Kadınlar Dile Düşünce Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet 6\0 D E R L E Y E N L E R SİBEL IRZIK / JALE PARLA İLETİŞİM YAYINLARI edebiyat eleştirisi Derleyenler SİBEL IRZÏK - JALE PARLA Kadınlar Dile Düşünce iletişim Yayınlan 988 • Edebiyat Eleştirisi 3 ISBN-13: 978-975-05-0226-2 © 2004 iletişim Yayıncılık A. Ş. 1-3. BASKI 2004-2009, İstanbul 4. BASKI 2011, İstanbul EDİTÖR Tansel Güney KAPAK Suat Aysu UYGULAMA Hüsnü Abbas DÜZELTİ Elçin Gen BASKI ve CİLT Sena Ofset Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 03 21 iletişim Yayınlan Binbirdirek Meydanı Sokak iletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34122 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58 e-mail: [email protected] • web: www.iletisim.com.tr Derleyenler SİBEL IRZIK - JALE* PARLA Kadınlar Dile Düşünce Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet İçindekiler ÖNSÖZ SîBEL IRZIK - JALE PARLA........................................................................7 I. Kuramsal Arka Plan...............................................13 KADIN ELEŞTİRİSİ NEYİ GERÇEKLEŞTİRDİ? JALE PARLA.............................................................................................15 ÖZNENİN VEFATINDAN SONRA KADIN OLARAK OKUMAK SİBEL IRZIK.....;........................................................................................35 II. Batı Edebiyatından Örnekler..............................57 ‘SIRADAN’ KADINLARIN YAZARI JANE AUSTEN DENİZ TARBA CEYLAN..........................................................................59 PAPAZIN EVİNDE CİNAYET: YENİ YÜZYILDA ESKİ ÎNGlLlZ KADINI ZEYNEP ERGUN................................................................,..................107 SESSİZ SEDASIZ YAŞAYANLAR; BİYOGRAFİDE KADIN RANA TEKCAN.....................................................................................145 III. Türk Edebiyatında Toplumsal Cinsiyet 157 A. Kadın Yazarların Yapıtlarında.......................................159 OTOBİYOGRAFİK BENLİĞİN ÇOK-KARAKTERLİLİĞI: HALİDE EDİBİN İLK ROMANLARINDA TOPLUMSAL CİNSİYET hülya Adak...............................................................................................16i TARİHÇEM KÂBUSUMDUR! KADIN ROMANCILARDA RÜYA, KÂBUS, ODA, YAZI JALE PARLA..................................................................................................179 LATİFE TEKİN DE BEDEN VE YAZI SİBEL IRZIK..................................................................................................201 B. Erkek Yazarların Yapıtlarında.......................................225 TAKLİT AŞKLARDAN TÂKLlT ROMANLARA: Genel kadin yazarljği SÜHA OĞUZERTEM....................................................................................227 i Anayurt O telinde Geceleyen kadin ÖZDEN SÛZALAN.......................................................................................251 ERKEK YAZAR, KADIN OKUR NURDAN GÜRBİLEK..................................................................................275 YAZARLAR..................................................................................................307 Önsöz Sibel Irzik - Jale Parla Herkes dile düşer, kadınlar da erkekler de. Ama bu kitabın ko nusu açısından, yani edebiyat bağlamında dilin öznesi ve nes nesi olmak ile toplumsal cinsiyet arasındaki ilişki açısından bakıldığında, işe kadınların düşüşünden, bu düşüşün çeşitli anlamlarından başlamak için iyi nedenler var. Her şeyden ön ce, kadınlar hakkında “söz olması”, “laf çıkması”, erkekler için olduğundan hem çok daha kolay hem de daha yıpratıcı dır. “Dile düşmek” deyiminin taşıdığı kirlenme, rezil olma, ah lakî düşkünlük çağrışımlarının kadınların hayatında özel bir yeri vardır, çünkü ataerkil ideolojiler kadınların varoluşunu mahremiyet, sessizlik, doğallık, gizem gibi kavramlarla tanım layarak dil ötesi, daha doğrusu dil öncesi bir alana hapseder, kamusalın karşıtı olarak kurgular. Bu kurgu, kadınların sesle ri, kimlikleri, bedenleri üzerinde uygulanan denetimin en önemli dayanaklarından biridir, çünkü kadınların kamusal alanda kendi varlıklarını görünür, duyulur kıldıkları her du rumda, kendi doğalarına aykırı bir şey yapmakta oldukları, uygunsuz bir biçimde dikkat çekerek kendileri hakkmdaki sözleri kışkırttıkları, örtülü tutularak saflığının korunması ge reken bir varlığı açıp sergiledikleri için çirkinleşip rezil olduk ları anlamına gelir. Bu kadar kolay dile düşmelerinin, sadece “dile düşmek” deyiminin değil, “düşmek” sözcüğünün de özellikle onlara yakışmasının nedeni budur. Tam da bu nedenle, yani “doğal” varoluş biçimlerinin sus kunluk olması nedeniyle, bir anlamda daha, “zaten her zaman” dile düşmüş durumdadır kadınlar. Feminizmin en temel sapta malarından biri, kadınların erkekler tarafından yapılmış bir dil içinde yaşamak zorunda olduklarıydı. Bunun en azından bir an lamı, kadınların sessizliğinin, sürekli olarak onlar hakkında ve onlar üzerinden, onların dolayımıyla konuşan bir dil tarafından tanımlanması ve güvence altına alınmasıdır. Yani onlar uygun suz şeyler yapıp kendilerini rezil etmeseler de, hep başkalanmn diline düşmüş durumda, hep •erkeklerin” dilinde, “erkek di lendedirler. Bu dilin nesnesi olmakla kalmazlar, parçası da olur lar. Yeri gelir, en temel, en korunası değerlerin işareti olur ka dın: Doğallık, namus, gelenek, maneviyat, ev, ulus gibi. Yeri ge lir, tam da bunlara yönelik tehlikelerin, ya da genel olarak tehli kenin, bozulmanın adı olur: Güçsüzlük, değişkenlik, yapaylık kadındır; denetimsiz arzu, kahpe felek, baştan çıkarma, delilik de öyle. Burada önemli olan, kadınlar hakkında “iyi” ya da “kö tü” konuşulması, olumlu ya da olumsuz imgeler oluşturulması, bazı önyargıların dile getirilip yerleştirilmesi değil. Ya da yalnız ca bu değil. Bunun da ötesinde, tek tek kadınlardan soyudan- mış, kendisine hem olumlu hem olumsuz bazı özellikler atfedi len bir kadın kavramının, başka şeyler hakkında, özellikle ikti dar ilişkileri ve kimlikler hakkında konuşmanın kültürel aracı olup, bir tür “süper gösteren [signijıer]” işlevi yüklenmesi. Kadınların bu anlamdaki dile düşmüşlükleri, edilgin bir ko numa itilmiş olmalarından daha karmaşık bir sorun oluşturur. Dilin sunduğu “özneleşme” imkânları, insanın kendini bir yan dan dilin nesnelerinden, bir yandan da dilin araçlanndan ayırt etmesini, her ikisi üzerinde de belli bir egemenlik kurmasını, nesneler hakkında işaretler yoluyla konuşma becerisi kazanma sını gerektirir. Ama ataerkil toplumun dili, kadınlan çeşidi bi çimlerde nesneleştirerek ve işaretleştirerek erkek öznenin ku ruluşunun araçları yapmış, dilin öznesi olma sürecini kadınlar için özellikle sorunlu kılmıştır. “Konuşan” kadın, özellikle ka- musal alanda konuşan kadın, hep öznelik ile nesnelik arasında, sözün sahibi olmak ile söz tarafından sahiplenilmek arasında kalmış, kendi içinde, kendine karşı bölünmesi gerekmiştir. Vir ginia Woolf, bir kadının “ben”*demesinin, aynı şeyi bir erkeğin söylemesinden tamamen farklı olduğunu, bu iki “ben”in aynı sözcük olduğunun bile iddia edilemeyeceğini söylerken bunu kastediyor, bir sözün kapsamıyla, “ağırlığıyla”, sahiplenilebil- me derecesi ile konuşanın iktidarı ya da iktidarsızlığı arasında doğrudan bir bağ olduğuna dikkat çekiyordu. Virginia Woolf’un bu gözlemi yaparken yalnızca bir kadın ya da bir feminist olarak değil, aynı zamanda bir yazar olarak konuştuğu açık. Edebiyat alanında da kadınların ve erkeklerin farklı biçim ve derecelerde, farklı sınırlar içinde “ben” diyebil- diklerini, bu kitaptaki yazılardan birinin başlığı çok net bir bi çimde ortaya koyuyor: “Erkek Yazar Kadın Okur”. Elbette, bü tün bir edebiyat geleneği içinde erkek yazarların hem sayısal açıdan hem de otorite açısından üstünlüğüne, kadın yazarların sonradan gelmişliğine, kenarda kalmışlığına, kuraldışılığma işaret ediyor bu başlık. Edebiyattaki kadın imgelerinin esas olarak erkek yazarlar tarafından oluşturulduğuna, edebiyatta ki kadının erkeğin yazdığı kadm olduğuna da. Ama aynı za manda “yazar” ve “okur” sözcüklerinin isim mi fiil mi olduk larını, bir erkek yazarla bir kadm okurdan mı, onların temsil ettikleri bütün erkek yazarlarla bütün kadm okurlardan mı, yoksa erkeklerin ve kadınların ne yaptıklarından mı söz edil diğini belirsizleştiriyor. “Erkek” ve “kadm” sözcüklerinin birer isim tamlamasının parçası olarak bazı yazar ve okurları nitele meleri ile aynı sözcüklerin bütün erkekleri ve bütün kadınlan adlandıran mutlak tekillikte isimler olmaları arasındaki farkla oynayarak, konumların ve kimliklerin dil içindeki kaypaklığı konusunda, bu kaypaklığın hazırladığı tuzaklar ve doğurduğu imkânlar konusunda da bir fikir veriyor. Edebiyat, dilin bağ- lamsallığınm ve tarihselliğinin sonucu olan bu doğurgan belir sizlik anlarını yoğunlaştırıp derinleştirir. Edebiyatın bu özelli ği, başka toplumsal konumlar ve çelişkiler açısından olduğu gibi, toplumsal cinsiyet açısından da hayatî bir önem taşır, çünkü bir yandan toplumsal cinsiyetin hangi bağlamlarda, hangi varsayımlar yoluyla dile geldiğini açığa çıkarırken, bir yandan da aynı bağlam ve varsayımların sınırlarım gösterir, farklı söz söyleme biçimleri ve konumlan yaratır. Bu kitaptaki yazılar, kadınlık ve erkeklik kurgulanılın oluştu rulması, sergilenmesi ve değiştirilmesi yolunda edebiyatın yarat tığı imkânlan, yazar, okur, anlatıcı ve karakterlerin cinsiyetleri üzerinden tartışıyor. Örneğin Jale Parla, kadın romancılann ya- pıtlannda rüya ile tarih, mekân ile yazı arasında kurulan ilişki leri irdelerken, yazarlarla karakterler arasındaki cinsiyet özdeşli ğinden yola çıkıyor. Tıpkı bu romanlardaki kadın karakterlerin yaşamlan ve rüyalan gibi, kadın *yazarlann anlatılannm da bir yandan dar mekânlan zorlayıp, bir yandan da tekrar tekrar ora lara sığındığını, karakterlerin mekânlarla ilişkilerinin yazarlann yazarlık konumuyla ilişkilerine benzediğini gösteriyor. Deniz Tarba Ceylan, benzer bir yol izleyerek, Jane Austen’m yarattığı kadın karakterlerin, verili cinsiyet rolleri ve tanımlan karşısın daki ikircikliliği ile Austen’m yazar kimliğinin karmaşıklığı, çe şitli açılardan sınıflandırılmasının zorluğu arasında koşutluk kuruyor. Sibel Irzık, Latife Tekin’in romanlannda dile gelen ya zarlık korkusunu ve farklı otorite arayışlannı, kadın karakterle rin bedenleri üzerinden tartışarak, bu bedenlerin hem utanç hem otorite kaynağı olmalannı, heriı sokağa düşme ve sakatlan manın, hem annma ve doğurganlığın figürleri olarak kullanıl- malannı, kadm yazarlık bağlamında yorumluyor. Rana Tekcan ise bizzat kadm yazarlann kadm karakter konumunda olduğu metinleri, kadm yazarlar üzerine yazılan biyografileri tarihsel bir perspektife oturtuyor. Yaşamöykülerinin ne ölçüde anlatıla- bilir olduğunu sorgulayan “meta-biyografilerin” daha çok kadm yazarlar üzerine yazıldığı yolunda ilginç bir gözlemde buluna rak kadm yazar kimliğinin sorunsallığına işaret ediyor. Yine kadm yazarlarla kadm karakterlerin söz konusu oldu ğu, ama bu kez araya erkek anlatıcının girdiği örneklerden söz eden iki yazı, farklı dönem ve kültürlerden iki kadm yazann kullandığı bazı anlatı stratejileri arasındaki şaşırtıcı benzerliği ortaya çıkarıyor. Zeynep Ergun, Agatha Christie’nin Papazın