KÜRT MESELESİ VE SAİD NURSÎ Abdülkadir Menek Jenerik Yayın Yönetmeni: Ali Erdoğan Yayın Danışmanı: Metin Karabaşoğlu Editör: Said Nohut İç Tasarım: Sakine Güneş Kapak Tasarımı: Mesut Sarı ISBN: 978-975-269-929-8 Sanayi Cd., Bilge Sk., No: 2 Yenibosna 34196 Bahçelievler / İstanbul Tel: (0212) 551 3225 Faks: (0212) 551 2659 www.nesilyayinlari.com [email protected] © Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince bu eserin yayın hakkı anlaşmalı olarak Nesil Basım Yayın Gıda Tic. ve San. A.Ş.’ye aittir. İzinsiz, kısmen ya da tamamen çoğaltılıp yayınlanamaz. Dijital Yayıncılık Direktörü: Uğur Turan Dijital Yayın Tarihi: Temmuz 2013 Bu eserin e-kitap çevrimi Nesil Digital tarafından yapılmıştır. www.nesildigital.com Abdülkadir Menek https://twitter.com/AbdulkadirMenek 1960 yılında Cizre’de dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini bu ilçede tamamladı. 1979 yılında Ankara Keçiören Çevre Sağlık Koleji Sağlık Memurluğu bölümünden mezun oldu. 1979-1985 yılları arasında Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinde Sağlık Memuru olarak görev yaptı. 1985 yılında Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsü’nden, 1997 yılında da Marmara Üniversitesi Özcan Sabancı Sağlık Eğitim Fakültesi’nden derece ile mezun oldu. 1985 yılında Meslek Dersleri Öğretmeni olarak başladığı eğitimcilik görevine çeşitli okullarda idareci olarak devam etti. 1975 yılından itibaren beri şiir ve yazı çalışmalarında bulunan yazarın, bugüne kadar birçok gazete ve dergide çalışmaları yayımlandı. Yazar, evli ve dört çocuk babasıdır. YAYINLANMIŞ ESERLERİ • Bediüzzaman Said Nursî-İstanbul Hayatı • Nurlu Destan Sunuş YAKIN DÖNEMDE Türkiye toplumunda en büyük acı ve ızdırap konusu olan, en ziyade can kaybına yol açan, en ziyade gerilim ve kutuplaşma üreten ve toplumun enerjisini her açıdan en ziyade tüketen mesele, çok benimsediğim bir tanımlama olmasa da giderek yerleşen ifadesiyle ‘Kürt meselesi’dir. İlk olarak Diyarbakır’ın 639’da Müslüman ordularınca fethedilmesiyle İslâm’a açılan Anadolu’da din ortak paydasında beraberce buluşan iki kardeş milletin bilhassa son yüzyıl içinde yaşadıkları, sebepleri ve sonuçlarıyla, dikkatli bir incelemeyi hak ediyor. ‘Kürt meselesi’nin nasıl ortaya çıktığı; daha doğrusu, bu toprakların bir sâkini iken Kürtlerin nasıl bir ‘mesele’ye dönüştürüldüğü, akıl ve vicdan terazisiyle tartılmaya muhtaç bir husus. Elinizdeki kitap, işte bu bakımdan değerlendirilmeyi hak ediyor. Kürt Meselesi ve Said Nursî, Risale-i Nur’un rahle-i tedrisinden geçmiş, Kürt kökenli bir bölge insanı olarak yaşanan gerilime birebir vâkıf bir yazarın elinden çıkmış olmak itibarıyla, bize konunun geçmişine ve bugününe dair yararlı bilgiler ve isabetli gözlemler sunuyor. Kitabın ana fikrini, giriş bölümündeki şu cümle ile özetlemek mümkün: “Ulus devlet olarak kurulan ve ülkede yaşayan herkesi Türkleştirmek için eğitim sistemini ve politikalarını oluşturmaya çalışan bir anlayışla yola çıkan Türkiye Cumhuriyeti, aradan geçen seksensekiz yıl boyunca bu amacını gerçekleştirmek için antidemokratik her yolu denemesine rağmen, bunda başarılı olamadı. Kürt sorununun esas nedeni olarak Millî Mücadele döneminde hâkim olan ve ırklar üstü olarak ifade edebileceğimiz, İslâm inancı etrafında meydana gelen birlik beraberlik ruhunun birkaç yıl sonra terkedilerek etnik milliyetçiliğe dönüştürülmesi ve Türklük etrafında odaklanan bir ‘ulus-devlet’ projesini gerçekleştirmek için uygulamaya konulan ırkçı politikalardır.” Bu konu üzerine yapılan çalışmalara bakıldığında, büyük kısmının meseleye ya ‘Türk-eksenli’ ve devlet-eksenli bakıyor olma veya bir karşıt milliyetçi perspektifle meseleye yaklaşma gibi bir zaafı taşıyor olduklarını görüyoruz. Abdülkadir Menek’in çalışması ise, meseleye Türkçü ve devlet-eksenli bir şekilde yaklaşmadığı gibi, ‘Kürtçülük’ zaafına da düşmeden Bediüzzaman’ın temsil ettiği muvazeneli mü’minâne duruşu sürdürme gayretini içeriyor. Meseleyi doğru teşhis edebilmesi, doğru çözüm önerileri sunabilmesi, Risale-i Nur’la hemhal olmuş bir bölge insanı olarak yararlı bilgiler ve doğru gözlemlerle aşırılıklara düşmeden dengeli bir şekilde meseleyi irdeleyebilmesi, yazarın en önemli artıları. Kürt Meselesi ve Said Nursî’nin, meselenin barışçı çözümü için anahtar kelimeler niteliğindeki ‘müzakere’yi sahih ve insaflı bir zeminde geliştirme bakımından hayırlı bir hizmet göreceğini umuyorum. Bu konunun bir ‘mesele’ olmaktan çıktığı, barış ve huzur yüklü günleri de görebilme ümidiyle… Metin Karabaşoğlu Önsöz TÜRKİYE, SON YÜZYILI büyük sorunlarla boğuşarak ve vatandaşlarıyla kavga ederek geçirdi. Dış problemlerin yanında, devlet-millet kaynaşması sağlanmadan geçirilen kayıp yıllar sonucu, Ülkemizin enerjisi yanlış yerlere harcandı ve bu da maddî-manevî gelişimi engelleyerek sorunları artırdı. Kürt sorununun bu sorunların başında geldiği konusunda neredeyse herkes hemfikirdir. Ulus devlet olarak kurulan, eğitim sistemini ve politikalarını ülkede yaşayan herkesi Türkleştirmek için oluşturmaya çalışan bir anlayışla yola çıkan Türkiye Cumhuriyeti, aradan geçen seksensekiz yıl boyunca bu amacını gerçekleştirmek için antidemokratik her yolu denemesine rağmen başarılı olamadı. Kürt sorununun esas nedeni olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Esas sebep, Millî Mücadele döneminde hâkim olan ve ırklar üstü olarak ifade edebileceğimiz, İslâm inancı etrafında meydana gelen birlik beraberlik ruhunun birkaç yıl sonra terk edilerek etnik milliyetçiliğe dönüştürülmesi ve Türklük ekseninde oluşturulan bir ulus-devlet projesini gerçekleştirmek için uygulamaya konulan ırkçı politikalardır. Böyle bir politika sonucu Kürt kimliği yalnız inkâr edilmekle kalmamış, çoğu zaman şiddet ve baskılarla sindirilmeye, asimile edilmeye ve tamamen Türkleştirilmiş bir toplum meydana getirilmeye çalışılmıştır. 1950 yılında çok partili siyasî hayata geçilmesi ve Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile birlikte, baskı politikaları şiddetini kaybetmeye başlamış, fakat özünde tamamen ‘Türkleşmiş bir toplum meydana getirme ve Kürtleri yok sayma’ politikalarının uygulanmasına devam edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki iki ana unsurdan biri olan Kürtler, uygulanan bu baskı ve inkâr politikaları sonucu devlete büyük bir kırgınlık duymaya başlamışlar, zaman zaman bu incinme ve gücenme duyguları, daha vahim olayların ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Irk esasına dayalı, homojen ve tamamen Türkleşmiş bir toplum meydana getirmek için din dahil bütün bağlar koparılmaya çalışılmış, yeniden düzenlenen ve dinî telkinlerden bütünüyle arındırılmış bir eğitim sistemi ile İslâm dininin belirleyici bir unsur olmadığı, ırk temeline dayanan yeni bir düzen gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bunun için de Türk milliyetçisi olduğu halde, İslâm dininin bu milletin ayrılmaz bir parçası olduğu inancında olan ve bu doğrultuda faaliyette bulunan aydınlara dahi tahammül edilememiş ve onlar da yeni oluşturulmak istenen bu düzenin önünde engel olarak kabul edilmişlerdir. ‘Tek Parti’ düzeninin en önemli şahsiyetlerinden olan ve uzun yıllar başkent Ankara’da valilik görevinde bulunan Nevzat Tandoğan, bu doğrultuda çalışmalarda bulunan Osman Yüksel Serdengeçti’yi karşısına alarak şu sözleri söylemekten çekinmemiştir: “Ulan öküz Anadolulu. Sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var. Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.”[1]
Description: