Kılıçların Fırtınası Buz ve Ateşin Şarkısı 3 George R. R. Martin İngilizce aslından çeviren: Sibel Alaş Epsilon Yayınevi Kılıçların Fırtınası Orijinal Adı: A Storm of Swords Yazarı: George R. R. Martin Genel Yayın Yönetmeni: Meltem Erkmen Çeviri: Sibel Alaş Editör: Yasin Özdemir Düzelti: Fahrettin Levent Düzenleme: Ceyda Çakıcı Baş Kapak Uygulama: Berna Özbek Keleş Kısım I: 4. Baskı, Kasım 2012 Kısım II: 2. Baskı, Mayıs 2012 E-kitap: 2. Sürüm, Eylül 2014 Kısım I’in Kasım 2012 tarihli 4. baskısı ve Kısım II’nin Mayıs 2012 tarihli 2. baskısı esas alınıp birleştirilerek hazırlanmıştır. Yayınevi Sertifika No: 12280 © 2000 George R. R. Martin Türkçe Yayım Hakkı: Akcalı Ajans aracılığı ile © Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Yayımlayan: Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Osmanlı Sk. Osmanlı İş Merkezi No: 18/4-5 Taksim/İstanbul Tel: (0 212) 252 38 21 pbx - Faks: (0 212) 252 63 98 İnternet adresi: www.epsilonyayinevi.com E-mail: [email protected] Kronoloji Üzerine Bir Not Buz ve Ateşin Şarkısı, bazen birbirlerinden yüzlerce hatta binlerce mil uzakta olan karakterlerin gözünden anlatılır. Bazı bölümler bir günü, bazı bölümler sadece bir saati kapsarken, diğerleri on beş günlük, bir aylık ya da yarım yıllık bir zamana yayılabilir. Bu çeşit bir yapı söz konusu iken, anlatıcı kesin surette dizisel olamaz; bazen, önemli olaylar eş zamanlı bir şekilde, birbirlerinden binlerce fersah uzakta gerçekleşmektedir. Şu an elinizde bulunan ciltten bahsedilecek olursa, okuyucu, Kılıçların Fırtınası’nın açılış bölümlerinin, Kralların Çarpışması’nın kapanış bölümlerini takip etmediğini, hatta o bölümlerle örtüşmediğini idrak etmelidir. Açılışı, Kral Toprakları’ndaki Karasu Savaşı sırasında ve savaştan sonra, İlk İnsanların Yumruğu’nda, Nehirova’da, Harrenhal’da ve Üç Dişli Mızrak’ta yaşanmakta olan olayların bazılarına yönelik bir bakışla yaptım. George R. R. Martin Giriş Gün griydi, acı soğuktu ve köpekler kokuyu almıyordu. İri siyah dişi, ayı izlerini kokladı, geri çekildi ve kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp sürünün yanına döndü. Köpekler sefil halde, nehrin kıyısında toplanmıştı; rüzgâr bedenlerini kamçılıyordu. Chett de hissediyordu; kat kat kara yünün ve kaynatılmış derinin içine sızıp onu da ısırıyordu rüzgâr. Lanet hava hem insanlar hem de hayvanlar için korkunç derecede soğuktu ama buradaydılar işte. Ağzı çarpılmış haldeki Chett yanaklarındaki ve boğazındaki çıbanların öfkeyle kızardığını hissedebiliyordu. Sur’da, uğursuz kuzgunlarla ilgilenip ihtiyar Üstat Aemon’ın şöminesini yakarken güvende olurdum. Bu rahatlığı piç Jon Kar almıştı elinden; o ve şişman arkadaşı Sam Tarly. Burada, er bezleri donarken bir tazı sürüsüyle birlikte Tekinsiz Orman’ın derinliklerinde olması onların suçuydu. “Yedi cehennem.” Köpekleri harekete geçirebilmek için tasmaları sertçe çekti. “İz sürün piçler. Bu bir ayı izi. Biraz et istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Bulun!” Ama köpekler, birbirlerine daha da yaklaşıp inlemekten başka bir şey yapmadı. Chett, kısa kamçısını hayvanların başının üstünde şaklatınca siyah dişi hırladı. “Köpek eti de ayı eti kadar lezzetli olabilir,” diye uyardı Chett hayvanı, her kelimede nefesi donuyordu. Kız Kardeşli Lark kollarını göğsünde kavuşturmuş, ellerini koltuk altlarına sokmuş duruyordu. Siyah yünden yapılmış eldivenler giyiyordu ama sürekli parmaklarının donduğundan şikâyet ediyordu. “Avlanmak için çok soğuk,” dedi. “Kahrolası ayı. Uğrunda donmaya değmez.” Yüzünün çoğunu saklayan kahverengi sakallarının altından, “Elimiz boş dönemeyiz Lark,” dedi Minik Paul. “Lord Kumandan bundan hiç hoşlanmaz.” İri adamın ezilmiş burnunun altında buz vardı. Sümüğü donmuştu. İnce kürk eldivenin içindeki eli bir mızrağın sapını sıkı sıkı kavramıştı. “Yaşlı Ayı da kahrolsun,” dedi Lark; keskin hatları, asabi gözleri olan sıska bir adamdı. “Mormont gün doğmadan ölmüş olacak, unuttun mu? Onun neden hoşlandığı kimin umurunda?” Minik Paul, küçük siyah gözlerini kırpıştırdı. Belki de unuttu, diye düşündü Chett; hemen her şeyi unutabilecek kadar aptal bir adamdı Paul. “Yaşlı Ayı’yı neden öldürmek zorundayız? Neden sadece kaçıp onu rahat bırakmıyoruz?” “Onun bizi rahat bırakacağını mı düşünüyorsun?” dedi Lark. “Peşimize düşer. Av olmak mı istiyorsun seni koyun kafalı?” “Hayır,” dedi Minik Paul. “İstemem. İstemem.” “Öyleyse onu öldüreceksin?” dedi Lark. “Evet.” İri adam, mızrağının ucunu donmuş nehir kıyısına vurdu. “Yapacağım. Bizi avlamamalı.” Lark ellerini kollarının altından çıkarıp Chett’e döndü. “Rütbelilerin hepsini öldürmeliyiz bence.” Chett bunu duymaktan bıkmıştı. “Bunu konuşmuştuk. Yaşlı Ayı ve Gölge Kule’den Blane ölecek. Grubbs ve Aethan da öyle, nöbet sırasındaki talihsizliklerinden; Dywen ve Bannen iz sürebildikleri için; Sör Domuzcuk da kuzgunlar yüzünden. Hepsi bu kadar. Onları uykularında, sessizce öldüreceğiz. Bir çığlıkla solucan yemi oluruz, hepimiz.” Chett’in çıbanları öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. “Sen, sadece sana söyleneni yap ve kuzenlerinin de kendi işlerini yaptıklarından emin ol. Ve sen Paul, unutma, üçüncü nöbet, ikinci değil.” “Üçüncü nöbet,” dedi iri adam sakalların ve donmuş sümüğün arasından. “Ben ve Sessizayak. Unutmam Chett.” Ay bu gece ışığını esirgeyecekti. Kendi adamlarından sekizinin devriye nöbeti tutması için kurada hile yapmışlardı. Atları kollayan iki adamları daha vardı. Bundan daha uygun bir zaman bulamazlardı. Ayrıca, yabanıllar herhangi bir gün tepelerine binebilirdi artık. Bu gerçekleşmeden önce buradan iyice uzakta olmaya niyetliydi Chett. Yaşamak istiyordu. Gece Nöbetçileri’nin üç yüz yeminli kardeşi kuzeye at sürmüştü, Kara Kale’den iki yüz ve Gölge Kule’den yüz adam. Hayatta olanların gördüğü en büyük keşif gezisiydi bu, Nöbet kuvvetinin yaklaşık üçte biri. Ben Stark’ı, Waymar Royce’u ve kaybolan diğer korucuları bulmak, yabanılların kasabalarını neden terk ettiğini öğrenmek için yola çıkmışlardı. Stark ve Royce’a, Sur’dan ayrıldıkları zamankinden daha yakın değillerdi ama yabanılların nereye gittiklerini öğrenmişlerdi: Tanrıların unuttuğu Ayazdiş’in buzlu tepelerine. Yabanıllar sonsuza kadar orada çöküp kalabilirdi ve bu, Chett’in çıbanlarını hiç azdırmazdı. Ama hayır. Aşağı iniyorlardı. Sütnehri’nin aşağısına. Chett gözlerini kaldırdı, işte oradaydı. Nehrin taşlı kıyıları buz saçaklarıyla püsküllenmişti, süt gibi beyaz suları Ayazdiş’ten çıkıp durmaksızın aşağı akıyordu. Ve şimdi, Mance Rayder ve yabanılları da aynı yoldan aşağı iniyordu. Thoren Smallwood üç gün önce eli ayağına dolaşmış halde geri dönmüştü. Thoren keşif grubunun gördüklerini Yaşlı Ayı’ya anlatırken, adamı Kedge Akgöz de diğerleriyle konuşmuştu. “Henüz dağ eteklerinin epey yukarısındalar ama geliyorlar,” demişti Kedge ellerini ateşte ısıtırken. “Öncü kuvvetin başında Köpekbaşlı Harma var, pis sürtük. Goady, Köpekbaşlı’nın kampına gizlice yanaştı ve onu ateşin yanında gördü. Şu aptal Tumberjon kadına bir ok saplamaya niyetlendi ama Smallwood aklıselim davrandı.” Chett tükürmüştü. “Kaç kişiler, söyleyebilir misin?” “Çok fazla. Yirmi ya da otuz bin, saymak için oyalanmadık. Harma’nın öncü kuvvetinde beş yüz kişi var, hepsi atlı.” Ateşin etrafındaki adamlar huzursuzca bakışmıştı. Bir düzine atlı yabanıl görmek bile ender rastlanır bir şeydi ve beş yüz... “Smallwood, beni ve Bannen’ı öncülerin etrafından dolaşıp ana kafileye bakmamız için gönderdi,” diye devam etmişti Kedge. “Sonları, sınırları yoktu. Donmuş bir nehir gibi ağır ağır ilerliyorlar, günde dört ya da beş mil, ama kasabalarına geri dönmeye niyetliymiş gibi de görünmüyorlar. Kafilenin yarısından çoğu kadınlar ve çocuklardı, hayvanlarını önlerinde yürütüyorlardı; keçiler, koyunlar, hatta kızak çeken yaban öküzleri. Kızakları kürk balyalarıyla, et parçalarıyla, tavuk kafesleriyle, yağ yayıklarıyla, çıkrıklarla, sahip oldukları her lanet şeyle doldurmuşlar. Katırlar ve atlar öyle yüklü ki, görseniz belleri kırılacak sanırsınız. Kadınlar da öyle.” “Ve Sütnehri’ni takip ediyorlar?” demişti Lark. “Öyle dedim, demedim mi?” Sütnehri, yabanılları İlk İnsanlar’ın Yumruğu’nun önünden, Gece Nöbetçileri’nin kamp kurduğu kadim çemberkalenin dibinden geçirecekti. Bir zerre mantığı olan her adam, tası tarağı toplayıp Sur’a geri dönme vaktinin geldiğini görebilirdi. Yaşlı Ayı, Yumruk’u kazıklarla, çukurlarla ve mancınıklarla kuvvetlendirmişti ama böyle bir ordunun karşısında bütün bunlar beyhudeydi. Burada kalırlarsa girdaba çekilip yutulacaklardı. Ve Thoren Smallwood saldırmak istiyordu. Şeker Donnel Tepe, Sör Mallador Locke’ın yaveriydi ve Smallwood geçen gece Locke’ın çadırına gitmişti. Sör Mallador, yaşlı Sör Ottyn Wythers’la aynı kanıdaydı, bir an önce Kara Kale’ye geri çekilmek için ısrar ediyordu fakat Smallwood adamı aksine ikna etmek istiyordu. Thoren’in, “Şu, Sur’un Ötesindeki Kral, bizi asla o kadar uzak kuzeyde aramaz,” dediğini rapor etmişti Şeker Donnel. “Ve o büyük ordusu, ayaklarını sürüye sürüye ilerleyen bir hayvan sürüsü sadece, kılıcın hangi ucunu tutacağını bile bilmeyen işe yaramaz ağızlarla dolu. Tek darbe bütün mücadele şevklerini kırar ve uluyarak ağıllarına geri dönerler, bir elli sene daha çıkmamak üzere.” Otuz bine karşı üç yüz. Chett, buna rütbelilerin çılgınlığı demişti ama daha da çılgınca olan Sör Mallador Locke’ın ikna olmasıydı ve iki adam Yaşlı Ayı’yı da ikna etmek üzereydi. “Eğer daha fazla beklersek bu şansı kaybederiz ve bir daha asla bulamayız,” diyordu Smallwood onu dinleyen herkese. Buna karşılık Sör Ottyn Wythers, “Biz, diyar halkını koruyan kalkanız. İyi bir amaca hizmet etmeyecekse kalkanını çıkarıp atmazsın,” demişti ama Thoren Smallwood, “Bir kılıç dövüşünde en iyi savunma, düşmanını katledecek, hızlı bir darbe indirmektedir, bir kalkanın arkasına büzüşmek değil,” diye karşılık vermişti. Ama komuta ne Smallwood’da ne de Wythers’taydı. Komuta Lord Mormont’taydı ve Yaşlı Ayı diğer keşifçilerin dönmesini bekliyordu; Jarman Buckwell’i ve Dev Merdiveni’ne tırmanan adamları, Çığlık Geçidi’ni araştırmaya giden Qhorin Yarımel’i ve Jon Kar’ı. Fakat Buckwell ve