KADINLAR ARASINDA... Aksu Bora1 İnsan, hikayeler anlatır. Dünyayı ve kendini anlamak için yapar bunu, eğlenmek için, bir arada durmak için, başkalarıyla mesafesini ayarlamak için... Hacettepe Üniversitesi İletişim Bilimleri Doktora Programında dört yıldır verdiğim Kadın Anlatıları dersinde işte bu hikayeleri inceliyoruz. Hem hikayeleri, hem de anlatanları ve dinleyenleri. Her dönem başka bir temayla. Bu yılın teması, kadınlar arasındaki arkadaşlıktı. Edebiyatta, sinemada, televizyon dizilerinde, gündelik yaşamda, kadın arkadaşlığı hikayelerini inceledik. Okuyacağınız metinler, bu dersin ürünleridir. Öğrenciler birer anlatı seçtiler, bunlar üzerine tartıştık. Her bir anlatı için birer “duygu kelimesi” belirlediler. Bu kelime, seçtikleri anlatıyı niteleyen temel duyguyu ifade ediyordu: Dayanışma, şefkat, aşk... Böylece hem duygular hakkında konuşma fırsatımız oldu hem de metinlerle duygu durumları arasındaki ilişkilerin doğasını düşünebildik. Hikayelerdeki kadınların hayatları, kendi hayatlarımız, neyi anlatmanın daha kolay, neyi anlatmanın ise zor olduğu hakkında tartıştık. İdeolojik çerçevelerin metinlere nasıl “sızdığını” keşfettik. Seçilen duygu kelimelerinin isabetli olup olmadığı üzerine konuştuk, anlatılardaki arkadaşlıkları kendi tecrübelerimizle tarttık, hikayelerdeki suskunlukları düşündük... Benim için eğlenceli ve öğretici bir dersti. Sanırım öğrenciler için de... 1 Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi 1 NAR DENİZLE BULUŞUNCA Işıl Özkan2 Hikâyeler insanları, olayları ve durumları anlatan, okuyanın kendinden izler bulabileceği, bazen ağızda yeni tatlar bırakan bazen de bilindik tatlarla okuyucuyu güvende hissettiren anlatılardır. Anlatıcıyla dinleyenin buluştuğu bir ara yüz olan hikâyenin birden çok işlevi vardır. Ait olduğu kültürü onaylayan, normları ve kuralları pekiştiren hikâyeler olabildiği gibi, anlatılmayanı anlatan, gösterilmeyeni gösteren, görmezden gelineni açığa çıkaran hikâyeler de anlatılabilir. Hayatınızın bir döneminde mutlaka kadınları anlatan hikâyeleri okumuşsunuzdur. Bu hikâyelerin çoğu erkeklerin kaleminden dökülmüştür. Tasviri bol, köşeli karakterlerdir bu kadınlar ve en belirgin özellikleri erkekler tarafından şekillendirilmiş olmalarıdır. Çoğu zaman edilgen olan bu kadınlar, genellikle yardımcı karakterlerdir. Erkek kahramana yardım eder, kapalı mekânlarda konumlanır, ortamı düzenlerler. Genellikle anaç, kurallara uyan, uysal biraz da saf karakterlerdir. Sevilmek isteyen, seven insanlardır. Bazen de kötüdürler, kıskançlıkla ve çirkinliklerle doludurlar ve mutsuzlukla dolu bir yenilgi bekler onları sonda. Kadını anlattığını söyleyen her hikâyede kadınlar eksiktir. Genellikle tek taraflı yansıtılırlar. İktidar sahibi bir erkek tarafından yazıldığından, genel olarak söylemden bağımsız olamazlar. Ağızlarından çıkan her sıfat, her benzetme, her nokta norm kabul edilebilir. Hikâyenin başkahramanı kadın bile olsa 'kahraman' yalnızca başlıkta/adda kalır. Erkekler tarafından yönetilen bir dünyada, kendilerine biçilmiş rollerin dışına çıkan kadınlar cezalandırılır. Sevgisizlikten delirmek, saflığından kandırılmak, güvensizliğinden aldatılmak, bilgisizliğinden hor görülmek, fakirlikten mahvolmak, aşksızlıktan kahrolmak kadın karakterlere uygun görülen temalardır. Macera arayan, keşfetmek isteyen kadın da cezasız bırakılmaz. 'Kötü yol'a düşme, toplumdan dışlanma, pişmanlık ve yalnızlık seçenekleri arasından hikâyenin anlatıcısı en uygununu seçer ve karakterin kaderine yazar. Çoğu zaman bu kadınlar yalnızdır. Derdini anlatacak bir sırdaşı, fikrine danışacağı bir arkadaşı yoktur. Böyle bir arkadaşa sahip olduğundaysa ya kıskanılır kuyusu kazılır ya da zaten 'kadın kadının kurdudur.' 2 Hacettepe Üniversitesi İletişim Bilimleri Yüksek Lisans öğrencisi 2 Erkeklerin anlattığı kadın hikâyeleri, içinde yaşanılan toplumu yansıtan, kültürden kültüre değişen ancak kadının ikincilliği konusunda evrensel motiflere sahip erkek anlatılarıdır. Uzun yıllar boyunca kadınlar, erkek anlatılarının oluşturduğu kadınları okumuş; bazen mükemmelleştirilmiş bazen karikatürize edilmiş çokça da bir kalıba sokulup sınırlandırılmış bu kadınların hikâyelerinde kendilerini aramışlardır. Kadın anlatıcıların yarattığı karakterlerle de buluşmuştur okuyucu. Bu hikâyelerin çoğu tanıdıktır, yazıldığı toplumun normlarından, genel kabullerinden uzak değildir. Kadın yazarlar kadın hikâyelerini anlatırlarken birden bire erkek egemen toplumun dışına çıkamamış, aksine onun içinden konuşmuşlardır. Dönemin koşulları, kuralları ve toplumsal yapısı düşünüldüğünde bu anlaşılır bir durumdur. Bugün bile hakim olan dilden sıyrılamayan kadın anlatılarına rastlanılmaktadır. İdeolojik olan anlatıları bir yönüyle kırabilen anlatıların yanında onu besleyen hatta sırtını ona yaslayan anlatılar da vardır. Kadınların kendilerini ve kendi gibi olanları, kendi ağızlarından anlatmak istemesi önemli bir dönüm noktası olmuştur. Erkek anlatıcının üstünde durmayacağı noktalara değinen, kendisine atfedilmiş özellikleri işlevselliğe göre eğip bükebilen kadın anlatısı; genel kabullerden, yol göstericilikten çok paylaşma ve bireysel deneyimden yola çıkmıştır. Kadınlar, kendilerine söylenenlerden fazlası olduklarını anlatan hikâyelerini anlatmaya başlamışlardır. Sınırlandırılan, bir kalıba sokulan kadınların bu sınırlar içinde yaşamayı reddettiği anlar, kalıpların çatladığı dönüm noktaları, orada olan ama görünmeyen her şey 'kendilerini yok ederek var olan kadınların hikâyeleriyle ortaya çıkmaya başlamıştır (Heilbrun, 1992:12). Bilinen, güvende hissedilen alanın dışına çıkan kadınların hikâyeleri anlatılmaya, bugüne kadar konuşmayanı daha doğrusu konuşturulmayanı konuşturan sesler duyulmaya başlanmıştır. Bu çalışma, kadın anlatıları dersinin 'kadınlar arası arkadaşlık' teması kapsamında yapılmıştır. Anlatıcının kadın olduğu, iki yakın kadının arkadaşlığını anlatan bir hikâye seçilmiştir. 'Kız kardeşlik' duygusu/kelimesi aracılığıyla Hande Altaylı'nın Kahperengi adlı romanındaki kadın arkadaşlığı incelenmiştir. Romanın başkarakteri Narin ve onun en yakın arkadaşı Deniz'in arkadaşlığına bakılmıştır. Hikâyenin Anlattığı 2006 yılında İstanbul'da lüks bir ev partisiyle merhaba diyoruz kahramanımıza. Adının Narin olduğunu, partinin sahibesinin yakın arkadaşı Deniz olduğunu öğreniyoruz. Ayakta duramayacak kadar sarhoş olan Narin'in, Deniz'in Cenevre'de yaşayan kardeşi Irmak'ın yeni erkek arkadaşıyla tanışmasıyla, onun unutamadığı gençlik aşkı Fırat olduğunu anlıyoruz. Birbirlerini hatırlamıyor/tanımıyor gibi yapan Narin ve Fırat'ı 2006 yılında bırakıp, Kaz Dağları'nda Yaslıhan 3 kasabasının Murateli mahallesine, 1986 yılına dönüyoruz. Kahramanımız Narin'in zorunluluk bağıyla bağlı olduğu ailesiyle yaşadığı hayata... Yazarın kısmetsizlerin, hayatta dikiş tutturamamışların ve kaderine razı gelmişlerin mahallesi olarak tanımladığı Murateli'nde, herkesin korktuğu babası 'Moskof Recep', çirkinliği dillere destan annesi 'Kara Hatice' ve kardeşleri Mehmet ve Şadiye'yle zor şartlar altında yaşamaya çalışan Narin'in hikâyesine odaklanıyoruz. Moskof Recep, saman sarısı saçları ve masmavi gözleriyle, boyu ve endamıyla, içki kumar ve başka kadınlara olan düşkünlüğüyle Murateli'ne sonradan gelen, geçmişini bilmediğimiz ancak kaderini kabullenememiş, karısının çirkinliğini sindirememiş, para için ona katlanan kaba saba bir adam olarak anlatılıyor. Çalışmak gücüne gittiğinden çocuklarını çalıştıran, ailesini potansiyelini gerçekleştirme yolunda engel olarak gören Recep'in, ailesine karşı şiddet uyguladığını öğreniyoruz. Kara Hatice'nin 'dillere destan çirkinliğini' her fırsatta vurgulayan yazar, üç çocuklu Hatice'nin çocuklarına karşı gözünü kör etmiş, kendisinin çirkinliğini kocasının yakışıklılığıyla örtmeye çalışan, çocukları açken bile üç kuruş birikimini falcılara büyücülere yatıran, kocasının kendisini ve çocuklarını dövmesine onu bırakıp gitmesin diye sesini bile çıkaramayan bir garip kadını bu sevgisiz, temelsiz ailenin annesi olarak tanıtıyor. Üç kardeşin tek ortak yanları, onları bir süre bile sevdiği şüpheli olan babaları Moskof Recep'e benzeyen saman sarısı saçları, masmavi gözleri ve bembeyaz tenleri oluyor. Ailenin en büyük çocuğu olan Mehmet, annesinin Recep'i eve ve kendisine bağlama umudu ve bir süreliğine de bu hususta başarılı olan ilk çocuk. Mehmet hoyrat, sevgisiz büyüyen, başını belaya sokmaktan çekinmeyen, mahallede herkesin yaka silktiği biri. En büyük becerisi futbol oynamak, tek korkusu babası Moskof Recep. Kardeşlerin en küçüğü Şadiye ise her şeyden ve herkesten korkan, gözünden yaş eksik olmayan bir kız. Ortanca çocuk ise kahramanımız Narin'dir. Narin, adının aksine cesur, inatçı, kararlı, sivri dilli ve de dik başlıdır. Narin'in yaşına göre çok akıllı ve çalışkan olması ailesi için bir şey ifade etmese de hem Murateli Mahallesi hem de öğretmenleri için önemlidir. Narin doğru düzgün sevgi görmediği, ağzı burnu kanayana, kemikleri kırılana kadar dövüldüğü, yoksulluğun, mutsuzluğun alternatifi olmayan bu ailede çilesini doldurmaktadır. Bütün dünyası Yaslıhan'dan ibaret olan Narin'in aşık olduğu Fırat aracılığıyla yeni yollar keşfedişini ve hayatın onun için belirlenmiş patikasından, kendi gücüyle ve kararlarıyla İstanbul'un asfalt yollarında yürümesine uzanan hikâyesini okuruz. İstanbul'da başlayan hikâye, bir bölüm geçmişi bir bölüm günümüzü (2006 yılını) anlatarak ve birbirlerini tamamlayarak devam eder. Mehmet'in iyi bir takımda futbolcu olma şansı yakalayışına, Yaslıhan Spor Kulübüne girişine, tam Fenerbahçe'de oynayabilecekken vurulmasına ve hayallerinin yıkılışına tanık oluruz. Üstelik hayalleri yıkılan sadece Mehmet değildir. Mehmet'in şansı üzerinden İstanbul, konforlu ve Kara Haticesiz bir hayat düşleyen Recep'in de hayalleri yıkılmıştır. Bunun üzerine, yan komşuları Erdoğan'ın karısı Ümmühan'la İstanbul'a kaçarak ailesini terk eder. Anlarız ki 4 ailenin çilesi daha dolmamış. Kocasını hayatındaki en önemli şey olarak gören ve hiç bir zaman onu hak etmediğini düşünen Hatice yıkılır. Falcıları, büyücüleri ziyaret etmeye devam eder, komşusu Erdoğan'ın yaşlı ve acılı gözlerine işleyen Ümmühan'ın kahperengi gözlerine rağmen yaşamaya devam eder. Recep'in kaçışıyla bütün mahallenin aileye bakışı değişir. Recep'in varlığında ondan korkan ve ailesine dil uzatmaya korkan herkes, yokluğunda ailesine acıyan gözlerle bakmaya başlar. Mehmet, nalburdaki işinde yarı maaşla çalışmaya razı olur, Şadiye pastanede çalışmaya başlar. Sadece yazları çalışan, okulunu aksatmayan Narin ise babasının gidişinden en az etkilenen kişidir. Tek rahatsızlığı Mehmet'in babasının yerini almaya yüz tutmasıdır. Tıpkı babası gibi, Mehmet de yıkılan hayallerinin acısını ailesinden çıkarır ve onlara şiddet uygular. Narin'i Fırat'ın aşkı ve üniversiteye gidip hem ailesinden hem de Yaslıhan'dan kurtulma isteği ayakta tutar. Kendini sadece derslerine verir, aralarda da düşünebildiği tek şey Fırat olur. Mehmet'in işi bırakıp babasının yolundan gitmeye karar verdiğinde, kulağına çalınan dedikoduyla Narin ailesinden iyice uzaklaşır. Bu dedikoduya göre Mehmet kardeşi Şadiye'yi, mahallenin erkeklerine pazarlamaktadır. Onları takip ederek kendi gözleriyle bu olaya tanık olan Narin soluğu evde alarak annesine haber verir. İlk önce duyduklarına inanamayıp yıkılan Hatice daha sonra yalan söyleyen oğlu Mehmet'e ve sesini çıkaramayan Şadiye'ye inanmayı seçer; Mehmet'le bir olup Narin'i döverler. Narin'in kaçıp uzaklaşma isteği daha da pekişir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığını öğrenen Narin, mahalledeki iyi insanlardan aldığı destekle Yaslıhan'ı, ailesini ve de tüm geçmişini ardında bırakarak İstanbul'a gelir. Sefil bir apartmanın sefil bir dairesinde kendine kalacak bir yer bulur. Başka türlüsüne alışık olmadığı için de bu ona yeter. Tek sorunu gelecek ayın kirasını nasıl ödeyeceğidir. İş arayışları sonuç verip de bir lokantada bulaşıkçılık yapacağı gün bir kaza geçirir ve hayatı değişir. Aynı bölümde okuduğu, uzun boyuna, uzun dalgalı saçlarına ve güzel kıyafetlerine hayran olduğu Deniz, Narin'e arabayla çarpar. Bu kaza iki genç kızın tanışmasına vesile olur. Narin'e çarptığı için kendini suçlu hisseden Deniz, Narin'in hastane masraflarını öder, onu hastanede bir an olsun yalnız bırakmaz ve bunlarla da yetinmeyip onu, kırık ayağıyla rahat edebileceğini düşündüğü evine çağırır. Çaresiz olan Narin bu daveti kabul ederek yeni hayatına adımını atar. Narin ilk zamanlarda, ailesi öldükten sonra yalnız yaşamak zorunda kalan Deniz'in düzensiz ve kalabalık hayatına alışmakta güçlük çeker. Deniz'in kalabalık arkadaş grubu hemen her gün gelir, evde uzun ve gürültülü muhabbetler edildikten sonra geç vakitte eğlenmek için dışarı çıkarlar. Narin ise odasında ders çalışır, Yaslıhan'a hiç de benzemeyen bu şehre alışmak için uğraşır. Deniz'in arkadaşları, Narin'in anlamadığı dilde ve hiç bilmediği konularda konuşurlar, onların yanında kendini kötü hisseder. Hepsi zengindirler. Ailelerinin onlara sunduğu imkânlara sahip olmadığı için başlarda Narin 5 onlara öfkelidir ancak zamanla onların iyi insanlar olduğunu anlar, seçme şansı olsa onlar gibi olmak isteyeceğini kabul eder. Aradan üç ay geçer. Narin artık İstanbul'a alışmış, kaybolurum korkusuyla gidemediği yerlere tek başına gidip gelmeye başlamıştır. Ayağı düzelir, işe başlar, okulunu aksatmaz... Bu süre içinde Deniz'e ve arkadaşlarına da alışmıştır. Deniz'in İsviçre'de okuyan kardeşi Irmak, Deniz'i ziyarete geldiğinde Narin'e karşı pek de sevecen davranmaz. Narin'i çoğu zaman görmezden gelir, çok az konuşur. Deniz'in bu gergin ortamı düzeltmek için daha fazla gülüp daha fazla konuşması bile yetersiz kalır. Böylece, Irmak daha İsviçre'ye dönmeden Narin kendine bir ev aramaya koyulur. Deniz'in evde oturduğu bir akşam taşınmaya karar verdiğini söyler. Deniz buna üzülür ama bir şey söylemez, her zaman yapmadığı bir şey yapıp erkenden yatmaya gider. Gece yarısı Deniz'in ağlamasıyla uyanan Narin, onun kendisinin evden ayrılmasına sandığından da çok üzüldüğünü fark eder. Ağlamalar ve itiraflarla geçen bir gece sonunda Narin taşınmamaya karar verir. Deniz'le birlikte kalmaya devam eder. Üniversite süresince birlikte yaşayan Narin ve Deniz önceleri, kimseleri olmadığından birbirlerine tutunmuş iki çocukken, birlikte büyüyerek başkalarını istemez hale gelmişlerdir. Birbirlerine geçmişlerini anlatan, ara sıra kavga eden ama en çok birbirlerini seven iki iyi dost olmuşlardır. Narin Deniz'le birlikte birilerine güvenebilmeyi ve minnet duyabilmeyi öğrenmiştir. Deniz ise geçmişin hayaletlerinden ve yalnızlıktan Narin'le kurtulmuş, onu ölen ailesinin ve İsviçre'de yaşayan kardeşinin yerine koymuştur. Birlikte gülmüş birlikte ağlamış, birbirlerinin eksiklerini kapatmış, kusurlarını gidermiş ve içten içe çok sevmişlerdir. Irmak ziyaretlerinden birinde Narin'e hakaret eder, onu küçük düşürür. Bunun üzerine Deniz kardeşini evden kovar. Kardeşine tercih edecek kadar sevmiştir Narin'i. Narin ise asla affedemediği Irmak'ın özrünü Deniz daha fazla üzülüp arada kalmasın diye kabul eder. Irmak Narin'in, ıssız bir adaya düşse asla yanına almayacağı tek insandır, Deniz ise yanına almak istediği tek insan. Birlikte yaşadıkları süre boyunca Deniz'e ve Deniz'in arkadaşlarına alışan, kendini geliştirip 'kasabalı kız' halinden kurtulan Narin özgürlüğün, kendi kendine yetebilmenin mutluluğunu yaşarken, bir gün kalabalıktan ayakta zor durabildiği otobüste Moskof Recep'i görmesiyle eskiyi hatırlar. İneceği durağı geçip Moskof Recep'le birlikte iner ve ona görünmeden onu takip eder. Nerede çalıştığını öğrenir. Bundan sonra ara sıra gidip onu uzaktan izlemeyi sürdürür. Bazen babasının yanında Ümmühan'ı da görür, ikisinin değişen çehrelerinde yine de Yaslıhan'ı, annesi Kara Hatice'yi, kardeşleri Mehmet ve Şadiye'yi, Ümmühan'ın kocası Erdoğan'ı hatırlar. 6 Narin üniversiteden mezun olduktan sonra bulduğu işe yakın bir eve taşınmaya karar verir. Deniz önce karşı çıksa da sonra bunu kabul eder. Narin'in çalışma temposu çok yoğundur ama her zaman Deniz'e ayıracak vakti vardır. Birbirlerinden hiç kopmazlar. Bir gün yine babasını görmek için çalıştığı yere giden Narin, onun saman saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli iki çocuğun elinden tuttuğunu görür. Babası onun ve kardeşlerinin elinden hiç tutmamıştır. Bu çocuklar ise dünyanın en doğal şeyiymişçesine rahattırlar babalarının yanında. Narin bugünden birkaç ay sonra Fırat'dan, İstanbul'a geldikten sonra bir daha hiç aramadığı ailesinin, sobadan zehirlenerek öldüğünü öğrenir. Fırat'la birlikte Yaslıhan'a giderler, bir mezar taşı bile olmayan ailesinin mezarlarını yaptırır, başlarında dua okur. Moskof Recep'in yeni çocuklarının yaşadığı mutluluğu, sevilmeyi, güveni tatmamış olan Mehmet ve Şadiye için üzülür. Geçmişe yapılan bu yolculuk, Narin ve Fırat için aralarında geçenlerin hatırlandığı bir yolculuk olur. Yıllar önce, tam birlikte olacaklarken Fırat'ın annesinin araya girmesi ve Narin'i saçından sürükleyerek dışarı atması ilişkilerini bitirmiş olsa da bugün onlara engel olmak için kimse yoktur. Geçmişe yapılan bu yolculuk, uyuyan duyguları uyandırır. Narin ve Fırat'ın herkesten gizli ilişkisi başlar. İstanbul'a döndüklerinde, Narin iş yoğunluğu ve Deniz'in yurt dışında olması sebebiyle bir araya gelemediği Fırat'ı düşünmekten ve onu özlemekten vazgeçemez. Deniz döndüğünde ona Fırat'la ilgili her şeyi anlatmak ister ancak yapamaz. Ailesinin öldüğünü eski bir tanıdıktan öğrendiğini söyler. Deniz'in evinde toplanılan bir akşam Fırat ve Irmak'ı bir arada gören Narin tam her şeyden vazgeçecekken Fırat, onu unutamadığını ve onu sevdiğini söyleyen bir mesaj atar. Herkesin içinde gizlice mesajlaşan ikilinin yasak ilişkileri, Narin'in daha fazla kendini kandıramadığı güne kadar devam eder. İlişkilerinin bir sonu olmadığını anlayan Narin, Fırat'a ilişkilerini bitirmek istediğini söyler. Fırat'ın aklında ise Irmak'tan ayrılıp Narin'le mutlu olmak vardır. Bu konu üzerine büyük bir kavga ederler. Narin, içinde bulunduğu durumdan Ankara'ya taşınarak kurtulmak ister. Böylece Irmak ve Fırat'ı görmek zorunda kalmayacaktır. Deniz'i de her zaman göremeyecektir ama onu bu ihanetle üzmektense arada sırada görmeye razı olur. Taşınma kararını Deniz'e bir iş fırsatı olarak sunar. Deniz çok üzülür ve Narin'in iyi bir iş teklifi aldığı yalanının altında başka bir şeyler olduğunu düşünür. Deniz, Narin'in bir şeylerden kaçtığından emindir. Narin yalanının anlaşılmaması için çağırdığı ilk yere geleceğini söyler ve konu şimdilik kapanır ancak, Deniz'in Narin'i Ankara'ya göndermeye niyeti yoktur. Arkadaşlarla hep beraber yemek yiyecekleri bir akşam Narin, Ankara'ya gidecek olmanın verdiği güçle cesaretini toplar. Irmak ve Fırat'ı son kez birlikte göreceği yemeğe gider. Onlardan uzağa, Deniz'in yanına oturur. Yemekten sonra küçük bir bara giderler. Bu sırada Fırat, Narin'den vazgeçmeyeceğini yineler. Narin de Fırat'a Ankara'ya gitme planlarından bahseder. Fırat ve Narin'in konuşmaları çevreden duyulmaz ama aralarında iki arkadaşın konuşmasından farklı bir gerilim olduğunu sezen bir 7 arkadaşları Narin'i Fırat'tan uzaklaştırır. Deniz'in anlamadığından emin olan Narin tam rahatlayacakken Fırat olay çıkarır. Irmak'ı sevmediğini, Narin'le ilişkisi olduğunu, Narin'le birbirlerine aşık olduklarını haykırır. Narin olayın şokuyla ve duyduğu utançla Deniz'in gözlerine bakamaz, olayın daha da büyümesi üzerine, bağırıp çağıran ve hakaretler savuran Irmak ve Deniz'den kaçar ve bir arkadaşının evinde saklanır. Narin içine düştüğü bu durumdan çıkmanın bir yolunu arar. Tek düşünebildiği Deniz'e ihanet ettiği olur. Irmak'a yaptığı haksızlığı ya da Fırat'la olamayacağını düşündüğünde, içi Deniz'i düşündüğü zamanki kadar sızlamaz. İşlerini arkadaşının evinden yürütemeyeceğini anlayan Narin kendi evine gider ve penceresi olmayan depoya taşıdığı masasında işlerini yetiştirmeye çalışır. Bu sırada çalan kapılara cevap vermez, telefonunu ise olaydan beri açmamıştır. Evinde saklandığı arkadaşı, geldiği bir gün yanında Fırat'ı da getirmiştir. Fırat'ın Narin'e anlatacakları vardır. Narin bütün bu yaşananların Deniz ve Fırat'ın oyunu olduğunu öğrenir. Fırat, Deniz'e Narin'in Ankara'ya gitmek istemesinin altında yatan gerçekleri tüm detaylarıyla anlatmıştır. Narin'in Ankara'ya gitmesini engellemek için her şeyi yapabileceğini söyleyen Deniz, gerçekten de dediğini yapmıştır. Narin'in mutluluğu ve yanında kalması için, kardeşi Irmak'ın her şeyi öğrenmesi gerektiğini düşünmüş, Fırat'a herkes bir aradayken olay çıkarmasını söylemiştir. Deniz o geceden sonra olanları anlatmak için Narin'e telefonla ulaşmaya çalışmış ancak başaramamıştır. Olayların gerçek yüzünü öğrenen Narin şok olur. Deniz'den uzaklaşmak zorunda kalmayacağı için sevinir. Hikâye, Deniz, Fırat ve Narin'in gözlerden uzak bir restoranda biraraya gelmesiyle sona erer. Dinleyenin/Okuyanın Anladığı Yoksul bir hanenin içinde, zorunlulukların bir arada tuttuğu, sevgisiz bir ailede doğan Narin'in hayata dair bilgileri son derece sınırlıdır. Sevgi, güven ve mutluluğun girmediği, şiddetin, korkunun ve sefaletin eksik olmadığı hanede, bir arada yaşayan mahkumlar gibi günler akıp giderken, Narin de o hanedeki herkes gibi yaşamaya çalışır. Anne ve babasının kendisini sevdiğine dair bir belirti göremez. Kardeşleriyle ilişkisi de çok farklı değildir. Mehmet'le sürekli kavga ederler, Şadiye'yle de aralarında kan bağından başka bir bağ yok gibidir. Narin'in kendisi olarak var olabildiği tek alan, okuldur. Fırat'a duyduğu aşkla tanıdığı duyguları ona, kendisinin de sevilebilecek biri olduğunu göstermiştir. Ailesinin sevmediği, önemsemediği Narin'i beğenen, onu güzel bulan bir erkeğin oluşu Narin'e sevgisizlik döngüsünün kırılabileceğini göstermiştir. Fırat'ın annesinin Narin'i saçından sürükleyerek dışarı atmasından sonra Fırat'ı bir daha göremeyen Narin, yine de onu ve onunla tekrar karşılaşacağı günü düşünerek hayatına devam etmiştir. Fırat'ın annesi Narin'in mutluluğunu elinden almıştır. Yıllar sonra Yaslıhan'a geldiklerinde Fırat, annesinin o dönem psikolojik sorunları olduğunu açıklar. Yıllar boyu 8 kötü olarak bildiği bir insanın, akıl sağlığı yerinde olmayan biri olduğunu öğrendiğinde ona olan hisleri yine de değişmez. Deniz’le ilişkisi, onun hem sevip sevilmeyi hem de güvenmeyi öğrenmesini sağlar. Bu, onun yeniden doğuşu gibidir. Deniz ise yalnızlığından onun sayesinde kurtulur. Aralarında sınıfsal bir uçurum olsa da, duygusal ihtiyaçları açısından denktirler. Deniz ne ailesi gibi onu zor durumlarda yalnız ve sevgisiz bırakmış ne de Fırat gibi çekip gitmiştir. Seçilmiş Kız Kardeş Irmak Deniz'in öz kardeşi olduğu halde, Deniz her tartışmada Narin'in tarafını tutar. Anlatı da bunu "doğal" laştırır. Çünkü Irmak, son derece olumsuz bir karakterdir. Heilbrun'un Virginia Woolf'u anlatırken değindiği hususa uygundur Narin'in sevme ve sevilme ilişkisi. Narin'in hem ailesinden hem de Fırat'dan beklediği sevilme gereksinimi, Deniz'le birlikte sevme gereksinimine dönüşmüştür (Heilbrun, 1992:94). Hayatının kontrolünü kendi emeğiyle ele geçirip, Deniz'in evinde kendine ait bir oda edinmiştir Narin. Deniz aynı zamanda Narin'in iktidar kazanmasında etkili olmuştur. Şadiye'nin Narin'e sağlayamadığı bir şey olması bakımından bu husus önemlidir. Kendini bulmak ve hayatını ailesinin acı veren gölgesinden kurtarmak için yok etmiştir kendini Narin. Yaslıhan'ı terk ederken eski Narin ölmüştür. Okuyan, çalışan, kendini geliştiren, Deniz'e ve Deniz'in arkadaşlarına ayak uydurabilen Narin azimle ve Deniz'in desteğiyle yeni Narin olmuştur. Deniz Narin için, isteyip de sahip olamadığı, kendinden esirgenen her şeydir. Sevmek kadar sevilmeyi tattığı, yeni bir kimlik kazanmasında aracı olan, ona kendi hayatının iktidarını kazandıran insandır. Geçmişinde çektiği acıların, uğradığı haksızlıkların ödülüdür Deniz. On üç yaşına kadar göremediği denizin telafisidir belki de. Narin'den esirgenen bereket ve bolluktur. Narin ise Deniz'in yalnızlığını bitiren, evindeki hayaletleri yok edendir. Yalnızlığıyla boğuştuğu zamanlarda karşısına çıkan, hayatına bir renk, bir ses olan 'Nar'ıdır. Hikâyenin Anlatmadığı Narin ve Deniz'in hikâyesinin kız kardeşlik duygusu üzerine şekillendiğini düşündüren hayatlarını yaşayış biçimleridir. Birbirlerinin açığını kapatan, haber alamayınca endişelenen, birbirlerinin daima iyiliğini isteyen iki genç kadının yaşadıkları, iki kız kardeşin hikâyesidir. Şefkatin, minnetin ve dayanışmanın eşlik ettiği bu kız kardeşlik, belirli bir amaç etrafında oluşmayışıyla farklıdır. Hayatın bütününe yayılmış bir birliktelik vardır. Dayanışmaları bazen kader ortaklığına bazen suç ortaklığına kadar varır. Birbirlerini daima mutlu ve bir arada görmek isteyen iki insanın sevgiyle, şefkatle, anlayışla ve sabırla birbirlerine tutunmalarının anlatısıdır. Tartıştıkları zaman bile önce birbirlerinin sağlıklarını düşünürler. Birbirlerine böylesine yakın böylesine düşkün iki kadının arkadaşlığını kız 9 kardeşlik duygusu çerçevesinde okumamda Narin ve Deniz'in yaşıt oluşları da etkili olmuştur. Anlatıcının karakterlerin hayatlarındaki eksikleri birbirleriyle kapatması, iki ev arkadaşının kendi ağızlarından kız kardeş olduklarını söyletmesiyle desteklenmiştir. Kitap, 2013-2014 yılları arasında yayınlanan "Merhamet" dizisiyle televizyona uyarlanmıştır. Senaristliğini Mahinur Ergun'un yaptığı dizinin yönetmeni Çağatay Tosun'dur. Senarist hikâyenin bazı yönlerine sadık kalsa da bazı değişiklikler ve eklemeler yapmıştır. Dizide kitapta olmayan bir erkek karakter (Sermet) başrollerden biridir. Şadiye ölmemiş, kötü yola düşmüştür. Narin'in babasıyla ve Ümmühan'la çok daha yakın bir ilişkisi olmuştur. Romanda Narin'in etrafında dönen dünya, dizide diğer karakterleri de barındırır. Dizideki Irmak, psikopatlık derecesinde kötüdür. Dizi aniden yaptığı finalle ve 'kitaptan bile kötü olan sonuyla' hatırlanır. Dizinin finalinde Narin ve Deniz yeni ve mutlu hayatları başlamışken araba kazasında ölürler. Mahinur Ergun'un "merhamet" duygusu etrafında yaklaştığı hikâye, romanda olduğu kadar Deniz ve Narin'e odaklı değildir. Birbirlerini severler, korurlar, kayırırlar ancak televizyona uyarlanan yapımlarda olduğu gibi burada da karakterler özlerinden bir şeyler kaybetmiştir. Dizideki merhamet duygusu her karakter için uygundur. Dizi senaryosu haline gelen hikâyede Narin ve Deniz'in arkadaşlığı, Narin ve Fırat'ın aşkının yanı sıra Yaslıhan'daki sahnelerin de gerisinde kalır. Aralarında hiç çekişmenin olmayışı, gözlerini başka her şeye ve herkese kapayacak kadar birbirlerine bakışları gerçeküstü yanlarıdır hikâyenin. Karakterler tam olarak bir karakter özelliği taşımaz. Narin'in hikâyesini anlatırken, anlatıcının fona serpiştirdiği, Narin'in attığı adımları, aldığı kararları etkileyen unsurlar olarak kalırlar. Bu karakterlerin Narin'in hayatı dışında ne yapacaklarını kestirmek, bir duruma nasıl tepki vereceklerini saptamak zordur. Dizide bu açık kapatılmış karakterlere konuşma, kendilerini anlatma, kendi hayatlarını yaşama imkânı verilmiştir. Bütün fakirler kötüdür ama aralarından Narin, Erdoğan ve Şadiye gibi iyiler de çıkabilir. Bu karakterler iyilikleriyle baş başadır. İktidar sahibi olmadıklarından iyi olmaları pek de bir şey ifade etmez. Kimseye zararı dokunmayan, ailesine bağlı Erdoğan aldatılmaktan; saf bir kız olan Şadiye ise pazarlanmaktan kurtulamaz. Başta Deniz olmak üzere bütün zenginler iyi kalplidir, cömertlerdir ve paylaşmaktan çekinmezler, Irmak hariç. Irmak, Narin'e nereden geldiğini unutturmadığı için kötüdür. Çirkin değildir Irmak ama boyu Deniz kadar uzun, hatları Deniz kadar zarif değildir. Narin'in Fırat'la yaşayamadığı mutluluğu yaşayabildiği için kötüdür. Irmak'ın aldatılması, Narin'in Fırat'la kavuşmasının gölgesinde kalır anlatıda, bu da belki zenginler de mutsuz olur ve haksızlığa uğrar temasının bir ürünüdür. Irmak karakteri, iyi yanları gölgede kalan, hikâye bir kötüye ihtiyaç duyduğu için öylesine kötü olan bir karakterdir. Anlatının sonunda Deniz'in ağzından Irmak'ın bir daha Deniz'le konuşmayacağını
Description: