ebook img

Kur'an Ansiklopedisi - Süleyman Ateş PDF

2377 Pages·2000·6.84 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview Kur'an Ansiklopedisi - Süleyman Ateş

ADALET Allah adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder, fahşâ(edepsizlikten)dan, münker(fenâlık)den ve bağy(azgınhk)den meneder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir. (Nahl: 70/90) Bu âyette, dünyâ ve âhiretin düzenini sağlayan üç güzel şey emre-dilmekte; dünyâ ve âhiretin düzenini bozan üç kötü şey menedilmektedir: Adalet: Her şeyi tam yerine koymak, her hususta ölçülü hareket etmek, hakkı yerine getirmek demektir ki, zulmün karşıtıdır. Allah bunu emrediyor. Fahşâ: özellikle aşırı derecede şehvetlere uyarak, zina gibi yasaklara saparak ölçü dışına taşmaktır. Bunu da yasaklıyor. İhsan: güzellik, iyilik demektir. Güzel iş yapmak ihsan olduğu gibi, başkasına iyilikte bulunmak da ihsandır. İhsan, ibâdette en yüksek mertebedir. "Allah'ı görüyormuş gibi ibâdet etmek" ibâdette ihsan derecesidir. Bunun karşıtı olan münker kötü görülen şeyler, çirkin işlerdir. Öfkeye kapılarak hareket etmek ihsanın zıddı olan münkerdir. Allah, ihsanı emrederken zıddı olan £agy(insanlara saldırmak, onların hakkını gasbetmek, zorbalık yapmak)ı yasaklamıştır. Kapsamlı anla mından ötürü Abdullah ibn Mes'ûd: "Eğer bundan başka âyet olmasaydı dahi bu âyet, Kur'ân'ın, her şeyi açıklayıcı ve âlemlere hidâyet ve rahmet olmasına yeterdi!" demiştir ADAVET {Onların) Allah'tan başka yalvardıklanna sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek taşkınlıkla Allah'a sövmesinler! Biz, her ümmete yaptıkları işi böyle süslü gösterdik; sonunda dönüşleri Rablerinedir. O, onlara ne yaptıklarını haber verecektir. (En'âm: 55/108) Adv: tecâvüz, saldırmak, dostluğa yanaşmamak demektir. Kalb ile olursa adavet ve mu'adat; yürümekte olursa adv; davranışta olursa udvân ve adv denilir. Durulmaya uygun olmayan yere mekAanun zû adva" denilir. Mu'âdât düşmanlık demektir. Aduvv düşman demektir. Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytânlarını düşman yaptık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu yapamaz lardı. Artık onları, uydurdukları şeylerle baş başa bırak. ( En'âm: 55/112) Aduwxm çoğulu da ve a1 da gelir. Allah'ın düşmanları ateşe sürül dükleri gün toplanıp bir araya getirilirler. (Fussilet: 61/19) Râğıb'ın izahına göre aduvv iki türlüdür. Bir kısmı bilinçli düşmanlıktır. Biz böylece her elçiye suçlulardan bir düşman var ettik." (Furkan: 42/31); ikincisi ise bilinçli olmaz, ancak kendisine aynen düşmandan gelecek eziyet gibi bir incinme, rahatsızlık hasıl olur. Meselâ Onlar benim düşmanımdır. Yalnız âlemlerin Rabbi (benim dostumdur)." (Şu'arâ: Alili), Ey inananlar, eşlerinizden ve çocuk larınızdan bazıları size düşmandır. Onlardan sakının. (Teğâbün: 107/14). Burada eşleri veya çoluk çocukları yüzünden iyi işlerden geri kalan kimselere, kendilerini Allah'a itaatten alıkoyan bazı eş ve çocuklarından sakınmaları emredilmektedir. Burada dikkat edilecek bir husus vardır: harfi, bazı anlamınadır. Yani eşlerin ve çocukların hepsinin değil, bazılarının insana düşman olduğu bildirilmektedir. Gerçekten bilerek veya bilmeyerek kocasına çok kötülük eden, onun üstüne dost tutan, hattâ dostuyla birlik olup kocasını öldüren kadınlar vardır. Çocuklardan da öylesi var ki babasının yolundan ayrılır, onu üzer, onun malını kötü yollarda harcar, hattâ onu döver, kapı dışarı eder. İşte bunlar insana düşman olan çoluk çocuktur. Kişi kendisine dikkat etmeli, yolunda olmayan kadın ve çocuklarının kötülüklerinden sakın malıdır. Aynı şekilde karısına kötülük ve zulmeden kocalar da vardır. Fakat aile reisi koca olduğu ve çocukların durumundan baba sorumlu bulunduğu için âyette hitâb babalara yapılmıştır. İnsan karısının ve çocuklarının hareketlerine dikkat etmelidir ama onlardan bütün bütün de uzaklaşmamalıdır. Onların dine zarar vermeyecek hatâlarını affetmelidir. Aksi takdirde ailede dirlik ve düzenlik kalmaz. İşte yüce Allah, âyetin sonunda bu noktayı vurgulamak için: "Eğer affeder, hoşgörür, bağışlarsanız, Allah da bağışlayan, esir geyendir, affedenleri affeder" buyurmaktadır. Adv: harekette aşırı gitmek, yani koşmak demektir. birbiri ardınca koştular, demektir. İ'tidâ, \e te'addîût hakkı aşmak, başkasının hakkına saldırmaktır. Haklarına tecâvüz edip zarar vermek için onları (yanınızda) tutmayın. (Bakara: 92/231), Kim Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelir, O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu, sürekli kalacağı ateşe sokar. (Nisa: 98/14) İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır, sakın bunları aşmayın. Kim(ler) Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zâlimlerdir. (Bakara: 92/229) Ey inananlar, Allah'ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez. (En'âm: 55/87) Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah, saldırganları sevmez. (Bakara: 92/190) Haram ayı, haram aya karşılıktır. Hürmetler, karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın. (Bakara: 92/194) İsm \e udvâm. yardımcı olmak haramdın Buradaki I'tidâ, düşmanlık saldırısına misliyle karşılık vermektir. Bu, adâletinr gedeğidir. Ama zâlimlerden başkasına düşmanlık yapılmaz Zâlimlerden başkasına düş manlık olmaz." (Bakara: 92/193) Sizi Mescid-i harâm'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı beslediğiniz kin, sizi suç işlemeğe itmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günâh ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın, Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir. (Mâide: 110/2) Müfessirlerin sözlerinden , Beyt-i harâm'a doğru gelenlere saygısızlık etmeyin. Sizi Mescid-i Ha- ram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı beslediğiniz kin, sizi saldırganlık yaparak suç işlemeğe sevk etmesin." cümlelerinin, ayrı ayrı olaylar üzerine indiği anlaşılır. Âyetin inişinden önce, rivayet edilen olaylar vukubulmuş olabilir. Fakat bunlardan, bu cümlelerin ayrı ayrı zamanlarda inmiş olması gerekmez. Çünkü bu cümleler, bağımsız âyetler değil, aynı âyetin cümlecikleridir. Âyet bölünmez. Bu cümleler ayrı ayrı inmiş olsaydı, her biri bağımsız birer âyet olarak yazılırdı. Birinci cümle ile ikinci cümle arasında zaman ve konu ilişkisi vardır. Birinci cümle, Harem'de avlanmaktan, ikinci cümle de duygularına kapılıp haksızlık yapmaktan müslümanlan menetmektedir. İkinci cümlenin iniş sebebi olarak anlatılan olayların gösterdiği gibi bu âyetlerin, Hudeybiye Barışından biraz sonra indiği anlaşılmaktadır. Demek ki Hudeybiye'yi müteâkib inen Fetih Sûresinin ardından bu âyetler inmiştir. Bunların Mekke'nin Fethinden sonra inmiş olma ihtimali daha kuvvetlidir. İyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günâh ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. " Yüce Allah, kullarına iyi işlerde yardımlaşmayı, günah ve düşmanlık olan şeylerde yardımlaşmamayı buyuruyor. İsm, Allah'ın buyurduğunu yapmamak, 'udvân Allah'ın koyduğu sınırları aşmaktır. Allah'ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştun "Zâlim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et. Denildi ki: Ya Resulâllak, kardeşim mazlum ise yardım edeyim,ama zalim olursa ona nasıl yardım edeyim ? Buyurdu ki: Onu zulümden alakor (zulmüne engel olur)sun, işte bu, ona yardım etmektir." ÂDET-AVDET 27- Onların, ateşin başında durdurulmuş iken: "Âh ne olurdu keşke biz (dünyâya) geri döndürülseydik de Rabbimizin âyetlerini yalanla-masaydık, inananlardan olsaydık!" dediklerini bir görsen! 28- Hayır, daha önce gizlemekte oldukları, onlara göründü. Geri gönderilselerdi yine meno- lundukları şeyi yapmağa dönerlerdi, çünkü onlar yalancılardır. (En'âm: 55/27-28) Rabbimiz, bizi bundan çıkar. Eğer bir daha (yaptığımız kötü işlere) dönersek artık biz gerçekten zâlimleriz." (Mü'minûn: 74/107) Bu âyetlerde çekimli fiil olan 'udnâ ve 'âdû kelimeleri, 'avd kökünden yapılmıştır. 'Avd ve 'avdet, ilk yere geri dönmektir. Bu âyetlerde, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, ateşin karşısında dur duruldukları zaman dünyada yaptıklarına pişman olup: "Keşke geri dön-dürülsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini inkâr etmesek ve inananlardan olsak!" diyecekleri; fakat istedikleri gibi geri döndürülseler bile yine eski alışkanlıklarına devam edecekleri anlatılmaktadır. 55/27'nci âyet, onların bu psikolojik durumlarını canlandırmaktadır. 55/28'nci âyet de bu âteşin mâhiyetini ve onlar tekrar dünyâya gönde rilmiş olsalar ne yapacaklarını anlatmaktadır. Bu âyete iki mânâ verilmiştir: Kâfirler bu sözü, yani dünyâya geri dönme isteklerini samimî olarak söy lemezler. İçlerinde küfür gizlidir. Fakat duydukları korku yüzünden böyle söylerler. Yoksa dünyâya döndürülseler, eskiden olduğu gibi yine inkâr ederler. İçlerinde gizlediklerinin ortaya çıkması, dünyâda gönüllerinde taşıdıkları küfrün gerçek yüzünün ortaya çıkmasıdır. Orada küfrün gerçek yüzü ortaya çıkınca o korkunç manzaradan kurtulmak için dünyâya döndürülmek isterler. Bu mânâdan şu sonuç çıkan Dünyâda içlerinde taşıdıkları küfür, âhirette ateş, azâb şeklinde karşılarına çıkar. Demek insanın içinde taşıdığı temel düşünceler, inançlar bu hayattan sonra bir şekle girerek insanın karşısına çıkmaktadır. İnsan, içinde sürekli taşıdığı, benimsediği inançlarının gerçek yüzünü, hakiki bir varlık gibi görür. Bu şekil, ya cennet nimeti veya cehennem azabıdır. Nitekim insanın amelleri de birer şekle bürünüp kendisine görünür. İnsanın düşünceleri, düşünceye dayalı eylemleri, ruhsal alemde birer şekle bürünmektedir. Âhiret nimeti veya azabı, dünyâdaki düşünce ve dav ranışlarının timsâlidir. Bunlar ruhanîdir, dünyâdaki nimet ve azâblara benzese de mâhiyetleri onlardan ayrıdır. Çünkü ma'nevîdir, maddî değildir. Şekilli göründüğünden dolayı biz bunlara maddî diyoruz. Fakat bunları, dünyadaki maddeler gibi sanmak hatalı olur. Nitekim Onlara, dünyâdakilere benzer (nimetler) verilmiştir." AHLÂK Esas itibariyle biçim verme, düzgün biçime koyma anlamında olan (halk), bir şeyi örneksiz, yoktan, en güzel biçimde var etme anlamında kullanıldığı gibi, bir şeyi başka bir şeyden icâdetme anlamında da kullanılır. gökleri ve yeri halk etti" 'AKIB Ve bu sözü ardında kalıcı bir söz yaptı ki (insanlar Allah'a kulluğa) dönsünler. (Zuhruf: 63/28) âyetinde Hz. İbrahim'in, tevhîd çağrısını, kendisinden sonra gelecek kuşaklara kalıcı bir söz olarak bıraktığı vurgulanmaktadır. Yani her peygamber, sadece Allah'a tapmaya çağıracak, sadece Allah'a tapma dininin hükümran olmasına çalışa caktır. Peygamberlerin görevi tevhidi yerleştirmektir. Akıb veya akb ayağın arka kısmı, topuktur. Çoğulu a'kâb gelir. İstiare olarak çocuğa, toruna da akib denilir. De ki: "Allah'tan başka, bize ne yarar, ne zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım? Ve Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, ökçelerimiz üzerinde (geri) döndürülüp; şeytân ların ay artarak şaşkın bir halde çölde bıraktıkları; arkadaşlarının ise "Bize gel!" diye doğru yola çağırdıkları kimse gibi (şaşkın bir duruma) mı dü şelim?" De ki: "Yol gösterme, ancak Allah'ın yol göstermesidir. Bize, âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir." (En'âm: 55/71) 55/71 'nci âyette, Allah'ı bırakıp, ne yarar, ne de zarar verme gücüne sahibolmayan varlıklara tapılamayacağı, güçlü bir ifade ile belirtilmektedir. Bu âyette inkarcı insanın durumu, şöyle bir temsîl ile anlatılmaktadır: Adam arkadaşlarıyla beraber yola çıkar ama yolu şaşırır, çıkmaza girer. Şeytânlar onu şaşırtıp yoldan çıkarmışlardır. Doğru yolda bulunan arkadaşları ona: Yol burada, buraya gel!" diye bağırırlar. Ama onları dinlemez, başka yol da olmadığı için vahşî çölün içinde şaşkın kalakalır. Şimdi mü'minler, Hakk'ın yolunda yürümektedirler. Müşriklerin söz lerine kanıp Hak yolundan ayrılan kimse, yolunu yitirip çölde şaşkın kalanın durumuna düşer. Nereye

See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.