ebook img

ITALO CALVINO Öyküler PDF

303 Pages·2015·1.76 MB·Turkish
Save to my drive
Quick download
Download
Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.

Preview ITALO CALVINO Öyküler

ITALO CALVINO ÖYKÜLER Arjantinkarıncası, Emlak Vurgunu, Kirli Hava Bulutu ve diğerleri Italo Calvino 1923’te Küba’da İtalyan bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Oğulları iki yaşındayken, Calvino ailesi İtalya’ya döndü ve San Remo’ya yerleşti. Savaş sırasında Direniş hareketine katılan Calvino savaştan sonra Komünist Parti’ye girdi. Yirmili yaşlarında, Einaudi Yayınevi için çalışan anti-faşist entelektüellerle, özellikle de Cesare Pavese ile ilişki kurdu. Daha sonra 1945 yılında, Aretusa isimli dergide onun ilk öykülerinden birini yayımlatan Pavese olmuştur. Yazarlığın yanı sıra gazetecilik yapan, editör olarak Çalışan Calvino, çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan yazılarıyla savaş sonrası İtalyan edebiyatının önemli isimlerinden biri haline geldi. 1972 yılında, İtalya’nın en prestijli edebiyat ödüllerinden biri olan Feltrinelli Ödülü’nü kazandı. Calvino, 1985 yılında geçirdiği beyin kanaması sonucu Siena’da öldü. Başlıca Yapıtları: Ağaca Tüneyen Baron (1957), Varolmayan Şövalye (1959), Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler (1963), Kozmokomik Öyküler (1965), Görünmez Kentler (1972), Kesişen Yazgılar Şatosu (1973), Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu (1979), Palomar (1983), Amerika Dersleri (1988). Italo Calvino’nun eserleri, YKY tarafından bir külliyat olarak yayımlanmaktadır. (2006) ITALO CALVINO Öyküler Arjantinkarıncası, Emlak Vurgunu, Kirli Hava Bulutu ve diğerleri ÇEVİRENLER: KEMAL ATAKAY -EREN YÜCESAN CENDEY -SEMİN SAYIT - REKİN TEKSOY ÖYKÜ İSTANBUL Yapı Kredi Yayınları - 2422 Edebiyat - 750 Öyküler Arjantinkarıncası, Emlak Vurgunu, Kirli Hava Bulutu ve diğerleri / Italo Calvino Özgün adı: I Racconti Çevirenler: Kemal Atakay - Eren Yücesan Cendey- Semin Sayıt -Rekin Teksoy Kitap Editörü: Filiz Özdem Düzelti: Eylül Duru Kapak Tasarımı: Nahide Dikel Kapak Fotoğrafı: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Arşivi için fotoğraflayan - Hakan Ezilmez Baskı: Üç-Er Ofset Yüzyıl Malı. Massit 5. Cad. No: 15 Bağcılar / İstanbul Çeviriye Temel Alınan Baskı: I Racconti YKY’de I, Baskı: İstanbul, Şubat 2007 ‘ISBN 978-975-08-1172-0 © Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. 2005 Sertifika No: 1206-34-003513 I Racconti Copyright © The Estate of Italo Calvino, 2002 Bütün yayın hakları saklıdır. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğalhlamaz. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. Yapı Kredi Kültür Merkezi istiklal Caddesi No. 285 Beyoğlu 34433 istanbul Telefon: (O 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (O 212) 293 07 23 http://www.yapikrediyayinlari.com . e-posta: [email protected] İnternet satış adresi: http://yky.estore.com.tr http://alisveris.yapikredi.com.tr http: //www.yapikredi.com.tr İçindekiler Sunuş ZOR HAYALLER Büyük Balıklar, Küçük Balıklar Bir Gün Öğleden Sonra, Adem Yengeç Kaynayan Gemi Büyülü Bahçe Gerçeği Bilen Birisi Hiç Çıkmadı Şaka Uzayınca Tadı Kaçar Komutanlığa Yürüyüş Karga Sona Kaldı Patikada Korku Mayın Tarlası Üçünden Biri Hâlâ Yaşıyor Evcil Hayvanların Ormanı Kalleş Ülke Pastanede Soygun Köpek Gibi Uyuyoruz Sen İşine Bak, Her Şey Yolunda Dolarlar ve Kadınlar Yolgeçen Hanı Gibi Bir Yatak Kedi ve Polis Mantarlar Kentte Belediyenin Güvercini Sefertası Eşekarılarıyla Sağaltım Otoyoldaki Orman Temiz Hava Zehirli Tavşan İneklerle Bir Gezi Park Sırasında Bir Yaz Gecesi Ay ile Nyak Fabrikanın Tavuğu Rakamların Gecesi Bayan Paulatim ZOR ANILAR Kıraç Topraklar Üstündeki Adam Bagnasco Kardeşler Patronun Gözü Uyuntu Oğullar Bir Çobanla Öğle Yemeği Savaşa Giriş Avanguardista’lar Menton’da UNPA Geceleri ZOR SEVDALAR Bir Piyade Erinin Serüveni Denize Giren Bir Kadının Serüveni Bir Memurun Serüveni Bir Miyobun Serüveni Bir Okurun Serüveni Evli Bir Kadının Serüveni Bir Yolcunun Serüveni Bir Karı-Kocanın Serüveni Bir Şairin Serüveni ZOR YAŞAM Arjantinkarıncası Emlak Vurgunu Kirli Hava Bulutu Yayın Notu Italo Calvino’nun bu baskıya temel alınan I Racconti adlı öykü seçkisi, tematik bir bütünlük içeren dört bölümden oluşmaktadır: Zor Hayaller, Zor Anılar, Zor Sevdalar ve Zor Yaşam. Zor Hayaller “Büyük Balıklar, Küçük Balıklar”, “Gerçeği Bilen Birisi Hiç Çıkmadı”, “Şaka Uzayınca Tadı Kaçar”, “Kalleş U(cid:454)lke”, “Sen I(cid:474)şine Bak, Her Şey Yolunda”, “Yolgeçen Hanı Gibi Bir Yatak”, “Fabrikanın Tavuğu”, “Rakamların Gecesi” ve ‘“Bayan Paulatim” Türkçede ilk kez yayımlanmaktadır. “Komutanlığa Yürüyüş” ve izleyen beş öykü ile “Pastanede Soygun”, “Köpek Gibi Uyuyoruz”, “Dolarlar ve Kadınlar”, “Kedi ve Polis” öyküleri Karga Sona Kaldı’da (Can Yay. 2000); “Mantarlar Kentte” ve izleyen dokuz öykü Marcovaido ya da Kentte Mevsimler’de (Can Yay. 1991; YKY, 2004) yer almıştır. Zor Anılar İlk beş öykü Karga Sona Kaldı’da yer almıştır; izleyen üç öykü ise Savaşa Giriş’in (Can Yay. 1998) tamamıdır. Zor Sevdalar Bu bölüm, Zor Sevdalar (Can Yay. ilk basım 1991) kitabında yer alan dokuz öyküden oluşmaktadır. Zor Yaşam Bu bölümde yer alan üç uzun öykü de Türkçede ilk kez yayımlanmaktadır. SUNUŞ Öyküler’in ilk baskısı Einaudi Yayınevi’nce (Torino) Kasım 1958’de yayımlanmıştı. Calvino kitabı dört bölüm halinde düzenlerken, daha önceki derlemelerinin neredeyse hepsini bu baskıda bir araya getirmişti: Karga Sona Kaldı (1949); Savaşa Giriş’teki (1954) üç özyaşamöyküsel öykü; Marcovaldo’nun ilk on öyküsü; “Zor Sevdalar” dizisindeki dokuz serüven; dergilerde çıkan üç kısa roman; çeşitli yerlerde yayımlanmış ve o güne dek kitaplaştırılmamış öteki öyküler. Öyküler’in bu basımının sunuş yazısı olarak, Calvino’nun Floransa’daki Vieusseux Merkezi’nde 23 Mart 1959’daki konuşmasının metnini yayımlıyoruz; metin, daha önce, ilk dört satırı dışında, Marsia dergisinin Ocak-Nisan 1959 1 sayısında “Yazmadığım Öyküler” başlığıyla yayımlanmıştı. Yazmadığım Öyküler Kişi kendi yapıtları üzerine hiçbir şey söylememeli. Sözü onlara bırakmakla yetinmeli. O(cid:454)yküleri derleyip bir kitap oluşturmak, onlara bir düzen vermek, onları gruplandırmak, sıralanışında bir anlam aramak, başlıklar, genel tanımlar bulmak bile; yaratıcı yapıtın sesi üzerine -bu ses ister gür, ister cılız olsun- açıklayıcı türden bir ses, farklı bir niyet oturtmak, okurun özgürlüğüne müdahale etmek, kısacası, eleştirmenin uğraşının bir parçasını oluşturan, ama yazarın görevini tamamen aşan işlemlerde bulunmak demektir. Iş(cid:474) in güzel yanı şu ki, eleştiri birçok durumda, yazarın mesleğini çalmasına, kendi yapıtını, tanımlamak istemesine hiç de karşı çıkmaz; eleştirinin hemen öne atılıp başka okuma doğrultuları, başka tanımlar, yapıtlar arasında başka ilişkiler önermesi beklenir, oysa ona verilen ilk tutunma noktasını kabul eder, yazarın çizdiği yolu açımlamakla yetinir. Sözgelimi, kitabını böldüğüm dört bölümün başlığına da “zor” sıfatını koydum. Niçin? Çünkü yazdığım şeyler konusunda “kolaylık”tan, “mutluluk”tan, “mutlu kolaylık”tan, “kolay mutluluk”tan söz edildiğini duymaktan bıkmıştım. Bu nedenle, her yere “zor” sözcüğünü yazdım: O âna dek yazılanından alabildiğine uzak bulduğum bu sıfatı, yaşamın bana ulaşılmaz gibi görünen bu boyutunu, bu yönünü. Sonuç mu? Harika. Eleştirmenlerin hemen hepsi, gözlerini kırpmadan, zorluk kavramının her zaman benim anlatımın temel ve sürekli özelliği olduğuna bir ağızdan yemin ettiler. Buna sevinmem gerekirdi, ama kuşkum sürüyor: Bu başlıklarda “zor” sıfatının yerine “kolay” sıfatını kullanmış olsaydım, hiçbir şey değişmeyecek, herkes gene yüzde yüz katılacaktı. Böylece, başladığım noktaya dönmüş oldum; dünya hakkındaki ve dünyayla ilişki hakkındaki kuşkum -her şey zor mu, güç veren ya da silahsız bırakan bir zorlukta mı; yoksa her şey kolay mı, coşku veren ya da düş kırıklığına uğratan bir kolaylıkta mı?- çözüme kavuşmadı, bu etik-kozmik sorgulamam yanıtsız kaldı. Çaresi yok: In(cid:474) sanın bu işleri tek başına halledebilmesi gerekiyor. Demek ki, insan kendi yapıtları üzerine asla hiçbir şey söylememeli: Yapıtların sayılı sözcüklerinden, hepsi de zorunlu olması gereken -öyle ki, ne bir sözcük eklenebilsin, ne çıkarılabilsin- sözcüklerinden fazla tek bir sözcük bile. Hermetizm döneminde bunlar gayet iyi biliniyordu. Montale’nin Occasioni’ye (Fırsatlar) notlarını hatırlıyor musunuz? Genç bir okur olarak, özellikle çetin ceviz bir şiiri okuduktan sonra, hemen kitabın sonundaki o küçücük notlar sayfasına bakıyordum, bir yardım, bir destek var mı diye. Hayır, beklediğimiz şey hakkında hiçbir şey söylemeyen tutumlu, özlü, ketum notlardı bunlar, ama burada da bize doğru dersi veriyordu: Kendi başına hallet! Belki de aldığımız en iyi dersti bu. Biz şimdi farklı, daha hercai, açımlamaya, söylemler oluşturmaya, edebiyatı bir söylem olarak görmeye daha yatkın bir edebiyat dönemindeyiz. Ama edebiyatın söylemi her zaman tektir; dünyanın gerçekliği, dünyanın gizli kuralı, yaşamın amacı, ritmi üzerine söylemdir. Hiç bitmemiş olan bir söylemdir bu, dönem değiştikçe insanlar onu yeniden gündeme getirme gereğini duyarlar, çünkü gerçeklikle ilişkiye girme tarzımız sürekli olarak değişir. Okumak üzere olduğunuz kitabın tek amacı var: 1945’te yazınsal deneylerine başlayanlar arasından birisinin, nasıl o zamandan bugüne kadar, yaşamın bir çeşnisini, bir parıltısını, bir gıcırtısını, bir temposunu yakalama serabının peşinden koştuğuna tanıklık etmek. Iç(cid:474) inde yaşadığımız dönem, dünya üzerine büyük açıklamalara da, büyük romanlara da pek elverişli değil; evrenin gizini, bir karınca gözünün sayısız kesitindeki gibi, dev dinozorun bütün iskeletini yeniden kurmak için yararlandığımız omurga fosilindeki gibi yakalamaya çalıştık. Ben başladığımda, yazmak kolaydı. Sözler ile şeyler arasında, olguların gücü ile üslup arasında, nesnel dünya ile öznel dünya arasında büyük bir fark yoktu. Yaşam, çevremizde öykülerle dolup taşıyordu. Yazdığımız öykülerin birçoğu, partizan kamplarında ya da savaştan hemen sonra trenlerin üçüncü mevkilerinde dinlediğimiz tales of hearsay’di, yani “kulaktan dolma öyküler”di. Anlatmaya, aynı zamanda o anlatım tarzlarını, biçimlerini seçmeye yönelik toplu bir dürtü söz konusuydu. Artık o zamanki gibi yazmayı başaramayacağım kesin; bunun tek nedeni, o zaman daha genç olmam ve şeylerin gözüme basit görünmesi de değil. Gerçekliği yoğun bir araçlar ekonomisiyle aktarma olanağı sağlayan o gerilim, tarihsel bir gerilimdi, tek tek yazarların yazı sanatından önce, dünyaya, zamana içkindi. Çok geçmeden, bunun, çok çabuk yağmalayıp tüketeceğim geçici bir “mülk” olduğunu fark ettim. O zaman hâlâ bunun “deneyim”le özdeşleştiğine inanıyordum: Partizan döneminin deneyimini kullandıktan sonra, anlatımızı neyle besleyecektik? Amerikan diye tanımlayabileceğimiz bir öykücüler okulu vardı; bu okul, başarısı kesin bir yöntem öneriyordu: Deneyimleri çoğaltmak, yolculuk etmek, hareketli şeylerin olduğu yerlerde bulunmak. Yazma da, bunun sonucu olarak ortaya çıkacaktı. Benim yazmaya başladığım sıralarda, bu anlayış doruk noktasındaydı. O(cid:454)yleyse, artık savaş bittiğine göre, yazmaya devam etmek istiyorsak, ne yapmalıydık? Daha o zamandan kendini göstermeye başlayan yeni çatışmaların patlak vermesini mi izlemeliydik, Sicilya’ya gidip Giuliano’nun bağımsızlık hareketine mi katılmalıydık ya da Filistin’e gidip Araplara ve In(cid:474) gilizlere karşı savaşmalı mıydık? Ama bizim için salt serüven olurdu bu, çünkü ne Sicilyalıydık, ne de Is(cid:474) railli. Ve temelsiz, kozmopolit serüvenler, aradığım gerçeklik değildi. Bunu kendi başıma anlamamış olsaydım, Cesare Pavese vardı: O bize, ancak yazınsal amaçlar olmaksızın yaşananlardan şiir çıkarılabileceğini, ancak sahici köklerimizin olduğu yerde yaprak ve meyve verebileceğimizi sürekli olarak yineliyordu. O(cid:454)teki yol, kişinin kendi bölgesinin, tükenmez halk ve köy sahnesinin oluşturduğu gerçeklik madenine başvurmaktı: O It(cid:474) alyan Yeni Gerçekçiliği yıllarında, bölgesel gerçekçilik konularına geri dönüş eğilimi güçlüydü. Ama bölgesel gerçekçilik, aradığım gerçeklik değildi. Bölgecilik, tarihe göre hep bir adım geridedir ve beni, kendi köklerimden yola çıksam da, bir yurt ve bir deneyimde tarihle koşut giden şeyler ilgilendiriyordu. Savaşım verdiğim siyasal kesimin eğilimi, edebiyatta halkı temsil etmekti; bu temsil, belgesel nesnelliği, olumlu duygular zenginliği ve öğretici sıcaklıkla dengelemeliydi. Ama toplumsal gerçekçilik, aradığım gerçeklik değildi: Devrimci harekette zaten bilinen bir ahlakın betimlenmesi beni dün de ilgilendirmiyordu, bugün de ilgilendirmiyor; beni ilgilendiren, tarihin mantığının paradoksal işleyişi. Siyasal dergilerde yayımladığım öyküler, giderek gerçekçi yoğunluklarını yitiriyor ve çizgisel öğeyi, simetrik etkileri, hisseli kıssaya ya da masala özgü geometriyi vurguluyordu. Dikkatinizi çekerim: Onları besleyen, siyasal neden olduğu ölçüde böyle oluyordu bu. Bugün de, gerçek devrimci edebiyatın ancak fantastik, hicvedici ya da ütopyacı olabileceğine ve “gerçekçilik”in sık sık tarihe bir güvensizlik öğesini, geçmişe doğru bir eğilimi -soylu bir biçimde de olsa gerici, sözcüğün en olumlu anlamıyla da olsa tutucu bir eğilimi- beraberinde getirdiğine inanıyorum. Dolayısıyla, beni masala yönelten, anlatıdaki akıl ve irade öğesini, düzeni, geometriyi vurgulama gereksinmesi oldu. Masalın, fantastik öykünün yolu, geçici heves ve kolay bir yol değildir: Salt gerçeküstücü key(cid:976)ilik yönüne fazlaca kayılırsa, katı bir ahlaki ya da tarihsel alegori şeklindeki zorunlu oyunla sınırlı kalınırsa, sonuç tam bir felaket olur. Fantastik olanın, kâğıttan bir tiyatro dekoru olmaması için, bellekle, zorunlulukla, kısacası gerçeklikle bezenmiş olması gerekir. Dolayısıyla, ilk öykülerimi yazdığım dönemde öylesine basit ve doğrudan görünen gerçeklik, giderek daha çok elden kaçan bir beyaz balina haline geliyordu. Gerçekliğin iskeletini yakalamak istediğimde, onun masala ya da baleye dönüşünceye kadar seyreldiğini hissetmem gerekiyordu; sonsuz derecede karmaşık yoğunluğunu yakalamak istediğimde ise, uzamda ve zamanda olabildiğince belirli, sık dokulu, ayrıntılı, kılı kırk yaran bir anlatıyı hede(cid:976)lemem gerekiyordu, küçücük ilmiklerden oluşmuş bir ağ gibi. Ve burada özyaşamöyküsüyle hesaplaşmak zorundaydım; çünkü doğrudan deneyimle örülmüş öykülerden koptuğumuz an, örgünün ilmikleri genişler, gediklerle boşluklar belirir ve gerçeklik duygusu yitirilmiş olur. Ama benim aradığım gerçeklik, özyaşamöyküsünde ve psikolojik iç- gözlemde değil. O(cid:454)zyaşamöyküsü ve insan ruhunun betimlenmesi, biçimsiz olana, sonsuz kestirime, her insanın içsel karmaşasına eğilim gösterir; oysa ben, her zaman bir anlamı olan bir öykü, bir vektörel çizgiler gra(cid:976)iği kurma eğilimindeyim, gerçeklik bıçağını duruma göre seçtiğim yönde keskinleştirme eğilimindeyim. Elbette, yalnızca bellekten, doğrudan katıldığımız deneyimden yola çıkarak, soğuk ve sahte olmayan bir toplumsal gerçeklik temsiline ulaşabiliriz. Ama elbette benim aradığım gerçeklik, It(cid:474) alyan toplumunun betimsel fenomenolojisinde, göreneğin kayda geçirilip eleştirilmesinde yatmıyor. Bu olgular sınıfını anlatmak, temsil etmek için başka biçimler yokken, edebiyatın bu ilgisinin olması doğaldı; artık oldukça canlı bir gazetecilik var, ortamları ve olguları doğrudan yansıtan bir sinema var. Edebiyatın görevi farklı: Bugün var olanın tıkırtısından çok, olacak olanın mekanizmasının tarihsel düğümlerini, kilit noktalarını, işleyişini aydınlatmak. Görüyorum ki, size, yazdığım öykülerin değil, zamanla yazmayı reddettiğim öykülerin hikâyesini anlatmayı başardım. Yazdıklarıma gelince, onlar kitabın içinde ve kendi hikâyelerini kendileri anlatmayı başarsınlar isterim. Italo Calvino

Description:
cephaneliği ile Pellegrino'ya çıkmış olmalı.” Kaygı tavuğu sadece kümeste tutmak için izin verilmişti ama uzun yıllardan beri makine uygarlığının.
See more

The list of books you might like

Most books are stored in the elastic cloud where traffic is expensive. For this reason, we have a limit on daily download.