Metis Yayınları İpek Sokak 5, 34433 Beyoğlu, İstanbul Tel: 212 2454696 Faks: 212 2454519 e-posta: [email protected] www.metiskitap.com Irk Ulus Sınıf Etienne Balibar, Immanuel Wallerstein Özgün Adı: Race, nation, class: les identités ambiguës Fransızca Basımı: Éditions la découverte, Paris 1990 İngilizce Basımı: Verso, Londra, 1991 © Éditions la découverte, Paris, 1990 © Metis Yayınları, 1992 Türkçe çeviri © Nazlı Ökten, 1993 İlk Basım: Mayıs 1993 Dördüncü Basım: Ekim 2007 Yayıma Hazırlayanlar: Sosi Dolanoğlu, Semih Sökmen Kapak Resmi: Erol Akyavaş, "Hem Evvel, Hem Ahir"den detay, 1993 Kapak Tasarımı: Emine Bora Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd. Baskı ve Cilt: Yaylacık Matbaacılık Ltd. Fatih Sanayi Sitesi No. 12/197-203 Topkapı, İstanbul Tel: 212 5678003 ISBN-13: 978-975-342-025-9 içindekiler İç Kapak Telif Sayfası Önsöz, BALIBAR I EVRENSEL IRKÇILIK Bir "Yeni-Irkçılık" Var mı?, BALIBAR Kapitalizmin İdeolojik Gerilimleri: Irkçılık Ve Cinsiyetçilik Karşısında Evrenselcilik, WALLERSTEIN Irkçılık Ve Milliyetçilik, BALIBAR II TARİHSEL ULUS Halkliğin İnşası: Irkçılık, Milliyetçilik Ve Etniklik, WALLERSTEIN Ulus Biçimi: Tarih Ve İdeoloji, BALIBAR Kapitalist Dünya Ekonomisinde Hane Yapıları Ve Emek Gücü Oluşumu, WALLERSTEIN III SINIFLAR: KUTUPLAŞMA VE ÜST-BELİRLENİM Kapitalist Dünya Ekonomisinde Sınıf Çatışması, WALLERSTEIN Marks Ve Tarih: Kutuplaşma, WALLERSTEIN 11.ci Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kavram Ve Gerçeklik Olarak Burjuvazi, WALLERSTEIN Sınıf Mücadelesinden Sınıfsız Mücadeleyi Mi?, BALIBAR IV TOPLUMSAL ÇATIŞMA YER Mİ DEĞİŞTİRİYOR? Bağımsızlık Sonrası Siyah Afrika'da Toplumsal Çatışma: Yeniden Degerlendirilen Irk Ve Statu Grubu Kavramları, WALLERSTEIN Sınıf Irkçılığı, BALIBAR Irkçılık Ve Kriz, BALIBAR Sonsöz, WALLERSTEIN Önsöz Bu kitapta topladığımız ve birlikte sunduğumuz bu denemeler kişisel çalışmamızın, her birimizin sorumluluğunu tek başına yüklendiği anlarıdır. Ancak durumun ve koşulların özelliği bu de nemeleri, son yıllarda yoğunlaşan ve bugün bir yansımasını or taya koymak istediğimiz bir diyaloğun unsurları haline getirdi. Aydınlatılmasına katkıda bulunmak istediğimiz canalıcı soru şu dur: Çağdaş ırkçılığın özgüllüğü nedir? Kapitalizmde sınıflara bölünmüşlükle ve ulus-devletlerin çelişkileriyle nasıl ilişkilendirilebilir? Irkçılık görüngüsünde bizi, karşılıklı olarak, milliyetçilik ve sınıf mücadelesinin eklemlenmesini yeniden düşünmeye iten nedir? Bu soru yardımıyla "Batı Marksizmi"ne gireli on yıldan fazla olan daha geniş bir tartışmaya da katkıda bulunmak istiyo ruz. "Batı Marksizmi"nin, bu tartışmadan, çağını yakalayabilmek için yeterince yenilenmiş bir şekilde çıkacağı umulabilir. Bu tar tışmanın uluslararası bir tartışma olarak ortaya çıkması ve felsefi düşünme ile tarihsel sentezi ve kavramsal bir yeni baştan inşa ile günümüzde (özellikle Fransa'da) ivedi olmaktan da öteye giden siyasal sorunların çözümlenmesini birleştirmesi kuşkusuz bir rast lantı değildir. Burada bazı kişisel bilgiler vermek isterim. 1981 yılında Immanuel Wallerstein'la ilk kez tanıştığımda (1974'te yayınlanmış olan) The Modern World-System adlı eserinin ilk cildini oku muştum, ancak henüz ikinciyi okuyamamıştım. Bu nedenle ona üretim tarzlarının dönemselleştirilmesine dair "geleneksel" Mark sist tezin "kuramsal olarak bilinçli" bir sunumunu borçlu olduğumu bilmiyordum — bu tez, modernliğin başlangıcını saptamak için tarihi, ya 1500 dolaylarında (Avrupalılar'ın yayılmasıyla ve dünya pazarının yaratılmasıyla birlikte) ya da 1650'ye doğru (ilk "burjuva" devrimler ve bilimsel devrimle birlikte) "kesmeyi" öne renlere karşı, manüfaktür dönemini bir geçiş dönemiyle ve tam anlamıyla kapitalist tarzın başlangıcını da sanayi devrimiyle öz deşleştirmektedir. Özellikle de, Spinoza'nın müdahalesini —yal nızca, "ortaçağa ait" bir geçmiş açısından değil çağdaş eğilimler açısından da devrimci olan çizgisiyle— zamanının siyasal ve din sel gruplarının mücadelelerinin (milliyetçilikle kozmopolitliği; de mokrasi yanlılığıyla "kitle korkusu"nu birleştirmeleri nedeniyle) tuhaf bir şekilde atipik olan oyunlarının çerçevesine oturtmak için, tam da Wallerstein'ın 17. yüzyıl Hollanda hegemonyası çözümle mesinde bir dayanak noktası bulacağımı da bilmiyordum. Buna karşılık, Wallerstein'ın da bilmediği, bizim yetmişli yıl ların başından beri, Kapital'i "yapısalcı" okuyuşumuzun ortaya çıkardığı tartışmaların ertesinde ve tam da dönemselleştirmenin klasik çıkmazlarından kaçınmak için, sınıf mücadelesinin ve kar şılığında bu mücadelenin sonuçlarının çözümlenmesini, sadece, ideal bir araç olarak ya da değişmez bir sistem olarak değer lendirilen —ki bu, yapının tamamıyla mekanist bir anlayışla kavranmasıdır— üretim tarzının gelişiminden değil, aynı zamanda toplumsal oluşumlar çerçevesinde kapitalizmin gelişiminden de önemli sayma gerekliliğini kabul ettiğimdi. Bundan, bir yandan üretim ilişkilerinin biçimlendirilmesinde sınıf mücadelesinin tarih sel görünümlerinin (Marx'ın çift anlamlı üstyapı kavramıyla belir tilenler de buna dahil olmak üzere) bütününe belirleyici bir rol at fetmek gerektiği sonucu çıkıyordu. Öte yandan yine bu, kapi talizmin, birikimin dünya ölçeğine çıkmasını ve emek gücünün proleterleşmesini zorunlu olarak gerektirdiğini öne süren Marx'ı sürekli doğrulamaya yönelerek, ama farklılaşmamış "dünya pa zarı" soyutlamasının ötesine geçerek, emek (ya da ücretliler)-sermaye ilişkisinin yeniden üretim alanı sorununu bizzat kuramın içine koymayı zorunlu kılıyordu. Aynı şekilde, Althusser'in, her toplumsal oluşumun birçok üretim tarzının birleşmesi üzerine kurulu olduğu tezinin yanısıra Fransa'da yetmişli yıllarda göçmen işçilerin özgül mücadelesinin ortaya çıkışı ve bunların siyasal açıdan yorumlanmalarının güç lüğü de beni, işçi sınıfının bölünmesinin ikincil ya da kalıntı bir görüngü değil, günümüzün kapitalist toplumlarının, devrimci dö nüşüm perspektiflerini ve hatta toplumsal hareketin günlük ör‐ gütlenmesini belirleyen yapısal (ki bu değişmez demek değildir) bir niteliği olduğuna ikna etmişti.1 Son olarak, "reel sosyalizmin" Maocu eleştirisinden ve "kül tür devriminin" (benim kavradığım şekliyle) tarihinden benim aklımda kalan, kuşkusuz revizyonizmin şeytan ilan edilmesi ve Stalinizm nostaljisi değil, "sosyalist üretim tarzının" gerçekte dev let kapitalizmiyle proleter komünizm eğilimlerinin değişken bir birleşimini meydana getirdiği bilgisidir. Bu farklı düzeltmeler, dağılmış oldukları durumda bile, bir "tarihsel kapitalizm" sorun salını yapının ve tarihin biçimsel antitezinin yerine koyma ve ticari olmayan toplumların "genelleştirilmiş iktisat" toplumlarına geçiş leri süresince eklemlenen üretim ilişkilerinin değişkenliklerini bu sorunsalın ana sorusu olarak tanımlama eğilimindeydiler. Ben diğerlerinin aksine Wallerstein'ın çözümlemelerine sık sık yöneltilmiş olan ekonomizm suçlamaları konusunda çok da hassas değildim. Aslında bu terimin anlamı üzerinde fikir birliğine varmak gerekir. Marksist Ortodoksluk geleneği içinde ekono mizm, üretici güçlerin gelişimine dair bir determinizm olarak görünür: Wallersteincı dünya ekonomisi modeli, bunun yerine, kapitalist birikim ile çelişkilerinin bir diyalektiğini kendi tarzınca gayet iyi ortaya koyuyordu. Wallerstein gelişme ve durgunluk ev relerinin çevrimini içine yerleştirebileceği tarihsel koşullar hak kında kendini sorgularken, bana Marx'ın gerçek tezi ve ekono mizm eleştirisinin ifadesi gibi gelen şeyden uzaklaşmamıştı. Bu tez toplumsal üretim ilişkilerinin, üretici güçlere önceliğidir. Bu önceliğe göre kapitalizmin çelişkileri, üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çelişkiler (örneğin, Engels'in itibar kazandırdığı formülasyona göre, üretim ilişkilerinin "özel" niteliğiyle üretici güçlerin "toplumsal" niteliği arasındaki çelişkiler) değil, özellikle bizzat üretici güçlerin gelişimi içindeki çelişkilerdir; "ilerlemenin çelişkileri"dir. Diğer yandan ekonomizm eleştirisi denilen şey, en çok, siyasetin ve devletin, ya pazar ekonomisi alanına ya da sınıf mücadelesinin kendisine nazaran özerk olduğunu savunmak adına yapılır; ki bu da Marx'ın kesin bir biçimde karşı çıktığı liberal ikiciliği (sivil toplum/devlet, iktisat/siyaset) pratikte yeniden sahneye çıkarmak demektir. Oysa Wallerstein'ın açıklayıcı modeli, benim anladığım şekliyle, hem sistemin toplu yapısının, genelleştirilmiş bir iktisatın toplu yapısı olduğunu düşünmeye, hem de bu iktisatın dokusunu devletlerin oluşum süreçlerinin, siyasal hegemonyaların ve sınıf ittifaklarının oluşturduğunu düşünmeye izin vermekteydi. Böylece kapitalist toplumsal oluşumların neden ulus biçimini aldıklarını çözmek sorunu ya da daha iyisi, "güçlü" bir devlet aygıtı etrafında tekleşmiş ulusları, birlikleri dışarıdan ve içeriden engellenen bağımlı uluslardan ayırt eden şeyin ne olduğunu ve bu farkın kapitalizmin tarihiyle nasıl dönüştüğünü çözmek sorunu, bir kördüğüm olmaktan çıkıp belirleyici bir koz halini almaktaydı. Gerçeği söylemek gerekirse benim sorularımın ve itirazlarımın devreye girdiği yer de burasıydı. Bu itirazlarımdan üçünü, tarihsel materyalizmin "geleneksel" bir anlayışını ortaya koyup koymadıklarına karar vermeyi okura bırakarak, kısaca hatırlatacağım. İlk olarak, egemen sınıfların hegemonyasının, son çözümlemede, emek sürecini ve bundan da öte bizzat emek gücünün, işçilerin hem geçimini hem de kültürel formasyonlarını kapsayacak geniş bir anlamda, yeniden üretimini örgütleme kapasiteleri üzerine kurulu olduğuna hâlâ inanmaktaydım. Başka türlü söylemek gerekirse, burada söz konusu olan, Marx'ın Kapital'de kapitalist üretim tarzının yerine oturduğunun asıl belirtisi saydığı, yani değerin değerlendirilmesi ve sınırsız birikim sürecinin dönüşü olmayan noktası olarak koyduğu "reel" altalamadır (subsomption réelle). Daha yakından bakılırsa, (Marx'ın sadece "formel" altalamaya karşı öne sürdüğü) bu "reel" altalama düşüncesi, işçilerin sözleşme, nakdi gelir, resmi siyaset ve hukuk dünyasıyla bütünleşmeleri düşüncesinin çok ötesine gider: bu düşünce emek gücünün eğitiminden, ezilenler tarafından da kabul edilmeye elverişli bir "egemen ideoloji"nin kurulmasına dek uzanan, bir insan bireyselliği dönüşümünü zorunlu olarak gerektirmektedir. Wallerstein, kapitalist dünya ekonomisi çerçevesinde şekillenen bütün toplumsal sınıfların ve bütün statü gruplarının, "devlet sistemi"nin ve "ticarileşme"nin etkilerine tâbi oluş tarzlarını vurguladığına göre, kuşkusuz böyle bir düşünceye karşı çıkmayacaktır. Ancak bunun sonucu olan çatışmaları ve
Description: