZANOĞLU BİLGE KÜLTÜR SANAT 1199 yılının baharı... Cayan ırmağının kenarındaki hanın önünde iki arkadaş gürül gürül akan gümüş suyun köpüklerine bakarak konuşuyorlar. Yanık ve kuru yüzlü, kartal gibi keskin bakışlı olanı sağ kolunu sadağına dayamış, sol eliyle akar.suya kara gölgeler atan uzun söğüt dallarıyla oynuyordu. - Çelme! dedi. Kardeşimle aram açıldı. Anam beni avula başbuğ yapmak istiyor. Bunu ben de istiyorum. Yalnız benim isteğim ile anamın dileği arasında bir ayrılık var. Doğduğum gün avuçlarım kapalı imiş, içinde de kan varmış. Arpakçılar2 bunu ileride büyük bir hakan olacağıma vermişler. Atama and içtim, arpakçıları yalancı çıkarmayacağım. Atalarımızın öcünü köpek şehirlilerden, dinsiz Çinlilerden alacağım. Bütün avulları bir araya getireceğim. Çelme önündeki çamçaktan ayran,içiyordu. Başını kaldırarak sordu: - Hangi avulları. Moğolları mı? - Göktürk Hakanlığını dirilteceğim! 1 Çingiz Kaan;Cengiz Han: Yenilmez İmparator. 2 Arpakçı : Kâhin demektir. - Göktürk Hakanlığı Türklerindir. - Sen de çok iyi bilirsin ki Çelme, Moğol diye ayrı bir ulus yoktur. Bundan başka ben de eski Göktürkler soyundanım. Ben bu göçebe avulları, senin Moğol, Türk, Tatar, Özbek, Kırgız dediğin cılasınları bir araya, bir bayrak altına alacağım. Ben Türk, Tatar, Moğol derdinde değilim. Ben avul başbuğu değil ulus hakanı olacağım. Bilirim bu zor iştir. Çok kan dökülecek... Fakat sonunda kurulacak Göktürk Hakanlığı kardeşlerin kardeşlerle, komşuların birbiriyle ikide bir cenk etmelerinin, kan dökmelerinin önüne geçecek. Bu büyük birliğin doğabilmesi için önce benim kardeşlerimle, sonra komşu avullarla, sonra da Çinlilerle anlaşmam, birbirimize yaranmamız gerek. O gün her kişi, her ülke bir bayrak, "Timuçin'in bayrağı" altında toplanacak. Bugün kardeşim buraya geliyor, bir söz keseceğiz, ya o ya ben. Çelme çamçaktaki ayranı kafasına diktikten sonra ağzını sildi. - Timuçin, atalarımız "dayağı olan kaymaz" demişlerdir. Elimizde kılıcımız oldukça kimseden korkmayız. Ben senin kan kardeşinim, ben senin can yoldaşınım, ölünceye kadar beraber çalışacağız. Kardeşine, şjmdi hoş geçinelim deriz, uluğlarız. Dinlemezse canını tamuya1 göndeririz. Yolumuza dikilen her ağaç kesilecektir. Baltan ve dayanağın ben olacağım Timuçin! Yürekten coşan bu sıcak sözler Timuçin'in hoşuna gittiğinden gözlerini tekrar "Cayan" ırmağına çevirdi. Kafasındaki büyük düşünceler kabına sığmıyor, onu ikide bir böyle dalgınlaştırıyordu. Türk ulusunun on yedi kişiyle dağa çıkan bir kümeden büyük bir hakanlık yarattığını atalar anlata anlata bitiremiyorlardı. Bu ulusta bir boy beyi olan kendisi bir kağanlık kurmak, acuna söz geçiren bir yabgu, bir hakan olmak istiyordu. 1 Tamu: Cehennem. Timuçin sulara bakarak daldığı sırada Çelme de hem ayranı içiyor, hem hanın avlusundaki ağacın gölgesinde uzanmış, büyük bir hakan gibi kurula kurula kurumuş et yiyen yaşı yirmiyi bulmamış bir delikanlıyı süzüyordu. Arkasında yamalı bir kaftan, başında tüyleri dökülmüş, rengi atmış bir börk bulunan bu delikanlı uzun, enli kılıcını bir kayışla beline bağlamıştı. Çok şakacı ve şaklaban olan Çelme kahkahalarla gülerek bu çul düşkünü delikanlıyı Timuçin'e gösterdi: - Bak, alp kişiye bak! Ne cihangir kılıklı duruyor. Yerde yatışına bakarsan kılığını değiştirmiş Kirayitler başbuğu sanırsın, dedi. Timuçin de acı acı güldü: - Kılıcı pek yaman. Bağaltağı1 dokuz yerinden ayrı renk yamalarla işlemeli. Göğsündeki cilâsı dökülmüş pusatı2 Çin kağanının dede sarayından çıkmış olmalı. Genç adam onların sözlerini hiç işitmiyormuş gibiydi. Etinin son lokmasını yedikten sonra birdenbire yerinden fırlayarak gelip önlerinde durdu. Gözleri insanın yüreğini titretecek kadar sert bakışlı idi. Geniş omuzları, yolda yürürken yeri sarsan bacakları, çok kuvvetli ve çevik olduğunu gösteriyordu. Elini belindeki kılıcına götürerek sert bir sesle gürledi: - Doğduğu gün eli kanlı olan Timuçin Noyan3!.. Ben anamı, obamı bıraktığımdan doğduğum gün avucumda kan olup olmadığını soramadım. Fakat yamalı bağaltağım, cilâsı uçmuş pusatımdan başka paslı gördüğün kılıcımda da kurumuş çok kan var, eğer onu da görmek istersen işte bak! Kılıcı kınından bir çekişte sıyırdı, ikisinin ortasına fırlattı. Bu kınına hiç benzemeyen parlak, sâf, çifte su verilmiş bir kılıçtı. Timuçin yerinden fırladı. Bu ağır sözler onu hem şaşırtmış, hem de öfkelendirmişti. Çelme işin sarpa sardığını görünce ikisinin arasına girip homurdandı: 1 Bağaltak: Hırka. 2 Pusat: Her. türlü demir silâh ve zırh. 3. Noyan: Bey, Prens. - Delikanlı, görürüm ki yağız bahadırsın; fakat o kadar tez alev sarma!.. Karşında gördüğün şu adama Deligün Buldak tepeli1 Timuçin derler. Bana gelince, belki beni de duymuşsundur, adım Pars Parçalayan Celme'dir. Eğer ölümüne susamadınsa yoluna git! Genç adam omuz silkti: - Ben sizin kendi kendinizi öven konuşmanızdan kim olduğunuzu anladım. Timuçin Noyan'ı, Pars Parçalayan Çelme adlı alp kişileri biliriz. Çok bahadırları hatta bazen ikiniz bir avulu talan edersiniz. Bana gelince, ben özüm o kadar yavuz bir bahadır değilim; beni çingene hancılarla, çöl hırsızlarından başka kimseler tanımaz; fakat kılıcım her kötü sözü temizleyecek kadar zorludur. Ateş gibi yakar, gün gibi kurutur. Adım yoktur, adsızım. Namıma gelince, bu civarda "Otsukarcı" derler. Her kabadayı bilir. Her Çingize bir Otsukarcı bulunur2. Sonra yerden kılıcını kaldırıp haykırdı: - Tez karşıma çık Çelme Noyan!. Ya kötü sözler çıkan ağzınla tükürdüğünü yalarsın, ya ben dört renkli bağaltağımı kızıla boyarım. Kavganın önü alınamazdı. Çelme sadağını çıkardı, bir vuruşta karşısındakini yere sereceğinden emin kılıcını sıyırarak üzerine atılıp gürledi: -Savul! Kılıçlar bir kere çarptı. Otsukarcı'nın daha ilk saldırışta yaman cilasın olduğunu Timuçin gördü. Bükülmez bir bileği, her saldırışı karşılayan usta bir kılıç kullanışı vardı ki, ona bakarken kızgınlığını unutmuştu. Bu sırada hancı "Utacı" da kapının önüne çıkmış, arkasında yamakları bu dövüşe bakıyorlardı. Eninde sonunda Otsukarcı'nın öleceği belliydi. Çelme gibi adı dokuz avula yayılmış bir bahadıra üst gelse bile karşısında Timuçin vardı ki, savurduğu kargıların, çektiği kılıçların yağıyı yere sermediği şimdiye kadar görülmemişti. Ona "yenilmez" derlerdi. Uzaktan, dövüşe titreyerek bakan yamaklardan biri sordu: 1 Deligün Buldak: Çingiz Hanın doğduğu yer. 2 Otsukarcı : Yenici. - Konakçım [hancım], Otsukarcı'yı Çelme yener mi dersin? Zavallı delikanlı kahraman kişiydi, yazık olacak... - Öyle! Bak Çelmeye karşı kendisini nasıl koruyor... Ay! Bak saldırıyor da. İster misin Celme'yi yeniversin; fakat olmaz. Çelme burada her gün korkuttuğu göçebe uşaklara benzemez. Bir an geldi ki, kılıçları bırakarak hançerlerini çekip birbirlerine saldırdılar. Timuçin olduğu yerde heyecanından titreyerek kavgayı gözlüyordu. Eski Türk türesince bir düşmanla iki kişi birden dövüşemeyeceği için arkadaşı ölünceye kadar kavgaya giremezdi. Hem yüreğinde, bir avuldan çıkıp koca bir hakan olmak gibi ulu bir ülkü taşıyan koca Timuçin'in han avlularında dövüşmesi delicesine bir iş olacaktı. Avlu bu dövüşe bakanlarla dolmuştu. Timuçin ilk önce Celme'nin üst geleceğine inandığından hiçbir heyecana kapılmamıştı. Fakat şimdi iş değişiyordu. Çelme soluyor, artık yorulmaya başladığını çevikliği azalan durumundan belli ediyordu. Dakikalar geçmiş, şimdiye kadar zorlu bir vuruş yapamamıştı... Pars Parçalayan kendine denk bir dövüşçü ile karşılaştığını anlamıştı. Bu genç yaşta hiç solumadan, yılmadan bu kadar uzun bir dövüş yapan bu delikanlıya nereden çatmıştı? Gençlik ustalığı yoruyor, yenmeye hazırlanıyordu. Birbirlerine baktılar, beş, on adım gerilediler. Celme'nin gözlerinde şimşek çakıyor. İşin bu kadar uzun sürmesi onu korkutmuş olmalı ki, kafasını kastı, gözlerini büzdü. Kamasını avucunun içinde döndürerek sanki şaka yapıyormuş gibi kendisini bekleyen Otsukarcı'ya doğru bir kaplan gibi atıldı. Otsukarcı da birdenbire yaylanmış, yana sıçramış, soldan geri bir fırıldak gibi topuğu üzerinde dönerek arkasından üstüne atılmıştı. Timuçin: - "Yazık!.." diye bağırdı. Celme'nin ayağı yerdeki kütüğe çarpmış, yuvarlanmıştı. Otsukarcı da hızını alamayarak onun üstüne yuvarlanmıştı. Fakat kendini toplayarak hançerini kaldırdı. Ağzına götürerek tükürdü. Diğer eliyle Celme'nin kafasına bastı. Bir vuruşta Timuçin'in ileride sağ eli yerine geçerek büyük hakanlığın kurulmasında zorlu yardımları dokunacak olan ünlü başbuğ Celme'yi öldürebilirdi. Fakat Otsukarcı elinde kılıcı kendi sırasını bekleyen Timuçin'in hayret ve dehşetle açılan gözlerinin önünde Celme'yi bırakarak ayağa kalktı. Çelme de bir solukta sıçramış, doğrulmuştu. Otsukarcı ile dövüş için bekliyordu. Bu sırada gerilen sinirlerine söz geçiremeyen konak sahibi Utacı gözlerini kapamış, bir eliyle yanındaki yamağına çimdik basarak soruyordu: - Bitti mi?.. Celme'nin işi bitti mi!? Fakat korkudan dudağı çatlayan yoksul yamak da gözlerini sımsıkı yummuştu. İkisi birden kirpikleri arasından, dayanamayarak gözlerini açıp bakınca şaşkınlıklarından ağızlarını da bir karış açtılar. Çelme ve Otsukarcı ayakta duruyorlardı. Çelme soluyarak gürledi: - Eline düşmüşken işimi bitirmedin. Fakat ben sana acımayacağım it soyu... Kendini koru, geliyorum. Otsukarcı dudaklarını kıvırarak sırıttı: - Sana acımadım Çelme Noyan. Seni yere ben yıkmadım. Ayağın takıldı. Böyle düşmüş düşmana vurmak yiğitlik şanından değildir. İsterim ki herkes Otsukarcı, Celme'yi kahpecesine değil, bileğinin gücüyle yenmiş desinler, davran hazırım! Yalnız bu sözler Celme'nin yenildiğini bildirmeye yeterdi. Kanlı dövüş yeniden başlıyordu. Bu sırada birdenbire bir sürü cilasın avluya doldular. Timuçin homurdanarak: - Kardeşim, dedi. Timuçin'in kardeşi sözünde durup gelmişti. Fakat arkasında Cutgan yaylasının yirmi tane bahadırı vardı. Bunları niçin ardında getirdiğini avluya girer girmez bildirdi. - Timuçin! Duydum ki sen avulumuzun başına geçmiş, diğer avullarla dövüşerek uşaklarımıza cenk ettirmişsin, beni de ardında at uşağı gibi dolaştıracakmışsın. Ben sana aman vermemek için adamlarımla geldim. Sen tümenlerle âdemoğlunun kanını dökeceğine ben bugün seni temizleyerek bu işin önüne geçeceğim. Senin gibi adam kanına susamış bir delinin elinde oyuncak olmaktan avullar kurtulacaklar. Sonra Celme'ye dönerek: - Pars Parçalayan Çelme, dedi, senin canını bağışlıyorum. Haydi git!.. Çelme, karşısında elinde kaması, yüzünü gülünç bir şekilde kırıştırarak kendilerini süzen Otsukarcı'ya göz ucuyla bakarak homurdandı: - Canını itler alsın pis köpek!. Yoldaşım Timuçin'den ayrılabileceğimi sana kim söyledi? Sen toplan ki canını tamuya göndermeye geliyorum. Fakat sende biraz olsun yiğitlik kalmışsa, eğer sen "Kıyat Börçigin"1 avulunda

Description:
1199 yılının baharı... Cayan ırmağının kenarındaki hanın önünde iki arkadaş gürül gürül akan gümüş suyun köpüklerine bakarak konuşuyorlar. Yanık ve kuru yüzlü, kartal gibi keskin bakışlı olan sağ kolunu sadağına dayamış, sol eliyle akar suya kara gölgeler atan uzu
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.