kazancakis m İSPANYA ü öl yasasın ölüm n ı s a ş a y A Y N A P S İ s i k a c n a z a k Nikos Kazancakls ISPANYA YAŞASIN ÖLÜM Türkçesi: Ahmet Angın İSPANYA YAŞASIN ÖLÜM / Nikos Kazancakis / Türk çesi: Ahmet Angın / Kapak: Fahri Karagözoğlu / Dizgi: Yenigür Matbaası / Baskı: Haşmet Matbaası / TEL YAYIN LARI: 16 / Cağaloğlu Meydanı 25/9 P.K. 636 İstanbul Tel..- 26 77 54 / İkinci Basım / Ağustos 1973 ISPANYA YAŞASIN ÖLÜM Türkçesl: Ahmet Angın İkinci Basım Tel Yayınlan: 16 Ö N S Ö Z Hayatımın en büyük zevki gezmek ve itirafta bu lunmak (yaratmak da itiraf etmenin en yüksek ve en bağlantılı biçimidir) olmuştur. Dünyayı dolaşmak, yeni topraklarla denizleri görmek, insanlarla fikirleri bulmak, hepsine ilk defa imiş gibi bakmak (bakmak ve doymamak), sonra da gözlerini kapamak ve zaman kendilerini ince eleğinden geçirinceye, tortu bütün acı ve sevinçlerinden süzülünceye kadar, zenginliklerin içine istedikleri gibi yavaş yavaş veya fır- 5 tınalı bir şekilde çöktüklerini hissetmek... Bence yürekteki bu simya ilmi, insan zevkinin büyük bir değeridir. Çünkü insan böylelikle, yalnız kendini tanımakla kal maz, çok daha önemlisi, insanın en acılı ve başıboş ordu sunu kendi içine sokmak ve ahenk kazandırmak suretile çılgınca denecek gibi ben (Ego) ini aşabilir. Ben çok gezdim. Manevi gezilerdi bunlar... Acıyan yürek oyalansın diye. Ve sönmeden önce, mümkün olduğu kadar çok su ve toprak görme hasretini çeken gözlerim rahatlasın diye!.. Şimdi ruhumun üstünü örten mantığın sağlam kabu ğunu kırarak hatırlamağa çalışacağım. Her gezi bana boğulmayı ve Misolongi ile dolu bir iç sarsıntısını Ibazan neden, bazan da sonuç olan] hatırlatıyordu. Ve düşünüyo rum ki, bunu sözlerle sağlamlaştırabilirsem, aynı yolda kardeşçe tempo ile sıkıntılarını gidermeleri için yardımcı olabilirim. Keşke şu itiraf, iyi bir davranış değerine sahip olsa... O, bundan büyük başka hiçbir şeyi temenni etmez. Çünkü ben yalnızca, yüreğimin haykırmasına izin veriyorum. N.K. ISPANYA’YA GİRERKEN İspanya iki yanlıdır. Bir yanda, berbat durum.' daki süvarisinin damarlı, uzun suratı, öbür yanda da Sancho’nun pratik, dörtköşe kafası!... Ispanya’nın bütün o parlak görüntüsü geliyor aklıma şimdi: Castilla ile Etremadura’nın susuz, ağaçsız ve baştan aşağı taşla dolu yüksek yaylası; Endülüs ile Valencia’nm portakal, limon ve muz ağaçlarile dolu güleç ve sıcak ovalan; uzun boylu, kuru erkekler, kokulu saçlannda kule gibi yükselen taraklan ve onlann üstünde dalgalanan siyah şallan ile kadınlar; limonluklar, boğa güreşleri ve rengâ renk panayırlardan yükselen uğultu; Cordoba ile Sevilla’nm gölgeli iç avluları ve kafesleri arkasın dan yükselen, sırf acı ve ölümden ibaret, nağmeleri uzun Arap müziği; yaseminler, gübre ve çürük mey- valardan çıkan koku; camiler, serin kiliseler, müs lüman saraylan... Uğultulu ve rengârenk sokaklar da çarmıha gerilmiş İsa'lar, Murillo’nun kara gözlü serseri çocuklan, Velasquez'in acılı ve mağrur cüce leri, Goya’mn serserileri, dilencileri, Greco'nun ince, dik ve meşaleler gibi yanan vücutları... Bütün Ispanya ışıldayıp kıpırdıyor, açık kuyru ğu ile iki deniz arasında gezinen erkek bir tavus- kuşu gibi... Daha iyi hatırlamak için gözlerimi • yumuyo rum. Yavaş yavaş ve tatlı bir yağmur çiseliyor; Pirene’ler sis altında kaldı. Havada, asılmış gibi du ruyor neşeli bir gökkuşağı: Bu gökkuşağının bir ayağı Ispanya'nın vahşi kayalarma dayanıyor, öbü rü uzakta, İtalya'ya doğru, sisler içinde eriyor. Düz kemikleri çıkık, gururlu bir sırt. Arkasın da bir soğan örgüsü ve bir gitar sarkıyor. Başka bir sırt, bir daha... Yıpranmış işçi gömlekleri, ter, şarap ve sarımsak kokusu, insan kokusu bu... Hepimiz, kadın, erkek ve keşişler sınırlara yığılmışız. Şiddetli bir yağmur başladı. Yanımdaki sessiz, uçuk benizli rahibe dudaklarını ısırıyor, ba şındaki beyaz, kolalı kanatlar ıslandı, ölü bir gü vercin gibi kıvrılıp omuzlarına düştüler. Kırmızı, büyük kuşaklı ve şapkasının kenarları geniş, tom balak biri yere tükürerek yağmuru yağdırana sö vüyor. Yanımda duran çocuk bağırmağa başladı: Ağlı yor. Anası, kırmızı bir lâhana yaprağı çıkarıp ona verdi. Oğlan sustu ve adatavşanı gibi mutlulukla yaprağı kemirmeye başladı. Kısa boylu, keskin ba kışlı bir köylü gülerek elini uzattı. Kadın ona da büyücek bir lâhana yaprağı verdi ve torbayı sıkıca bağladı. Gülüşüyoruz. Önce ben konuşmağa başladım: — Nerden geliyorsunuz? — Fransa’dan! Fransız bağlarında çalıştık. Irgatız. Ya sen? — Ben de işçiyim diyorum. Başka bağlardan geliyorum.. Bana da bir parça lâhana yaprağı verdi. Çiğne meğe başladım. Onlarla bir olunca rahatlamıştım. Aydınlarla bir aradayken beni o derece kızdıran a çekingenlik, insanı insandan ayırdığını gördüğüm acılı ve aynı zamanda gösterişli sevinç; burada hiç bir çabaya hacet kalmadan yokoluverdi. Bir gülüş, anlamsız bir konuşma, basit bir lahana yaprağı aradaki boşluğu dolduruverdi. İşçiler, köylüler, rengârenk bohçalar taşıyan kadınlar, keşişler, rahibeler... Yağmur sıklaştı ve tümümüzü sardı. Kısa boylu, esmer bir kapüsen papazı diyor ki: — Dünya batacak, çünkü hepimiz günahkârız! Bir kadın döndü, ona baktı, güldü. Birşey söy ledi ama duyamadım yalmz yağmur altında parıl dayan dişlerini gördüm. Işık yaklaşıyordu... Yüzler aydınlandı. Ağlı- yorlarmış gibi şapkalardan, saçlardan burunlardan ve şimsiyelerden sular damlıyordu. Ama alaycı ve keskin Fransız bakışlarından kurtulup Ispanya toprağına yaklaştığımız ve bu toprağa ayak bastığı mız için herkesin duyduğu sevinç büyüktü. Bir kadın yoruldu, istasyondaki sete oturdu, göğsünü açtı oğlunu emzirmeye başladı. Sepetini de açtı, ekmek, biraz peynir, büyük bir dilim kavun çıkardı. Damarlarını yeniden doldurup, boşaltan göğsünü besliyordu. Sessizce ve çabuk çabuk ek mek, peynir ve kavunu yiyerek süt haline sokacaktı. Yağmur durmuştu. Etraftaki kayalık dağlardan inen sulann sesi duyuluyor. San, çamurlu bir gün... Dağların tepeleri güldü, kuşlar kanatlarını silkeli yor... Biz ise, aşağıda, çamurlar arasındaki insan lar, bulutlar dağıldı ve karşımızda güzel kokulu yeni yıkanmış, keskin dağ yamaçlarile güneşte buğu su tüten Ispanya'yla karşılaştığımız için seviniyor duk. Bir köylü, bir dağı, bir taşı ilk defa görmenin 10
Description: